Türkiye’de endüstriyel haklara şöyle bir baktığımızda, 1871 tarihli Alamet-i Farika Nizamnamesi karşımıza çıkan ilk yasal düzenleme. Hemen sonrasında yürürlüğe giren 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu. Endüstriyel Haklara ilişkin korumanın ülkemiz bağlamında bu bir buçuk asırlık süreç içinde bugün geldiği nokta ile, dünyamızın 5 milyar yıl olduğu tahmin edilen tarihi bakımından son bir asırda elde edilen bilimsel ve teknolojik gelişme paralellik içerisindedir. Şöyle ki; dünyamızda bilim ve teknik gelişmenin son bir asırlık dönem içinde aldığı yol, ülkemizde endüstriyel hakların son 8 yıl içinde aldığı yol ile ciddi bir benzerlik içindedir.
1876’ da Western Union’ın Bell’in telefon patentini almayı telefonun “değerli bir madde olmadığı” için reddetmesi veya ABD Patent Bürosu Şefi’nin 1899’da yaptığı “icat edilebilecek her şey icat edildiği” için büronun lağvedilmesi önerisi ve yakın bir tarih olan 1940’da IBM Yönetim Kurulu Başkanı’nın bilgisayar sektöründe hiçbir ticari gelecek görmediği düşünüldüğünde, sadece ülkemizin değil ama dünyanın da aynı hızlı gelişme ile karşı karşıya olduğu da söylenmelidir. Böylece kabul edilmelidir ki, ne kadar geriden takip edilirse edilsin ülkemiz, sahip olduğu ekonomik ve zihinsel değerler ile, bilimsel ve teknolojik yatırımlar bakımından çok şeyler yapılabilecek ve ekonomisine değer kazandıracak bir bünyeye sahiptir.
Türkiye 1 Ocak 1995 tarihinde Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması’ na taraf olmuş ve 1 Ocak 1996 tarihinde Avrupa Gümrük Birliği anlaşması yürürlüğe konulmuştur. Sınai mülkiyet haklarının uluslar arası standartlarda ve etkin bir şekilde korunması ülkemizin içine girdiği Avrupa ile uyum sürecinin artık geri dönüşü olmayan zorunlu bir sonucunu oluşturmaktadır. 1994 yılından beri çıkartılan kanun ve kanun hükmünde kararnameler ile birlikte, hem sosyo-ekonomik bakımdan ve hem de hukuki düzen bakımından reform niteliği taşıyan değişiklik ve gelişmeler ile karşı karşıya kalınmıştır. Günümüzde benimsenen ve genel kabul gören temel argümana göre, güçlü ekonomik temellere sahip ülkelerin en önemli gelişme nedenlerinden birisini yenilikçi düşüncelerin ve buluşların ödüllendirilmesi ve korunması oluşturmaktadır. Böylece modern ekonomilerin temel dinamiğinin, bilgi, teknoloji ve bu alanlardaki buluş ve geliştirmelere yapılan yatırımlar ve bunların uluslar arası boyutta korunması olduğu söylenebilir.
Türkiye girilen bu süreçte uluslar arası yükümlüklere uyum sağlamak konusunda ekonomik ve hukuk sisteminin tümüyle gözden geçirilmesini gerektiren bir sürecin sancılarını çekmektedir. Bir yandan, bilim ve teknolojik bakımdan ar-ge çalışmalarına ayrılması gerekli ve zorunlu olan yatırımların boyutlarının büyüklüğü, diğer yandan uluslar arası sermayenin ülkeye girişinin temini ile ekonomik gelişmenin hızlandırılması bakımından gerekli ve zorunlu hukuki koruma yollarının oluşturulup uygulanması çabaları çok ciddi ve geri dönüşü mümkün görünmeyen bir yeniden yapılanmayı gerekli kılmaktadır. Zira 20. yüzyılın son çeyreği uluslar arası ticaretin inanılmaz boyutlarda büyüdüğü ve böylece hem hukukun ve hem de ticaretin ulusal niteliğini yitirdiği bir dönem olarak kendini göstermektedir. Türkiye de bu sürecin içerisinde yer almak gerçeği ile karşı karşıyadır.
1994 yılında hazırlanarak yürürlüğe konulan 544 sayılı bir Kanun Hükmünde Kararname ile Türk Patent Enstitüsü kurulmuş ve görevleri belirlenmiştir. Söz konusu kararname ile amaç;
- 1. Türkiye’nin teknolojik ilerlemesine katkıda bulunmak,
2. Ülke içinde serbest rekabet ortamını oluşturmak
3. Araştırma geliştirme faaliyetlerinin gelişmesini sağlamak…
olarak sıralanmıştır.
1995 tarihinde yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname ile markalar hukuken sağlıklı yapıya kavuşturulmuş ve böylece uluslar arası bir koruma düzeyine ulaşılmıştır. Bu önemli bir gelişmedir ve yeni ekonominin temel sac ayaklarından birisi olarak kabul edilen markaların gerektiği gibi korunarak, ülke ekonomisini güçlendirme yolunun açılması bakımından anlamı tartışmasızdır.
Markalar, öncelikle bir ticari işletmenin imalatını ya da ticaretin yaptığı malları başka işletmelerin mallarından ayırt etmeye yarayan ticaret markaları olarak ve yine bir işletmenin hizmetlerini diğer işletmelerin hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan hizmet markaları olarak ikiye ayrılır. Bizatihi elle tutulabilir olan mallar için söz konusu olan marka ticari markadır. Buna karşılık bankacılık, sigortacılık, sağlık, taşımacılık, danışmanlık, eğitim gibi elle tutulabilir malların değil de hizmetlerin olduğu alanlarda söz konusu marka hizmet markasıdır. Marka, 10 yılda bir yenilenme koşuluyla süresiz korunabilen bir haktır. Bununla birlikte marka hangi ülkede tescil edilmişse o ülkede korunacağından, mal ya da hizmetlerin götürüldüğü diğer ülkelerde de benzer bir tescil işlemi yapılması gerekmektedir.
Bir markanın mal veya hizmetleri diğer marka ve hizmetlerden ayırmaya yarayan işlevi ile mal veya hizmetin ait olduğu işletme kökenini gösterme işlevi bir kenara bırakılırsa, ekonomik bakımdan en temel işlevi mal veya hizmetleri garanti etme işlevidir. Nasıl ki tüketici güvendiği mallara ve hizmetlere yönelmekteyse, bu güvenin belgesidir marka. Kısaca kalite garantisidir marka ve tüketicinin o mal veya hizmete bağımlılığını devam ettirmenin en basit ve zorunlu yoludur. Markanın benzer olarak alınmak istenen ya da fiilen kullanma yoluyla haksız kazanç elde edilmek istenen benzer markalardan korunabilmesi ve mal veya hizmetin kalitesi düşürülmeden müşteri kitlesi nezdindeki saygınlığının devam ettirilmesi ile marka esas anlamına kavuşur. Bu bakımdan işletmeler, ürünlerinin garantisi olan markalarını, bu mal veya hizmetlerin sunulduğu ülkelerde de aynı şekilde tescil ettirerek koruma altına almalı ve tüketici ile ürünler arasında oluşmuş sağlam bağların devamlılığına özen göstermelidirler. Bunun yanı sıra marka sahibi, markasının taklit edilmesi durumunda, hem markasını ve hem de bu markanın tüketicilerini, taklit markalı malların güvenliksiz alanından koruyabilmek için gerekli hukuki koruma yollarını ihmal etmemelidir. Zira taklit markalar bir süre sonra tüketicinin zihninde orjinal markaya ilişkin de şüphelerin doğmasına ve markanın gücünün zayıflamasına yol açabilecektir.
551 sayılı KHK ile ayrıntılı düzenlemesi yapılmış olan Patent ve Faydalı Model koruması ise üzerinde ayrıntılı olarak durulmayı gerektirir önemde bir konudur. Patent, basitçe “teknik bir soruna getirilen yeni bir çözüm” olarak tanımlanan ve insan zekasının ürünü olan gayri maddi malları kapsar.
551 sayılı düzenleme açısından bir buluşa patent verilebilmesi için buluşun yenilik, tekniğin bilinen durumunun aşılması ve sanayie uygulanabilir olması şartları aranır.
Faydalı Model ise, patentlerdeki yenilik şartının aranmadığı yani sadece tekniğin bilinen durumunun aşılması ve sanayie uygulanabilirlik şartlarının mevcudiyeti halinde verilen belgedir. Faydalı model belgesi patente kıyasla küçük buluşların ya da bilinen ürünler üzerindeki teknik geliştirmelerin koruma altına alındığı bir belge türüdür.
Patent ve Faydalı Model konusunda esas olarak ele alınması gereken şey, yaygın kanının aksine hem teknik ve hem sosyal açıdan basit olarak telakki edilen buluşların dahi patente konu olabileceğidir. Bu anlamda patentin oluşumu ve belgeye bağlanması; toplumdan kopuk, sadece büyük ar-ge çalışmaları ve çok büyük maliyetler ile sonuçlandırılabilecek bir süreç olarak düşünülmemelidir. Sıklıkla tükettiğimiz kola kutularındaki açma sistemi, fast food türü restaurantlarda kullanılan ve kızarmış patates konulması için yapılmış katlamalı karton kutular, traş bıçaklarında kullanılan üst taraftan itildiğinde jiletin alt kısmını temizleyen sistem ve daha sayılamayacak kadar bir çok ürün patente konudur. Ve tüm bunlar esasen ciddi anlamda patent konusu olabilecekken, patente verilen yanlış anlam sebebiyle alınmayan ve dolayısıyla değer kazandırılamayan bir çok buluşun yitip gitmesine sebep olmaktadır.
Endüstriyel Tasarımlar ise, yine Türkiye ve dünyada yeni olması ve ayırt edici olması koşuluyla bir ürünün tümü veya bir parçası üzerindeki süslemenin, çizgi, şekil, biçim, renk ve sair insan duyuları ile algılanabilir çeşitli unsur veya özelliklerinin oluşturduğu bütünü ifade eder. Tasarımlar 554 sayılı KHK ile düzenlenmiş ve 5 yıllık ilk korumanın ardından 5’er yıllık sürelerde dört defa yenilenme ile toplam 25 yıllık koruma süresine sahiptir.
Tasarımlardaki yenilik koşulu yukarıda bahsedildiği gibi Türkiye ve dünyada yeni olmayı ifade eder. Yenilik kriterinin sadece ülkemiz dikkate alınarak değil ama dünyanın herhangi bir ülkesinde mevcut olan tasarımlar dikkate alınarak yapılıyor olması, bu konuda özellikle hassas olunmasını gerektirmektedir. Zira yeni olmadığı veya gerçek hak sahibi olunmadığı halde tescil için müracaat edilmesi ve ilan süresinde itiraz edilmemesi sebebiyle başvurunun belgeye bağlanması ilk anda fayda sağlayacakmış gibi görünse de esasında, sonrasında belgenin iptali ve cumhuriyet savcılığına yapılacak bir şikayetle ciddi sonuçları olabilecek bir davayla karşı karşıya kalınması sonucunu doğurabilecektir.
Sonuç olarak bu yazı çerçevesinde ele alınan 551, 554 ve 556 sayılı Patent, Marka ve Tasarım Kararnameleri, Avrupa ile uyum çerçevesinde ele alınarak yürürlüğe konulmuş hukuki düzenlemelerdir. Her bir kararname içerisine 4128 sayılı Kanun ile eklenmiş olan cezai hükümler dikkatle incelendiğinde gerçekten ağır sonuçlar içermektedir. 2 yıldan 4 yıla varan hapis cezası, işyerlerinin 1 yıldan az olmamak üzere kapatılması ve aynı süre içinde ticaretten men ve ağır para cezaları ve hali hazırda bu cezaların mahkemelerde ciddi olarak uygulanmakta olması konunun hassasiyetini artırmaktadır. Gelinen noktada tüm teşebbüsler işletme planlarında marka, patent ve tasarıma ilişkin yatırımlara ciddi manada yer vermek durumundadırlar. Zira güçlü bir ekonomik yapının üzerin temellendiği bu konular atlanarak, sağlam bir bina kurmak artık çok daha zor görünüyor.