(turk-internet.com Notu : Bugün kötü bir gece yaşadık. Maalesef Ankara’nın göbeğinde korkunç bir patlama oldu. TSK askeri ve sivil personelini taşıyan servislerin geçişi sırasında bomba yüklü bir aracın patlatılması sonucunda 28 kişi vefat etti ve 61 kişi yaralandı. Çok üzgünüz.)
Kişisel Verilerin Korunması kanunu, ülkemizin önemli bir eksiği. Bu konunun tarihçesini daha önce yayınlamıştık[1]. Bu nedenle doğrudan kanunla ilgili gelişmeleri anlatalım. Gerek hepimizin kişisel verilerinin önemi açısından, gerek ise şirketlerimizin özellikle batı dünyası ile iş yapabilmesi açısında, bu kanunun çıkması gerekiyor. Ama aşağıdaki notlarda da göreceğiniz üzere, olumsuzluklar bir hayli korkutucu.
2012’de yapılan Anayasa Referandumu sırasında, AKP’nin “evet” almak için öne sürdüğü konulardan birisiydi. Bu konu bir taahhüt olarak verilmiş ve sonuç “evet” çıktığı için de Anayasa’ya konulmuştu. Ama o gün, bugündür lafta kaldı ve bu kanun çıkarılamadı.
Bu sene getirilen kanunla ilgili sorunlar olmakla birlikte, bazı kişiler, biran önce bu kanunun çıkarılması ve aksaklıkların bilahere giderilmesi tarzında düşünüyor. Biz de kanunu takip ediyoruz. Bugün saat 21 civarında başlayan TBMM görüşmelerinde neler konuşulmuş –kanunun özüne dair olan ya da olmayan, konuyu sulandıran– konuları bu yazıda bir bütün olarak ve YORUMSUZ sunuyoruz. Yasa tasarısı hakkındaki Adalet Komisyonu raporunu burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
İlk olarak başkan şunu söylemiş;
1- Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı (1/541) ve Adalet Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 117) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu 117 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Şimdi, tasarının tümü üzerinde siyasi parti gruplarının söz taleplerini karşılayacağım.
İlk sözü HDP aldı. Önemli notları “koyu lacivert” ile işaretledik;
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı üzerine söz almış bulunmaktayım.Teknolojik gelişmeler, İnternet kullanımının yaygınlığı ve yol açtığı değişim sayesinde her gün devasa büyüklükte veri toplanıyor, işleniyor ve saklanıyor. İnternette vakit geçirdiğimiz her anda toplanan verilerin önemli bir bölümünün kişisel ve hassas verilerimiz olduğu aşikâr. Bunların özenle korunması ve belki de hiç toplanmaması gerekmektedir. Ne var ki başta kâr odaklı düşünen ticari kuruluşlar ve yurttaşları hakkında daha fazlasını bilmek isteyen devletler olmak üzere birçok kişi ve kurum, hiçbir yasal düzenleme veya etik ilke olmadan bilgilerimizi toplamakta, işlemekte, kötüye kullanmakta, ticari bir mal gibi satmakta ve fişleme yapmaktadır.
Kişisel verilerin serbest dolaşımı, bu konuda sürekli öne çıkarılan özel hayatın gizliliğinin korunması hakkının yanı sıra, başlı başına insan onurunu da tehlikeye atan bir niteliğe sahiptir. Her adımımızın izlendiğini ve gözlendiğini bilmek ve hissetmek, kişilik gelişiminin ve bireysel özerkliğin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır.
Değerli milletvekilleri, kişisel verilerin böylesine kötüye kullanılmasını engellemek için, ulusal ve uluslararası düzeyde koruma sağlayacak düzenlemelerin getirilmesi çok önemlidir. Türkiye’de kişisel verilerin korunması 2010 referandumunda Anayasa’nın 20’nci maddesine getirilen ek maddeyle güvence altına alınmış, ancak bu güvenceyi hayata geçirecek bir çerçeve yasa henüz çıkarılmamıştır.
Türkiye’de bu konuda yasal düzenlemelerin olmayışı, uluslararası mevzuatın da uygulanmasını engellemektedir. Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’ni daha birkaç hafta önce onaylayabildik. Hem sözleşmeyi onaylamakta hem de bir kanun çıkarmakta bu kadar geç kalmamızın temel nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları fişleme hevesinden vazgeçip insan hakları ve özgürlüklerine uyumlu bir yasa hazırlayamamış olmasındandır.
Türkiye’nin otuz beş yıl önce imzaladığı bu sözleşme onaylandı, şimdi sıra yurttaşları koruyacak bir yasa çıkarmakta. Bu konuda bir çerçeve yasanın hazırlanması gerektiğiyle ilgili hepimiz hemfikir olsak da bu süreçte izlenmesi gereken ilke ve standartları bir kez daha hatırlatmak isterim.
Kişisel verilerin korunması alanında uluslararası düzeyde, özellikle kanun hazırlanırken referans olarak alınan Avrupa Birliği düzeyinde birtakım ilkeler getirilmiştir. Bu ilkelere göre kişisel verilerin işlenmesinin detayları ve sınırları hiçbir tartışmalı yoruma mahal vermeyecek şekilde kanunda açıkça belirtilmelidir. Verileri işlenen kişi hem ne amaçla bu veriye ihtiyaç duyulduğunu bilmeli hem de tüm süreç boyunca şeffaf bir şekilde haberdar edilmelidir. Kişisel verilerin amaç dışı kullanılmasını önlemek için hangi amaçlarla ve ne kadar süre için yurttaşların bilgilerinin toplanacağı açıkça ve somut bir şekilde ifade edilmelidir.
“Bilgilerimizi devlete emanet ettik, ne kadar kalırsa kalsın, ne yaparsa yapsın.” gibi bir anlayış kabul edilemez. Süresi ve gerekliliği bittiği noktada verilerimizin silinmesi ve imha edilmesi gerekir.
Kişisel verilerin işlenmesinde hepimizin benimsemesi, devletin ve özel sektörün gözetmesi gereken temel ilke asgari ihtiyaçlarını karşılamaktır yani ilgili ve gerekli olmayan işlenme amacı için fazlalık arz eden bütün bilgiler silinmeli ve işlenmekten vazgeçilmelidir.
Gerçekten, yurttaşların kişisel verilerini korumayı amaçlayan bir yasayı çıkarmak istiyorsak bu ilkelerin hepsini gözetmeli ve kanunda açıkça ifade etmeliyiz. Hepimizi ilgilendiren ve özel hayatımıza müdahale riski taşıyan bu gibi önemli kanunlarda yönetmeliğe fazla yer bırakmamak gerekir. Kesin ve açık olmayan tanımlarla maddeleri hazırlayıp detayların yönetmelikte açıklanmasını beklemek bizi ideal bir yasa oluşturmaktan uzaklaştırmaktadır.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında da belirttiğim üzere, her anımızın gözetlendiği hissine kapıldığımız bu dönemde kişisel verilerimizin korunmasını talep etmek her birimizin hakkıdır ancak burada hatırlatmak gerekir ki devletlerin bu talebimizden cesaret alarak haklarımızı gasbeden bir yaklaşım içine girmesi son derece yanlıştır. İnsanlar, kişisel verilerden kâr sağlamayı amaçlayan özel kişi ve kurumlara karşı koruma talep ederken karar vericilere kendilerini fişleme yetkisi tanımıyor. Bu çerçevede, kişisel verilerin korunması için hazırlanacak bir yasa tasarısı bireyi gerektiğinde devlete karşı korumayı da amaçlamalıdır.
Bildiğiniz üzere, insan hakları ihlallerinin en büyük sorumlusu genellikle gücü elinde bulunduran devlet aygıtlarıdır, bu nedenle, önleme yükümlülüğü de aynı şekilde devlettedir. Durum böyleyken hak ve özgürlükler çerçevesinde kişisel verileri korumayı amaçlayan bir yasa söz konusuyken kamu kurumlarının denetim dışı tutulması kabul edilemez. Tasarıyı incelediğimizde, istisnalar kısmında, odağın ağırlıkla özel sektörde olduğunu ve kamu kurumlarının azade tutulduğunu görüyoruz. Kişisel verilerin korunmasına yönelik bütün bu düzenlemeler, verilerin rıza dışı paylaşımını önlemeyi amaçlamalıdır. Bu tür riskli konularda bireylerin rızası önemliyken bugün tartıştığımız yasada “açık rıza” kavramı o kadar muğlak, o kadar geniş uçlu bırakılmıştır ki biz izin versek vermesek de her türlü bilgimiz işlenecekmiş gibi görünüyor. Tasarının neredeyse her maddesinde geçen açık rızanın çerçevesinin daha somut bir şekilde çizilmesi ve hiçbir karışıklığa mahal vermemesi gerekir. Ayrıca, açık rıza beklenmeyen durumların bu denli detaylı tutulması kişilerin karar vermelerini ve irade göstermelerini imkânsız kılıyor. Bu şekliyle, rıza belirtilmeden de çok sayıda kişisel veri saklanabilir durumdadır.
Sonuç olarak, insan onurunun ayrılmaz bir parçası olan bireysel özerklik ile özel yaşamın gizliliğini koruması beklenirken bu tasarı gizliliği korumuyor aksine, kişisel verilerin kişinin rızası dışında işlenmesinin yolunu açıyor.
Sayın milletvekilleri, her fırsatta belirtiyoruz, yurttaşların mahremiyetini ve onurunu uluslararası standartlarla güvence altına almak için bir çerçeve yasa şarttır ancak bu yasada temel hak ve özgürlüklerin korunması öncelik olarak belirlenmelidir. Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili düzenlemelerde güvenlik, emniyet, mahremiyet dengesi gözetilmek zorundadır ancak mevcut tasarıda güvenliğin öncelikli olarak kabul edildiğini, kişiler ile verilerin emniyeti ve mahremiyetinin göz ardı edildiğini görmekteyiz.
Türkiye’de, son yıllarda, her tasarıda olduğu gibi bu tasarı da hazırlama süreci bakımından tüm paydaşların katılmadığı, şeffaf bir sürecin izlenmediği bir süreç oldu ve yine Başbakanlık teknokratlarının hazırladığı bir metinle karşı karşıya kaldık. Tabii ki teknik ekibin kimseye danışmadan hazırladığı bir metinden beklendiği gibi Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı da hak ve özgürlükleri gözeten bir yaklaşımdan çok uzakta olmuş oldu. Hükûmetin yine bildiğini okuyacağına emin olsak da bu çatı altında tekrar belirtmek istiyorum: Sivil topluma danışılmadan hazırlanan yasa ve politikaların toplum nezdinde hiçbir meşruiyeti yoktur.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyinin insan hakları sözleşmelerinin uygulanıp uygulanmadığını denetleyen komiteler sürekli olarak Türkiye’de ülke nüfusunun bileşimine ilişkin veri ve bilgi olmadığını raporluyor. Tasarıda “özel nitelikli veri” olarak adlandırılan yani ayrımcılığa meydan verebilecek bilgilerin toplanması, farklı grupların özel ihtiyaçlarının tespit edilmesi ve ayrımcılıkla mücadelede oluşan boşlukların ya da eksiklerin giderilmesi açısından oldukça önemlidir ancak burada bu verilerin kişilere yönelik ayrımcılığı körükleyecek şekilde ifşa edilmemesi için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması gerekiyor. Hele ki kamu kurumlarının Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi yurttaşlara soy kodu atayıp fişlediği tartışmaları gündemdeyken bizim yasa yapıcılar olarak, bu konuda çok daha dikkatli davranmamız gerekiyor. Yapacağımız yasa, soy kodu tartışmalarını sonlandırmalıdır ve insanların özel nitelikli veriler nedeniyle hizmetlerden mahrum bırakılmasını önlemeli, bu konuda gerekli cezai yaptırımları getirmelidir.
Her ne kadar, Hükûmet üyeleri, kanunun hak ve özgürlükleri, saygıyla, uluslararası standartları esas alan bir yaklaşımı barındırdığını ileri sürse de HDP Grubu olarak bizler yeni bir fişleme yasasının yakın olacağını düşünüyoruz. Mevcut tasarıda az önce bahsedilen gereklilikler hiçbir şekilde dikkate alınmamış ve verilerin korunmasına dair o kadar geniş bir istisnalar listesi getirilmiş ki bilgilerimizin isteğimiz dışında toplanması ve işlenmesinden kaçma şansımız kalmamıştır. Tasarıda sıralanan istisnalar kişisel verilerin korunmasını neredeyse imkânsız kılıyor. Özellikle Türkiye’deki güvenlikçi zihniyet aracılığıyla muğlaklaştırılan kamu düzeni gibi kavramların ileri sürülmesi veri güvenliğini ve özel yaşamın gizliliğini tehlikeye atmaktadır. Biliyorsunuz, şimdiye kadar başımıza ne geldiyse kamu düzeni gibi herkesin kendi tarafına çektiği şartlar yüzünden geldi. Tasarı bu hâliyle yurttaşların istihbari amaçla fişlenmesine yasal zemin hazırlama riskini taşımaktadır.
Sayın milletvekilleri, tasarıda referans olarak gösterilen Avrupa Birliği direktiflerinde ifade özgürlüğü ile kişisel verilerin korunması normlarının uzlaştırılması için istisnalar getirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu şekilde, gazetecilik, sanat ya da edebiyat faaliyetleri bağlamında, ifade özgürlüğünü ihlal etmemek için kişisel veriler işlenebilir. Bizim tartıştığımız kanun tasarısının istisnalar bölümünde “ifade özgürlüğü” kavramı geçse de yine bu özgürlüğe çokça koşul getirilerek bu hakkın da içi boşaltılmıştır. Millî savunma, millî güvenlik, kamu güvenliği ve kamu düzenini ihlal etmeme şartı ifade özgürlüğü hakkının kullanımını neredeyse imkânsız kılmaktadır. Tasarıda yer verilen bu sınırlandırmalarla gazetecilerin mesleklerini yapmaları zorlaştırılmaktadır. Bu şekilde, kamuoyunun haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı tehlikeye atılmaktadır.
Diğer bir konu ise 21’inci maddede belirtilen kurul konusudur. Tasarıda, kişisel verilerin korunması için yetkilendirilen kurum Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerinden birisidir. Ancak bu kurum belirlenirken özerkliğe ve bağımsızlığa özen gösterilmesi gerekir. Ne var ki Hükûmet, Türkiye’deki her kişi ve kurumda olduğu gibi, Kişisel Verileri Koruma Kurumunu da zapturapt altına almayı planlamaktadır.
İdari ve mali özerkliğe sahip olacağı belirtilen Kişisel Verileri Koruma Kurumunun yönetim organı olan Kişisel Verileri Koruma Kurulunun tamamının iktidar tarafından seçilmesi öngörülüyor. 4 üyenin Bakanlar Kurulu, 3 üyenin de Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek olması kurulun bağımsız olmayacağını apaçık göstermektedir. Türkiye’de yurttaşların devlete karşı güvensizliği ortadayken kişisel verilerimizin, korunmasını geçtim, özerk olmayan bu kurul aracılığıyla âdeta Hükûmetin kullanımına sunulacağından endişe ediyorum.
Ayrıca, kurul üyelerinin tam zamanlı kurum çalışanı olarak istihdam edilecek olması ve resmî ya da özel başka bir görev alamayacak olmaları üyelerin bağımsız karar vermelerini engelleyecektir çünkü işin içine kişisel çıkarlar girecektir. Takdir edersiniz ki kamu kurumunda tam zamanlı maaşla çalışan kişilerin ekonomik ve kariyer kaygılarını bir kenara atıp bağımsız ve gerektiğinde Hükûmet aleyhine karar vermeleri neredeyse imkânsızdır.
Kişisel verilerin korunması Avrupa Birliğiyle ilişkilere bağlı olarak üç dört yılda bir gündemimize getirilen bir konu hâline gelmiştir. Bu konu, en son geçen yıl gündeme gelmiş, komisyonlarda tartışılmış ama sonrasında neden belirtilmeksiniz rafa kaldırılmıştır. Şimdiki kanunun da Avrupa Birliğiyle son dönemde yapılan mülteci ve vize muafiyeti pazarlığının bir şartı olarak hızla hazırlandığı apaçık ortadadır.
Sözlerime son verirken kişisel verileri koruma gayesindeki bir yasanın mutlaka ama mutlaka insan onurunu, bireysel özgürlükleri ve özel yaşamın gizliliğini gözeten bir nitelikte olması gerektiğini tekrar hatırlatmak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
Arkasından Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Cemal Okan Yüksel, Eskişehir Milletvekili’nin konuşması ise şöyle;
CHP GRUBU ADINA CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela, Meclisin hemen yakınındaki elim terör saldırısında hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet ve şu anda hastanelerde ecelle pençeleşen askerlerimize de acil şifa diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 117 sıra sayılı Kişiler Verilerin Korunması Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.
Aslında, bu kanunun adı “fişleme kanunu” olsaymış daha uygun olacakmış ama “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu” olarak adlandırılmasına da şaşırmıyoruz. Neden şaşırmıyoruz, anlatacağım.
“Kişisel verilerin korunması” dendiğinde sizin aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama bu kanunu hazırlayanların aklına ne geldiği açık. “Kullarımız yani memleketteki herkes hakkındaki verileri özenle kaydedip koruyalım.” diye düşünmüşler besbelli. “Aman, bu verilerin başına bir şey gelmesin, lazım olduğunda, birilerinin canını yakmak gerektiğinde onun hakkındaki verilere kolaylıkla ulaşalım ve kullanalım.” diye düşünmüşler, kanunu da ona göre hazırlamışlar. Bu kanun, açık söylüyorum, George Orwell’in ünlü 1984 romanına rahmet okutacak bir kanun. 1984 romanı, hatırlayacaksınız, propaganda, denetim, yanlış bilgilendirme, gerçekliğin inkârı ve geçmişin manipülasyonu yoluyla kontrol altında tutulan bir toplumu anlatıyor.
Kitabı okumayanlar için kısa bir bilgi vereyim. George Orwell 1984 romanında bir kâbus senaryosunu ele almıştır. Kişisel hak ve özgürlüklerin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, düşünce ifade özgürlüğünün olmadığı, insanların anbean gözetlendiği ve fişlendiği bir düzen tarif edilmiştir. 1984’te totaliter ve baskıcı bir tek parti iktidarının kontrolünde olan bir toplum anlatılır. Devlet her şeyi görür ve bilir, toplumun denetimine hâkimdir, ülke ise “big brother” yani büyük birader diye anılan bir diktatör tarafından yönetilmektedir. Türkiye’de biri bizi gözetliyor diye yayınlanan ama aslı Batı’da “big brother” yani büyük birader olarak adlandırılan o ünlü televizyon programı da işte Orwell’in bu romanından esinlenmiştir.
Kitapta bütün evlerde, iş yerlerinde ve kamusal alanlarda tele ekran denilen bir aygıt vardır. Bu aygıtla hem büyük biraderin propagandası yapılmakta hem de kişiler buradan gözetlenmekte, dinlenmekte ve büyük biraderin istemediği hâl ve hareketler fişlenmektedir. Büyük biraderin partisi iktidarını sürekli gözetim, denetim, sıkı yönetim, zulüm, fişleme ve muhbirlikle sağlamlaştırmıştır. Halk iletişim araçları yardımıyla gerçeklikten çok uzağa sürüklenir, partinin menfaati neyi gerektiriyorsa ona inandırılır. Devletin yenilgileri bile propaganda yayınları ile zafer edasında anlatılır. Örneğin, romanda yok ama diyelim ki bir başka ülkenin uçağı düşürülse topluma bir zafer kazanılmış gibi sunulur. “Biz ne yaptık, şimdi ne yapacaklar bize?” diye korkulduysa saklanır. Uçağı düşürülen ülkenin artık elini kolunu sallaya sallaya her istediğini elde ediyor olduğu gerçeği gizlenir.
Bu parti her türlü bilginin kontrolünü elinde bulundurur. Hatta gazetelerin ve kitapların eski nüshalarını yeniden yazarak tarihi bile menfaatine göre değiştirir. Bir de yeni bir dil icat edilmiştir. Kelimelerin anlamları partinin isteğine göre belirlenmiş ve yeni dil adında kurgusal bir dil oluşturulmuştur. Kendilerinden olmayan, fikirlerine zıt düşünce ve konuşmanın olmaması için özgürlük, devrim, kişisel hak gibi kavramlar yeni dilden silinmiştir. Böylelikle, iktidarın aksine düşünceler oluşamayacaktır. Bu yeni dilde sözcükler partinin kastettiği şeyi anlatmaktadır. Mesela, barış bakanlığı savaşları düzenler, bolluk bakanlığı kıtlıkla, sevgi bakanlığı işkenceyle iştigal eder, gerçek bakanlığı ise büyük biraderin ve partinin yalanlarını topluma yayar.
Devlet sürekli barıştan söz ederek karışıklık çıkarır, bolluktan söz ederek üretimi azaltır, yiyecekleri kısıtlar, demokrasi ve sevgiyi, kardeşliği dilinden düşürmez ama toplumu ayrıştırır, böler, işkence yapar. Devletin senaryosunda katliamlar vardır. Bu kabus senaryosundaki düşünce polisi, partinin istediği gibi düşünmeyenleri belirleyip sindirmekle görevlidir. İnsanların birbirini ispiyonlamaları sağlanarak ortak hareket etmeleri engellenir.
George Orwell bir mülakatında “Kitabımda anlattığım toplumun bir gün var olup olmayacağını bilmiyorum ama bunun benzerlerinin geleceğine inanıyorum.” demişti. Şimdi gelelim, Meclis kürsüsünden, 1948 yılında bir bilim kurgu romanı olarak yazılmış bu romana neden bu kadar süre ayırdığımıza. Orwell haklı çıktı. Tarihte, 1984 romanı yayınlanmadan önce de sonra da pek çok kişi, pek çok iktidar, Orwell’in tarif ettiğine benzer yönetimler kurmaya teşebbüs etti ama bildiğim kadarıyla bu konudaki hiçbir teşebbüs AKP iktidarı kadar yüksek performans sergilemedi. Yani, AKP iktidarı zaten, oylarınıza sunulacak bu kanun teklifinden önce de Orwell’in anlattığı kabusu hayata geçirmek konusunda kendisinden önceki bütün iktidarlara fark atmıştı. Dünya rekoru sahibi bir iktidara sahibiz.
Bu rekorla övünülür mü övünülmez mi takdirlerinize bırakıyorum ama rekorun sahiplerinin, kendi rekorlarını geliştirme, tarihe bu şekilde geçme konusunda kararlı oldukları görülüyor. Anlaşılan o ki onlar performanslarından memnunlar ve performanslarını bu kanunla taçlandırmak istiyorlar.
Aslında AKP iktidarı, Orwell’in hayal gücünün ötesine geçme konusunda bugüne kadar çok mesafe kaydetti. Örneğin, Orwell’in romanındaki yeni dil gibi AKP iktidarı da yepyeni bir dil kullanıyor; bizim anamızdan, babamızdan öğrendiğimiz, okullarda Türkçe derslerinde öğrendiğimiz dile pek benzemiyor AKP’lilerin dili. Ekmek fiyatlarına zam yapıyorlar örneğin, “zam gelmedi, fiyatlar arttı” diyorlar. Doğuda sivil vatandaş canının derdine düşüyor, nesi var nesi yoksa geride bırakıp kaçıyor, “kaçmadılar, yerlerini değiştirdiler” deniyor. Bizim bildiğimiz dile benziyor dilleri, grameri Türkçe gramerini andırıyor, kelime haznesi az çok aynı ama yeni dilde kelimeler bambaşka anlamlara geliyor.
Cumhurbaşkanı, örneğin bence “Yabancı dil biliyor musunuz?” diye sorulduğunda, “yok” deme mahcubiyetinden kurtuldu. Artık “Yeni dil biliyorum.” diyebilir çünkü bu dil yabancı bir dil. Gazetecileri hapse tıktıktan sonra, cezaevlerindeki gazeteci sayısı tavan yapmışken “dünyada en çok basın özgürlüğü Türkiye’de” deme imkânı sağlayan bir dil bu dil. 1984 romanında da, işi işkence yapmak olan bakanlığın adı Sevgi Bakanlığıydı hatırlatırım. Bizimkiler Orwell’i yaya bırakalı çok oldu. Güvenlik güçleri yakalayıp adalete teslim etmeleri gereken teröristi öldürüp polis aracının arkasından sürüklüyorlar. O kadar tiksindirici bir manzara ki, yandaşları bile inanmıyor, “fotomontaj” diye manşet atıyorlar. Ama sonra videosu yayınlanıyor, kimse montaj zannetmiyor.
Ortaçağ’ı hatırlatan vahşet görüntülerine her gün yenileri ekleniyor. Ama Cumhurbaşkanının, Başbakanın hemen her konuşmasında bir “medeniyet” kelimesi geçiyor. Vahşet diz boyu ama “medeniyet” lafından bile AKP sayesinde tiksinir olduk. Şaşırıyor muyuz? Şaşırmıyoruz. Onların farklı bir dil kullanmalarına çoktan alıştık. O dili bilmiyoruz ama onların başka bir dil kullanıyor olduğunu öğrendik. Bizim bildiğimiz dilde medeniyet şehir demek, kent demek. Tankları sokup kentleri yıkarken, kasten tam da o sırada, medeniyet lafı ediyorlar. Buradan anlıyoruz ki yeni dilde medeniyet kelimesi insanlığın ta kentleşme öncesine, vahşet dönemlerine dönmesi anlamına geliyor.
Yaşlı bir kadın sokak ortasında vuruluyor, can çekişe çekişe ölüyor. Evlatları çıkıp içeri alamıyorlar, çünkü keskin nişancılar, onları da vurabilir. Sadece son birkaç ayda olanlardan bahsetmiyorum. Çocuğu öldürülmüş bir anne miting meydanlarında yuhalatılıyor. Soma’da, yakınlarını maden kazasında kaybetmiş insanlar tekmeleniyor. Ya da “Gel lan buraya İsrail dölü” sözleriyle vatandaş tokatlanıyor. Zulmün, gaddarlığın sınırları zorlanıyor. “Ne oluyor?” diye soran olursa, “Merhamet” deniyor. Allah hepimizi Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun, bu yeni dilin merhametinden korusun. (CHP sıralarından alkışlar)
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Sen dilini düzelt be!
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Sonra, yemin konusu var örneğin. (CHP sıralarından alkışlar) Yemin Türkçede ne anlama geliyor? Neyi yapacağın, neyi yapmayacağın konusunda namusunu ve şerefini ortaya koyarak söz vermek anlamına geliyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET HABİP SOLUK (Sivas) – Ya, bu gece de provokasyon yapıyorsun.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – AKP cenahı için ne anlama geliyor? Neyi yapmayacaklarına söz verdilerse onu yapacaklarına, neyi yapacaklarına söz verdilerse onu yapmayacakları anlamına geliyor. Tarafsızlık konusuna hiç girmiyorum, çok utanırsınız.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Yuh!
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) – Ya yapma be kardeşim. Dilini düzelt de konuş. Hiç yakışmıyor.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Dile ne yaptıkları, dilimize ne yaptıkları hakkında daha saatlerce konuşulabilir, binlerce örnek verebilirim.
MEHMET HABİP SOLUK (Sivas) – Gene zehir saçmaya başladın, bu gece de zehir saçıyorsunuz.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Salya akıyor ağzından, salya!
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Hiç de zor olmaz çünkü ağızlarını her açtıklarında aynı şeyi yapıyorlar, başka bir dilde konuşuyorlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET HABİP SOLUK (Sivas) – Bu gece yapma be! Terbiyesiz!
BAŞKAN – Sayın Yüksel, bir saniye.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, hakaret ediyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, hatip kendi görüşünü ifade ediyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) – Hakaret görüş bildirmek değildir, Cumhurbaşkanına hakaret ediyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum, böyle bağırıp çağırmak yok efendim, nereden çıktı bu usul? Görüşlerine katılmayabilirsiniz, çıkarsınız burada konuşursunuz siz de.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Konuyla alakalı bir cümle söylesin.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yüksel.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Sevgili Başkan, konuşma süremden çalınan iki dakikanın eklenmesini talep ediyorum.
BAŞKAN – Konuşma sürenize gerekli ilaveyi yapacağım Sayın Yüksel, devam edin efendim.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Ama “1984” romanıyla tek benzerlik yaptıklarının tam tersini koro hâlinde söylemek değil. (CHP sıralarından alkışlar) Tarih de durmadan yeniden yazılıyor. Romanda, aslında o anda savaş hâlinde oldukları bir ülkeyle ittifak kurup diğer bir ülkeye savaş açtıklarında arşivleri değiştiriyorlar, sanki hep eski müttefikleriyle savaşmışlar gibi yapıyorlar. Hâlbuki, kısa süre önce, şimdi savaş açtıkları ülkeyle ittifak hâlinde diğerlerine karşı savaşmışlardır.
Türkiye de, biliyorsunuz, çoktandır bu hâlde. Dün dediklerinin tam tersini söylemekten utanmadıkları için, gazete niyetine yayınladıkları şeylerin arşivlerini değiştirmeye tenezzül bile etmiyorlar. Orwell, besbelli, “1984” romanındaki “Büyük Birader”in, “Yahu, dün bunun tam tersini söylemiştik.” denmesinden utanacağını varsaymış, bu yüzden diktatörü kayıtları değiştirme zahmetine sokmuş. Ama bizimkiler Orwell’in anti-ütopyasına rahmet okutuyor. Hiç utanmaları olmadığından dün dediklerinin tam tersini bugün rahatlıkla söyleyebiliyorlar. “Ama dün” deseniz pişkin pişkin yüzünüze bakıyorlar ama Orwell bunları görseydi herhâlde arşivleri değiştirme işini icat etmezdi.
Avrupa Birliğiyle dosttuk; hatırlayan var mı? Sonra Gezi eylemleri oldu; AB bir numaralı düşmanımız oldu. Şimdi, Merkel’i yeniden altın varaklı koltukları ağırlıyor, hatları gösteriyoruz saraydaki gururla. Yarın ne olur bilmek mümkün değil ama nasılsa gerektiğinde Avrupa’ya övgüler düzecek gerektiğinde yerden yere vuracak omurgasız bir koro var.
Bir ara en sıkı müttefikimiz Rusya idi, Putin idi “Kardeşim Esat” ile can dost idik. Şimdi bakıyorsunuz Putin’in, Esat’ın dostu olmak insanlık suçuymuş gibi anlatılıyor. Dün izzetle ağırladıkları, besledikleri YPG bugün şeytanın ta kendisi. Bütün dış politikamız YPG düşmanlığı üzerinden şekilleniyor. İsrail’le yaşanan fırtınalı aşka hiç değinmiyorum.
Neredeyse haftada bir eski bir dost düşman oluyor. Üstelik bu tutum sadece dış politikayla sınırlı da değil, paralel yapıyla kol kolaydılar, cemaatin devlet içinde yapılanmasını desteklediler, şimdi sanki hep düşmanmışlar gibi davranıyorlar, mahalle kavgasında söylenmeyecek sözleri o zamanki pirleri Fethullah Gülen hakkında söylüyorlar.
“Kardeşim Abdullah Gül”ün başına gelenler de malum. Partiye dönemesin diye bütün teamülleri zorladılar. Arınçlar, Çelikler, saymakla bitmez. Tıpkı 1984’te olduğu gibi düşmanlar durmadan değişiyor, değiştikçe gazeteciler, AKP’nin omurgasız borazanları propaganda araçlarında sanki şimdiki düşmanlarıyla hep düşmanlarmış gibi yaygara koparıyor.
Ne dilin ırzına geçilmesinin ne de tarihin yeniden yazılmasının örnekleri saymakla bitmez ama bir şey eksikti. 1984 kabusunun tamamlanması için vatandaşları kontrol etmeye yardımcı olacak tele-ekran benzeri yeni teknolojiler gerekiyordu ama Orwell’in tahminin aksine televizyon teknolojisi değil bilgi işlem teknolojisi gelişti.
Dolayısıyla her eve tele-ekran koyamıyorlar, televizyonların yardımıyla evlerin içini gözetlemiyorlar ama dediğim gibi, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir denetim toplumu kurmak konusunda olağanüstü kararlılar. İşte, nihayet Kişisel Verileri Koruma Kanunu’yla bu eksiklik tamam edilecek. Herkesin gözü aydın, “büyük birader” bizi gözetleyecek, tele ekranlar aracılığıyla değil ama çağdaş dünyada kaçınılmaz olarak arkanızda bırakmak zorunda kaldığınız veriler yardımıyla gözetleyecek. Büyük birader bizi zaten gözetliyordu, zaten fişleniyorduk ama bu kanun sayesinde, yaptıkları iş kanuni bir hüviyet kazanacak. Neden bu zahmete girdiklerini de bilmiyorum. “Ben yaptım oldu” anlayışıyla zaten bugüne kadar gelmişlerdi. Kendileri hakkında ortaya dökülen tapeleri, görüntüleri, haberleri siliyorlardı, silmeyenleri içeri attırıyorlardı ama sizin, benim hakkımdaki bütün kayıtları gazete görünümündeki propaganda malzemelerinde sızdırmakta hiç tereddüt etmiyorlardı. Adaletle, hukukla hiçbir zaman işleri olmadı. Gerçi, bunların yeni dilinde adalet ve hukuk kelimeleri bizim kastettiğimiz anlama da gelmiyor ama yine da, arada sırada kanuna uygunluk, daha doğrusu kanuni kılıf bulma hevesine kapılıyorlar.
Bu kanun öyle bir hevesin ürünü olabilir ama başlangıçta dediğim gibi, kişisel verileri koruma denince sizin aklınıza gelen şeyleri kastetmiyorlar; hepimizin hakkında her türlü veriyi güvendikleri bir kurula emanet etmek gibi bir kasıtları var. Koruma mı? Koruma. Kaybolmaya karşı koruyacaklar çünkü ileride bunlara ihtiyaçları var. Verilerin kaybolmaması gerekiyor çünkü yarın kimin düşmanlaştırılacağı bilinemez. Şimdi, Gül’ün, Arınç’ın, Mahçupyan’ın yerini almış olanlar, sanki hep orada kalacaklarını zannediyor olabilirler ama büyük biraderin Türkiyesi’nde işler öyle yürümüyor. Herkesin bir son kullanma tarihi var. İşte, o zaman bütün o kişisel veriler ona lazım olacak. Büyük birader, Davutoğlu hakkındaki, Cem Küçük hakkındaki verileri çıkaracak arşivden, onların yerine gelecek olanlara el altından verecek. Ebette asıl mesele bu da değil.
ÖMER ÜNAL (Konya) – O CHP’de olur o, CHP’de sadece.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Neye göre konuşuyorsun? Elinde ne var da konuşuyorsun?
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Bu olup bitenden bizler gibi midesi bulanan, rahatsız olan herkesin yazışması, dini, mezhebi, siyasi ve felsefi düşüncesi, etnik kökeni, biyometrik ve genetik verileri hatta cinsel hayatı kayıt altına alınacak ki baş ağrıtmaya başlayan her kimse, onun hakkındaki veriler yandaşlarına ya da savcılara, yargıçlara verilsin.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Genel Başkanın da o kasetle geldi, değil mi?
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Evet, “1984” romanında bahsedilen kabus ete kemiğe büründürülüyor. Büyük birader bizi zaten gözetliyordu ama bundan sonra gözetlemesinin kanuni bir dayanağı da olacak.
Sayın milletvekilleri, “1984” romanını okumamış olabilirsiniz, filmini de izlememiş olabilirsiniz. Okumamış ve izlememiş olanlar için söyleyeyim. Romanda tarif edilen ülke içinde yaşanmayacak, nefes alınmayacak bir ülke; boğucu, kasvetli bir ülke ve o ülkede Türkiye’den farklı olarak her şey kanunlara uygun olarak yapılıyor.
Türkiye’nin büyük biraderinin kanuna uymak gibi bir hassasiyeti de yok. Türkiye’deki kişisel verilerin kötü amaçla kullanımını engelleyecek mevzuat zaten vardı, uygulanmıyordu. Büyük biraderimizi bağlamıyordu yani. Ama bizim bir kanuna ihtiyacımız var, doğru gerekiyor ama o kanun bu kanun değil. Önünüzdeki kanun vatandaşın kişisel verileri, iktidarın keyfine göre kullanmasına engel değil. Burada bir yeni dil saptırması olmayabilir. Vatandaşı kişi olarak değil kul olarak görüyorlar ya, kullarımızın her şeyi gibi verileri de bize helal diye düşünüyor olabilirler. Kişi olan biziz, kanun da zaten bizim verilerimizi vatandaştan korumalı ama vatandaşın verilerini kullanmaktan bizi alı koymalı diye düşünüyor olabilirler.
Yaklaşık yirmi dakikadır, tüm bu anlattıklarıma rağmen bu heyetin uyarılarımızı dikkate alıp vatandaşa saygı duyarak önergelerimizi kanunlaştırma ihtimalini çok düşük görüyorum. Ama yine de 11 yaşındaki kızımın kendisini “kul” olarak değil “kişi” olarak gören hükûmetlerin kanun yaptığı ve uygulandığı bir ülkede büyüyeceğine dair ümidimi koruyorum.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) – Biz de Allah’a kul olacağız, hiç kimseye değil.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Arkadaşlar, gelin ellerinizi bir kere büyük biraderiniz için değil halkımız için kaldırın. Bu kanunu olması gerektiği gibi geçirelim.
AHMET UZER (Gaziantep) – Sen aklını kendine sakla.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) – Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yüksel.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Çakır…
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Sayın Başkan, hatip konuşmasında AK PARTİ’liler için “yeminlerinde söz verdiklerinin tersini yapmak” suretiyle hakaret etmiştir. Sataşma vardır, 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – 69’uncu maddeye göre size söz veriyorum Sayın Çakır. Süreniz iki dakikadır. Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Tarih bazen bize böyle çok ironik fotoğraflar sunuyor. Buradaki hazırunun yani 550 milletvekilinin -hepsi burada olmasa bile- eminim ki büyük çoğunluğu Orwell’ı da “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”ü de onun “Domuzlar Diktatöryası”nı da yahut hayvanlar diktatöryasını da çok iyi bilir, okumuştur.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, George Orwell “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”ü sosyalizme karşı yazmıştır ve kitap yazıldıktan sonra da “Sosyalizme hakaret ediyor.” diye suçlanmıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bunu sosyalist olduğunu iddia eden, sol olduğunu iddia eden, solda yer aldığını iddia eden bir arkadaşımızın, bir vekilin anlatmasına burada hangi kavramı seçeyim diye düşünüyorum; en sonunda söyleyeceğim şey, sadece gülüyorum, ironik bir durum çünkü başka bir şey değil, dolayısıyla, bunu konuşmaya bile hacet yok.
Yeminlerimizin tersini yapma meselesine gelince, asla yeminlerimizin tersini yapmayız; neye yemin etmişsek onun gereğini yerine getiririz.
Fakat değerli arkadaşlar, ikinci bir kelimeyi hatip kullanmıştır ki bu kabul edilemez. “Utanmaları yok.” demek, ne demek? Utanmak insanoğluna verilmiş en özel hasletlerden birisindir. Hayvanla insanı ayıran yegâne, yegâne olmasa bile bir elin parmakları kadar hususiyetten, özellikten birisi utanmaktır, arlanmaktır. Eskiler şöyle söyler: “Vel hayâ, vel iman!” Hayasızda ne din var, ne iman! Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.
Kişisel Verilerin Korunması hakkındaki kanunla ilgili MHP görüşlerini ise Kadir Koçdemir, Bursa Milletvekili şöyle anlattı;
MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 117 sıra sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında Divanı ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Yine, bugün yaşadığımız elim olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum ve yine Cenab-ı Allah’tan bunun son olmasını niyaz ediyorum.
Bugün görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı Anayasa’nın 20’nci maddesi (3)’üncü fıkrasında düzenlenen bir konunun gereğini yerine getirmek üzere hazırlanmıştır. Geç kalınmıştır ama aradan bu kadar yıl geçtikten sonra temel kanun statüsüne tabii tutularak buradan alelacele geçirilecektir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu tür kanunların alelacele geçirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyoruz ve geçmişte böyle tazyikle geçirilen kanunlar üzerinde hemen çok kısa bir zaman geçtikten sonra yapılan değişiklikler de bu kanaatimizi teyit etmektedir.
Kıymetli arkadaşlar, özel ve kamusal alan ayırımı demokrasinin optimum bir şekilde çözmek zorunda olduğu temel konulardan biridir. Çünkü, özel hayat hürriyetin ön şartıdır. Özel hayatın, mahremiyetin, gizliliğin olmadığı bir yerde ne kişilik ne şahsiyet ne insan ne de hürriyet söz konusu olabilir. Bunun iyi bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Ancak, son zamanlarda sadece ülkemizde değil, bütün dünyada kitle iletişim araçlarının, teknolojinin gelişmesiyle birlikte kamusal hayatın alanını genişlettiği ve özel hayatın gizliliğine müdahalelerin kolay ve yaygın hâle geldiğini görüyoruz. Özel hayat o kadar önemlidir ki Kur’an-ı Kerim’de bile “Evlere arka kapılarından girmeyin, ön kapılarından girin.” diye buyurulmaktadır.
Yaşamanın önemli sebeplerinden, gayelerinden birini… Biliyorsunuz, Fuzuli “Her ne var aşk imiş bu alemde, ilim kıylü kâl imiş.” diyor. Ama, yine bir halk türkümüz sevdanın bile sırla olacağını söylüyor.
Bugün benden önceki konuşmacı arkadaşlarım da belirtti, sırrın, mahremiyetin kalmadığı bir ortamdayız ve buna bakışta da bizim dünyadaki genel trendden olumsuz manada ayrıldığımız bir nokta var. Çünkü, Türkiye’de gücü ele geçirenler, iktidarı ele geçirenler yeri geldiğinde özel hayatın gizliliğinin ihlalini, araçsal bir şekilde bundan faydalanma yolunu tercih edebilmektedirler. Apaçık özel hayata ait olan şeylerde bile “Ne özeli kardeşim, bu genel.” diye devletin en başından beyanlar yapılabilmektedir.
Gerçekten de temel hak ve hürriyetler yakın zamana kadar devlete karşı gelişmiş bir alan idi. Yani, insanların temel hak ve hürriyetleri, daha çok, güç kullanma monopolünü elinde bulunduran devletten emin olma, devletin bu alana müdahalesini engelleme temelinde gelişiyordu. Ama, son yıllarda artık devletten değil, devletle birlikte korunma söz konusu. Çünkü, özel firmalar, işletmeler, terör örgütleri, diğer gruplar temel hak ve hürriyetleri daha kolay ihlal edebilir hâle gelmiştir ve burada arz etmeye çalıştığım gibi bizim bir yaklaşım sorunumuz vardır. Bu yaklaşım sorunu kendisini bugün görüştüğümüz kanunda da göstermektedir. Size bir iki örnek vermek istiyorum.
Avrupa devletlerinde anayasa mahkemeleri trafikte hız sınırı ihlallerinin video kameralarla tespit edilmesini iptal ettiler. Çünkü bugünkü teknolojide trafikteki hız sınırı ihlallerini fotoğraf çekerek tespit etme imkânı var. Hız sınırının saatte 70 kilometre olduğu bir yerde ben 70 kilometre hızla gidiyor isem hangi hakla benim aracım, benim ve benim yanımda kimlerin olduğunun görüntüsü, plakası, o saatte oradan geçtiğim tespit edilebiliyor? Bugün biliyoruz ki verdiğimiz bir plakanın son on gün içinde nerelerden geçtiğini, trafik kurallarına uysa dahi tespit etmek mümkündür ve bunu bugün Avrupa anayasa mahkemelerinin iptal ettiğini söylemeden Türkiye’de söyleseniz “O zaman bu kadar suçu biz nasıl ortaya çıkaracağız?” diyor.
Yine, başka bir örnek vereyim, Almanya’da iş yerlerindeki video kameraların kaldırımdan 5 santim dahi görüntü alması yasaktır ama bizim emniyetimiz, polisimiz bugün suçu aydınlatmayı tamamıyla iş yerlerindeki kameralara bağlamıştır. Bu kameralar suçu engelliyor mu? Asla değil. Bu kameralar, MOBESE kameraları dâhil, yoluyla ben bir suçun engellendiğini görmedim. Paris’teki bu Mizah Dergisine yapılan saldırının olduğu bölge hem bölge olarak hem de o bina bugün teknolojinin düşünülebilecek bütün güvenlik tedbirlerinin uygulandığı bir bina ama bütün bunlara rağmen, bütün bu gözetleme araçlarına rağmen orada bu saldırı ve olay gerçekleştirilebilmiştir.
Hatta eski bir mülki idare amiri olarak şunu söyleyebilirim: Teknolojiyi devreye soktuğunuzda insanı devreden çıkarıyorsunuz ve hiçbir teknolojik imkân insanı ikame edemiyor arkadaşlar. Bu, emniyette bilhassa böyle. Biz, terörle mücadelede helikopterinden diğer teknik cihazlara kadar donattığımızda, insan unsuru geri plana çekildiyse olaylar azalmak bir yana artmıştır.
Bu, hayatın diğer alanlarında da böyle, sonuçlarını burada bir araştırma komisyonuyla lütfen tespit edelim. Mesela, okullarımızı teknolojik cihazlarla doldurduk, acaba uluslararası sıralamada Türk millî eğitiminin yerinde bunun nasıl bir etkisi olduğunu görelim. Türkiye için de tren vagonunun sonunda bazıları vagonun en önünde oturacak, bazıları sonunda oturacaktır; biz, kendi çocuklarımızı bir şekilde bir sıralamaya tabi tutacağız ama belirleyici olan uluslararası sıralamalardır ve 14-15 yaşındaki çocuklarımızın yeteneklerini, eğitimini ölçen PISA araştırmalarında Türkiye sürekli geriye gitmekte, son sıraları almaktadır.
Bu yaklaşımdaki negatif yönde ayrılmamız kendini son zamanlardaki olaylarda da göstermektedir. Hatırlayalım, Millî Eğitim Bakanlığında bir görevli 10 bin TL karşılığında bütün öğretmenlerin ve Millî Eğitim Bakanlığı personelinin gizli bilgilerini bir özel şirkete, öğretmenlere ürün pazarlayan bir şirkete satmıştı, yakalandı, yargılandı ama yakalanıp yargılanamayan, Sosyal Güvenlik Kurumunda SSK bilgilerinin verilmesiyle ilgili bir olay var.
Yine, bugünlerde güncel, dün çok konuşuldu, basın organlarında yer aldı, Emniyet Genel Müdürlüğünde 80 milyon kişinin MERNİS kayıtları, kişisel bilgileri ve ikamet bilgileri İnternet’e düştü, 22 gigabyte civarındaki bu veri, tespit edilen -bilemiyoruz tabii, bazı iddialara göre- 1.500’e yakın insan tarafından indirildi ve çekildi, daha önce de Yüksek Seçim Kurulunun seçmen bilgileriyle ilgili veri tabanı yine kontrolsüz bir şekilde insanların ellerine geçmişti.
Bugün hepimizin cep telefonlarına rahatsız edici SMS’ler geliyor, bununla ilgili sözde tedbir aldık, ama ben orta zekâlı, fakülte mezunu bir insan olarak, bana gelen herhangi bir rahatsız edici SMS’i engelleyemedim. Bunlar imkânsız olan şeyler değil, bütün bunları üst üste koyduğumuzda, sadece bu işe bakışla ilgili bir husus.
Biz, bugün kişisel verilerin korunmasından söz ediyoruz, bırakın kişisel verileri, biz devletin kamusal verilerini bile koruyamayan bir yönetim tarzıyla karşı karşıyayız.
30 Mart 2014 seçimlerinden iki üç gün önce, hatırlayınız, 4 kişi; birisi şu andaki Başbakanımız o zamanki Dışişleri Bakanımız, birisi MİT Müsteşarımız, birisi Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız, birisi Genelkurmaydan bir orgeneral olmak üzere, bir odada konuşulanlar Türkiye’ye servis edildi. Yani bu devlet, en önemli sayılacak konuşmalarını gizli tutamayacak derecede beceriksiz düzenlemeler ve yönetimler altındaydı.
Bu konuşmaların servis edilmesi, 30 Mart seçimlerinde amaca hizmet edecek şekilde kullanıldı ve belli bir fonksiyonu da yerine getirdi. 30 Mart seçimlerinden sonra, gazetelerde insan aklıyla dalga geçen bazı beyanları gördük. Denildi ki “Efendim, yukarıdaki uçaktan dinlediler.”, “Helikopterle dinlendi.”, “Çantaya konuldu.” İktidar partisinden arkadaşlarımız bu konuda bizi bilgilendirirlerse sevineceğiz, bu soruşturma ne durumda?
Eğer devlet kendine duvarı öremediyse o zaman biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Çünkü gerek birey olarak dedim ki özel hayat özgürlüğün, özel hayat hürriyetin baş şartıdır.
İnsanlığın en önemli icatlarından biri tekerlek ve ateşle birlikte duvar ve o gizliliği sağlayacak hususlardır, devlet de bunu en iyi derecede yapma durumundadır. Ama 27 Martta piyasaya düşen şeylerin peşine de kimse düşmedi. Bugün aceleye getirilmiş maddeler üzerinde hiçbir şey konuşamayacağımız, sadece önerge vererek beşer dakika konuşmayla burada müzakere edeceğimiz bir metin önümüze gelmiş durumdadır. Bu metinde, ben okudum, bazı tercüme düzensizlikleri dahi kendisini gösteriyor. İyi bilirsiniz, kanunlarda “ve” yerine “veya” ya da “ile” yazmanın, virgülü şuraya ya da buraya koymanın çok önemli sonuçları olur.
Bunu aceleye getirmemizin Avrupa Birliği süreciyle bir ilgisi olabilir, bilmiyoruz. Orada da başka şeylerde de acele ediyoruz. Çünkü geçen gün okudum, bize 3 milyar avro verileceği söyleniyor. Kiev’de “Dünya Ekonomi Enstitüsü” diye bir enstitü 3 tane projeksiyon yapmış, bunlardan en olumlusu, gelen mültecilerin en az yüzde 60’ı aynı yıl geri dönecekler ve en kötü senaryoda da kalacaklar. Sadece Federal Almanya’ya mültecilerin maliyeti yıllık 25 milyar avro ile 55 milyar avro arasında, sadece Federal Almanya. Biz 28 ülkenin yükünü alıp 3 milyar avro…
Onun da daha bir kuruşu geldiği yok. Fransa kendini bu sistemden ayırdı, diğer ülkeler de buna yanaşmıyorlar. Onun uğruna eğer geri kabul anlaşması ve onun arkasından vize muafiyeti gelecek diye bunları aceleyle getiriyor isek o zaman yanlış yapıyoruz arkadaşlar. Onun için, bizim teklifimiz, gelin, bu kanunları dünyadaki uygulamalarını, örneklerini ortaya çıkan sıkıntılarını da ele alarak üç ay sonra, altı ay sonra değiştirecek şekilde yapmayalım. Biliyorsunuz, 17-25 Aralıkta ses kayıtları çıktıktan sonra dinleme kararlarını çok zorlaştırdık ama çok fazla vakit geçmeden, HSYK filan bizim kafamıza göre oluştuktan sonra tekrar dinleme kararlarını yeni mahkemeler ihdas ederek kolay yapılabilir hâle getirdik. Burada da yarın büyük sıkıntılar, bedeller ödenmemesi için bu meseleye bakışımızı düzeltmemiz lazım. Ama, her hâlükârda, bu kanunda göremediğimiz bir şeyi bilgilerinize arz etmek istiyorum.
Arkadaşlar, bu kanunda bizim kusursuz sorumluluğu getirmemiz lazım. Emniyet Genel Müdürlüğünde verilerin emniyette olması lazım. Emniyet Genel Müdürlüğünde olan veriler eğer emniyette değil ise sadece yapanı, bundan menfaat elde edeni bulmaya yönelmemeli, bu verilerin bizatihi dışarı çıkmış olmasından da birilerinin yakasına yapışabilmeliyiz.
Biliyorsunuz, tapu kütüğüne güven esası var. Oradaki kayda güvenerek yaptığınız iktisap korunuyor. Bir gayrimenkulün, bir dairenin bile seyrüseferini, hareketini bu kadar devletin kusursuz sorumluluğuna bağlıyor isek -ki Borçlar Kanunu’nda istihdam edenin, hayvan sahibinin, araç sahibinin, bina sahibinin kusursuz sorumluluğu var- devlet de bu bireysel verilerle ilgili kusursuz sorumluluğa sahip olmalıdır. MİT, adam gibi MİT olmalı; Emniyet Genel Müdürlüğü, o verinin emniyetini tutamıyor ise bunun hesabını muhakkak surette vermelidir. Onun için, bu kanunun sorumlulukla, cezayla ilgili bölümlerinde kamu kurumlarının -bunu özel sektöre de kullandırma durumu söz konusu- muhakkak surette kusursuz sorumluluğunu sağlamak durumundayız.
İngilizlere atfedilen bir atasözü var, diyor ki “Ucuz alacak kadar zengin değilim.” Arkadaşlar, biz de acele edecek kadar çok vakte sahip değiliz. Lütfen şurada neye el kaldırdığımızı, Türkiye’de insanların kaderi ve mahremiyeti ile özel hayatıyla ilgili hangi sonuçlara yol açacağımızı, kimlere hangi yetkileri verdiğimizi anlayalım, ondan sonra tabii ki aklımıza ne yatıyorsa ona göre tercihimizi yapacağız, buradaki çoğunluğa da bütün Türkiye tabi olacaktır. Ama bunu anlamak, zannediyorum önce kendimize, daha sonra bu topluma, çocuklarımıza ve torunlarımıza karşı ciddi bir sorumluluğumuzdur diyorum.
Bu kanunun aceleye getirilmeden, yaratacağı etkiler, sebep olacağı sonuçlar dikkate alınarak burada müzakere edilip, ülkemiz için, insanlarımız için hayırlı neticelere yol açacak bir düzenleme olması dileği ve temennisiyle tekrar hepinize saygılar sunuyorum.
Başkan bu noktada Siyasi parti Gruplarının konuşmalarının tamamlandığını ve şimdi Hükûmet adına, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın konuşacağını duyurdu;
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bugün akşam saatlerinde Ankara’da meydana gelen menfur terör saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum. Yaralı vatandaşlarımıza Cenab-ı Hak’tan acil şifalar temenni ediyorum. Meclisimizin bu terör saldırısı konusunda ortaya koyduğu ortak tavrın çok yerinde ve doğru bir tavır olduğunu ifade ediyor, bu tavra katılan bütün grupları bu yaklaşımlarından dolayı kutladığımı ifade etmek isterim. İnşallah, bundan sonra ülkemizde böylesine menfur terör saldırıları bir daha yaşanmaz.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, adı üstünde, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı. Türkiye’de böylesi bir yasa bugüne kadar yoktu. Kişisel veriler Türkiye’de işlenmiyor mu? İşleniyor. Bazı özel yasalarda düzenlemeler var, o çerçevede işleniyor. Ama, kişisel verileri koruyan, korumanın esaslarını, usullerini belirleyen, yetkilileri, sorumlulukları tayin eden ve bu konuda vatandaşımıza yol gösteren bir mekanizma ülkemizde yoktu, bunun da sıkıntılarını çok çektik. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğunu, bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili veriler hakkında bilgilendirilmeyi, bu verilere erişmeyi, bunların silinmesini, düzeltilmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkını da kapsadığını açıkça iifade etti Anayasa hükmü ancak bunun uyum yasası çıkarılamadı. Bu yasa, bir anlamda bunun uyum yasasıdır
Öte yandan, kişisel verilerin bugün hayatın her alanında kullanılmış olmasına rağmen bu verileri işleyenleri kontrol edecek, denetleyecek ve bu alanı düzenleyecek bir kurumsal yapı Türkiye’de yoktu, bu yasa o kurumsal yapıyı ihdas etmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 135’inci maddesi hukuka aykırı verilerin işlenmesini suç olarak düzenliyor ancak kişisel verilerin işlenmesinin hukuka uygunluk hâllerini düzenleyen bir hukuk metnimiz yoktu, bu yasa bir anlamda bunun da anayasasını teşkil etmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliğine uyum sürecinde yapması gereken konulardan birisi bu yasayla bir noktada buna da cevap vermiş olacağız.
Ayrıca, Türkiye’nin Avrupa Bölgesel Savcılık Teşkilatı olarak bilinen EUROJUST ve Avrupa Polis Teşkilatı olarak bilenen EUROPOL ile operasyonel işbirliği anlaşması var fakat bu anlaşmanın gereğini bu anlamda bir kanunumuz olmaması nedeniyle yeterince yerine getiremiyor ve bu anlaşmadan yeterince istifade edemiyorduk.
Dışişleri Bakanlığımızın yabancı ülkelerden vatandaşlarla ilgili istediği askerlik, kimlik, vatandaşlık bilgileri veya o ülkelerin vatandaşlarıyla ilgili bilgilerin paylaşımında sorunlar yaşanıyordu.
Yine, Türk iş adamlarının yurt dışında yaptığı yatırımlar ve yabancı iş adamlarının Türkiye’de yaptığı yatırımlar nedeniyle kişisel veri paylaşımına ihtiyaç duyulması hâlinde, kanunun olmaması nedeniyle veri paylaşımı yapılamıyor, bu da pek çok ciddi sorunlara yol açıyordu. Bu ve benzeri pek çok ihtiyacı karşılamak gerekçesiyle bu kanun tasarısı Meclisimizin huzuruna getirildi.
Bu kanun tasarısının yola çıkış tarihi nedir biliyor musunuz? 1989. Türkiye, kişisel verileri koruma konusunda bir kanun hazırlamak üzere ilk komisyonu 1989’da kurmuş. Aradan tam yirmi yedi yıl geçmiş, bu tasarı bugün Genel Kurulun huzurunda. Çalışılmış, defalarca değişik hükûmetler komisyonları yenilemişler, komisyonlar çalışmalara devam etmiş. AK PARTİ iktidara geldikten sonra bu kanun, 2006’da Bakanlar Kurulunun gündemine geliyor, 2008’de de ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisine geliyor ancak kanunlaşamıyor, kadük kalıyor. 2011’den sonra kanun tasarısı yeniden hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisine 2014’te gönderiliyor ancak seçim nedeniyle yasalaşmayıp kadük kalıyor, yine Genel Kurulun huzuruna gelemiyor.
Şunun için söylüyorum: Bu kanun, belki de bu çatı altında görüşülen kanunlar içerisinde en uzun süre konuşulan, en uzun süre tartışılan, en uzun süre istişaresi yapılan, sivil toplumla, Avrupa Birliğiyle, pek çok kesimle bir arayış neticesinde ortaya çıkan, müzakere sonucu ortaya çıkan bir kanun tasarısıdır. O nedenle, bu tasarıya dönük “Konuşulmadan, acele bir şekilde buraya geldi.” yaklaşımı bence bu tasarının hikâyesine baktığımızda isabetli bir yaklaşım olarak durmamaktadır. Keşke her kanun bu kanun tasarısı kadar istişare edilebilse, o kadar da zamanımız olsa ama bunun kadar istişare edilen başka kanun sayısının ben çok da az olduğunu düşünüyorum.
Tasarı ne getiriyor diye baktığımızda; bu tasarı bugün gerek kamu gerek özel sektörde kişisel verileri işleyenlerle ilgili, asgari Anayasa gibi, kişisel verileri işleme kurallarını ortaya koyuyor. Kişisel verileri işleyen, aktaran gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları usul ve esasları belirliyor. Hangi kurallara tabi olarak, hangi şartlarda işleneceğini açık açık ifade ediyor. Veri işleme faaliyetini disiplin altına alacak, herkesi istediği veriyi kendi belirlediği şekilde değil, tasarıda öngörülen şekilde ve Kişisel Verileri Koruma Kurulunun belirlediği ilkeler çerçevesinde işleyecek bir disipline, Avrupa Birliği çerçevesinde bir standarda kavuşturmaktadır.
Bu tasarıyla ilgili büyük yanlışlıklar da yapılıyor. Nedir o? Birisi, bu kurumun, Kişisel Verileri Koruma Kurumunun sanki kişisel verileri işleyecek bir kurummuş gibi yanlış algısı var. Çok net ifade ediyorum: Kişisel Verileri Koruma Kurumu veya Kişisel Verileri Koruma Kurulu herhangi bir kişisel veri asla işlemeyecektir, kişisel verileri işleyecekler başkaları. Bu kurum ve kurul bunun denetimiyle ilgili ve bu konuyla alakalı şikâyet ve başvuruları denetlemek, gereğini yapmak, ilke ve esasları belirlemekle ilgili bir koruma, bir denetim, bir düzenleme kurumu ve kuruludur; bunu özellikle ifade etmek isterim.
Ayrıca, kişisel verilerin Kişisel Verileri Koruma Kurulu nezdinde veya onların uygun göreceği yerde veya Kişisel Verileri Koruma Kurumunda bir havuzda toplanması diye bir şey de söz konusu değil. Böyle bir havuz yoktur, böyle bir havuzda toplanma kesinlikle söz konusu değildir çünkü bu kurumun kanunda görevleri açıktır, bunların arasında böyle bir şey yok. Her kurum, her gerçek, her tüzel kişi işlediği veriyi koruyacak, yasaların öngördüğü süre içerisinde saklayacak mekanizmaları kurmakla mükelleftir. Böylesi bir veri deposu asla söz konusu değildir, bunu burada özellikle ifade etmek isterim.
Şimdi, “Bu kanunun getirdiği önemli ilkelerden biri, önemli yeniliklerden biri nedir?” derseniz kişisel veri sorumlusunun belli edilmesidir. Her kurumda, her tüzel kişi, her gerçek kişi kim kişisel veriyi işliyorsa orada mutlaka bir kişisel veri sorumlusu olacak. Bunun anlamı ne? Kişisel verileri işlenen kişileri aydınlatma yükümlülüğü bu kişisel veri sorumlusunda olacak. Kişisel verileri korumakla ilgili hangi kurumda, hangi yerdeyse gerekli mekanizmaları, Kişisel Verileri Koruma Kurulunun ve bu yasanın belirlediği çerçevede kurma ve önleme için gerekli tedbirleri alma görev ve yetkisi de bunda olacak.
Vatandaşlarımızdan herhangi birisi kişisel verilerle ilgili bir şikâyeti olduğu zaman, bugün kime müracaat edeceğini bilmiyor; kimin yakasından tutacak, kimden hesap soracak belli değil çünkü kişisel verilerden bir sorumlu yok. Hangi kurum işledi, Bakana mı soracak, müsteşara mı soracak, genel müdüre mi soracak belli değil ama bu yasa ilk defa vatandaşlarımıza yakasını tutacağı, hesabını soracağı, kapısını çalacağı bir kişisel veri sorumlusu getirmektedir ve bu kişisel veri sorumlusu hesap verecek, vatandaşın sorduğu sorulara cevap verecek, vatandaşımızın taleplerini değerlendirecektir, son derece önemli bir görevi ifa etmektedir.
Değerli milletvekilleri, kişisel verilerin korunması bakımından önemli olan bir husus da hukuka uygun işlenmiş olmasına rağmen bu, hukuka uygunluk sebeplerinin ortadan kalkması, işlenme amaçlarının ortadan kalkması hâlinde bu verilerin yok edilmesi, silinmesi hususudur. Kişisel verilerin ne kadar süreyle muhafaza edileceği bu kanunda yazmıyor çünkü her veri için ayrı şeyler belli olabilir, onu, Kişisel Verileri Koruma Kurulu tayin edecek ve kamuya ilan edecek, aleni olacak, kişisel verilerle ilgili sorumlular bu süre dolduğu zaman resen bu verileri imha edecek, yok edecek. Eğer imha etmez, yok etmezse ilgili kişinin talebi üzerine de ne yapacak? Bu verileri yok edecek, silecek, imha edecek. Yapmadığı zaman bunun yasal müeyyideleri var, cezaları var bu yasada.
Ayrıca, insanlarımız, kişisel verileri var mı, yok mu diye öğrenmek için, şimdi farklı yerlere müracaat imkânı var ama somut bir muhatabı yok, şimdi muhatabını bulmuş olacak. “Benimle ilgili veri var mı, varsa neler? Amacı doğrultusunda kullanılıyor mu, kullanılmıyor mu?” Bakacak, amacı dışında kullanılıyorsa onunla ilgili tazminat hakkı, suç duyurusunda bulunma hakkı, pek çok hakkı var bu yasada, kurula şikâyet hakkı dâhil, bütün bunları kullanabilecektir. Eğer eksik bilgi varsa tamamlattıracak, yanlış bilgi varsa düzelttirecek, silinmesi gereken bilgi varsa bunu sildirebilecektir, bu da son derece önemli ve yeni bir haktır, vatandaşımızın imkânlarını, kişisel verilerini daha güvenceli bir şekilde koruma bakımından son derece önemli bir fırsattır.
Yine, şikâyet ve başvuru müessesesi burada düzenleniyor. Kişisel verilerle ilgili, vatandaşımız şikâyetini kişisel veri sorumlusuna yapacak, talebini ona iletecek. Gerekli cevabı alırsa mesele yok ama netice alamazsa Kişisel Verileri Koruma Kuruluna müracaat edecek. Kişisel Verileri Koruma Kurulunun kararı bağlayıcı, onun gereği de ilgili kişiler tarafından derhâl yerine getirilecektir. Bunun için bu tasarıda güçlü bir Kişisel Verileri Koruma Kurumu ve Kişisel Verileri Koruma Kurulu kurulmaktadır.
Bu kurum idari ve mali özerkliğe sahip bir kurumdur. Kurumun bağımsızlığı sadece idari, mali özerliğe sahip olmasıyla ilgili değil, aynı zamanda bağımsız görev yapmasıyla da alakalıdır. Şu anda bu kurum Başbakanlıkla ilişkili bir kurum olarak düzenleniyor yasada.
Tam bağımsız, hiçbir yerle bağlantısız düzenleyebilir miydik? Anayasa’mızın 123’üncü maddesi idarenin bütünlüğü ilkesini düzenlediği için Anayasa’ya göre hiçbir yerle bağlı olmayan idari yapı içerisinde bir kurum kurma imkânı maalesef yoktur. Şu anda bizde bağlı kuruluşlar var, ilişkili kuruluşlar var. Bağlı kuruluşlar, esasında hiyerarşik bir yapıyla bağlılığı ifade ediyor ama ilişkili kuruluş ise hiyerarşik yapı dışında esnek bir ilişkiyi ifade ediyor. Esasında, sadece görüntüde bir bağlılığı, özde ise tam bağımsızlığı ifade ediyor. Bu kurum kendi bütçesini kendi hazırlayacak ne Maliye Bakanlığının ne de bir başkasının denetimine sunmadan doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine sunacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayından sonra da kendi bütçesini dilediği gibi harcama imkânına sahip olacaktır. Bu açıdan da bu kurum önemli bir güce sahiptir.
Kurumun Başkanı ve kurumun üyeleri bağımsız bir şekilde görevlerini yapacak. Görev süresi içerisinde üyelerden herhangi birinin görevden alınması söz konusu değil, yasa görevden alınamayacağını açık açık düzenliyor. Görev yaparken herhangi bir makam, merci veya kişinin bu kurula emir, talimat, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı açıkça ifade ediliyor. Bütün bunlar bu kurulun görevini bağımsız ve tarafsız bir şekilde yapması için yasaya konulmuş güvencelerdir. Kurumun başkan ve üyeleriyle ilgili bir suç isnadı olduğu zaman soruşturma izninin verilmesinin Başbakanın iznine tabi tutulması eleştiri konusu yapılabilir ama bu bir güvencedir. Neden güvence? Kurulun başkanı ve üyeleri görevlerini daha rahat bir şekilde yapsınlar, tarafsız, bağımsız, baskısız yerine getirsinler diye onlar açısından bir başka teminat olarak düzenlenmiştir. Bu da son derece önemlidir çünkü bizim idari yapımız içerisinde soruşturma izni genellikle zaten belli amirler tarafından verilmektedir, istisnai suçlardan da doğrudan soruşturma yapılabilmektedir.
Bu yasada önemli bir husus da istisnalar konusudur. Belki ileriki zamanda konuşulacak ama istisnalarla ilgili birkaç hususu burada ifade etmekte fayda görüyorum. İstisnalar sınırlı sayıdadır, bu istisnaları yasamızın ilgili maddesine dercederken hem bu konudaki mevcut yürürlükteki direktifi hem de önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecek olan taslak direktifi inceledik hem de AB yetkilileriyle bu konuda görüşmeler de yaptık. Bütün bunlar çerçevesinde, ayrıca mukayeseli hukuku da inceleyerek oralarda bu konular nasıl düzenlenmiş, onlara da bakmak suretiyle yasaya bu maddeyi yazdık.
Şimdi, burada deniyor ki: “İstisnalar var, bunlar herkesle ilgili kişisel verileri bu kanunun kurallarına tabi olmaksızın tutabileceklerdir.” diye bir eleştiri var, bu eleştiri şu yönüyle doğru: Bu kanunun istisnalarına bunlar tabi olmayacak ama kim bunlar? Baktığınız zaman bir tanesi Millî İstihbarat Teşkilatı. Dünyanın hiçbir ülkesinde millî istihbarat teşkilatlarının kişisel veri işlemesi konusunda sınır koyan bir ülke yok. Eğer bir ülke var, Türkiye o ülkeyi örnek almıyorsa o zaman Türkiye’yi eleştirebilirsiniz, başkaları da eleştirebilir. Dünyanın her yerinde güvenlikle ilgili, millî güvenlikle, kamu güvenliğiyle ilgili konularda istisnalar var, direktifte istisnalar var, ilgili yasalarda istisnalar var. Biz bu yasalardaki istisnalara uyduk. Şimdi, bir istihbarat teşkilatını düşünün, veriye ulaşamıyor; böyle bir istihbarat teşkilatı olabilir mi, vazifesini yapabilir mi? Onun için, bu bir zaruretten, ülkenin güvenliği için, hepimizin huzur ve güvenliği için, istihbarat teşkilatımızın görevini rahat yapabilmesi için konulmuş istisnadır.
Öte yandan, birisi, gazetelerimizin özgürce faaliyette bulunması, üniversitelerimizin araştırma yapması, TÜİK ve benzeri anket yapan yerlerin anketlerini rahatlıkla yapabilmesi için getirilmiş istisnalardır. Eğer biz bu istisnaları getirmemiş olsak üniversitelerin araştırma yapma imkânı, gazetelerin haber ve yorum yapma imkânı önemli ölçüde sınırlanmaktadır; bu onların daha rahat görev yapması için getirilmiştir ancak hem bilimsel araştırma hem basın özgürlüğüyle ilgili konuda da ayrıca pek çok kısıt da bu yasanın içerisine konmuştur. Bu istisnalar zaruretten dolayı konan istisnalardır, bunu özellikle burada ifade etmek isterim.
Sürem doluyor. Sözlerimin sonunda şunu ifade etmek isterim: Bu yasa bir fişleme yasası değildir. Bu yasa, fişlemelere son verme, fişlemenin panzehiri bir yasadır. Kim derse ki bu yasaya “Fişleme yasasıdır.” insafsızlık yapıyor, bu yasaya karşı haksızlık yapıyor, bu düzenlemeye haksızlık yapıyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ben diyorum.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Fişlemelere son vermek, insanların kişisel verilerinin haksız hukuksuz bir şekilde işlenmesini ortadan kaldırmak ve kişisel verilerin yasal düzeyde -Anayasa’da olduğu gibi- korunmasını sağlamak için bir düzen kurulmaktadır.
Bu yasanın getirdiği yeni düzenin hepimiz için, milletimiz için hayırlı olmasını diliyor…
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Hayırlı olmaz Sayın Bakan, hayırlı olmaz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – …Parlamentomuzun bu yasaya vereceği katkılara şimdiden teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Yüksel…
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – …efendim, Sayın Bakan biraz önce “Bu yasanın fişleme olduğunu söylemek insafsızlıktır.” dedi. Ben kürsüden bunu söylemiştim, 69’a göre sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Yüksel, burada herhangi bir sataşma yok, sadece “insafsızlıktır” dedi, bir görüş ifade etti. Burada 69’uncu madde kapsamında bir sataşma görmüyorum ben.
HASAN TURAN (İstanbul) – Sataşmadan söz istemek ne kadar ayıp biliyor musun? Bütün gün millete sataştın, sataşmadan söz istiyorsun.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) – Herkesi kendi gibi zannediyor, kör gibi dolmayı çift çift yiyor.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Sayın Başkanım, benim sözümün üzerine “utanmıyorlar” lafından dolayı sataşmadan sayın grup başkan vekiline söz vermeniz karşısında ben talebimde ısrar ediyorum.
HASAN TURAN (İstanbul) – Sen hareket ettin bütün gün.
ÇOŞKUN ÇAKIR (Tokat) – “Utanmaz”la aynı şey mi o?
BAŞKAN – Sayın Yüksel, şimdi bakın, Sayın Çakır’ın o zaman ortaya koyduğu birçok gerekçe vardı, bunlar 69’uncu madde çerçevesinde sataşmaya tekabül eden gerekçelerdir. “Bu yasanın, bu tasarının fişleme olduğunu söylemek insafsızlıktır.” şeklinde bir Hükûmet açıklamasını 69’uncu madde çerçevesinde sataşma olarak değerlendirmiyorum.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Takdir sizindir efendim, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ama, başka sataşmalar oldu, siz sanıyorum, onları sataşma olarak değerlendirmediniz.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) – Şahsımla ilgili…
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Daha sonra şahsı adına Zeynel Emre, CHP İstanbul Milletvekili konuştu;
ZEYNEL EMRE (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 117 sıra sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’nın geneli hakkında şahsım adına söz aldım, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tasarısı Adalet Komisyonuna havale edildikten sonraki ilk toplantıda söz aldık ve şunu ifade ettik: Bizler Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında hangi siyasi partiden gelirse gelsin, tüm yasa ve teklifleri objektif bir bakış açısıyla değerlendireceğiz ve ülkemizin yararına olabilecek her çalışmanın altına da imza atacağız.
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na Türkiye’nin ihtiyacı var mı? Evet, var. Türkiye, 1981 yılından beri bu konuyu sıklıkla tartışıyor ve özellikle 2000’li yıllardan itibaren de bu konuda yasa çıkarılması için çok defa teşebbüste bulunulmuş ancak herhangi bir şekilde yasa çıkarılmasına imkân olmamıştır.
Değerli arkadaşlar, dünyada yaklaşık 100 ülkede Kişisel Verilerin Korunması Kanunu var. Özelikle de demokrasisi gelişmiş olarak addedilen ülkeleri bir incelediğimizde hepsinde bu kanunun bulunduğunu görüyoruz, bu konuda düzenlemeler var. Tasarının genel gerekçe kısmında da bahsedildiği üzere Anayasa’mızın 20’nci maddesi, Türk Ceza Kanunu’nun 135 ve devamı maddeleri, Avrupa Konseyinin tavsiye kararları, yine Avrupa Birliğinin (95-46-EC) sayılı Direktif’i, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası güvenlik ve ticari anlaşmalar.
Yine, uluslararası bilgi paylaşımına yönelik birçok anlaşma nedeniyle Türkiye çeşitli zorluklar yaşıyor, taahhütlerini yerine getirmekte zorlanıyor. Dolayısıyla, bu kapsamda değerlendirilip hazırlanan bir yasa tasarısına, böyle bir şekilde, Avrupa Birliğinin, Avrupa Konseyinin tavsiye kararlarına uygun bir yasa tasarısı olsaydı biz de burada buna gönül rahatlığıyla destek verebilirdik.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; yasa tasarısı henüz Adalet Komisyonuna gelmeden, içeriği tam olarak bilinmeden, Komisyonda, Genel Kurulda görüşülmeden “fişleme yasası” olarak anılması, bu konuda haberler çıkması esasında bir önyargıdır. Bu önyargının en başta nedenleri üzerinde durmanız gerektiğini düşünüyorum. Neden ülkemizde yaşayan insanların önemli bir kesimi, Hükûmetin yapacağı bir işle ilgili, içeriğini bilmeden “Biz fişleniyoruz.” kaygısı taşıyor. Neden iktidar partisi milletvekillerine yönelik böyle bir güvensizlik var? Böylesine büyük bir ithamla sizi itham ettiklerini düşünmeniz gerekir. Nitekim, komisyonda görüşüldükten sonra kamuoyunun itirazlarının yani “Biz fişleniyoruz.” kaygısının bazı açılardan haklı çıktığını da görüyoruz. Bu yasa bu hâliyle çıktığı zaman kamuoyunda “fişleme yasası” olarak anılacaktır.
Biz tasarının birçok maddesine itiraz ettik, değişiklik önergelerimiz oldu. Ancak, temel olarak üç tane itirazımız var; bunlardan birincisi, yasayla birlikte kurulacak kişisel verilerin korunması kurulunun bağımsız, objektif bir anlayışla kurulamaması.
İkincisi “Verilerin tutulması veya işlenmesine ilişkin aranan ilgili kişinin rızası” hükmünün getirilen istisnalarla birlikte bir anlamının kalmamış olması.
Üçüncüsü ise muhalefetin esasında görüşmeler esnasında da birçok açıdan hak verdiğiniz konularda dahi sırf “Muhalefet ileri sürdü, muhalefet dile getirdi.” diye, istedi diye reddetmenizdir. Eğer gerçek anlamda bir demokrasiden bahsediyorsak muhalefetin varlığı, söylediklerinin önemsenmemesi, reddedilmesi, demokraside doğal dengenin bozulmasına yol açacaktır. Bu, kısa vadede bu dengeyi bozan açısından bir avantaj sağlayabilir ancak uzun vadede kaybettirecektir değerli arkadaşlar.
“Benim çoğunluğum var, ben istediğimi yaparım, en fazla parmak bende.” mantığıyla kendi pozisyonuna avantaj sağlamaya çalışan bir anlayışla çıkarılan yasaların kimseye de bir yararı olmayacaktır.
Meşruiyet, en az iktidar olmak kadar önemlidir değerli arkadaşlar. İktidarda olan siyasi rejimin, iktidarın yaptıklarının onaylanması, genel kabul görmesi, yasallığın yanında meşruiyeti de getirecektir. Tasarı bu hâliyle yasalaşır ise kamuoyunda da sürekli tartışılmaya devam edilecektir.
Şimdi, kişisel veri nedir? Belirli ya da belirlenebilir şahıslara ait her türlü belge ve bilgidir. Kişisel verilerin kayıt altına alınması ancak rızayla olur, açık rıza şart ve özgür iradeye dayanmalı. Bu söylediklerim kanunda da yer alıyor ancak kanunu bütün olarak ele aldığımızda o kadar çok ucu açık istisna var ki ucu açık gerekçelere dayanan istisna maddeleri var ki rızanın bir önemi kalmamış durumda.
Yine, kişilere ait özel nitelikli kişisel verilerin yani hassas veriler olarak kabul edilen verilerin… “Nedir bunlar?” dediğimizde… Bu, Avrupa Birliği ülkelerinin bir kısmında da var. Bizde ilave ne var, onu da söyleyeceğim. Irkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği gibi verilerin işlenmesini de çok özel şartlarda rızaya bağlamakta. Yine devam eden istisna maddeleriyle birlikte bu rızanın da bir önemi kalmamış.
Şimdi değerli arkadaşlar, bütün bunlara ilave olarak Avrupa Birliği ülkelerinin hiçbirinde olmayan bir şekilde bizde hassas veri olarak, özel nitelikli kişisel veri olarak kişilerin mezhebi ve kılık kıyafeti de bu maddeye ilave edilmiş. Şimdi, insanların mezhebinin, kılık kıyafetinin veri olarak kabul edilip tutulması, işlenmesinin nasıl bir yararı var? Bunu komisyonda da sorduğumuzda burada da doyurucu bir cevap almıyoruz. Bunun bir izahı yok arkadaşlar. Buradaki amaç nedir?
Değerli milletvekilleri, kanun tasarısına ilişkin olarak bizim Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak itirazlarımızın temel amacı tıpkı Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi bir kanunun ülkemizde de yapılabilmesidir. En temel beklentimiz kanunla birlikte kurulacak kurulun bağımsız otorite olarak oluşmasıdır. Peki, tasarıya göre nasıl? Kanunla birlikte 7 kişilik bir kurul oluşacak, bunun 4’ünü Bakanlar Kurulu atayacak, 3’ünü Cumhurbaşkanı atayacak, en az 4 yıl boyunca görevden alınamayacaklar, soruşturma izni de Başbakana bağlı. Hiçbir Avrupa ülkesinde böyle bir örnek yok. .
Zaten bunu iktidar partisi milletvekilleri de komisyonda iddia etmedi. Sayın Bakan da bu konuda düşüncesini ifade ettiğinde -tutanaklarda mevcuttur- örnekler verdi, birçoğunda meclisin seçtiğini görebiliyoruz. Biz, o konuda bir öneri getirdik, nasıl olması gerektiğini dile getirdik. Dedik ki: “Siyaset bunun içinde olmasın, 7 tane kurum belirleyelim, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, YÖK, Türk Tabipler Birliği, Barolar Birliği gibi 7 tane kurumdan 3’er ismi Türkiye Büyük Millet Meclisi nitelikli çoğunlukla seçsin.” Bizim önerimiz buydu, bağımsız bir kurulun oluşması. Burada da Cumhuriyet Halk Partisi yine yok, bizim böyle bir derdimiz de olmadı.
Değerli arkadaşlar, oluşacak koruma kurulunun bağımsız olarak kabul edilmesi toplumda böyle hissedilmesiyle birlikte aslında diğer maddelere yönelik itirazların bir kısmı da daha kabullenebilir, daha hafif itirazlar olarak kalacaktı. Bunun bizim yaptığımız itirazların, bizim yaptığımız önerinin kabul edilmemesinin ne demokraside yeri var ne parlamenter rejimde yeri var ne de sıklıkla tasarının genel gerekçe kısmında da, izahatlarda da örnekler verdiğiniz Avrupa Birliğinde, Avrupa Konseyi tavsiye kararlarında yeri var.
Değerli arkadaşlar, şimdi, kanun tasarısının geneli hakkında düşüncelerimizi ifade ettik. Burada, aslında, söyleyeceğimiz, çok daha detaylandırabileceğimiz, Komisyonda konuştuğumuz konular da vardı ama şu konunun da özellikle altını çizerek konuşmamı tamamlamak istiyorum: Burada konuştuğumuz konu bir insan hakkı aynı zamanda. Ancak en temel insan hakkı yaşam hakkıdır.
Şu anda Türkiye’de üst üste, sıklıkla terör saldırıları yaşanıyor ve bugün yaşadığımız terör saldırısı Türkiye Büyük Millet Meclisine metrelerce uzaklıkta bir yerde. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin buradaki asli görevi, bu konuda birlik içerisinde, bu saldırıların bundan sonra yaşanmaması için ne gibi önlemler alınacaksa bunların burada görüşülmesi ve bu acı olayların yaşanmamasını temenni ediyorum. Bu olayda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
Yüce heyetinizi, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Şahsı adına ikinci konuşmacı Ali Özkaya, AKP Afyonkarahisar Milletvekili.
ALİ ÖZKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca 4 Ocak 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine arz edilen 17 sıra sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı geneli hakkında lehinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün akşam saatlerinde, Eskişehir yolu üzerinde askerî araca yapılan saldırıyı şiddet ve nefretle kınıyor, bu terör olayı sonucu vefat eden asker ve polis vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralananlara acil şifalar diliyorum. Bu ve benzeri terör eylemlerini yapan ve yaptıranları, destek olanları yüce Allah’ın “Kahhar” sıfatının tecellisine muhatap olmasını temenni ediyorum.Saygıdeğer milletvekilleri, Hükûmetimizin kişisel verilerin korunmasına ilişkin bir kanunî düzenleme gereğini niçin duyduğu konusuna kısaca değinmek istiyorum. Az önce Sayın Bakanımız da bu konulara değinmişti. Her birimizin kişisel verileri değişik sebeplerle okulda, işyerinde, hastanede, ticari ilişkilerde, sivil toplumda, mesleki kuruluşlarda, kamu görevi sırasında kayıt altına alınmaktadır. İnternet’in gelişmesi ve yaygınlaşması akabinde sosyal medyanın yoğun bir şekilde hayatımıza girmesi bu kişisel verilerin hızlı dolaşımını sağlamakta, aynı anda binlerce, bazen milyonlarca kişiye ulaşmaktadır.
Ayrıca, uluslararası ilişki, ticaret ve sınır aşan suçlarla polis birimleri arasındaki yardımlaşmada bir yasaya ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu yaygın kişisel veri dolaşımı karşısında yasa koyucu kayıtsız kalamazdı. İlk defa 1989 yılında bu kanunla ilgili çalışmalar Adalet Bakanlığının değişik birimlerinde başlamış, zaman diliminde Türkiye Büyük Millet Meclisine birden çok defa gelmiş ve maalesef kanunlaşamamıştır.
Ülkemizin de üyesi olduğu OECD tarafından 23/9/1980 tarihinde Kişisel Alanın Ve Sınır Aşan Kişisel Bilgilerin Trafiğinin Korunmasına İlişkin Rehber İlkeler kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi tarafından 108 sayılı Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi 28/1/1980 tarihinde imzaya açılmış ve ülkemiz tarafından da imzalanmıştır.
Öte yandan, Avrupa Birliği tarafından 24/10/1995 tarihinde Kişisel Verilerin İşlenmesi Sırasında Gerçek Kişilerin Korunması Serbest Veri Trafiği Direktifi, 95/46 sayılı direktif yürürlüğe konulmuştur.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 135 ve devamı maddelerinde özel hayatın gizliliğinin ihlal ve ifşa edilmesi, kişilerin verilerinin kaydedilmesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme ve verilmesi fiillerinin suç olarak düzenlendiği ve yaptırıma bağlandığı aşikârdır ancak kanunlarımızda kişisel veri kavramının tanımana dair bir hüküm yoktur. Dolayısıyla tanım uygulamaya bırakılmış, hangi fiillerin suç teşkil ettiği uygulamada ciddi tereddütler oluşturmuştur.
2010 yılında kabul edilen 5982 sayılı Kanun’la Anayasa’nın 20/3’üncü maddesi değiştirilmiş ve kişisel verilerin korunması ve bu verilere erişim, bunların düzeltilmesi ve silinmesini talep etme anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin de kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmış ancak o tarihten bugüne kadar henüz bir kanuni düzenleme yapılmamıştır.
Dünyadaki teknolojik gelişmelere paralel olarak ülkemizde de yeni teknolojiler ve bunların sunduğu olanaklar yakından izlenip hızla uygulamaya geçiliyor. Gelişen teknolojiyle paralel olarak çeşitlenen yeni iletişim araçları ve sosyal medya ortamları nedeniyle kişisel verilerin korunması ve tedbir alınması gereken bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pek çok kişi araştırma yapmak, iletişim kurmak, sosyal ağlarda yer almak, ekonomik etkinlikte bulunmak ya da yalnızca eğlenmek için İnternet’e bağlanıyor. Sosyal medya hesabı olmayan genç hemen hemen yok gibi. Artık bir kişinin akıllı cep telefonunun olması kural, olmaması istisna hâline geldi. Bir kişinin sosyal medya hesabındaki bilgiler gelişmiş bir istihbarat teşkilatının uzun çalışmalar sonucunda ulaşabileceği bilgilere eş değer oluyor. Bu sosyal ağlar sayesinde kişilerin o anda, nerede, kiminle bulunduğuna ve hatta ne düşündüğüne ilişkin bilgiler olanak dâhilindedir. Bizim de, daha iyi hizmet sunmak için görüşmelerimizde kurumsal ve kimi alanlarda güvenliğin sağlanması, suçluluğun önlenmesi gibi amaçlarla görüntülerimiz, doğru teşhis için en mahrem sağlık bilgilerimiz, alışverişte kullandığımız kartlar aracılığıyla beğenilerimiz ve harcama tercihlerimiz, iş yerlerine, yurtlara ya da spor kulüplerine giriş çıkış saatlerimizin izlenmesi ve girişimizin, iznimizin olup olmadığının belirlenmesi için biyometrik verilerimiz kayıt altına alınmaktadır.
Bu noktada sorulması gereken ancak ihmal edilen soru şu… Devlet ve özel teşebbüsün her geçen gün biraz daha gelişen, yaygınlaşan ve çeşitlenen araçlarla topladıkları bu bilgilerin daha sonra nerelerde, kimler tarafından kaydedildiğini, hangi amaçlarla ne kadar süre kullanıldığını, hangi işlemlerden geçirildiğini bilmek hakkımız. İşte, bunları bir kanunla düzenlemek en önemli görevimiz.
Değerli milletvekilleri, az önce, saygıdeğer milletvekillerimiz, muhalefet partisi milletvekilleri bu kanunla ilgili bir kısım eleştirilerde bulundu. Hem alt komisyonda hem ana komisyonda saygıdeğer muhalefet partisi milletvekillerinin itirazlarını, eleştirilerini özellikle dikkate aldık. Hem Sayın Bakanımız hem de Adalet Komisyonu birçok öneriyi kanunun değişikliğine esas aldı ve kanuni düzenlemeye geçirdi. Bilhassa istisnalarla ilgili hüküm, özel 6’ncı maddedeki az önce eleştiri konusu getirilen hükümler. 6’ncı madde özel amaçlı kişisel verileri düzenlemekte. Az önce söylediğimiz gibi bu kişisel veriler en çok söylenen “Efendim, mezhebi neden var?” Anayasa’nın 10’uncu maddesinde sayılan kavramlar ve ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun 135 taksim son maddesindeki sayılan kavramlar ve tanımlar buraya derç edilmiş durumda.
Geçmişte hepimiz çok iyi hatırlamaktayız. Bir sayın Cumhurbaşkanı atanacak bir müsteşarın, bir valinin, bir genel müdürünün eşinin kılık kıyafet tercihiyle ilgili hususlarda kapıcıdan, mahalle bekçisinden veya bakkaldan kişisel verileriyle ilgili bilgi toplayıp kayıt altına aldırdığı hepimizce malumdur. Burada çok önemli bir düzenleme getiriliyor. Prensip itibarıyla özel kişisel veriler kaydedilemez. Kanunen kural olarak yasaklanıyor.
İstisna olarak kayıt için üç tane önemli kural getiriliyor. Bir, kişinin açıkça rızası olacak. Açıkça rıza olursa bu kişisel verileri kaydedebileceğiz, aksi hâlde kaydedemeyeceğiz.
İkincisi, kanunlarda yine açıkça hüküm bulunacak. Kanunlarda hüküm bulunmazsa yine kaydedilemez.
Bunun dışında kanunun (b) fıkrasında sayılan ulusal güvenlik, sağlık sebepleri, kamu güvenliği, diğer kişilerin hak ve hürriyetlerinin korunması gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8/2’nci maddesinde de sayılan istisna hükümleri çerçevesinde burada bir düzenleme yapıldı. Bu kişilerin haklarını daha çok koruyan bir düzenlemedir ve bu hükümlere özel kişisel verilerin düzenlenmesine aykırı davranışlar Türk Ceza Kanunu’nun 135 ve devamı maddelerinde ceza hükümleriyle müeyyide altına alınmış ve burada kişiler özellikle korunmuştur.
Bir diğer konu: Bu kuruma atamanın Meclis tarafından yapılması. Meclisin malum ki en önemli iki görevi vardır. Biri yasama, diğeri denetimdir. Yasamayla ilgili, Anayasa’da ilgili açık hüküm olmadığı müddetçe bu kuruma, Meclise atama yetkisi verilemez. Daha önce Ombudsmanlık Kanunu’yla ilgili getirilen düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve Meclisin seçmesinin mümkün olmadığı, Anayasa’da hüküm bulunduğu müddetçe seçmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bu itibarla bir kişiyi Meclis atar ise o kişi özerktir, bağımsızdır; Hükûmet atarsa, Sayın Cumhurbaşkanı atarsa bağımsız değildir, özerk değildir. Bunu kabul etmek mümkün değil.
Burada, Anayasa’nın 138’inci maddesindeki gibi, âdeta kurul üyelerine bir hâkim teminatı verilmiş, hiçbir organ, makam tarafından emir, talimat verilemeyeceği, telkin ve tavsiyede bulunamayacağı ve süresinden önce de görevden alınamayacağı getirilmiştir. Bunlar açık bir şekilde kurulun bağımsızlığı için çok önemli bir kanuni düzenlemelerdir, âdeta Anayasa’daki hâkim teminatı gibidir. Bu ve benzeri hususları dikkate aldığımızda, bugün düzenlenen ve hayatta var olan, sürekli dolaşım altında bulunan kişisel verileri bir kanuni çerçevede düzenlemek ve bunu korumak zorundayız. Aksi hâlde, Türk Ceza Kanunu’nun 135’inci ve devamı maddelerinin bir kısmında düzenlenen ama birçok kısmında düzenlenemeyen hükümler karşılıksız kalacak ve onlara cezai yaptırım uygulanamayacak. Dolayısıyla, kişisel verilerimiz korunamamış olacaktır. Bu kanunun ve bu kurumun ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Soru bölümünde söz alan CHP milletvekili Mahmut Tanal ise şunları söyledi;
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakanım, bu kişisel verilerin korunmasına ilişkin kurulun 4 üyesi Bakanlar Kurulu tarafından seçilmekte, 3 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekte ve aynı zamanda, başkan ve başkan yardımcılarını da Bakanlar Kurulu seçiyor. Bu üyelerin soruşturması da Başbakanın iznine bağlı. Bir yandan da biz diyoruz ki bu kurul özerk ve bağımsızdır. Bu nasıl özerk ve bağımsız?
İkinci soru da: Bu düzenlemeyle Türk Ceza Kanunu’nda suç sayılan eylemlerden suç olmaktan çıkardıklarınız nelerdir?
Üçüncü bir soru: “Yıllık faaliyet raporlarının Cumhurbaşkanına sunulması şeklinde…” deniliyor. Anayasa’mızda Cumhurbaşkanının yetki ve göreviyle ilgili böyle bir düzenleme yok. Böyle bir düzenlemeyi getirmeniz Anayasa’nın hükümlerine aykırılık teşkil etmez mi?
Bekir Bozdağ bu suallere şöyle cevap verdi;
“Sayın Tanal’ın üye seçimine ilişkin kısımdaki sorularına ve bununla bağlantılı sorularına gelince, üyelerin seçime konusunda Avrupa Birliğine üye ülkeler içerisinde tek bir usul yok. Bazılarında kral atıyor, bazılarında hükûmet atıyor, bazılarında meclis seçiyor, bazılarında karma bir yapı var, yani her ülke kendisine göre farklı bir yapı tercih etmiş. Biz de Türkiye olarak bu meseleyi incelerken Türkiye’deki bu tür kurullara da baktık, EPDK gibi, BDDK gibi diğer pek çok kurullar var Türkiye’de geçmişte kurulmuş, bunların oluşumuna da dikkat ettik ve bunların hepsinin atanma usulünde Bakanlar Kurulunun rolü açıktır. Burada sadece Sayın Cumhurbaşkanına ilk defa verilmektedir, bu da normal bir şeydir, bunun Anayasa’ya da herhangi bir aykırılığı söz konusu değildir, bunu buradan ifade etmek isterim.
Tabii, TCK’da suç olmaktan çıkarılan bir madde var mı? Şu anda bu kanunla TCK’dan suç olmaktan herhangi bir madde çıkarılmıyor, bunu çok açık, çok net bir şekilde ifade ederim. Ayrıca, hassas verilerin cezası artırılıyor.
Gecenin 11:30’u olan bu noktadan sonra, Başkan “Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum” dedi ve kabul olunduğu için buradan sonra maddeler görüşülecek. Bugünlük kanunla ilgili gelişmeler bu noktada durdu.
[1] Kişisel Verilerin Korunması Kanununun Tarihçesi ve Analizi – III