Cengiz Ultav, teknoloji sektörünün vizyoner liderlerinden birisi. 1995 yılından bu yana Vestel Elektronik A.Ş. yönetim takım çalışmalarının içinde yer alan ve halen Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapan Ultav, 2 gün önce XII.ci Teknoloji Ödüllerinin başvurularının başlatılması ile ilgili basın toplantısında ufuk açıcı bir konuşma yaptı[1]. Okuyucularımız için bu konuşmayı “metin” halinde sunuyoruz.
Önümüzdeki 20 yılın çok yaygın olarak kullanılan bir tanımı; “somutluklar dönemi” deniliyor. Ben her yerde bunu vurgulamaya çalışıyorum. Çünkü bu somutluklar dönemi son 40 yılda hepimizi çok meşgul eden bu teknolojilerin artık kendi içlerine enerji üretmelerinin yerine, reel dünya ile buluşma dönemi.Bununla neyi kastediyoruz? Bir kere her şeyden önce, bu önümüzdeki 20 yılı şekillendirecek olan Y ve Z jenerasyonunun ne demek istediğini çok iyi anlamamız lazım.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan bu BabyBoomer’ların 3-4 jenerasyonu etkiledikleri bir sürü dogmalar var. Bunlardan hemen hemen hiç etkilenmeyen, bizlerden kendilerini çok iyi koruyan iki jenerasyon, Y ve Z jenerasyonu.
Internetin belki arkasına sığınmış gibi görünüyorlar ama internet onlar için çok güzel bir kristal küre ve bu kristal kürenin içerisinde bu reel dünyada yeni verimliliklerin ne şekilde olması gerektiğini bu iki jenerasyon artık çok daha yüksek ses ile, çok daha şeffaf bir şekilde, açık bir şekilde ifade etmeye başladılar.
Bakıyorsunuz, tarımda GDO’lu ürünler var, çok büyük teknolojiler var içinde, tarlalara bakıyorsunuz, 5 bin yıl önce Mezepotamya’dan çok da farklı değil.
Trafiğe bakıyorsunuz, otomobillerde teknoloji aldı başını gidiyor ama yollar, trafik lambaları akılsız.
Hastanelere bakıyorsunuz, yabancı cihazlarda teknolojiler çok ama önleyici tıp dediğimiz alanda tıbbın daha ulaşılabilir olması için, sağlığın daha ulaşılabilir olması için, sağlığın daha ucuz hale getirilmesi noktasında yapılanlarda çok fazla bir şey yok.
Ama bu çok umut verici bir ortam çünkü bütün bu yeni alanlar, tarlalar, yollar, trafik lambaları, hastane ötesi sağlık yaratacak ortamlar bütün bunlar çok geniş bir “white space (beyaz alan)” ve Türk insanının da çok fazla katma değer üretmesi için, fırsat yaratılan alanlardan bir tanesi ve bunun içerisinde artık enstrümanlar şekillenmeye başladı.
Nedir bu enstrümanlar? “Internet of things (nesnelerin interneti)”: Büyük veri.
Bunların etrafında firmaların artık çok daha iyi odaklanmış vaziyette, yapılarının da bir miktar bu yeni teknolojilerin verimlilik ile buluşmasını sağlayacak noktaya doğru, yapılarını da neredeyse geliştirerek, odaklanmalarını gerektiren de bir durum var.
Şimdi Türkiye için bu fırsatlar konusundan, dünyanın diğer tarafları ne yapıyor sorusu çok çok basınımızda da karşımıza çıkıyor. Deniliyor ki, işte batı dünyası bir durgunluğa doğru gidiyor, Doğu tarafında çok daha büyük hareketlilik var vs.
Bu tip kategarizasyonlara çok fazla da kaptırmamak gerektiğine öncelikle ben inanıyorum çünkü bir tarafta mesela Amerika’yı ele alalım; buradaki böyle bir somutluluklar döneminde fark yaratma konusunda önemli birkaç alanda çok entresan gelişmeler var.
Artık patent konusu değişti. Amerika’da “patent havuzları çok güçlü hale gelmeye başladı. Bu patent havuzları yani birbirini destekleyen, birbirine sinerji yapan, yaratan patent gruplarının sahiplenilmesi, tek tek patentlerin yerine bu havuz patentlerinin sahiplenilmesi bu patent işini, IP işini bir petrol kadar değerli, kullanılabilir, hayatın her alanına çok daha hızlı, yani teknoloji ve reel dünyanın birleşmesinde çok çok önemli bir enstrüman haline getiriyor.
Şimdi, en önemli noktalardan bir tanesi bu Amerika’daki dinamiklerin arasında. Amerika’daki ikinci dinamik, artık böyle formal, neredeyse bir emlak kuruluşu benzerine, noktaya gelen teknopark vesaire gibi kavramların çok daha tabii etkileşim ortamları haline gelmesi.
Bunlara “teknolojik hublar” deniliyor ve buraya baktığınız zaman, buradaki firmaların egoları çok güzel törpüleniyor. Küçük bir firma bir yenilik yaptığı zaman diğer etrafındaki bütün firmaların yeniliklerinden faydalanıyor.
Türkiye’de bazen en çok kaybolmasını istediğim şeylerden bir tanesi, –özellikle koruyucu kısmını ben çok daha iyi yazabilirim–, şu tarafını da biz yapalım, bu tarafını da biz yapalım şeklindeki bu teknolojik egoistliğin bir kenara bırakıldığı, insanların etkileşiminden çok daha büyük enerji ortaya çıkardıkları yeni “hub” yapılar. Teknoparkların evrimleştiği yeni yapılar.
Gençlerin daha çok bir araya geldikleri, daha çok etkileştikleri, daha çok kolaboratif ve multi-domain, multi kültürel takımlar oluşturarak, işlem yapmaya başladıkları bir dönem.
Bu arada Amerika’daki üçüncü önemli trend ve bizim de çok dikkatli izlememiz gereken trend, bütün büyük firmaların INTEL, GE, IBM, ORACLE nereye bakarsanız bakın, hepsinin bir miktar fildişi kulelerinden inip nasıl cellular bir şekilde yayılabilirler, bu teknolojin reel dünya ile birleşmesinde büyük firmalar nasıl bu “cellular extension” olarak tabir edilen yapı içerisinde farklı reel verimlilikleri hedefleyecek olan yapılanmayı nasıl kurarlar?
GE bunun en önemli örneklerinden bir tanesini veriyor. Nerdeyse çok küçük organizasyonlarına bile bunu klonluyorlar. Ama bunu klonlarken de bu çeşitliliği çok entresan bir şekilde geliştiriyorlar. Bakın son kurdukları firmada yüzlerce antrapolog var, yüzlerce davranış psikoloğu var, yüzlerce tasarımcı var.
Artık Amerika’da sadece Apple değil, diğer birçok firmada önce tasarım, lokomotif tasarım, teknoloji, teknologlar, programcılar vs hepsi bunun arkasında. Neden? Çünkü verimlilik ile buluşmak istiyor iseniz, bunu mutlaka ve mutlaka tasarlamak mecburiyetindesiniz.
Dolayısıyla bu 3 alandaki neler olduğunu bakarken –durgunluğa bakmadan, geçirilen krizlere bakmadan–, çok reel bir şekilde Türkiye’deki gençlerin de en iyi şekilde değerlendirmesi lazım.
Avrupa yaşlanıyor, deniliyor ama Avrupa’nın yaptığı iki şeyi çok dikkat ile izlemekte fayda var. “Açık inovasyon” konusunda şu anda dünyada hukuki alt yapıyı kuran tek ülke Avrupa.
Açık inovasyon niçin önemli? Çünkü artık bütün bu reel dünyada teknolojinin uygulanması, verimliliklerin yatılması çok büyük kolaberasyonu, paylaşmayı, el ele tutuşup koşmayı gerektiren ortamlar. Dolayısıyla bu ortamı bir hukuki alt yapıya kavuşturmadığınız takdirde, buradaki verimliliğin, buradaki üretkenliğin, buradaki katma değerin ortaya çıkışında çok büyük sorunlar ile karşılaşmak mümkün olabiliyor.
Biz bazen hukuku hep ayak bağlayan bir organizasyon olarak görme tarafına da gidiyoruz ama bu böyle değil. Bilhassa teknoloji konularında paylaşım konularının ve beraber çalışma konularının ön plana çıktığı dönemlerde bu hukuki alt yapıların erken oluşması çok çok önemli.
Avrupa’nın ikinci doğru yaptığı şey ne? “Privacy by design” diyorlar; yani kişisel verilerin tasarımlanmış bir şekilde korunabilmesi konusu.
Çünkü bu büyük veri döneminde eğer siz kişisel verileri çok geri seviyede korumaya kalkarsanız, bu sefer iş yapma olanaklarınızı da ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Peki bunun için en doğru organizasyon nedir, bunun hukuki alt yapısı nedir, bu hukuki alt yapı sizin inovasyon dediğiniz fikrin para ile buluşması noktasında ne kadar hızlandırıcı olacaktır, ne kadar verimliliği arttırıcı olacaktır? Dolayısıyla, burada da Avrupa’nın yaşlanması, vs gibi dogmatik birtakım tanımlara bakmadan, ne doğru yapılıyor konusunu çok iyi incelemekte fayda olduğuna inanıyorum.
Şimdi bir bakalım Dünya Bankası’nın “Doğu Asya Rönesans”ı noktasındaki birtakım örneklere. Hindistan örneğini mutlaka tekrarlamak istiyorum. Hindistan’da neredeyse 20’ye yakın KOBİ, birkaç tane büyük firma, devlet organizasyonları birlikte –Harward Business Review’nun ismini koyduğu inovasyon yani fikir oluşturmaları ve “paranın daha hızlı, daha ucuz, daha akıllı buluşması” dediği şeyi– Mars’a 74 milyon dolar bütçe ile bir uydu kondurmaları ve kesintisiz veri almaları konusunu nasıl yaptığını çok iyi incelemekte fayda var.
Hindistan kültürü aslında kendi değerini çok yüksek gören, iletişim konusunda sınırları olduğu söylenen bir şey ama kendilerini değiştirdiler, bütün dünyanın içerisinde yer aldılar, bütün dünya ile işbirliklerini geliştirdiler ve şimdi bunu bu yeni inovasyon konseptleri içerisinde daha akıllı, daha ucuz ve daha hızlı bir şekilde reel dünya için katma değer üretiyorlar.
Çok ekstrem bir örnek gibi görünüyor ama bunu reel dünyaya tanıtmalarının ne getireceği konusunda şu anda öyle çok erken dönemde de “kuzeye gitmek de neymiş” vesaire gibi konuşmamak gerektiğine inanıyorum.
Dolayısıyla, dünyada da kimsenin boş durmadığını ama bu gösterdiğimiz örnekler içerisinde Türkiye’nin de güçlü yanlarına fırsat veren çok önemli bir ortam doğduğunu düşünüyorum çünkü bu selüler yayılma, firmaların selüler yayılması daha küçük birimlerin daha etkin bir şekilde yetki alarak, sınırları zorlaması meselesi Türkiye için zor olan bir konu değil.
Türkiye’nin yabancı olduğu bir konu değil. Türk insanının her zaman sınırlarını zorlayan, aşama yapmak için hızlı hareket etmeyi ve bunun gerisini de getirmeyi sağlayan insanlardan oluştuğunu biliyoruz ama hikâyeyi tamamlama konusunda sorunlarımız var ise, burada da örneklerine bakarak, hem tabanımızı yükselterek – hukuk alanında, eğitim alanında vs.-, bu hıza gerçek katma değer ile buluşma fırsatını da vermek mümkün olabilecek.
Ben, konuşmamın sonunu tekrar bu inovasyon boru hattı konusu ile bitirmek istiyorum. Bu inovasyon dediğimiz şeyin bir ucunda mutlaka ve mutlaka temel araştırmalar var. Bunu hiçbir zaman göz ardı etmememiz gerekir. Bu temel araştırma konusu üniversitelerimizin temel araştırmalarının yapılması, burada çok daha fazla doktora çalışmasının yapılması, bu doktora çalışmalarının neticelerinin endüstri ile paylaşılması, çözülen sorunlar nelerdir, çözülmeyen sorunlar nelerdir?
Bunlar ile endüstrinin bütünleşmesi, ancak o zaman inovasyona başlangıç sağlayabiliyorsunuz ve proof of concept dediğimiz kavram sınamaları ortaya çıkmaya başlıyor. Bu kavram sınamaları Y ve Z jenerasyonunun değiştirmek istediği verimlilikler ile ilk buluşmaları sağlayabiliyor ve ondan sonra deneysel ürünler, pazara ilk giren ürünler, pazarda daha iyi yer eden ürünler vesaire şeklinde daha çok ticari tarafa doğru gidiyor.
Konunun bu tarafında ticari kavramlar var, değişmeyen ticari kavramlar var ve buradaki talebin yaratılması, bu genç firmaların, inovasyon yapacak olan firmaların ne çok erken dönemde ortaya çıkmamış talepler üzerine birtakım işler yapmaları veyahutta ne de çok genç bir dönemde ortaya çıkmış bir talebe 2., 3. versiyon karşılıklar vermeleri değil. İnovasyon bir sonraki adımda ortaya çıkacak olan talebe, ihtimali olan talebin karşılığını en hızlı veren firmanın başarılı olmasını sağlıyor.
Dolayısıyla bu boru hattının her tarafında devletimizin, özel sektörümüzün parasını dikkatli bir şekilde ama etkin bir şekilde gençler ile buluşturması Türkiye’nin de önünü açacak ve bu yeni verimliliklerde Türkiye’nin katma değerleri anlam ifade etmeye başlayacak diye düşünüyorum. Hepinize katkılarınız için çok çok teşekkür ediyorum.
Bu konuşmayı Ultav’In kendi sesinden aşağıdan da izleyebilirsiniz;
[1] XII. Teknoloji Ödülleri’ne Bu Yıl Rekor Başvuru Bekleniyor