Dün Resmi Gazetede, BTK başkanının bir kararı yayınlandı [1]. Bu karara göre, Türkiye’ye temsilci atamayan Twitter ve Pinterest platformlarına reklam verilmesi yasaklandı. Karar içinde 15 ayrı kanun belirtilerek, reklam verenlere bu kanunların uygulanabileceği kaydediliyordu.
Ancak hukukçular bu konuya farklı bakıyorlar. Avukat Mehmet Ali Köksal’a 5651 sayılı kanuna yapılan eklemelerle gelen değişikliklerin uzantısında bu karar, temsilcilik ve reklam verememe konusundaki görüşlerini sorduk.
Sosyal medya ile ilgili olarak 1 ekim 2020 tarihinde yürürlüğe giren düzenlemeler sonucunda temsilcilik açmayan sosyal medyaya verilecek reklamın, gider olarak vergi matrahından düşürülemeyeceği bilgisini veren Köksal, sosyal medya şirketlerinin birilerinin özgürlüğünü, demokrasisini önceleyen firmalar olmadığına ve bunların ilk olarak kendi karlarını düşündüklerine işaret ederken, yapılan düzenlemelerin uygulanabilir olmadığını kaydetti.
Köksal, sosyal medya şirketlerinin düzenlenmesi gerektiğine inandığını ama bunun için bütüne bakılmasının önemli olduğunu belirtti. Köksal, birilerine yapılan hakaretlerin görmezden gelinilirken, başkalarına yapılan hakaretlerin çok önemli addedilmesinin, güvenilirliğe engel olduğunu ve hukukun düzgün işlemesi gerektiğini söyledi ve örnekler verdi.
Videodan bu konuşmayı izleyebilirsiniz.
Siz bu yeni gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Dün resmi gazetede yayınlanan BTK Başkan kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Ali Köksal: Şöyle değerlendiriyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasada yazdığı kadarıyla –fiilen uygulanmıyor olabilir- bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde yükümlülükler ancak anayasada sayılan sınırlar çerçevesinde getirebilir. BTK başkanı oturduğu yerden her türlü konuyla ilgili karar alamaz. Örneğin bu konuyla ilgili, 5651 sayılı yasa çıktı mı? Çıktı. 5651 sayılı yasanın amaç ve kapsamı belirli mi? Belirli. Amaç ve kapsamı dışında bu yasa uygulanabilir mi? Uygulanamaz.
İlgili yasa çerçevesinde BTK başkanına reklam yasağını uygulamakla ilgili bir yetki verilmiş mi? Verilmiş. Sınırları belli mi? Bence değil. Sınırları belli olmayan bu kararla ilgili BTK başkanı oturup karar almış mı? Almış. Eyvallah. BTK başkanının veya herhangi bir başka idarecinin reklam yasağı kararının uygulanmasını sağlamak ve alınan karara uyulmaması halinde; ilgili diğer mevzuata istinaden gerekli işlemler yapılmak üzere konunun ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca takip edilmesi;
İki şeyi doğru yerine koyalım; Bu kanunlar zaten BTK başkanı saydı diye yürürlüğe girmedi. Bu kanunlar zaten var. Bu kanunlar eskiden beri vardı ve yürürlükteydi. Bu kanunları uygulamakla yükümlü olan kamu görevlileri açısından zaten suç.
Yani, bu kararla ne değişti? Reklam yasağı geldi, Türk Ceza Kanununa yasak mecralara reklam vermek suçu eklendi mi? Eklenmedi. Türk Borçlar Kanununa yasak mecralara reklam verildiğinde ve ödemesi yapıldığında bununla ilgili bir düzenleme mi getirildi? Hayır getirilmedi.
Zaten eskiden beri olan bizim kavramlarımız var. Konusu yasaya aykırı olan sözleşmelere hangi işlemlerin uygulanacağı Borçlar kanununda sayılmış durumda. Türk Ticaret Kanunu gereği reklam yasağı kararına rağmen bir ticari işletme bunu giderlerine yazabilir mi? Kanunen kabul edilmiyor, yazamaz.
Kabahatler kanunu ve Türk Ceza Kanununun çok önemli bir özelliği var. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Buyursunlar getirsinler. Kanundaki suç ve ceza neymiş? Yani sırf algı yaratmak ve medyada bunu sunabilmek için yapılan bir karar. Bu şekilde olmaması gerekir. Olması gereken, kanun çıkartıyor musunuz? Çıkartıyoruz. Bakın ben şuna karşı değilim, sosyal medya kuruluşlarının, hukuk devletinde temsilci açmalarının çok da yanlış olduğunu düşünmüyorum. Ama devlet hukuk devleti olmaktan uzaklaşıyor, örneğin benim eşime, dostuma, gelmişine, geçmişine küfrederken bununla ilgili mahkemeler kılını kıpırdatmıyor ama iktidardaki herhangi bir kişiyle ilgili en ufak bir eleştiriye bile insanlar gece evlerinden alınıyorsa o zaman, şimdi siz bu sosyal medya düzenlemesinin haklılığı veya haksızlığını değil, başka bir şeyini konuşmak zorunda kalıyorsunuz.
Baştan beridir, beni tanıyanlar bilirler, ben bu sosyal medyada hukuka aykırı söylem ve eylemleri takip eden, bunlara davalar açan birisiyim. Orada kişilerin düşünce ve ifade özgürlüğünü korumak başka, hakarete serbestlik tanımak başka bir şeydir. Ben hiç kimsenin bir başka kişiye hakarette bulunmasını, ister iktidar, ister muhalif, hiç kimsenin hiç kimseye, çok net, eşit bir şekilde net, doğru olmadığını düşünüyorum.
Özgürlüklerimizi ifade ederken, bir başkasının özgürlüğüdür bizim özgürlüğümüzün sınırı. Bu yüzden ben bu şekilde düşünerek şunu söyleyebilirim; normal bir hukuk devletinde faillerin bu tür hukuka aykırı işlemleri işleyenlerin tespit edilmesine yönelik çabaların doğru olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye bu anlamda bana kalırsa ayarını kaybetti. Bunu ispat etmeye gerek yok. Gidin herhangi bir Sulh Ceza hâkimliğine, bakın kararlara. Örneğin muhalif basın yayın organlarına karşı erişim engelleme taleplerini çıkartın kaç tanesi kabul edilmiş, kaçı basın özgürlüğü nedeniyle reddedilmiş. İktidara yakın basın yayın organlarının aleyhine yapılan erişim engelleme taleplerinin kaçı kabul edilmiş, kaçı reddedilmiş. Ya da çıkın, muhalif lider ya da milletvekili ya da parti yöneticilerinin kaçı kabul edilmiş, kaçı reddedilmiş, iktidardaki kişilerin kaçı kabul edilmiş, kaçı reddedilmiş. Ve bu kararları alın karşınıza koyun, ağırlığına bakın.
Ondan sonra şunu söylerseniz içiniz rahat bir şekilde; “Evet Türkiye’de yargı işini yapıyor.” Tamam, hiçbir problem yok. O zaman Twitter’ın da diğerlerinin de burada temsilcilik açmamasıyla ilgili her şeyi birlikte konuşmamız lazım. Çoğu açtı, ikisi açmadı. Neden açmadı? Neden açmadıklarını bilmiyorum, onların başka menfaatleri vardır.
Bu şirketlerin hiçbirisi benim, sizin ya da bu yayını dinleyenlerin veya dinlemeyenlerin özgürlüğünü korumanın peşinde değil. Onlar reklam geliri elde etmenin peşinde. Ben onların avukatı da değilim, savunucusu da değilim. Neden yapıp yapmadıkları, ne kadar gelir elde edip, tepki çekecekleriyle ilgili. Özgürlükten yana olsaydılar, Çin’de de bunu savunurlardı. Çin Hükümetinin istediği her şeyi kabul eden platformları savunacak kadar da kendimi o anlamda “salak” sanmıyorum, görmüyorum. Benim derdim o mecraları savunmak falan değil. Konu, Türkiye’de hukuku, demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti doğru şekilde savunmak. Haksızlığa uğrayanın da hukuku hukuktur. Ben işimi buradan kazanan bir avukatıyım. Kesinlikle bunu bilerek söylüyorum. İnsanların hiç kimseye hakaret etme özgürlüğü yok ama hiç kimsenin de hakaret etmediği halde, muhalif bir söylem yapıldığında, sabahına kraldan çok kralcı, polisin evini basmasına tahammül etme zorunluluğu yok. Bunun dengesinin doğru şekilde kurulması lazım.
Türkiye bu dengeyi kaybetti. O yüzden, tekrar söyleyecek olursak, 5651 sayılı yasa, ben bunu, bu yasayı getiren zamanın FETÖ örgütüne mensup kişileri idi, o zaman da bu yasanın yanlış olduğunu savundum, bugün de aynı yerdeyim, bu yasanın yanlış olduğunu savunuyorum.
Yarın birisi çıkıp şunu söylerse, ben bir avukat olarak bu yasa nedeniyle mahkemelere belki günde 5-10 tane başvuru yapıyorum. Çünkü avukatım, mesleğimi yapıyorum. İkisi farklı şeyler, lütfen karıştırmayalım. Bu yasa yanlıştı, dün yanlıştı, bugün de yanlış, hem de daha da yanlış. Bir yasayla Dünya’daki internet rejimini düzenlemekte yanlış.
Siz Almanya’da ki gibi yasa düzenlemek istiyorsanız, bunun için, biraz önce söylediğim tüm değerleri gözeterek, tüm tarafları, yayıncıları, meslek odalarını, avukat baroları vesaire bir araya getirip, enine boyuna her şeyi tartışıp bir yasa hazırlarsınız ve internetteki ifade özgürlüğüyle, internette örneğin çocukların müstehcen içeriğe yönlendirilmesi, çocuk pornografisi, kumar, terör örgütü propagandası gibi katalog suç olarak kabul ettiğimiz suçların ortaya çıkması, soruşturulabilmesi için uygun araçları yerleştirirsiniz.
Ben yaptım oldu, bakın gördünüz denilirse. İşte, Facebook, Linkedin, Vesaire geldi. Niye geldi? Para kazanıyor da ondan geliyor. Çünkü Türkiye yağlı bir ekmek. Veri merkezini Türkiye’ye taşıdı mı? Para kazanıyorsa onu da taşıyacak. Biraz önce söylediğim gibi, benim hakkımı, hukukumu korumakla ilgili o şirketin kaygısı yok ama ben herhangi bir müvekkilimin avukatı olan değil, Hukukçu Mehmet Ali Köksal şapkasıyla ben, bu ülkede hukuku savunmakla yükümlüyüm, çünkü hukukçuyum. Bu ülkede beni devlet topladığı vergilerle devlet okullarında yetiştirdi, benim de borcumu bu şekilde ödemem gerekiyor. Ne yaparak? Kendi mesleğimi en iyi şekilde icra edip insanların hakkını hukukunu savunarak.
Ben bu kapsamda şunu tekrar söyleyeceğim, o kararda sayılan düzenlemelerin, bir karar alırken bunun ucu nereye gidecek? Banka her para transferinde benim, o para transferinin niye, nereye, kimin adına belge mi isteyecek ki, Bankacılık Kanununu buraya yazıyorsunuz? Örneğin kredi kartı harcamasından önce, “bir dakika kredi kartı harcamasında şimdi Twitter alıcı, o zaman Twitter’a para gönderemezsiniz. E ne olacak? Twitter orada paravan şirket kullansa ne olacak? Siz karar alıyorsunuz, kararınızın uygulanabilirliğini aşmak o kadar kolay ki, derdiniz şu ise; “5651 sayılı kanundaki erişim engelleme kararını uygulamak.” Bu kararlar neden uygulanmıyor? Türkiye ikili ve çok taraflı sözleşmelere üye mi? Üye. Adli yardım anlaşmaları var mı? Var. Neden uygulanmıyor? Çünkü Uluslararası hukuka uygun bir kanun değil.
Örneğin trafik cezalarında, “Bu yoldayken 120 KM’nin üzerine çıktığın zaman, 140 KM’ye kadar yakalarsam 140 Lira, 160 KM’nin üzerine çıkarsan 300 Lira kesiyorum” gibi bir durum var. Şimdi, sözü geçen maddelerde ben şunu göremedim, siz Twitter’a para yatırırsanız ben size şu cezayı keseceğim, şu sebepten dolayı diyor ama şu cezayı keseceğim demiyor. Yani bir ceza yok. Yani, ben yarın Twitter’a reklam verirsem, hapse mi gireceğim, falakaya mı yatırılacağım, tazminat mı vereceğim bilmiyorum? Böyle bir açıklama var mı?
Mehmet Ali Köksal: Hayır, yok. Sadece algı yaratmak için dememin nedeni oydu. Türk Ceza Kanununda da, Kabahatler Kanununda da kanunsuz suç ve ceza olmaz diye özel bir hüküm var. Zaten bu hukukun ilkesidir. Anayasamızın da kuralıdır. Kanunsuz birisine suç ve ceza uygulayamazsınız. İlgili kanunda buna aykırı davranana ne yapılacağına ilişkin bir düzenleme var mı? Yok.
O yüzden BTK Kurulu veya başkanı veya başka herhangi bir bakan, milletvekili veya cumhurbaşkanı söyledi diye böyle bir yükümlülük gelmez. Neden? Kanunla düzenlenmedi. Bu kadar net, basit. Böyle bir yükümlülük yok. Siz bunu yapmadınız, ne oldu? Çok etkili bir yöntem.
Bu şirketler neden geldi? Kazançları kesildiği için mi geldi? Bir tanesi neden gelmiyor? Demek ki buradaki kazancı şimdilik önemsemiyor. Dolaylı yoldan bu kazancı elde edeceğini düşünüyor veya ben bu parayı görmezden gelirim, Uluslararası itibarım daha önemli diyor. İkisinden birisi. Twitter bunu söylüyor. Pinterest bununla ilgili mi değil mi yoksa karar mı alamadılar onu bilemem ama Twitter’in burada bir duruşu var. Twitter burada Türk Hükümetinin bu restini görmüyor. Diyor ki “ben gelmiyorum. Reklam mı gelmeyecek? Gelmesin.”
Bir sonraki adım, kapatma. Şimdi, siz Twitter’ı yasaklayan hükümet olarak tarihe geçmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Şimdi, adamlar reklam gelirinden bile feragat edip yasaklarsanız, gelir mi? Gelmek zorunda kalabilir ama tarihte de bu yazar. Bu kadar. Şimdi, bu karara imza atmak belki yarın öyle bir Dünya olur ki, Twitter bir zamanların en kötü sosyal medyası olarak nitelendirilir, siz tarihe geçersiniz bu kararı aldığınız için. Yarın, öyle bir zaman gelir ki, tarih kitapları Twitter’i demokrasinin ileri gitmesinin en önemli araçlarından diye yazar, siz kara sayfalara yazılırsınız. Bunu bilemem, müneccim değilim. Ama bu ciddi bir konu ve siz bu konuda bir karar almak üzeresiniz. Adım adım oraya gidiyorsunuz. O zaman şunu sormak gerekiyor; “Bunun olacağını taraflar ön göremedi mi?” iki tarafta burada söz konusu. Twitter açısından bakarsanız da, neredeyse rakiplerinin tamamı gelmiş durumda.
Burada, ben açık söyleyeyim, Facebook beni hiç şaşırtmıyor. Ama Google, dolayısıyla YouTube şaşırtıyor mu? Şaşırtıyor. Kısmen şaşırtıyor. Başka kaygıları hep ön plana çıkartmayla ilgili duruşundan. O yüzden tarih gösterecek. Birlikte yaşayacağız. İnanın zerre kadar umurumda değil gelip gelmemeleri. Bu sosyal medya platformları geldiğinde veya gelmediğinde benim için hiçbir şey değişmeyecek hatta bir avukat olarak benim açımdan işler kolaylaşacak. Ama öbür taraftan, insanlar biraz önce konuştuğumuz şeyin özü bu, 5651 sayılı yasa Türkiye’de insanların oto sansür uygulamasının en önemli nedeni. Bu yeni oluşan durum. Yani, insanların anonim olarak düşüncelerini ifade etme özgürlüğünün kalkmış olması bambaşka bir ortam yaratacak.
Bakın, aslında bunu başka bir şeyle ölçebilirsiniz. WhatsApp’ta mahremiyetiniz yok dendi, insanlar kaçıştı. Bunu üst üste koyun. O zaman demek ki Türkiye’deki insanların ciddi bir mahremiyet ihtiyacı var. Neden bu ihtiyaç var? Çünkü insanoğlu her zaman için mahremiyete ihtiyaç duyar. Türkiye’de bu konuda yeterli bilinç yok. Sağ olsun hükümet bu bilinci de oluşturuyor, bence bunlar o anlamda olumlu şeyler. Bunun değerini şimdi anlayacağız. O yüzden bizim kültürümüzde ne oluyor diye kulak kabartmak vardı, şimdi neden kulak kabartıyorsun ya da neden bakıyorsun diye bir kültür gelişiyor, gelişecek. Bunlar önemli toplumsal şeyler, ben değerli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Ama şunu söyleyeyim, Twitter gelir mi, tamamen ticari bir karar. %90 rakiplerinin hepsinin geldiği yerde bir sonraki yaptırımdan sonra ya gelmeyecek ya da Türkiye’yi Dünya’da bambaşka bir konuya düşürüp, kendine bambaşka unvan edinecek, yani hangisini tercih eder bilmiyorum, bakalım.
Şöyle bir şey sormak istiyorum, şirketler kuruldu, temsilciler atandı, temsilciye soruluğunda, cevap vermezse, temsilciye ne yapalım sorusu pek görünmüyor. Temsilcilerin burada bir gece ansızın alınması mümkün olur mu? Google’ın temsilcisi Türkiye’de yaşamıyor.
Mehmet Ali Köksal: Temsilcinin alınıp alınmamasıyla ilgili, temsilci bir suç işlemiyor. Alınması gibi bir durum da söz konusu olmayacak. Yani öyle bir amaç ve niyette en azından şimdilik yok. Tamam, hukuk devletini sorgulayabilir ama o boyutta değiliz.
Temsilcinin olması hangi fonksiyonlarda etkili?
Mehmet Ali Köksal: Hükümetin haklı ve haksız olduğu bir yer var. Sorunu zorlama bir yöntemle çözüyor. Bir tane şirket var, o şirket Amerika’da. Amerika’da olan şirketin aynı zamanda Türkiye’de yoğun bir faaliyeti bulunuyor. Hükümet diyor ki, “Yoğun bir faaliyetin var Türkiye ile ilgili, o yüzden burada bir temsilcilik aç” diyor. Dediğim gibi haksız bir şey değil bu. Bu temsilci neden gerekiyor? Diyelim ki, İstanbul Metrosunda bombalama eylemiyle ilgili yazışmalar dönüyor. İstihbarat bunu tespit etti, konuyla ilgili yazışmaları nereden isteyecek, kimden isteyecek? Bu şirketten isteyecek. Temsilci aracılığıyla o kanalı açacak. Bunda herhangi bir hukuka aykırı durum yok.
Aslında şunu ifade etmek isterim, Dünya’da çok sayıda ülkeler var. Her birine bu şirketler temsilci açmak zorunda mı? Yani, o zaman bizim şirketlerimiz de yarın büyüdüklerinde bu temsilcilikleri açmak zorunda mı kalacak? Bu global ekonomi ve internetle ilgili, o anlamda siyasi. Türkiye’deki siyaset değil. İnternet siyaseti ve globalleşmeyle ilgili çok uluslu siyaset üzerine bir tercih diyelim. Şimdi, siz böyle bir siyaseti yapabilirsiniz. Dersiniz ki; “Bunun bu şekilde olması gerekiyor.” Bunda bir problem yok. Para mı kazanıyor Türkiye’den? Kazanıyor. Bu kadar kullanıcısı mı var? Zaten herkese getirmedim ki bu hükümlülüğü. 1 Milyonun üzerinde kullanıcısı olana getirdim. Bunda bir terslik var mı? Hayır yok. O zaman biz bunu istiyoruz. Burada bir problem yok.
Sorun şurada başlıyor, bu şirketler, bir tane temsilci atamaya üşendikleri için ya da ona bir bütçe ayıramadıkları için bunu isteyip istememe durumunda değiller. Sorun şurada, Dünya’da yayınlanan şeffaflık raporları var. Açın raporu bakın, en çok erişim engelleme isteyen ülkelerin başında Türkiye geliyor, sorun bu. Siz bu kadar çok erişim engelleme talebiyle neden geliyorsunuz? Biraz önce söylediğim konuyla bağlantılı. Alıngan bir toplumuz. Çok alınganız. Nasıl kulak kabartıyorsak, sen bana baktın diye adam öldürülüyor bu ülkede. Ben Ankara Çinçin’de okudum liseyi, kesmekle tehdit ederlerdi. Yanında kız arkadaşı olan insan sen böyle baktın diye sataşılırdı. Türkiye’de ve Dünya’da da birçok yer böyle. Türkiye tu kaka falan da demiyorum ama Avrupa’da böyle değil. Gerçekten değil. Böyle olmadığı için de bizi anlamıyorlar. Bu alınganlık seviyesini anlamaları mümkün değil. Adamın doğal konuşmasının içinde küfür var Amerika’da. O küfrü burada etseniz, gerçekten burada öldürülmeseniz bile bıçaklanırsınız. Konu bu. Konu bu olunca, siz milyon tane erişim engelleme istiyorsunuz, çünkü sizde bırakın küfrü, “A araba almış, çok pahalı” ama övünerek poz veriyor, iki gün sonra bir yerde aday olacak, bu defa çok görünmek istemiyor, “efendim içeriği kaldır.” Neden? Aday olacak, o yüzden. Sen verdin o pozu, sen çağırdın hatta. Bir sürü sorunlu vakamız var bizim.
Bırakın siyaseti, toplumsal yaşamın içinden örnekler vermeye çalışıyorum. Siyaseti kattığınızda, iş tam bir keşmekeşe gidiyor. Bakın çok açık söyleyeyim, ana muhalefet partisi bile seçimden önce tutup, kendilerine söylediğim bir şeydir, internette özgürlükle ilgili bildiri yayınlıyor, akşamına erişime engelleme için ne yaparız diye beni aradılar. Kardeşim yapmayın bunu, bunu isteme. Yapma bunu. Bunun örtüşmediğini bilin. Dediğim gibi, benimle ilgili bir eleştiri yayınlansa, “vay! Ne olacak?” bir şey olmayacak, birileri konuşuyor, ne var konuşsun. 2-3 gün sonra bir sürü telefon geldiğinde, ben mi yanlış düşünüyorum diye bir psikolojiye giriyorum. Tansiyonum yükseldi o günlerde.
Ülke olarak Amerikalının hiçbir zaman anlamadığı ve anlamayacağı alınganlıklarımız var. Ya da katil birkaç kişiyi bilerek ve isteyerek öldürmüş, biz çıkıp ona geçmiş olsun diye ziyarete gideriz, böyle bir toplumuz. Bu toplum kendiyle yüzleşmediği sürece böyle bir sorun olacak. Şimdi, global internet, kuralları var, kurallarını biz mi yazdık? Yok. İnterneti biz mi geliştirdik? Hayır. Kim yazdı bu kuralları? Amerikalı. Bu servisleri kim geliştirdi? Amerikalı. Şimdi biz Amerikalıya diyoruz ki, “Bir dakika, sen bir dur, biz değiştirdik bunu, biz bunları istiyoruz.” “İyi, iste ama benim burada merkezim, merkezimin olduğu ülkede de kanunlar var, ben bu kararlar gereği ben bu kararına uyamıyorum, benim kanunlarım bana bunu emrediyor” diyor. Şimdi siz buna karşın diyorsunuz ki, “olsun ben de bunu sana emrediyorum.” Adam para kazanmaya devam etmek istiyor sizin üzerinizden, “tamam, ben buna uymanın bir yolunu bulmaya çalışayım” diyor. Facebook’un söylediği bu. “Amerikan yasaları var, senin yasaların var ve ben senin yasalarına uymak için elimden geleni yapacağım ama çok da abartma, Amerika bana kızabilir. Çünkü yarın o bilgiyi paylaştığı kişi çifte vatandaş, Amerikan ya da Avrupa vatandaşı aynı zamanda. GDPR’a tabii, “Benim bilgilerimi paylaştı” diyerek canına okuyabilir. O yüzden her istediğini her istediğin gibi alamayabilirsin demeye çalışmasının sebebi bu. “Sana her bilgiyi vermeyeceğim” gibi algılamasın kimse. Bunun nedeni, Amerika’nın ya da Avrupa’da başka bir otoritenin yaptırımına maruz kalacağı şeyleri vermeyecek. Ya değilse? Güle sere verecek. Umurunda değil. Bakın, başta da söyledim, bu firmalar benim, sizin, diğer vatandaşların özgürlüklerini korumak gibi öncelik ve kaygıları yok. Tabii ki para kazanmaktan sonra gelen öncelikleri var ama onlar parayı kazandıktan sonraki öncelikleri.
Peki, Alman isteyince veriyorlar da, neden Türk isteyince vermiyorlar?
Mehmet Ali Köksal: Alman isteyince veriyorlar mı? Almanların neyi istediği belli, kanunda yazıyor. Bizim ne isteyeceğimizi BTK belirliyor. Bakın, bizim kanunda 5651 sayılı kanun ilk çıktığında ben yönetmeliğine karşın Türkiye Bilişim Derneği’ne karşın 2007’de karşın dava açtım, dava yeni bitti, saçma sapan bir karar çıktı. Bir ara anayasaya aykırılık yok dediler, sonra bir hakim var dedi, sonra darbe oldu, danıştayın dairesi kapandı, o oldu, bu oldu hoppa, karar geldi elimize, şu maddelerin iptaline, o maddelerin yarısı zaten kanun değişikliği nedeniyle hükümsüz kaldı.
Bizim kanunumuzda diyor ki, “Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından istenebilecek diğer bilgileri” Ne demek diğer bilgiler? Konu, internetteki “get post data” verisi. Get post data verisi demek, giden ve gelen trafiğin içindeki her türlü veri demek. Doğru mu? Giden ve gelen bir sürü bilgiyi ve TİB’in isteyeceği diğer bilgileri başkanlığa vermek zorundayım. Öyle diyordu yönetmelik.
Bu kanuna uygun mu, değil? Çünkü temel hak ve özgürlüklere ilişkin yönetmelikte bile sınırlandırmıyor, ucunu açık bir şekilde bırakıyor. Aynı düzenlemenin bir sonucu. Başkanın şahsıyla, kurumun üyeleri ile ilgili değil. Tamamen hukuk devleti olmakla ilgili. Bu düzenleme kanunda yapılır. Hangi kanunlar gereği hangi yaptırımın uygulanacağı kanuna atıf yapılır. Eleştiriyoruz ama 6698 sayılı KVKK diyor ki, “ Şu maddeye uyulmazsa Türk Ceza Kanununun kişisel verilere korunmasına ilişkin şu maddesi uygulanır.” Diyor. Açık. O kanunda da yazıyor. “Şu şu şu kişisel veriler hukuka aykırı olarak işleyenlere şu ceza verilir, şu şu hukuka aykırı, ele geçiren veya başkasına verenlere şu ceza verilir.” Hukuka aykırı olarak verileri silmesi gerektiği halde silmeyenlere de şu ceza verilir olarak açıkça yazıyor kanunda. Bakın burada yazıyor mu öyle bir şey? Bunlar doğru yöntemler değil. Neden doğru yöntemler değil? Devletin saygınlığını zedeler çünkü devletin özü, varlık nedeni bu tür şeylerle sulandırılırsa insanların saygınlığı azalır. O yüzden bu tür şeyler yapmamak gerekir. İşin özünde aslında devlete saygı vardır. Siz devleti korumak için bir şey yapıyorsunuz ama aslında siz devlete zarar veriyorsunuz. Bunun farkında değilsiniz.
Popülist söylemlerle, yaklaşımlarla hukuk devletini yok ettiğinizde aslında siz kendinize zarar veriyorsunuz. Neden? Şuan devleti temsil eden ben değilim. Devlete saygı azaldığında, en azından bugün için öncelikle şu an yönetenler zarar görüyor. O yüzden bunun doğru şekilde yapılması için Almanya’da ki gibi kanunla, düzgün bir şekilde dersiniz. Alman anayasa mahkemesi o yasayı inceler ve anayasaya uygun olup olmadığına göre bir karar verir. Bakın bizde anayasa mahkemesi bir karar versin, arkasından nasıl bir tepki gelir? Size ne oluyor denir. Anayasa mahkemesinin verdiği karar işinize gelirse uygulanır, işinize geldiğinde uygulanmazsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi lehinize karar verdiğinde, “işte yargı budur” deyip, istemediğiniz bir kararı verdiğinde başka yerlere sunulması gerektiğini söylerseniz olmaz. Bunlar doğru değil. Bunun düzgün şekli, her zaman istikrarlı bir şekilde hukukun yanında olmaktır. Her zaman hukukun yanında duran, uzun vadede hep kazanır.
Anayasaya aykırı bir şey yapıyorsunuz. Sizde olmayan bir yetkiyi kullanıyorsunuz. Başkanın böyle bir yetkisi yok. O kanunlar zaten var, o kanunları uygulamamak zaten kamu görevlisi açısından suç. O yüzden başkanın hatırlatma hak ve yetkisi yok. Başkanın, örneğin Ziraat Bankası genel müdürüne böyle bir emir ve talimat vermesi mümkün değil. Devlet organizasyonunda da mümkün değil. Ya da diğer kurum ve kuruluşlar diyor ya, onlar hangileriyse, devletin de organizasyon şeması var. BTK başkanı diğerlerine emir, talimat veremez ki. Kim oluyor da hatırlatıyor? Sakın yanlış anlamayın. Diğeri de kim oluyor? Hepsi hepsi için kim oluyor, ben de kim oluyorum. Mesele, kanunda tanımlanmamış bir insanın oraya yetki vermeye çalışmasından bahsediyoruz, şahsi değil. Kanundaki yetkisini kullanmak zorunda, ötesini kullanamaz. Kanun ne demiş? Reklam yasağı uygula. Reklam yasağını uyguladın mı? Kararını aldın mı? Aldın. Reklam yasağının uygulanması sırasında sorun mu yaşanıyor? Nerede sorun yaşanıyor? Yine şirketler reklam veriyor, neden veriyor? Bunun ekonomik bir nedeni var. Sen tutup yeni bir kanun çıkartırsın, dersin ki; “Reklam yasağına kararına karşın, reklam verenlere reklam bedelinin 10 katı tutarında idari para cezası uygulanır” dersin, bunu yaparsın. Bu kanun. Ama bu kanunla getirilir.
Şu anda belli değil, öyle mi?
Mehmet Ali Köksal: Yok ki öyle bir yaptırım. Bakın, tek yaptırımı var, gidere yazamazsınız.
Ama onu da aşma yolları var, değil mi? Yurtdışında bir reklam ajansını sizin adınıza harcama yetkisi verip, ona hizmet faturası kestiğiniz zaman her yere de yazarsınız bunu o zaman.
Mehmet Ali Köksal: Tabii ki, dediğiniz gibi.
[1] Temsilcilik Açmayan Sosyal Medyaya Reklam Yasağı Başladı