Bu yazının ilk bölümünü Ulusal Telekomünikasyon Politikası Oluşturmak-1 başlığı altında okuyabilirsiniz.
UMTH serbestleşmesinin fiilen neden gerçekleşemediği incelendiğinde, esasen farklı konu başlıklarını oluşturan Türk Telekom özelleştirmesinin gerçekleştirilememiş olmasının serbestleşmeyi nasıl etkilediği ortaya çıkmaktadır.
Sadece basit bir değerlendirmeyle, Türk Telekom ünvanının sonunda “A.Ş.” ibaresi yer almasına rağmen gelirleri hazineye aktarılan bir devlet kuruluşudur. Diğer piyasa aktörlerini Türk Telekom’a karşı koruyacak ve aralarındaki çıkabilecek anlaşmazlıkları adilane bir şekilde çözecek olan ve teknik olarak bir bağımsız idari otorite olan Telekomünikasyon Kurumu da bir devlet kuruluşudur ve bu iki kurum arasındaki bu organik bağ Telekomünikasyon Kurumu’nun, Türk Telekom’a gerekli müdahaleyi yapmasına engel oluşturmaktadır.
Üçüncü gündem maddesi ise Turkcell ve Telsim’in hisse satışları ve/ veya şirket devirleridir. Yukarıda iki konuda varılan sonucun aksine, Türkiye’nin GSM alanındaki karnesi incelendiğinde (marka ya da değer oluşturabilmek açısından) başarılı bir tablo ortaya çıktığı kabul edilebilir.
Ancak, bu iki operatörün hisse satışları için gerek kamuoyunda çeşitli kesimlerden, gerekse çeşitli devlet organlarından, ülkenin son yıllarda oluşturduğu en önemli markalarının yabancıya satılmaması (ve hatta devlet eli ile satılacak olan operatör için) peşkeş çekilmememesi gerektiği yolunda tepkiler yükselmektedir. Bunun en temel gerekçesi olarak ise Türk Telekom özelleştirmesinde olduğu gibi, kerameti kendinden menkul kamu yararı kavramına sığınılmakta; son yıllarda oluşturulan en önemli Türk markalarının, hele hele telekomünikasyon gibi stratejik bir sektörde, yabancıya satışında kamu yararı olmadığı ileri sürülmektedir.
Bu iddia belirli şartlar altında savunulabilir bir görüştür. Ancak bu kabulün mefhum-u muhalifinden bir yorum yapmak gerekirse; yabancıya satışta kamu yararının olmaması için Telsim, Turkcell gibi şirketlerin yerli işletmecilerin elinde olmasında kamu yararının olduğunu tespit edebilmek gerekir. Yani, yabancı yatırımcı tehlikelidir, kamuyu zarara uğratır görüşünün ileri sürülebilmesinin ön şartı aynı konumdaki yerli işletmecinin kamuyu zarara uğratmayan ve hatta kamu yararı gözeterek işlem yapan işletmeciler olmasıdır.
Anılan iki GSM işletmecisinin satışının gündeme gelmesine neden olan süreç incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç ironiktir. Zira, bu operatörlerin her ikisi de, bağlı oldukları gruplara ait bankaların içlerinin boşaltılmış olması sonucunda ortaya çıkan kamusal zararın kapatılabilmesi için başlatılan süreçler sonucunda satışa çıkartılmak zorunda kalmış; bu operatörlerden birisinin tamamına devlet tarafından el konulmuş, diğeri ise yine içi boşaltılan grup bankasının borçlarının ödenebilmesi için başlatılmak zorunda kalınan devir sürecinde mevcut olan zorumluluklar nedeni ile devre konu olmuştur. Tüm batık banka operasyonları sonucunda ortaya çıkan kamusal zararın milyarlarca dolar olduğu dikkate alındığında, söz konusu operatörleri ellerinde bulunduran yerli işletmecilerin de çok da kamu yararı gözeterek işlem yapdığı söylenemez.
Öte yandan, aynı bahiste sorulabilecek bir diğer soru ise bugün kamu yararı gerekçesi ile şirketlerin tasfiyelerine engel olan ya da yabancılara satışlarına karşı duran yargı, yasama ya da yürütme temsilcilerinin söz konusu operatörlerin satışına neden olan grup şirketlerinin içi boşaltılırken nerede olduklarıdır.
Yazının devamını yarın okuyabileceksiniz.