“İnfodemi ile Etkin Mücadele İçin Bireylerin Yanlış Bilgi Karşısındaki Tutumlarının ve Bu Tutumların Belirleyicilerinin Araştırılması: COVID-19 Örneği” başlıklı TÜBİTAK destekli araştırma projesinin sonuçları açıklandı. Yapılan araştırmanın yürütücüsü Prof. Dr. Emre Erdoğan, konuyla ilgili olarak şöyle konuştu;
“Yanlış bilgi konusunda yürütülen araştırmalar, yanlış bilgilere inanmanın genel olarak kurumlara güven derecesiyle ve komplo Teorileri’ne olan inançla ilişkili olduğunu gösteriyor. Siyasal kurumlara daha az güvenen insanlar, yanlış bilgi yaymaya daha fazla eğilimli oluyorlar”
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün yürütücülüğünde gerçekleştirilen “İnfodemi ile Etkin Mücadele İçin Bireylerin Yanlış Bilgi Karşısındaki Tutumlarının ve Bu Tutumların Belirleyicilerinin Araştırılması: COVID-19 Örneği” başlıklı araştırma projesinin sonuçları dün düzenlenen online toplantıda açıklandı.
TÜBİTAK COVID-19 salgının sorun ve etkilerinin araştırılmasına yönelik ARDEB 1001-Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında, 120K639 proje numaralı çalışmada; Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın yürütücü, Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci’nin araştırmacı, Dr. Gizem Türkaslan’ın doktora sonrası bursiyer ve Cankut Kuzlukluoğlu’nun lisansüstü bursiyer olarak görev yapıyor. Proje kapsamında Türkiye özelinde COVID-19 salgını örneğinden yola çıkarak bireylerin bilgi arama süreçleri ve yanlış bilgi karşısındaki davranışları araştırıldı.
Bilimsel bilgi arttıkça infodemi azalıyor
Araştırmacı Cankut Kuzlukluoğlu özellikle salgının başlangıcında COVID-19’a dair bilimsel bilgi birikimi eksikliğinin infodemiye yol açtığını vurguladı. Kuzlukluoğlu, şöyle konuştu;
“Araştırmamızda analiz ettiğimiz toplam 7436 internet bağlantısının götürdüğü haber veya köşe yazılarının 348’inde COVİD-19’a dair yanlış ya da yanıltıcı bilgiye rastlandı. 10 Mart-5 Haziran arasındaki haber ve köşe yazılarını incelediğimizde yanlış bilgi ile karşılaşma oranı %5,7. Bu oranın Ağustos’ta %2,7, Eylül’de %3,2, Ekim’de %3,3 ve Kasım’da yaşanan ikinci dalganın da etkisiyle %4,9 olduğunu görüyoruz. Bu verilerden hareketle bilimsel bilgi birikiminin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün de dahil olduğu birçok aktörün etkisiyle infodeminin yavaşladığını söyleyebiliriz”
Kuzlukluoğlu, araştırmaya ilişkin şu verileri paylaştı:
“Mart-Haziran dönemindeki veriler gösteriyor ki; incelenen içeriklerin %30’u yanıltıcı içerik, %29’u uydurma içerik, %16’sı bağlamından koparılmış içerik, %11’i hatalı ilişkilendirilmiş içerikler, %8’i çarpıtılmış içerikler ve %6’sı manipüle edilmiş içeriklerden oluşuyor. Mart-Haziran döneminde saptadığımız yanlış bilgilerin %42,2’si köşe yazılarından kaynaklı iken %57,8’i ise haber içeriği kaynaklı. Ağustos-Kasım döneminde saptadığımız yanlış bilgilerinse %9’u köşe yazılarında, %91’i ise haber içeriklerinde bulundu.”
“Bilgiyi paylaşmadan önce doğrulama ihtiyacı duymuyoruz”
Araştırmanın nitel kısmını aktaran Dr. Gizem Türkarslan, şu bilgileri paylaştı;
“Yaptığımız derinlemesine mülakatlar gösteriyor ki; herhangi bir bilgiyi paylaşmadan önce doğrulama ihtiyacı duymuyoruz. Görüştüğümüz kişiler iyi niyet ile paylaştıklarını söylüyor ancak çok az sayıda katılımcı dışında mülakatlarda doğru ya da yanlış bilgiyi ayırt etmeye dair bir çaba belirtilmedi. Bu nedenle yaptıkları paylaşımların yanlış olma olasılığı yüksek oluyor. Doğru/yanlış bilgi ayrımının yapılamamasının en önemli nedeni ise bilgi kaynaklarına karşı güvensizlik. Kişiler bilgi ekosistemine dair yoğun bir güvensizlik duyuyor. Bu güvensizlik hem hükümet, siyasetçiler, üst düzey bürokratlar, DSÖ gibi uluslararası ve Bilim Kurulu, Sağlık Bakanlığı, yerel yönetimler gibi ulusal kurumlar gibi iktidar odaklarının yanı sıra çeşitli medya araçlarına karşı da yoğun bir şekilde öne çıkıyor”
Emekliler ve işsizler komplo teorilerine daha fazla inanıyor
Araştırma projesinin bir parçası olarak, Türkiye 18 yaş üstü nüfusu temsil eden 1629 kişilik bir örneklemle, 29 ilin mahalle ve köylerinde yüz yüze görüşmelerle anket çalışması gerçekleştirildi. Anketler, salgında ve kısıtlamalarda “İkinci Dalga” adı verebileceğimiz bir dönemde, Koronavirüs tedbirlerine uygun bir biçimde korunan anketörler tarafından yapıldı.
Yapılan anket çalışmasının sonuçlarını yorumlayan Prof. Dr. Emre Erdoğan şu bilgileri paylaştı:
“Görüşülenlerin %77’sinin dünyada halkın hiç haberdar olmadığı önemli şeyler olduğuna, %63’ünün siyasetçilerin kararlarının ardındaki gerçek niyetlerini vatandaşlara söylemediğine, %51’inin birbiriyle ilişkisiz gibi gözüken olayların gizli eylemlerin sonucu olduğuna, %51’inin siyasi kararları etkileyen gizli örgütler olduğuna ve %45’inin hükümetin bütün vatandaşları gözetlediğine inandığını gördük. Alınan sonuçlar, Türkiye’de komplo teorilerine inananların oranının yüksek olduğunu gösteriyor. Yaptığımız çok değişkenli analize göre eğitim seviyesi ortaöğretim olanlar, emekliler ve işsizler; diğer kişilere göre komplo teorilerine daha fazla inanıyorlar.”
COVID-19 komplo teorileri
Prof. Dr. Emre Erdoğan pandemi döneminde paylaşılan en yaygın komplo teorilerini şöyle aktardı;
“Görüşülenlerin %56’sı virüsün ABD ya da Çin gibi büyük güçler tarafından üretildiğine inanıyor. %52’lik bir kesim hükümetlerin verdiği Koronavirüs istatistiklerini güvenilir bulmuyor. Koronavirüs’ün Çin’deki bir laboratuvarda üretilip bir kaza sonucu dünyaya yayıldığına inananların oranı %50. Hükümetlerin yaşlı nüfustan kurtulmak için bu virüsü ürettiğine inananların oranı %44 iken virüsün ucuz bir tedavisi olmasına karşılık hala gizlendiğine inananların oranı %40. Koronavirüs’ün geleceğini yıllar önceden öngörenler olduğunu ancak bu kişilerin susturulduğu görüşünü belirten %36’lık bir kesim var. Görüşülenlerin üçte biri Koronavirüs’ün tedavisinin bulunduğunu ancak zenginlere saklandığını söylüyor. Hükümetlerin virüsten yararlanarak herkesi aşılamak istediklerini düşünenlerin oranı yüzde 28. Yine %28’lik bir oran Koronavirüs’ün herkesi evde tutmak isteyen hükümetlerin işi olduğuna inanıyor. %20’lik bir kesim hükümetlerin Koronavirüs’ün öldürücülüğünü abarttığını düşünürken, %20’lik başka bir kesim de insanların çok fazla aşı yaptırmasının Koronavirüs’ün yaygınlaşmasına katkıda bulunduğu görüşüne katılıyor.”
Komplo teorileri yanlış bilgiyi tetikliyor
Türkiye’de COVID-19 hakkında yanlış bilgilerin de yaygın şekilde kabul gördüğü araştırma sonuçlarından biri. Araştırma çalışmasına göre; işkembe, kelle paça çorbası gibi besinlerin yiyenleri Koronavirüs’ten koruyacağı görüşüne katılanların oranı %50; %27’lik bir kesim Koronavirüs yayılmadan önce ABD’de aşısının geliştirildiği görüşüne katılıyor. %29’luk bir kesim Koronavirüs’ün yarasa çorbası yiyenlerden bulaştığı inancında. Evcil hayvanlardan Koronavirüs bulaşabileceğini inananların oranı %28, %18’lik bir kesim maske ve benzeri tedbirler alınmasa da Koronavirüs’ten korunabileceğini; %15’lik bir kesim de Türkiye’de yaşayanların genetik yapısının Koronavirüs’e karşı dirençli olduğunu düşünüyor. Yaşlıların daha fazla yanlış bilgiye sahip olduğunu gösteren araştırma, aynı zamanda komplo teorilerine inananların da yanlış bilgiye daha fazla sahip olduğunu ortaya koydu.
Komplo teorileri ve güvensizlik aşı karşıtlığına neden oluyor
Araştırma kapsamında görüşülen kişilere farklı ülke kaynaklı aşıları yaptırıp yaptırmayacağı sorulduğunda Almanya’nın geliştirdiği aşıyı yaptırma eğiliminin yüksek olduğu öğrenildi, görüşülen kişilerin %39’u bu aşıyı yaptıracaklarını söylediler. Bu oran Çin ve Rusya tarafından geliştirilen aşılar için %29, ABD tarafından geliştirilen aşı için %31. Katılımcıların %58’i Türkiye tarafından geliştirilen aşıyı yaptıracaklarını söylüyor.
Prof. Dr. Emre Erdoğan, Koronavirüs hakkında komplo teorilerine inanç derecesinin aşı karşıtlığını tetiklediğini, buna karşın devlet kurumlarına ve bilim kurumlarına güven arttıkça hangi ülkeden olursa olsun aşı yaptırma eğiliminin arttığını belirtti. Bu durumun neden İnfodeminin bir sağlık sorunu olduğunu gösterdiğini ifade eden Erdoğan; komplo teorilerinin yaygınlaşmasının mücadele konusu olduğunu da ekledi.
Siyasi kurumlara olan güven azaldıkça yanlış bilgi yaymaya eğilimli oluyoruz
Prof. Dr. Emre Erdoğan şöyle devam etti;
“Yanlış bilgi konusunda yürütülen araştırmalar, yanlış bilgilere inanmanın genel olarak kurumlara güven derecesiyle ilişkili olduğunu gösteriyor. Siyasal kurumlara daha az güvenen insanlar, yanlış bilgi yaymaya daha fazla eğilimli oluyorlar. Siyasi kurumlardan başlayacak olursak, Sağlık Bakanlığı’na güvendiğini söyleyenlerin oranı %58. Belediyelere güvenenlerin oranı %48’ken, Cumhurbaşkanlığı’na ve hükümete güvenenlerin oranı da %48. Diyanet İşleri Başkanlığı’na güvenenlerin oranı %46, bu tür kurumlar arasında en düşük güven oranına ise %41 ile Meclis sahip. Görüştüğümüz kişiler arasında üniversitelere güvendiğini söyleyenlerin oranı %60 iken Türk Tabipleri Birliği’ne güvenenlerin oranı %52. Dünya Sağlık Örgütü’nün güven oranı da %45. Diğer kurumlara gelince basın kuruluşlarının güven oranı %28’ken, Avrupa Birliği %24, Birleşmiş Milletler %22’lik güven oranına sahipler”
Doğrulama kuruluşları tanınmıyor
Araştırma çalışmasında çıkan sonuçlar ülkemizde doğrulama kuruluşlarının bilinmediğini açıkça gösterdi. Evrim Ağacı Sitesi’ni duyduğunu söyleyenlerin oranı %11, Doğruluk Payı’nı duyduğun söyleyenlerin oranı %10 ve Teyit.org sitesini duyduğunu söyleyenlerin oranı %8.
Gençlerin ve yüksek eğitimlilerin yanısıra İnternet’i bilgi kaynağı olarak kullananların doğrulama kuruluşları hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunu ortaya koyan araştırma; doğrulama kuruluşlarını tanıyanlardan Koronavirüs hakkında daha az yanlış bilgiye sahip olduğunu da gösterdi.
İnfodemiyle etkin mücadele gerekli
Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci infodeminin, yanlış haber salgının önüne geçilmesi için alınması gereken önlemleri şöyle aktardı:
“Araştırmanın odaklandığı temel konulardan biri de, görüşülen kişilerin COVID-19 hakkındaki bilgileri doğrulayabilecekleri kaynaklar hakkında ne kadar bilgi sahibi oldukları ve bu bilgi kaynaklarının kullanıp kullanmadıklarıydı. Çıkan sonuçlar ülkemizde doğrulama kuruluşlarının bilinmediğini açıkça gösterdi. Araştırma bulgularımız doğrultusunda bireylerin yanlış bilgi sahibi olmaları sonucunu doğuran nedenlere baktığımızda, doğrulama yapmayı bilmemenin de yer aldığını görüyoruz. Doğrulama kurumları hakkında gerekli farkındalığı sağlamak ve bireylere paylaşılacak bilgileri doğrulamanın kolay olduğunu göstermek infodemiyi azaltmamızı sağlayacaktır. Bireyler komplo teorileri konusunda akılcı tutum sergilediklerini düşünüyorlar. Bu nedenle onlara doğru bilgileri aktararak, ikna etmeye çalışmak önemli. Özellikle sağlık alanında yanlış bilgi yayılımının risklerini, olası sonuçlarını göstermek ve bilinçli paylaşımın önemine vurgu yapmak gerekiyor.”
10.000’den fazla Tweet incelendi
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “insanların bir kriz karşısında güvenilir kaynaklar ve rehberlik aradığı bir dönemde doğru/yanlış çok fazla bilgiyle karşı karşıyla kalmaları nedeniyle bu arayışlarının zorlaşması” olarak tanımlanan İnfodemiyi, sosyal bilimler literatüründe “Üçgenleme-Triangulasyon” adı verilen yaklaşımla farklı yöntemler kullanarak anlamaya çalışan araştırmada üç farklı yöntemle veri toplandı. Araştırma kapsamında, ilk olarak COVID-19 salgını sürecinde bireylerin salgın hakkında yanlış bilgileri hangi kaynaklardan edindikleri ve nasıl yaygınlaştırdıkları Twitter verileri kullanılarak incelendi. Pandemiyle ilişkili Türkçe dilinde atılan 7 milyondan fazla Tweet arasından toplam 10.000’den fazla Tweet örneklem yöntemiyle çekilerek Mart-Mayıs; Ağustos-Kasım ayları olmak üzere iki ayrı dönemde analiz edildi. Bu yöntemle yanlış bilginin yaygınlık derecesi, hangi özelliklere sahip olduğu ve nasıl yayıldığı araştırıldı. Araştırma kapsamında, ikinci olarak Eylül ayında farklı demografik özelliklere sahip 48 kişiyle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirildi. Son olarak da Kasım – Aralık aylarında, Türkiye yetişkin nüfusu temsil eden 1629 kişilik bir örneklemle yüz yüze görüşmeler yöntemiyle anket çalışması yapıldı.