Tuhaf çelişkiler çağındayız. Neredeyse bütün dünyada iyi eğitimli, orta ve yüksek gelir sahibi insanlar çoğunlukla kendilerini siyasi arenanın “solunda” tarifleyip kaybedecek çok şeyleri olanların muhitlerinden başlayan bir “dönüşüm” hayal ederken, toplumsal piramitin dibinde kalıp yoksayılan ve giderek çoğalan insanlar “bu kader!” şiarıyla varolan “sağ”da toplanıp yoğunlaşıyor.
İnsanın bilinen tarihinde hiç bu kadar veriye sahip olmamıştık ama bu kadar da sırtımıza dönmemiştik bilgiye.
Coğrafi uzaklıkları neredeyse sıfırlayan ulaşım ve iletişim teknolojilerine sahibiz ama hiç bu kadar klanlara ayrışmamıştık…
Benzer bir tuhaflık üretim, ekonomi ve siyaset ekseninde de oluşmaya başladı. ABD’de yapılan son başkanlık seçimlerinde, yakın zamanda gelişen yeni teknoloji dünyasının -silikon vadisi sakinlerinin- büyük bir çoğunluğu demokratları desteklerken, eski dünyanın büyükleri, kömürcüler, kirleten enerji üreticilerinin çoğunluğu ise cumhuriyetçileri -son seçimde özellikle koşturarak Trump’ı- destekledi, destekliyor.
Bu durum, söylem düzeyinde, normal görünebilir. ABD’li şirketlere “ABD için ABD’de üretin” diyerek yeni teknoloji şirketlerini bugün bulundukları yere getiren küreselleşmeden bir anlamda vazgeçmeye davet ederken, seçim öncesi Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmeyi vadedip, seçilir seçilmez de yerine getiren bir Başkan’ı kömürcülerin canla başla desteklemesi; öngörülemez değil. Ama bu bakış açısı yeterli mi?
Enerji üretim ve tüketimi, giderek ivme kazanan çevre bilincine rağmen yıldan yıla artıyor. Bir anlamda, çevreye dair gelişen farkındalık ve “iyi uygulamalar” küresel ısınmanın bir numaralı sebebi olan karbon emisyonlarının artmasını durduramıyor, yenilenebilir enerji tüketiminin toplam üretim içindeki payı yükselmesine rağmen karbon salınımı da artmaya devam ediyor. Üstelik artış sadece “bilinçsizlikle” suçlanan, uluslararası anlaşma süreçlerini engellemekle suçlanan gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişen ülkelerde de görülen bir durum.
Daha çok uçuyoruz, daha çok araba var, Dünya’da daha çok insan besliyoruz. Ama bir yandan teknoloji sürekli yenileniyor, verimlilik artıyor; yani enerji tüketimindeki artışın bir başka sebebi olabilir mi?
Tam da bu noktada, yakın zamandaki bazı skandallara kadar herkesin çalışmak için can attığı, kamuoyu güveninin oldukça yüksek olduğu, olumlu değerlerle, bazen de gereksiz bir şekilde özgürlük kavramı ile birlikte anılan modern çağın büyüleyici teknoloji şirketleri olan Microsoft, Apple, Google, Facebook ve Amazon’lara biraz daha dikkatle bakmak iyi olabilir.
Yaşamımızı “oldukça kolaylaştıran” bu devasa büyüklüğe erişmiş şirketler, enerji tüketimini arttıran bir süreci tetikliyor olabilirler mi?
Teknoloji ve bağlantılı çevreler tarafından pek sevilen “bulut” lafının arkasında ne gibi bir “fizikileşme/somutlaşma” var? “Verinizi bulutta saklayın, dertten, tasadan kurtulun!” derken ne demek istiyoruz?
Yalın bir şekilde ifade etmek gerekirse, bulut teknolojisi, mümkün olduğunca çok verinin “veri merkezi” olarak tanımlanan, bu işe özel olarak kurulmuş, binlerce sunucu barındıran yerlerde saklanması, işlenmesi anlamına geliyor, diyebiliriz. Yani, bulut derken veriler sanal bir yerde değil, bu iş için kurulmuş şirketlere ait fiziki veri merkezlerinde tutuluyor.
Google hesabınız var, tüm verilerinizi “bulutta” saklıyorsunuz. İnternete bağlanıp Google hesabınıza girdiğinizde, somut bir ağ üzerinden Google’a ait veri merkezine erişiyor, orada saklanan dosyalarınız üzerinde çalışıyor, işiniz bittiğinizde de kaydettiğiniz veriler Avrupa’da genelde İrlanda’da bulunan veri merkezinde saklamış oluyorsunuz.
Bir sektör temsilcisinin “Önünde akıllı kavramı olan her şeyin ardında bir veri merkezi vardır” olarak ifade ettiği, yaşamın geleceği olarak “kaçınılmaz” bir olgu söz konusu. İnsan olarak sadece 100 yıl öncesinde göre bile inanılmaz büyük ölçekte veri ürettiğimiz gibi ürettiğimiz bütün veriyi saklama imkanına da sahibiz. Bu eğilimin tersine dönmesi, yeni bir buzul çağına girmediğimiz taktirde mümkün değil.
2019 verilerine göre her gün 500 milyon tweet atılıyor, 294 milyar e-posta, 65 milyar whatsapp mesajı gönderiliyor, Facebook’da 4 petabayt veri oluşturuluyor, 3.5 milyarı Google’da olmak üzere toplam 5 milyar arama yapılıyor, Instagram’da 95 milyon fotoğraf ve video paylaşılıyor.
Bu şekilde gittiğinde 2025 yılında günde 212.765.957 DVD doldurmaya yetecek veri oluşturulması bekleniyor ve neredeyse üçte biri sosyal medyada üretilen bu verinin “akıllanabilmesi” için fiziki veri merkezlerinde depolanması, tutulması, dağıtılması, yani işlenmesi gerekiyor. Bu noktada, olay farklı bir alana yöneliyor.
Yakın zamanda yayımlanan bir makalede, Dünya’nın sayılı “vergi cennetlerinden” olduğu için düşük vergi avantajından yararlanmak isteyen teknoloji şirketlerinin üs olarak benimsediği İrlanda’nın aynı zamanda veri merkezi yatırımlarının da merkezi olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, İrlanda’daki veri merkezi sayısındaki patlamanın iklim değişikliği mücadelesini baltalayıp baltalamayacağı sorusu ortaya atıldı.
İşin düşünmediğimiz ama ihmal edilemeyecek önemde olan kısmı şu ki; onca verinin sağlıklı bir şekilde tutulabilmesi için belirli bir iklim, sıcaklık koşulları ve bunun için de 7/24 çalışan bir sistem gerekiyor. Bu da enerji, demek. Ama ne kadar enerjiden bahsediyoruz?
Makalede anlamayı kolaylaştıran bir örnek var; Youtube’da yer alan “despacito” şarkısı 5 milyar izlenme sayısına ulaştığında harcanacak enerji 40 bin ABD hanesinin bir yıllık enerji tüketimine eşdeğer (Şu anda bu şarkı Youtube’da 6.5 milyardan daha fazla izlenmiş!).
Verilere göre, şu anda Dünya enerji tüketiminin %2’si veri merkezleri tarafından gerçekleştirilirken, bu oranın 2030’da %8’e ulaşması bekleniyor. İrlanda için durum daha da ilginç; 2028’de İrlanda enerjisinin %28’nin veri merkezleri ile büyük kullanıcılar tarafından tüketilmesi bekleniyor. Bu da yeni enerji altyapı yatırımları ile artan karbon emisyonları demek.
İrlanda’nın beklenen tüketimi son derece yüksek olmakla beraber, Dünya çapında veri merkezlerinin enerji tüketiminin bu kadar yükselmesi -ki belki de yapay zeka çalışmaları vb süreçlerle tahminin çok çok ötesinde bir enerji ihtiyacı da ortaya çıkabilir önümüzdeki süreçte- sektörün en fazla enerji talep eden/tüketen sektörlerden birisi olması anlamına geliyor.
Sorunun bir süreden bu yana farkında olan teknoloji devleri, ihtiyaçlarını yenilenebilir enerji kaynaklarından temin etmek, veri merkezlerini soğuk iklime sahip yerlere taşımak, hatta su altında veri merkezleri kurmak dahil çözüm üretmeye çalışıyorlar. Ama gelinen noktada bu çabaların ciddi bir sonuç verdiğini söylemek mümkün değil.
Teknoloji şirketlerinin kamuoyundaki pozitif algıları, “çılgın” gençlerin kurduğu “sempatik” şirketler olmaktan çıkıp karşılarına çıkan her şeyi yutan tekellere dönüşmeleri, kendi çıkarları için demokrasiyi tehlikeye atan uygulamalara öncülük etmeleri, açtıkları pandoranın kutusunun tehlikelerine karşı esaslı hiçbir tedbir almadıklarının ortaya çıkması, başlangıç ve gelişimi kamu paralarına dayalı olmasına rağmen, bugün mümkün olan en az tutarda vergi ödemek için vergi cennetlerine yönelerek toplumsal dayanışma ve paylaşımı hiçe saymaları ile epey yıpranmıştı. Buna Dünya’nın kirletilmesi, küresel ısınma süreçlerine olumsuz bir şekilde katkıda bulunulması da eklenirse; yaşamlarımızı kimlere emanet ettiğimizi daha ciddi bir şekilde düşünmeye başlar mıyız?
[1] YKY Kültür : Uygarlıkların Batışı
[2] Trump Can’t Save Coal Country
[3] CO2 Emissions Will Break Another Record in 2019
[4] Amazon beats Apple and Google to become the world’s most valuable brand
[5] Smart TVs Phones Whats Behind Smart Devices
[6] Dünyada her gün ne kadar veri hangi kaynaklardan üretiliyor?
[7] Why Irish data centre boom is complicating climate efforts
[8] ABD’den AB’ye Apple öfkesi: Şirketlerimizi kasten hedef alıyorsunuz