I. Giriş
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (“Anayasa”) “Temel Haklar ve Ödevler”başlıklı ikinci kısmında özel hayatın gizliliği ve korunması düzenlenmiştir. Anayasada kişisel verilerin korunmasına yönelik dolaylı hükümler bulunmakla birlikte yeterli olmaması ve bunun yanı sıra her geçen gün gelişen bilişim teknolojileri ve sistemleri ile temel hak ve hürriyetlere yönelik müdahalenin artmış olması ve bu durumun hukuksal düzlemde bir sorun olarak kendini göstermesi ile kişisel verilere ilişkin hukuki boyutta bir düzenleme yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
2010 yılında 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasanın 20. maddesine[1]
“Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
hükmü eklenmiştir. Bu maddeyle, herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, anayasal bir hak olarak teminat altına alınmış ve bu bağlamda kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceğine işaret edilmiştir. Böylece, 1970’li yıllardan bu yana dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenleme alanı bulan kişisel verilerin korunması hukuku 7 Nisan 2016 tarih ve 29677 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK” ya da “Kanun”) ile Türk Hukuku’nda da düzenleme alanı bulmuştur.
Kişisel verilerin korunması hukukunun en güncel tartışma konularından birini ve KVKK’nın 6. maddesinin 1. fıkrası[2] gereğince özel nitelikli halini oluşturan ceza mahkumiyeti ve güvenlik tedbirleri ile ilgili kişisel verilerin işlenmesi[3] Kanun kapsamında düzenleme altına alınmıştır. Böylece, kişiler arasında ayrımcılığa sebebiyet verme ihtimali gerekçesiyle daha sıkı korumaya tabi tutulan bu verilere ilişkin korumanın ve mahremiyetin üst düzeyde sağlanması amaçlanmıştır.
KVKK’nın “Özel Nitelikli Kişisel Veriler” başlıklı 6. maddesinin 2. fıkrası[4] uyarınca özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. Anılan maddenin 3. fıkrası [5] uyarınca ise sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. Ceza mahkumiyeti ve güvenlik tedbirlerinin açık rıza aranmaksızın işlenmesine dayanak gösterilen bazı kanunlar, yönetmelikler ve genelgeler aşağıda örneklendirilmektedir: :
❏ 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu
❏ 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
❏ 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
❏ 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu
❏ 07.09.2005 tarihli 25929 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Adli Sicil Yönetmeliği
❏ 12.04.2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği
❏ Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 1/1/2006 tarihli ve 55sayılı Genelge
❏ 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen KamuPersoneli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Anayasa Mahkemesinin 2018/163 Esas 2020/13 Karar sayılı ve 19/2/2020 tarihli kararı [6] ile gündeme gelen iptal davasının konusu; özel nitelikli kişisel veri sıfatını haiz ceza mahkumiyeti ve güvenlik tedbirlerinin, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında işlenmesine yönelik güvencelerin ve temel ilkelerin kanunla belirlenmemesinin, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ile özel hayatın gizliliği ve korunmasını düzenleyen Anayasa’nın 13. [7] ve 20. maddelerine aykırılık sorunudur. Karar 28.04.2020 tarihli Resmi Gazete’de [8] yayınlanmıştır. Karar ve karara ilişkin görüşlerimiz aşağıda açıklanmaktadır.
II. İptal İsteminin Gerekçesi ve Anayasa Mahkemesinin Görüşü
Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması faaliyeti kapsamında kamu idaresine, kamu görevine girmek isteyen kişiye ait kişisel verilere sınırsız bir şekilde erişme ve bu verileri toplama, sınıflandırma, işleme ve değerlendirme imkânı verdiği, yapılan güvenlik soruşturması sonucunda kişilerin kamu görevine girmesinin engellenebileceği ya da mevcut kamu görevinden çıkarılmasının mümkün olabileceği, bu itibarla düzenlemenin kamu hizmetine girme hakkına öngörülemez bir sınırlama getirdiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla yürütülen iptal davasında yüksek mahkeme, iptal isteminin koşullarının oluştuğunu gözeterek oybirliğiyle esasa geçilmesine karar vermiştir.
Yüksek mahkeme esasa ilişkin incelemesinde ilk olarak, Anayasa’nın 20. maddesinin 1. fıkrasında herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğunu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulmayacağının belirtildiğini; son fıkrasında da kişisel verilerin korunmasının, özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında güvenceye kavuşturulduğunu ve kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının, insan onurunun korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçladığını belirlemiştir. Devamında ise yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm verilerin kişisel veri olarak kabul edildiğini; bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen verilerin kişisel veri niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, dava konusu kuralın, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kişilerin kişisel veri niteliğindeki özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınmasına, hakkındaki suç işlediğine dair iddiaların değerlendirildiği Cumhuriyet savcılığı, hakim veya mahkeme kararlarının tutulduğu kayıtlara ulaşılmasına ve bu kayıtların kullanılmasına imkan tanıması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirdiği ifade edilmiştir.
Yüksek mahkeme sonrasında, Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerinin sınırlanmasına ve özel hayatın gizliliği ve korunmasına ilişkin 13. ve 20. maddelerini incelemiştir. Buna göre, kişisel verilerin ancak kanunlarda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği; kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olmasının yeterli olmadığını, yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, temel hakları sınırlayan kanunun belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir kurallara sahip olmasının, Anayasa’nın 2. maddesinde [9] güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olduğunu ve kanunda bulunması gereken bu niteliklerin de hukuki güvenliğin sağlanması bakımından zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığını ve dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirlenen kanuniliğin, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanması gerektiğini vurgulamıştır.
Anayasa’nın 129. maddesinin 1. fıkrasında [10] memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüklerinin düzenlendiğine de değinen mahkeme; kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesinin kanun koyucunun takdir yetkisinde olduğuna ancak, bu alanda düzenleme öngören kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerektiğine de dikkat çekmiştir.
Yüksek mahkeme son olarak, dava konusu kuralda, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu kapsamda kişisel veri niteliğindeki bilgilere ulaşması öngörülmüşken 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’da bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına, bu bilgilerin ne suretle ve ne kadar süre saklanacağına, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkanının olup olmadığına, bilgilerin bir müddet sonra silinip silinmeyeceğine, silinecekse bu sırada izlenecek usulün ne olduğuna, yetkinin kötüye kullanımını önlemeye yönelik nasıl bir denetim yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmadığını; diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin keyfiliğe izin verilmeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvenceler belirlenmeksizin, kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu soruşturma ve araştırma kapsamında kişisel veri niteliğindeki bilgileri almakla yetkili olduklarını tespit etmiştir.
Açıklanan nedenlerle, kuralın, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırılık sebebiyle iptali isteminin kabulüne karar verilmiştir.
III. Kararın Hukuki Değerlendirmesi
Burada konuyu hem iç hukuk açısından hem de uluslararası sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda ele almaya çalışacağız. Şöyle ki:
18/02/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve iç hukuka aktarılan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Özel Veri Kategorileri” başlıklı 6. maddesi uyarınca
“İç hukukta güvenceler sağlanmadıkça ırksal kökeni, siyasi düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel veriler, otomatik işleme tabi tutulamaz. Aynı şey ceza mahkumiyetiyle ilgili kişisel veriler için de geçerlidir.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı” başlıklı 8. maddesi uyarınca
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. “
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Leander v. İsveç davasında yürütülen bir personel soruşturması sonrasında işe alınmayan başvurucu ile ilgili olarak Sözleşme’nin 8. maddesinin (özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı) ihlal edilmediğine karar vermiştir. İsveç personel soruşturması kapsamında sağlanan güvencelerin, 8. maddenin şartlarına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. İsveç Hükümetinin, bu davada, ulusal güvenlikle ilgili menfaatlerin başvuranın kişisel menfaatlerinden daha ağır bastığı kanaatine varmakta hakkı olduğu belirtilmiştir. [11]
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi S ve Marper v. Birleşik Krallık davasında
“Bir kimsenin özel hayatına dair verilerin saklanması, kendi başına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin anlamı dâhilinde bir müdahale teşkil etmektedir. Söz konusu Sözleşme maddesi kişinin özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkını düzenlemektedir… Saklanan bilgilerin daha sonra kullanılmasının söz konusu bu tespit üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır… Ancak, Mahkeme, makamlarca tutulan kişisel bilgilerin özel hayata ilişkin herhangi bir unsur içerip içermediği tespit edilirken…, bahse konu bilgilerin kaydedilip muhafaza edildiği özel koşulları, kayıtların niteliğini, bu kayıtların kullanılma ve işlenme şeklini ve elde edilebilecek sonuçları göz önünde bulunduracaktır…” [12]
şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi S ve Marper v. Birleşik Krallık davasında
“Bu dava, başvuranlardan alınan parmak izlerinin, hücre örneklerinin ve DNA profillerinin, beraat kararı verilmesi üzerine haklarındaki ceza davasının birinci başvuran yönünden sona ermesine ve ikinci başvuran yönünden ise düşmesine rağmen, bir veritabanında belirsiz bir süre boyunca saklanmasına ilişkindir.
Mahkeme, söz konusu verilerin saklanmasının başvuranların özel hayata saygı haklarına ilişkin orantısız bir müdahale teşkil ettiğini ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunun değerlendirilemeyeceğini kaydederek, Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, özellikle, modern bilimsel tekniklerin bedeli ne olursa olsun ceza adaleti sisteminde kullanılmasına izin verilemeyeceğini ve bu tekniklere yaygın olarak başvurmanın muhtemel faydaları ile özel yaşam açısından söz konusu olan önemli menfaatler arasında dikkatli bir şekilde denge kurulması gerektiğini belirtmiştir. Yeni teknolojilerin geliştirilmesinde öncü bir rol oynadığını iddia eden her Devlet “doğru dengenin kurulması” konusunda özel bir sorumluluğa sahiptir. Mahkeme, şüphelenilen ancak henüz hakkında mahkûmiyet kararı verilmemiş kişilerin parmak izlerinin, hücre örneklerinin ve DNA profillerinin bu davada olduğu gibi genel bir uygulama şeklinde ve ayrım gözetmeksizin saklanmasının, kamu yararı ile kişisel menfaatler arasında adil bir denge tesis edemediği sonucuna varmıştır.” [13]
şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi M.M v. Birleşik Krallık davasında
“Başvuran, 2000 yılında, oğlunun boşanmasının ardından Avustralya’ya gitmesini engelleme amacıyla bebek olan erkek torununu alarak bir gün ortadan kaybolması sonrasında polis tarafından yakalanmıştır. Yetkililer başvuran hakkında kovuşturma yürütmemeye karar vermiş ve bunun yerine başvurana çocuk kaçırma konusunda uyarı cezası vermişlerdir. İlk başta, bu uyarı kaydının başvuranın sicilinde beş yıl durması planlanmış olsa da, zarara göre tarafın bir çocuk olduğu davalara dair bir politika değişikliğine gidilmesi sonucunda, kaydın ömür boyu saklanmasına karar verilmiştir. Başvuran kendisine verilen uyarı cezasına ilişkin verilerin süre sınırı olmaksızın tutulmasından ve ifşa edilmesinden ve bu durumun kendisine iş bulma konusundaki etkisinden şikâyetçi olmuştur. Mahkeme, Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir. Nitekim, tespit edilen eksikliklerin biriken etkisi sonucunda, Mahkeme, adli sicil verilerinin saklanması ve ifşa edilmesine dair sistemde başvuranın özel hayatına ilişkin verilerin özel hayata saygı hakkını ihlal edecek şekilde ifşa edilmemesini sağlamaya yönelik yeterli güvencelerin bulunduğu kanaatinde değildir. Dolayısıyla, başvuranın aldığı uyarı cezasına ilişkin verilerin saklanması ve ifşa edilmesinin Sözleşme’nin 8. maddesinin anlamı dâhilinde yasaya uygun olduğu değerlendirilemez. Mahkeme özellikle, adli sicil kaydındaki verilerin bir anlamda kamu bilgileri olduğu kabul edilse de, bu verilerin merkezi kayıtlarda sistematik bir şekilde saklanmasının, bunların (özellikle de başvuranın davasında olduğu gibi uyarı cezasının kendi özel hayatına ilişkin bir olay sonucu verildiği hallerde) ilgili kişi dışındaki herkesin söz konusu olayı unutmasının uzun süre sonrasında bile ifşa edilebilecek durumda olduğu anlamına geldiğini kaydetmiştir. Dolayısıyla, mahkumiyet veya uyarı cezası geçmişte kalan bir olay olduğu için, bunun kişisin saygı gösterilmesi gereken özel hayatının bir parçası haline geldiği kabul edilmelidir.”[14]
şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Anayasa Mahkemesi ise bir bireysel başvuruda
“…Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta, bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır.” [15]
şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Anılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında, Anayasa Mahkemesi’nin de benzer tutumla verdiği kararda; iç hukukta kişisel verilerin kullanılmasında ve Anayasa’nın 13. maddesi kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasında keyfiliğe izin vermeyecek güvenceler aradığı görülmektedir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 20. maddesinde bahsi geçen kişilerin kendileri hakkındaki verilerin amacına uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına sahip olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin ilgili Anayasa hükümleri bakımından vermiş olduğu karar yerinde tespitler içermektedir. Bununla birlikte, bu noktada, kişisel veri tanımına Anayasa hükümlerinden yola çıkılarak yer verildiği; özel nitelikli kişisel veri ayrımına gidilmediği ve karar metninin bu bahisle kaleme alındığı görülmüştür. Kanaatimiz, 2016 yılında yürürlüğe giren Kanun’un etkili uygulama alanı bulması adına daha fazla öne çıkarılması gerektiği yönündedir.
- MADDE 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle: 3/10/2001-4709/5 md.) (Değişik: 3/10/2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar. (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.
- MADDE 6- (1) Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir.
- Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi
- (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır.
- (3) Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir.
- Anayasa Mahkemesi Kararı
- MADDE 13- (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
- Anayasa Mahkemesi Kararı
- MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
- MADDE 129- Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. (Değişik: 12/9/2010-5982/13 md.) Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz. Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümler saklıdır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.
- Çalışma Hayatına İlişkin Haklar
- Kişisel Verilerin Korunması
- Kişisel Verilerin Korunması
- Kişisel Verilerin Korunması
- Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı