Duayen teknoloji gazetecilerinden olan Serhat Ayan, 4 yıldır Sputnik Radyo’da “Yeni Şeyler Rehberi” adında bir program sunuyor ve bize yeni şeyleri anlatıyor. İçinde bulunduğumuz hafta 500.programını beraber kutladık. Son 5 yıla dair konuları konuştuk.
Bu vesileyle hemen hemen (bence) tek teknoloji radyo programı olan Yeni Şeyler Rehberi’nde neler görüp, yaşadığını Ayan’a sorduk.
Kayıtlara geçmesi için soruyorum. Programınızın adı ne, ne zaman başladı ve içeriği nedir?
Yeni Şeyler Rehberi, 2018 yılının Ocak ayında yayın hayatına ilginç bir biçimde başladı: Aslında sabah drive time kuşağında bir programın editörlüğü için konuşmuştuk radyoya ilk geldiğimde. Radyo yönetiminin “bir teknoloji programı yapılsa ne güzel olurdu” söylemiyle hemen o hafta hayata geçtik.
Bir teknoloji programı yapalım deyince hemen herkesin aklına gelen en iyi fotoğraf çeken cep telefonunu anlatmak, en ucuz bilgisayarı nereden bulacağımızı konuşmak oluyordu. Ancak teknoloji bu değildi, hiçbir zaman da bu olmadı. 1990’ların başında başladığım gazetecilik ve teknoloji yazarlı hayatımda elde ettiğim bilgi birikimi bana bunun teknoloji yazarlığı olmadığını öğretti. Cihaz tanıtımı yapmak yanlış bir şey değil, küçümsemek de yanlış bunu. Ama salt bunu yaparak kendini teknoloji yazarı olarak tanımlamak yanlış. Teknolojinin o kadar çok açılımı var ki…
Bu bakış açısıyla biz Yeni Şeyler Rehberi’ni sağlıktan mimariye, iletişimden hukuka, regülasyonlardan girişimlere kadar geniş bir yelpazeyi belirledik. Hayatın her alanında içinde teknoloji olan her şeyi konuşma kararı aldık ve bunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Şu anda Türk radyolarında başka bir teknoloji programı var mı?
NTV, Açık Radyo, TRT, Habertürk ve CNNTürk gibi kimi radyolarda dönemsel olarak teknoloji yayınları oluyor. TRT genelde bu tip yayınları farklı dikeyler kapsamında (tıp, yapay zeka gibi) ele alarak yapıyor.
Ama kanallarda bunun kalıcı olması, uzun zamana yayılan bir yapıya sahip olması imkansız. Bunun iki sebebi var: Birincisi, teknoloji konusu basının en hızlı vazgeçtiği alan. İkincisi yıllarca bu alanda kalıp hayatını sürdürmek istemiyor kimse.
Şu anda bazı ekonomi programları ve girişimcilik temalarının da kendini teknoloji programı olarak nitelemesi sonucu sayısı ve boyutu bilinmeyen bir takım programlar var…
Bu hafta 500. Programı sundunuz. Yani 250 haftadır yayındasınız. Bunun anlamı nedir? Herhalde Türk radyolarındaki en uzun soluklu teknoloji programı bu. Alışkanlık yaratmış olmasını, bu kadar sürdürülebilir olmasını ve dinlenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçekten de teknoloji yayınlarında uzun soluklu olmak çok zor. Bunu gazetelerin teknoloji köşelerinden de görebilirsiniz, televizyonlardaki teknoloji yayınlarından da… Bir şekilde hemen hepsinde bizzat çalışma imkanı yakaladığım için bunu net bir biçimde söyleyebilirim.
Radyoda uzun soluklu olmak özellikle çok zor: Birçok farklı faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Şöyle sayayım faktörleri: Yayını yapan kişinin çok donanımlı olması gerekiyor. Çünkü radyo sizin güzel gülüşünüz ya da ekranın bir ucundan diğerine uçan görsellerinizle seyirciyi konuya çekebileceğiniz bir yer değil. Radyoda sadece sesiniz ve fikirleriniz var.
İkincisi radyo diğer medyaya kıyasla çok daha az kazanan bir yapı. Dolayısıyla ya gerçekten radyocu olmak isteyen insanlar orada çalışır para kazanmak isteyenler değil.
Üçüncüsü yine ikinci madde ile bağıntılı: Radyo çok para kazanamadığı için genelde programcılarından kendilerine para kazandırmasını isterler. Dinleyici için içerik yerine reklam getirecek şeylere yönelmesini isterler. Bu dengeyi halletmek gerçekten çok zordur.
Benim radyo maceramda birçok önemli faktör bir araya geldi: Radyo yönetimi ile her zaman pozitif çalıştık. Radyoyu çok seviyorum. Rutinden nefret ediyorum. Gerçekten çok merak ediyorum bir sürü şeyi ve onlar konusunda birilerini çağırdığım ve sorular sorduğum zaman dinleyicinin çok hoşuna gidiyor.
Ama bence devamlılığı sağlayan en önemli şey diğerlerini konuşturmak oldu. Öyle bir dünya yarattık ki insanlar buraya çıkınca kendilerini ifade edebileceklerini gördü. O yüzden de çıkmayı çok istediler. Çok çıkmak isteyen çok kişi olunca, dakikalar daha önemli hale geldi ve bu yüzden de yayına çıkanlar gerçekten önemli şeyler söyleyerek kendilerinin ne kadar değerli olduğunu göstermek için bir içerik yarışına girdi.
Bence dinlenmesi ve uzun soluklu olmasının ardında daha güzel içerik vermek isteyen konusunun uzmanı kişiler var… Bir de çok çalışmak, kan ter ve göz yaşı tabi…
Aynı kapsamda soralım. Herhalde bu kadar sürdürülebilir olmasının önemli bir nedeni, program öncesi hazırlıklar. Ne tür hazırlıklar yapıyorsunuz?
Programdan önce gerçekten çok okuma yapıyorum. Mesela bana gönderilmiş bütün basın bültenlerini konusundan bağımsız sonuna kadar okuyorum. Deterjan bülteni de olsa, üniversiteye hazırlık bülteni veya sağlık bülteni de olsa sonuna kadar okuyorum.
Kendi kendime geliştirdiğim bir oyun var: Mesela o bülteni bana bir gizli örgüt göndermiş olsa ve hayatım o bültenden çıkarmak zorunda olduğum bir konuya bağlı olsa ne yapardım diye düşünüyorum. Bu bakış açısı çok eğlenceli herkese tavsiye ederim.
Konuyu seçtikten sonra mutlaka o konunun uzmanını bulmaya çalışıyorum. İlgili kişiyi bulduktan sonra zamanlama konusu devreye giriyor. Dinlenir bir yayın yapmak için doğru konuların bir araya gelmesi gerekiyor. Mesela bir programa dört tane sağlık konusu koyarsanız sıkıcı olur. O yüzden farklı konuları zamana yaymaya çalışıyorum…
Ama yine en önemlisi konuların sıralaması oluyor. Farklı tarz ve istekteki dinleyicilerin ilgisini yukarıda tutabilmenin en önemli yolu konuları tempoyu düşürmeyecek şekilde dağıtmak oluyor.
Bunların hepsi program gününe kadar yaptıklarımız. Bir de program günü yaptıklarım var: Program günü en önemli işim konukları aramak oluyor. Programı yapan kişinin program öncesinde konuklarını araması çok önemli: Çünkü konuklar stresten kurtuluyor. Bir yayına çıkan kişinin o ya da bu sebepten dolayı stresli olması o yayını çekilmez hale getiriyor. Programdan iki saat önce konukla iki dost gibi konuştuğumuzda yayın çok daha iyi oluyor gerçekten…
Program konukları nasıl seçiliyor?
Şirketler veya sözcüler seçilirken genelde prestij faktörü ön planda tutulur. Mesela bir gazeteci bir şirketten bilgi alacaksa o kurumun en prestijli insanını çağırır yayınına. Bu ya şirketin tepe yöneticisi olur ya da yönetim kurulundan bir isim.
Bu radyoda böyle olmaz. Konuştuğunuz kişinin kesinlikle konusuna hakim biri olması şart. Çünkü gazetedeki gibi size isim verilerek gönderilmiş metin üstünden gidemiyorsunuz. Konuştuğunuz kişinin bilgili ve konuşabilir bir kişi olması gerekiyor.
Bunun dışında Yeni Şeyler Rehberi’ne özel bir konuk seçimimiz var: Büyük ve zengin şirketlerin değil, geleceği olan ve bu ülkeye arkasına büyük güçler almadan katkı verebilenleri yayına çağırıyoruz.
Ama en önemlisi, gerçekten bir şeyler yaratmış olanları programa çağırıyoruz. Kaynak bulması gerekenleri, tanınması gerekenleri.
Teknoloji yayıncılığında (internet, radyo ya da basılı) bana göre önemli bir eksiklik, firmaların bu kanalları kullanmayı beceremiyor olmaları. Teknik insanların sosyal yönünün eksikliği bir neden olabilir, bir başka neden de, ülkemizdeki —özellikle teknoloji alanındaki— PR firmalarının, halkla ilişkilerin mantığını kurmak yerine, basında 3-5 haber bastırmak şeklinde bir strateji izlemeleri diye düşünüyorum. Bu fikrime katılır mısınız? Ya da sizin izleniminiz nedir?
30 seneyi aşkın süredir gazetecilik ve iletişim işleriyle uğraşıyorum. Bunun bir bölümünü PR ajansı, bir bölümünü ise büyük kurumların içindeki iletişim işlerinde geçirdim. Yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda ders verecek seviyede değilim belki ama neyin doğru neyin yanlış olduğunu çoğu kişiden iyi bilecek seviyedeyim.
Şirketlerin bugünkü mevcut durumda iletişim yapabildiğini söylemek çok büyük bir yanılgı olur. Bunun için arkasına saklanacak bahaneleri var evet: Mesela yazacak gazete kalmadı, çıkacak program kalmadı, reklam verecek yer kalmadı… Bunların hepsi sığınılacak bahaneler ama ben size şöyle ilginç anekdotlar vereyim: Mesela bir iletişimci şirketinin beni çok sevdiğini ve programı yakından takip ettiğini; programa çıkmayı çok istediğini söylüyor. Ciddi bir sürecin ardından tamam diyoruz ve uygun tarih arayışına giriyoruz. Ama iletişimci iletişimciliğini gösterip programın tanıtımını istiyor sizden. Ama siz istediniz çıkmayı çok sevdiğinizi söylediniz… Yok siz tanıtmalısınız onu…
Basın bülteni gönderiyor iletişim ajansı. Diyorum ki bu bülteni yayına çıkıp anlatacak biriyle konuşmamız mümkün mü… Cevap hayır. Çünkü bülteni yazıp onaylayacak biri var ama anlatacak biri yok. Koca şirketin içinde şirketin ana iştigal alanını dillendirebilecek biri yok.
Büyük büyük şirketler… İktidara ne kadar yakın olurlarsa kendilerini anlatmaktan o kadar uzak oluyorlar. Çünkü onlar iletişimi ne yaparlarsa yapsınlar zafer çığlıklarıyla yazan bir basına sahipler. Kimse onların ne yaptığıyla ilgilenmiyor bile, aslolan iktidara ne kadar yakın oldukları. Yaptıklarını yayına almak istiyorum. Maile cevap bile gelmiyor. Yani mailini okuduk ama malum durumlar filan demek değil, görmezden gelmekten bahsediyorum.
Ha bu konuda görmezden gelen ajanslar hemen akabinde bir başka şirket için sizin kapınızı çalıyorlar sonrasında fütursuzca. Yani mail ulaşmıyor değil. Hazır sorularla gidip şunlara cevap versenize diyorum. Biliyorlar ki soruların cevaplarını “yaşasın o şirkeeet” diye nağralar atarak anlatmayacağım. Onlar da ona alışmış o yüzden kapınızın önünden geçmiyorlar.
Bu arada sizi görmezden gelen o iletişim firmaları, beraber yiyip içtiğiniz, gazeteciyken daha iyi bir yerde çalışması için kefil olduğunuz, zamanın iktidarının haksızlıklarına karşı beraber mücadele ettiğiniz kişiler.
En ilginç İletişim konularından biri, iletişimcilerin şirketlerle oturup ciddi ciddi konuşmuyor olması. Gerçekten de bunu buram buram hissediyorum. Bazı şirketlerle konuşurken öyle konular çıkıyor ki şaşırıp kalıyorum. Bunları neden konu yapmadınız diye soruyorum. “Sizce o kadar önemli mi bunlar” diye soruyorlar şirkettekiler. Bunları ajanslarıyla hiç konuşmamış olduklarını anlıyorum. Çünkü ajans onların verdiği başlıkları bülten yapıp gönderim mekanizmasıyla yollayanlardan başka bir şey değil.
Ama en önemli şeylerden biri de sorunuzda belirttiğiniz farklı kanallar ve farklı iletişim olayı. Ne yazık ki iletişimciler sadece tek iş yapmak istiyorlar. Gazeteye de, TV’ye de, internet sitesine de aynı iletişimi yapıyorlar. Siz radyo olarak karşılarına çıktığınızda mavi ekrana düşüyorlar, öyle bir konseptleri yok çünkü.
Bir de sizin programınıza çıkmayı çok isteyen ama yüz yüze iletişimlerde Instagram meşhurlarını tercih eden bir “gerçek yeteneksiz” iletişimci güruhu var ki… Onlar hakkındaki fikirlerimi yargılanmadan ifade edebilmeme imkan ve ihtimal yok.
Bu 500 hafta içinde yaşadığınız ilginç olay ya da olaylar var mıdır?
Gerçekten çok şey yaşadık şu geçen zaman dilimi içinde. Ama 30 küsur senede yaşadıklarımızla hep paralellik içeriyor. Mesela yayına çıkarılmak istenen sözcünün iyi hazırlanmaması temel sorunlarımızdan biri: Siz sorular çıkarmışsınız konu çıkarmışsınız bu konuda sözcü istemişsiniz. Sözcü sizin gönderdiğiniz hiçbir şeyi okumamış sorduğunuz sorular karşısında mavi ekrana düşüp o haftaki derbi maçı konuşmakta ısrarcı oluyor.
Veya radyoya çıkacağının, radyoya çıkınca farkına varan konuklar: Bir konukla konuşurken bir anda sesi kesildi. Ne oluyor derken uçtu gitti konuk… Sonrasında telefonla konuşunca öğrendik ki strese girmiş radyoda konuşacak diye… Telefonu kapatmış.
Radyoya çıkmak için ne kadar para vermesi gerektiğini soranlar: Bir ülke düşünün ki kimse yapması gereken şeyi yapmıyor. Şirketler iletişim yapmıyor, reklam vermiyor. Basın zaten tanıtması gereken adamları tanıtmak için ekstra para istiyor. Bunun sonucunda ne oluyor? Her gelen yayınınıza çıkmak için ne kadar vermeliyiz diye soruyor. Gerçekten para vermeden iletişim yapacaklarına ikna etmek ciddi bir zaman alıyor.
Hitap etme problemi en büyük sorunlarımızdan biri. Düşünün son 40 yılınızın beraber geçtiği bir arkadaşınızın uzmanlığına danışıyorsunuz ve birbirinize bey diye hitap ediyorsunuz. Olması gereken bu çünkü öylesi daha güzel. Ama bir şirketin genel müdürü “bak şimdi Serhat kardeş” diye giriyor lafa. Çünkü o genel müdür, ben ise değilim. Bir de sesim onunkinden daha genç geliyor olabilir. Ama aslında ondan 7 yaş büyüğüm.