Bu röportajın önceki bölümlerini Optik Okuyucu Sorumluluğundan Bugüne Bilişim ve Yarışımız Syntax’sız Program Delmekti başlıkları altında okuyabilirsiniz.
turk-internet.com : Geçmişten bugüne bir değerlendirme yaparsak; sizce kamu şirketlerindeki BIM departmanlarının gelişmelerinde genel olarak ne tür hatalar yapıldı ? Ne tür doğru kararlar alındı?
Körnes : Kamuyu ve Türkiyedeki Kamuyu kendi içerisinde ve objektif olarak incelemek gerekir diye düşünüyorum. Gerçekte devlet işleyişinin temel taşları olan Kamu Kurum/Kuruluşları, zaman içerisinde, işlevsel özelliklerini korumuşlar ancak yapılanma süreçlerinde deformasyona uğramışlardır. Geleneksel olarak benimsenen ve iş kapısı olgusu ile bakılan bu kurumlarda, bilimsel iş modelleri terkedilmiş ve adama göre iş kavramları gelişmiştir.
Yanısıra, yandaşlık mekanizması gelişmiş ve bu kez de adamım politikaları egemen olmuştur. Halen, tüm kesimlerin yakındığı ve hantallığından şikayetçi olunan, inanılmaz mali yükü konuşulan Kamunun bugünkü görünümü budur. BİM’leri bu süreç dışında tutmak mümkün değildir. Öyle çeşitli olaylar yaşarsınız ki, siz bile sonuçlarına inanamazsınız. Pırıl pırıl gençler gelir kurumunuza öyle veya böyle yöntemlerle. Tiplemeleri yapmaya başlarsınız. Dikkatli, çalışkan, bitirim, sakin, iş bitiren, çabuk öğrenen, yavaş, kendi hızında öğrenen (isteksiz), adamına güvenen, kendine güvenen, kendini düşünen, çevresini düşünen, takım oyuncusu, bireysel oyuncu vb. Eğer sabırlı ve inatçı bir yönetici iseniz bu gençleri yoğurma gayreti içerisinde olursunuz. Gencin kalıcılığını sağlayıcı unsurları ön plana çıkarmak olur önceliğiniz; Çok çeşitli eğitimlerle gelişmesini sağlamak, iş yapabilme becerisine ulaştırarak manevi hazzı tatmasını sağlamak, kurumsal saygınlığa ulaştırarak öz güvenini sağlamaktır artık öncelikleriniz.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Peki sorun nerede? öncelikle devletin hantallığı içerisinde ve adama göre iş yapma yapılanmasının sonucu olarak gelişen oluşumlar “otomasyona” direnç gösterirler. Önemli bir korku vardır çalışanlarda; “benim işimi bitirecekler”. Bu gerçekten boş olan ve yaptığı işin gereksiz olduğunu bilen özgüvensiz bireyin hissettikleridir. Kesimler, her an sizin başarısız olabilmenizi temin edebilmek adına mekanizmalarını çalıştırırlar ve sürekli memnuniyetsizlik ortamı yaratırlar.
Bu olumsuz olgularla başa çıkmak gerçekten yürek, akıl ve sabır ister. Geleneksel yaklaşımın bir bireyi bu olumsuzluklar karşısında genellikle siner ve kabuğuna çekilir. En önemli eksiklik, sizi teşvik edecek ve arkanızda duracak yönetici bulamazsınız. Yöneticiler tüm kesimler için var olduklarını başka bir tarzda yorumlayarak, memnuniyeti oluşturan olgular içerisindeki oluşumları destekler konuma girerler. Yeniliğin, değişimin farkına varamazlar. Bilişimle elde edebileceklerini çok sağlıklı gördükleri söylenemez.
Bu süreç içerisinde, önce kendi takımınız içerisinde yıpranırsınız. Hala sabırlı, dayanıklı ve üretken iseniz, bu kez yönler değişir ve çok başarılı olursunuz. El üstünde tutulursunuz. Ancak, yeni düşmanlar edinirsiniz ve kendinizi “BİZANS” içerisinde buluverirsiniz.
Bu kadar uzun bir cevap beklemiyordunuz sanırım; yanlış olan, devlet işleyişinde; süreç yönetiminin, kalite yönetiminin ve müşteri memnuniyetinin öneminin olmamasıdır. Teknik bir olumsuz yaklaşımda; her kurumun kendi BİM’lerinin oluşturulması büyük hatadır ve masraftır. Atalet getirmektedir. Sanırım bu da paylaşım kültürümüzün sağlıklı bir şekilde oluşmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bunlar, mutlu, becerikli ve kalıcı takım oluşumunu kötü etkilemektedir.
Sorunuzun ikinci bölümüne bence tek cevap var. Olumlu kararları zaman süreçleri ve teknoloji devrimleri oluşturmuştur. Yönetimlerin öncelikleri hiçbir zaman BİLİŞİM’le çalışmak olmamıştır. Ümitle ve hasretle, yeni nesil yönetimlerden, bu süreçlerin öne çıkarılmasını beklediğimi ifade etmek istiyorum.
turk-internet.com : Derneklerin-sivil örgütlerin yeterince aktif olduğuna inanıyor musunuz?
Körnes : Burada da toplumumuzun genel eğilimlerine ve bu bağlamda oluşan kültürel değerlerine bakmak doğru olur. Sanırım biz, aynı uğraş ve amaç için birlikte olabilmeyi, birlikte hareket edip ortak davranabilmeyi, birlikte baskı unsuru olabilmeyi doğru anlayamadık yıllarca.
Örneğin, TBD 31 yıl önce kurulmuştu sayın hocamız tarafından. Gerçekten büyük bir tasarruftu sektörümüz için o yıllarda böyle bir derneğin kuruluşu. Düşününüz, daha BİLGİSAYAR sözcüğü bile telaffuz edilemiyor ve sizin bir derneğiniz var. Neler olmazdı bugünkü bilincimiz o günlerde olsaydı ve ülke yararına, iş kolu yararına işler becerebilmek ve kaynakları doğru kullanabilmek adına. Tümüyle hatırlıyorum, bir avuç insan vardı hep bu oluşumun içerisinde ve çevresinde.
Şimdi farklı mı? Sanırım biraz daha iyi. Ama, büyük emek ve zaman harcıyorsunuz bunu becerebilmek için. İnsanımız kendiliğinden bu bilince sahip olup, koşa koşa gelerek hadi çalışalım, hadi yapalım demiyor hala.
Bir olumsuzluk daha aktarayım. Aynı iş koluna ilişkin birden fazla dernek olabiliyor. Her birisi kendi varlığını öne çıkarmak adına temsil ettiği kitlenin çıkarlarına zarar verebiliyor. Rekabeti farklı anlıyoruz. Buradaki elbette bir yarış ama galibi bir tane değil. Galibi, temsil edilen kitle olmalı diye düşünüyorum. Uzlaşma kültürümüzün zayıf kaldığını düşünüyorum.
Gelelim sorunuza; inanın bana özellikle son birkaç yıldır STÖ’lerimiz çok aktifler ve devlet nezdinde dinleniyorlar. Bu süreçlerin pozitif katkıları çok yakında alınacaktır diye bekliyorum. Bu çorbada tuzu olan bir kişi olarak gurur duyuyorum, son derece iddialı bir iş kolu çalışanlarını ortak davranabilmeye teşvik ettiğimiz ve onlara yön gösterebildiğimiz için.
turk-internet.com : Türkiye’de yerel firmaların gelişememesini neye bağlıyorsunuz? Neden Kamu şirketleri çok uluslu firmalara öncelik vermiyor?
Körnes : Yıllarca bunu konuştuk sanırım uzunca bir süre daha konuşacağız. Yine biraz felsefe yapalım isterseniz. Öncelikle kolay kazanç eğilimini ve bu bağlamda fırsatların oluşturulmasını konuşmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bu iki temel yaklaşımı çok açmayacağım çünkü yeterince açık zaten. Eğer siz haksız fırsatçılık ve kolay kazanma noktasında olursanız, kalıcı, uzmanlıkların öne çıktığı ve oluştuğu, çözücü, önerici, bir seferde çarpıp kaçan olmayan oluşumların içerisinde olmazsınız. Bence ana sorun bu.
Sonucu olarak bu özelliklere sahip son derece az kurumla karşılaşıyorsunuz. Bir de kurulumların yeterince akredite olmamaları bu tür oluşumları da hızlandırıyor. Eee, düşününüz yukarıda değinmeye çalıştığım kadar zorluklar içerisinde olan bir kamu yöneticisisiniz, başarıya açsınız ve mutlaka başarmak zorundasınız. Aradığınız ilk şeyin uzmanlık olması, kalıcılık olması ve çözümcü olması doğal değil mi?
Buzdolabınızı, servisi olmayan, şubesi birkaç tane olan markadan alıyormusunuz allahaşkına. Buradan önemli bir sonuç çıkarılmalıdır. Tayvanda uzunca bir süredir yaşandığı gibi, her yıl binlerce şirketin kurulup binlercesinin kapanması süreçleri bana göre doğru değildir.
Serbest rekabet kabul ama, hele hele denetimlerin ve yasal alt yapıların çok fazla oturmadığı yapılarda bu tür oluşumların de enetlenmesine son derece dikkat edilmelidir. İşte size STÖ’ lere devredilmesi gereken bir yetki örneği.
İçimiz yanıyor her fırsatta neden teknoloji üreticisi olamıyoruz ve hakettiğimiz kazancı elde edemiyoruz diye. Hepimiz biliyoruz ki bilgimiz ve yeteneğimiz hazır bunun için.
Küçük bir anektotla sorunuzun bir boyutunu örneklemek istiyorum. Yıl 1978’lerdi sanırım. ÖSYM’de artık kendi makinamız vardı ve binamızda çalışıyorduk. Okuyorduk, izlemeye çalışıyorduk dünyadaki gelişmeleri. Yöneticileri ikna ettik ve yine ilklerden bir “DUMP TERMİNAL” aldırdık. Kurduk onu BİM’in dört kat yukarısındaki programcılar odasına. O günün kablo alt yapıyla kurulmuştu ve kablolar bina dışından geçiyordu. Dışarıdaki taksi korna çalıyordu ve ekran horizontal sinyal üretiyordu ve çalışmayı kesiyordu, reset-set tekrar. Amacımız, delikli kartı terkedip programlamayı ekran üzerinden yapabilmeyi sağlamaktı ve saygındı. Ama ne var ki! Ana makinamızın memory kapasitesi 150 KB idi ve bizim terminali çalıştıran NDL (Network Definition Language) 120 KB memory’e ihtiyaç duyuyordu. Ya iş yapacağız, ya terminali çalıştıracağız ya da memory alacağız. Hepsi pahalı seçenekler ve bir arada olamıyor. Tesadüf o günlerde bir Japon teknisyen Ankara’da ve ÖSYM’ye gelip gidiyor. Bizim ilgimizi görerek teşvik ediyor NDL’i kullanalım diye (pazarlama taktiği). Öğrendik ki onda NDL’in source kodları var. Allem ettik kallem ettik aldık elinden bu kodları hiç kimsenin haberi olmadan ben, M.Ali ERHAN, Tamer TÜFEKÇİ ve Feridun TUNA. Yemedik içmedik, evin yolunu unuttuk ve source kodlarda değişiklik yaparak (üstelik yazıldığı dili öğrendik öncelikle -BPL) NDL’i 11 KB memory kullanarak çalışır hale getirdik.
Ne becermiştik. Aynı anda hem sistem tüm işler için çalışıyordu, hem de yukarıdan oturduğumuz yerden program kodlayarak run yapabiliyorduk ve devrimdi bu.
Durur muyuz? Hemen ilgili firmanın Türkiye temsilcisine yetiştirdik bu başarıyı. Teklifimiz, tüm dünyada hızla kullanıma alınan bu olanağın duyurulması ve ABD merkeze satılmasının sağlanmasıydı.
Nedendir söylemek istemem.. Ne mi oldu? Hala bekliyoruz. Kendimiz mi gönderseydik merkeze? Gönderdik. Ne mi oldu? Hala bekliyoruz. Kıssadan hisse, öğreniyoruz.