Tartışmanın Konusu Nedir ?
Milletvekilleri Meclis gündemine alınan 4767 sayılı yasayı, yani RTÜK ile ilgili düzenlemeyi hiç beğenmediğini sürekli tekrarladı. Ama elden bir şey gelmez diye ekleyerek bu yasanın geçeceğini de ısrarla vurguluyorlardı. Dediklerini yaptılar. Kutlamak gerekiyor. “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu İle Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u yeniden Meclisten geçirdiler. Geri çevrilen Yasa değiştirilmeden TBMM’de kabul edildi. “Kabul edenler, etmeyenler…Kabul edilmiştir.” cümlesi sık sık kuruldu. Milletvekillerinin “yasası” Meclisten geçirildi.
Üç yıl önce Anayasa Mahkemesinin 37. kuruluş gününde Mahkeme Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in konuşmasında altını çizdiği gerçekler unutuldu. Ama o gün onu dinleyen politikacılar, belki de bir çok milletvekili alkışlarla Anayasa Mahkemesi Başkanının görüşlerine katıldığını belli etmişti. Hatta alkış sesi ne kadar yüksek olursa o kadar çok demokrat olduğunun kanıtı sayılacağından, belki de milletin vekilleri çok kuvvetli alkışlamaya bile çalışmıştı. Hatta alkışladığı görülsün diye ayağa bile kalkmış olabilir. Hafıza işte…İnsan unutuveriyor. Hatta milletvekillerinden bazıları demeçlerinde Sayın Sezer’in ne kadar haklı olduğunu dahi söylemişlerdir. Adlarını anımsamıyorum. Eminim onlar da üç yıl önce ettikleri lafları unutmuştur. Yaptıklarından belli…
Anayasa Mahkemesi Başkanının konuşması 27 Nisan 1999 günlü gazetelerin tümünün manşetlerindeydi. Radyo ve televizyonlardan bu önemli konuşma naklen yayınlandı. Mahkeme başkanı özgürlüğün bulunmadığı yerde demokrasinin olmadığını söylerken, 1982 Anayasasını da kıyasıya eleştirmişti. Üç yıl önce Sayın Sezer ne demişti?
“1982 Anayasası ile düşünceyi açıklama özgürlüğünün önündeki engeller aşılamamış, düşünce suçlarına yönelik yasal düzenlemeler yapılamamıştır. Türkiye, insan hakları alanında evrensel normlara uyum sağlamak için Anayasa ve yasalarında gerekli değişiklikleri yapmak zorundadır. Düşünceyi açıklama özgürlüğüyle bağdaşmayan yasa kuralları değiştirilmelidir. Açıklanmayan düşünce korunamaz: Kişinin iç dünyasında kalan, açıklamadığı veya açıklayamadığı düşüncelerin korunması, düşünceyi açıklama özgürlüğü olarak kabul edilemez. Asıl özgürlük, düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi ve yayılabilmesidir. Çoğulcu demokrasilerde azınlığa ‘çoğunluk durumuna geçebilme’ hakkı tanınır. Bu hak, kendisine bağlı olarak düşünceyi açıklama özgürlüğüyle birlikte diğer tüm hak ve özgürlükleri de beraberinde getirir.
Temel hakların özüne dokunma yasağı 1961 Anayasası’na 1949 Bonn Anayasası’ndan alınmıştır. Bir hak ve özgürlüğün özü, onun vazgeçilmez öğesi, dokunulduğunda hak ve özgürlüğü anlamsız kılacak olan asli çekirdeği olarak tanımlanabilir. Dünyaya kulak verelim: Düşünce açıklama özgürlüğüne Anayasada daha geniş yer verilmesi yönünde basın kuruluşlarımız, sivil toplum örgütleri ve bilim adamlarımız öneriler yapmaktadır. Böylece oluşacak kamuoyu ve siyasal irade sonucu Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesini umuyoruz. Kamuoyunun temeli: Kamuoyu, olaylar ve sorunlar üzerinde herkesin özgürce düşünce açıklayabildiği eleştiri yapabildiği, değişik yorumların tezlerin tartışıldığı bir ortamda gelişip olgunlaşabilir. Başka bir anlatımla, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü kamuoyunun da temelini oluşturur. Hukuka uyarlama: Uygarlık düzeyinin bir göstergesi olarak kabul edilen ve uluslararası alanda büyük gelişme gösteren insan hakları hukuk verileri hukukumuza yansıtılmalı, uluslararası sözleşmeler karşısında Anayasa ve yasa kurallarının gözden geçirilerek, sözleşmelerde öngörülen evrensel standartlar hukukumuza kazandırılmalıdır.”
Bu sözleri unutmak mümkün müdür? Ancak Hükümet demokrasiyi ve hukuk devleti ilkelerine uygun yasa üretmekten vazgeçmiştir ve taahhütlerini unutmuştur. Eylemleri, yaptıklarının kanıtıdır.
Eylemlerinin başında da RTÜK düzenlemesi ile Basın Yasası ve İnternet hakkında üzerinde ısrarla durdukları “yasaları” veya “tasarılarıdır”… Ne hükümet ne de bir kısım milletvekilleri hiç kimseyi dinlemedi.
Sonra Ne Oldu ?
Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer şimdi Cumhurbaşkanı…
TBMM 2001 yılında kabul ettiği Yasa ile radyo – televizyon yayınları ile yazılı basının hukuki düzenini sansür ve sınırlandırmalara terketmişti. Son umut Yasanın Cumhurbaşkanından geri dönmesindeydi. Umutsuzluk umuda dönüşebilirdi. Dönüştü de.. Meclis radyo ve televizyon yayınları ile Basın Yasasını değiştiren 4676 sayılı Yasayı 7.6.2001 tarihinde kabul etti. Cumhurbaşkanı da kamuoyunda RTÜK yasası olarak bilinen bu yasayı 18.06.2001 günü geri çevirmişti. Çünkü ihlal edilen görsel, işitsel, yazılı basın ile internet ortamında yayın yapan gazetecilerin ifade özgürlüğü değil, tam aksine herkesin düşünce ve ifade özgürlüğü ile gerçekleri öğrenme hakkıydı….
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda 07.06.2001 tarihinde kabul edilen, 4676 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu İle Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER tarafından incelenerek, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 89. ve 104. maddeleri gereğince bir kez daha görüşülmek üzere 18.06.2001 günlü yazıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na geri gönderilmişti.
Ne denilmişti acaba geri gönderme gerekçesinde? Herkes anımsıyor ki; Sayın Başbakan Bülent Ecevit’de zaten bu yasayı içine sindirememişti. Yani bu Yasanın Meclise geri gönderilmesine milletvekilleri memnun olmuştu. Cumhurbaşkanı bir yıldan bir ay eksik olmak üzere tam onbir ay önce kamuoyunda RTÜK olarak bilinen yasayı geri çevirken acaba neler söylemişti ? Sayın Sezer’in geri çevirme gerekçelerinden bazıları şunlardı:
- 1-Sermayenin belli kişi ya da grupların elinde toplanmış olduğu gerçeği, bu kişi ya da grubun, çok sayıda televizyon ve radyo kuruluşunu sahiplenebilme olanağı ve ölçüsüz para cezaları uygulaması ile görsel ve işitsel medya alanında tekellerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.
2-4676 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemelerle görsel ve işitsel medya alanında tekelleşme ve kartelleşmenin önlenmesi olanaksızdır. Düzenlemeler, tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemek bir yana dolaylı olarak olanaklı kılacak niteliktedir.Tekelleşen ya da kartelleşen görsel ve işitsel medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan da haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir.
3-Anayasa’nın 26. maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması yanında bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerin ya da dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme olanağından yoksun kalmaları yönünden de değerlendirilmesi gerekir.
4-Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basın özgürlüğü ile donatılan medyanın sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gereklidir. Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından sapabilir ve toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna gelebilir. Bunu önlemek de devletin görevidir.
5-Bu nedenle, görsel ya da işitsel medyada tekel ya da kartel oluşturulmasını önleyebilecek içerikte bulunmayan düzenlemeler, Anayasa’nın tekelleşme ve kartelleşmeyi yasaklayan 167. maddesiyle; 172. maddesinde anlatımını bulan tüketiciyi koruma ilkesiyle ve basın özgürlüğü kapsamında bulunan haber alma ve verme özgürlüğü ile bağdaşmamaktadır.
6-Böylece, bir kamu hizmeti olan medyanın bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari nitelik kazanmasının önündeki tüm engeller kaldırılmıştır. Oysa, dünyada medya-serbest piyasa ilişkilerinin demokrasiler için yozlaştırıcı tehlike ve tehditlerinden sözedilmektedir. Ülkemizde olduğu gibi henüz demokrasisi yeterince gelişmemiş, sağlam temellere oturmamış, özelleştirmesini tamamlayamamış ülkelerde medyanın Devlete karşı taahhüde girmemesi yaşamsal önem taşıyan bir ilke olarak görülmektedir.
7-Devletle ticari ilişkilere giren medya sahiplerinin, siyasal iktidar lehine yayın yaparak ya da tam tersine baskı oluşturarak kamu ihalelerini alma avantajını sağlayabileceği kuşkusu, yukarıda sözü edilen ilkenin korunmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
8-Serbest piyasa ekonomisinin en büyük özelliği rekabet ortamının yaratılmasıdır. Bir çok radyo ve televizyon kuruluşuna sahip olan kişi ya da sermaye grubuna kamu ihalelerine girebilme hakkının tanınması bu özellikle de bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, 3984 sayılı Yasa’nın 29. maddesinin değişiklikten önceki onuncu fıkrasında yer verilen yasağın korunması gerekirken tümüyle kaldırılmış olması kamu yararı açısından çok ciddi sakıncalar doğurabilecek bir gelişme olarak değerlendirilmiştir.
Tekelleşme mi Dediniz ? Yoksa Kamu İhalelerine Girme Özgürlüğü mü ?
TBMM’de 23 Mayıs 2001 gününden itibaren RTÜK Tasarısının tartışması sürerken sürekli Danıştay kararından söz edildi. Ama gerekçesi yayınlanmadığı için içeriği konusunda bir bilgi yoktu. Karar sadece Radyo ve televizyonlarda hisse sahibi olanların « enerji » ihalelerine girmeleri konusundaki yasağın hukuki olduğu kararına varılmıştı. 10 Nisan 2001 günlü bu karar 18 Kasım 2001 günlü Resmi gazetede yayınlandı. Bir başka deyişle TBMM bu kararın adından söz ederken kararın gerekçesi yayınlanmamıştı ; ama yasa TBMM tarafından kabul edildikten beş ay sonra gerekçesi açıklandı.
Neydi enerji ihalelerindeki öykü ?
Bakanlar Kurulu kararıyla; 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtım ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkındaki Kanun hükümlerine göre İstanbul ili Trakya yakasını kapsayan bölgede (İSEDAŞ) İstanbul Elektrik Dağıtım Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketine, Trabzon, Rize, Artvin, Gümüşhane ve Giresun illerini kapsayan görev bölgesinde ise ZİGANA Elektrik Dağıtım Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine otuzyıl süreyle elektrik dağıtım ve ticaretini yapma görevi verildi. Bu şirketleri oluşturan şirketlerin hissedarlarının bazılarının özel radyo ve televizyon kuruluşlarının %10 dan fazla dolaylı hissesine sahip ortağı olduğu gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararları Danıştay 10. Dairesi tarafından iptal edildi.
İptal kararlarının temyizi üzerine İdari Dava Daireleri Genel Kurulu radyo ve televizyon kuruluşunda %10 dan fazla hissesi olan gerçek ve tüzel kişilerin o şirketin yönetiminde etkinlik sağlamayacak ölçüde yatırım yapmış bulunması halinde bu şirketin devletten taahhüt işi almasını 3984 sayılı Yasanın engellemediği; İSEDAŞ ortağı olan şirketlerin hissedarlarının özel radyo ve televizyon kuruluşlarındaki payları ile bu şirketlerin dava konusu kararname ile görevlendirilen taahhüt şirketindeki paylarının 3984 sayılı Yasanın 29 uncu maddesi 10 uncu fıkrasında belirtilen şekilde devletten ve diğer kamu tüzel kişilerinden bir işi kabul etmesine engel oluşturmadığı gerekçesiyle temyiz talebini kabul ederek 10. Daire kararını bozmuştur. Ama buna karşılık İdari Dava Daireleri Genel Kurulu ZİGANA adlı şirket hakkındaki Danıştay 10.Dairenin benzer kararını onamıştır. Böylelikle aynı konu hakkında birbiri ile çelişen iki karar ortaya çıkmıştır.
Danıştayda benzer konudaki içtihatlar arasındaki aykırılığı gidermek üzere “içtihatların birleştirilmesi” yoluna gidilmiştir. Basında kısaca haber olup geçiştirilen 18 Kasım 2001 günlü 24587 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2001/1 Esas, 2001/4 Karar sayılı ve 10 Nisan 2001 günlü Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararı ortaya çıkmıştır. Mecliste RTÜK hakkındaki tasarı Mayıs ayında tartışıldığı sırada gerekçesi yazılmamış ve Resmi gazetede yayınlanmamış olan bu karar önemlidir. Örneğin basın özgürlüğü ve radyo ve tv sahipliği ve tekelleşme arasındaki ilişkiyi de ayrıca şöyle değerlendirmektedir:
“Anayasanın 133’üncü maddesinde yapılan değişiklikle devletin radyo ve televizyon istasyonları kurma ve işletme tekeli kaldırılıp, radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek yasayla belirlenecek şartlar çerçevesinde serbest bırakılmıştır. Ancak getirilen bu serbestinin, yeni tekelleşmelere yol açmaması, basın özgürlüğünün demokratik toplum düzeni gereklerine uygun biçimde kullanılması; bunun için de yasayla gerekli önlemlerin alınması anayasal bir zorunluluktur. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanımını yasakladığı gibi; 167’nci maddesinde, “Devlet, para, kredi, sermaye mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işletmelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirler alır; piyasalarda fiili ve anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler” kuralına yer vermektedir.
Anayasanın 133’üncü maddesinin değişikliğinden sonra, bu değişiklikte öngörüldüğü gibi, radyo ve televizyon yayıncılığı 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunla düzenlenmiştir. Anılan Yasa, basın özgürlüğünün amacı ve niteliğine uygun biçimde kullanımını sağlamak üzere radyo ve televizyon yayıncılığı alanında anonim şirket niteliğinde kurulan, ancak yukarıda açıklandığı üzere kuruluş ve işletilmesi anonim şirketten farklı radyo ve televizyon kuruluşu olarak adlandırılan kendine özgü bir tüzel kişilik oluşumunu öngörmektedir.
Radyo ve televizyon yayınlarının serbest bırakılması, basın özgürlüğü anlayışındaki gelişimin doğal sonucu olmakla birlikte; bu özgürlük alanının, toplumun doğru bilgi edinme hakkı ve genel kamu yararı gözetilerek, kamuya sunulan hizmetin yansız, objektif biçimde yürütülebilmesi için düzenlenmesi gerektiği açıktır. Bir başka deyişle, radyo ve televizyon işletmeciliği düzenlenirken, basın özgürlüğünün toplumun doğru bilgilendirilmesi amacı doğrultusunda ve genel olarak kamu yararı zedelenmeden kullanılmasının sağlanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Görsel ve işitsel basının sahip olduğu toplumu etkileme gücünün büyüklüğü, kamu yararının korunması yönünde bir takım yasaklar da içeren kurallar konulmasını; söz konusu gücün kötüye kullanılmasının engellenmesini zorunlu kılmaktadır.Bu bağlamda, kamu ihalelerinde açıklık ve rekabet yoluyla kamu yararının sağlanması için radyo ve televizyon kuruluşlarına belli oranda hissedar olanlara, kamu idarelerinden taahhüt işi alma yasağı getirilmesi doğal bulunmaktadır. Esasen hukukun üstünlüğü ilkesine göre örgütlenen çağdaş demokratik toplumlarda, tekelleşmeler ve kartelleşmeler önlenerek her alanda açıklık ve rekabetin sağlanması özel önem taşımakta, kamu ihalelerinin kamu yararı doğrultusunda yapılabilmesi için yöntemler geliştirip, önlemler alınmaktadır.
3984 sayılı Yasada, yukarıda belirtilen hukuki çerçevede radyo ve televizyon kuruluşu oluşturma ve bu kuruluşa ortak olma konusunda bir takım yasak ve sınırlamalar getirilirken; belli bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda %10’dan fazla hissesi olanların, (gerçek veya tüzel kişilerin, bir arada hareket eden sermaye grubunun) kamu idarelerinden doğrudan ve dolaylı biçimde taahhüt işi almaları yasaklanmıştır.”
Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 2001/ 1 ve 2001/4 sayılı kararına göre kamu ihalelerine girme ve kamu kesiminden taahhüt alma işine getirilen yasağın; aslında radyo ve televizyon kuruluşunda %10’dan fazla hissesi olanların taahhüt işi almak yoluyla kamu kesimiyle çıkar ilişkisi kurmaları basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına yol açabilecektir. Yine karara göre bu yasak:
“özel radyo ve televizyon kuruluşunda hissesi olanların toplumu siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden sahip oldukları etkileme gücünü, basın özgürlüğünü kötüye kullanmak suretiyle, eşitlik ve rekabet ilkelerine aykırılık oluşturacak biçimde kullanmasını önlemeyi amaçlamaktadır. Böylece basın özgürlüğü toplumun her kesiminde güven duyulan bir biçimde kullanılabilecek ve kamu oyunun özgür biçimde oluşmasını sağlanabilecektir. Yasa koyucu bu belirlemeden ve amaçtan hareketle, Anayasanın 13’üncü maddesinin verdiği yetki doğrultusunda girişim özgürlüğünü, kamu yararı amacıyla sınırlamış; açıklanan yasağı getirmiştir.”
Danıştayın kararına göre; radyo ve televizyon kuruluşunun %10’dan fazla hissesine sahip olanların taahhüt işi alarak kamu kesimiyle çıkar ilişkisine girmelerini engellemeyi amaçlayan yasak, dolaylı biçimde taahhüt işi almayı içeren, mutlak nitelik taşıyan bir yasaktır. Yasa hükmünde yer alan “dolaylı” sözcüğünün yasağın mutlak niteliği göz ardı edilerek dar anlamda tanımlanması, sermaye piyasasındaki holdingleşmeden kaynaklanan girift ilişkiler nedeniyle yasağın uygulanmaması sonucunu doğuracaktır.
Sonuç olarak ” Amacı, niteliği ve uygulanabilirliği dikkate alındığında, yasağın kapsamının, taahhüt işi alıp, kamu kesimiyle çıkar ilişkisine girmek, kamu taahhüt işinden doğrudan veya dolaylı kar ve kazanç elde etmek olarak saptanması yasa hükmünün lafzına ve amacına uygun düşmektedir. Anılan yasa hükmüyle, belirli bir radyo ve televizyon kuruluşunun %10’undan fazlasına sahip olanların birlikte kurdukları veya hissedar oldukları şirketler veya bu şirketlerin iştiraki ile kurdukları şirketler aracılığıyla kamu taahhüt işlerini almalarının, bu yolla kar ve kazanç sağlamalarının yasaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Anılan bentteki düzenleme gereğince özel bir radyo ve televizyon kuruluşunda %10’dan fazla hissesi olan gerçek ve tüzel kişilerin, devlet ve kamu tüzel kişilerinin veya bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortakların herhangi bir taahhüt işini alamayacakları tartışmasızdır. Bir radyo ve televizyon kuruluşunda hisse oranlarını toplamı %10’dan fazla olan gerçek veya tüzel kişilerden oluşan bir şirketin, Devlete, diğer kamu tüzel kişilerine veya bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldıkları, teşebbüs ve ortaklıklara ait taahhüt işini alıp alamayacağı hususun da, mevcut yasal düzenleme karşısında ayrıca tartışılması gerekmektedir.”
Danıştaya göre; günümüzün değişen ve gelişen ekonomik koşulları “Holding” adı altında anonim şirketler kurulmasını da gerektirmiştir. Bu oluşumlarla bir anonim şirket kendi faaliyet alanının dışındaki kuruluşlarda faaliyet gösterecek başka anonim şirketlere ortak olarak bu şirketlerin de faaliyetinin ekonomik ve ticari sonuçlarından yararlanmak olanağı bulabilmektir. Bu doğal gereksinim sonucu ortaya çıkan şirketler ve hissedar yapısı göz önüne alınarak bu şirketlerin faaliyet alanlarına sınırlamalar getirilmiştir. O halde özel bir radyo ve televizyon kuruluşunda hissedar olan gerçek ve tüzel kişilerin hisselerinin toplamının %10 dan fazla olması halinde; bunların katılımı ile oluşan şirketlerin de Devletten, diğer kamu tüzel kişilerinden ve/veya bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıkların taahhüt işini almalarının yasaklama kapsamında olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu şirketlerdeki hisselerin küçük paylara dağılmış olması nedeniyle gerek radyo ve televizyon kuruluşunda, gerek taahhüt işini üstlenecek şirketin yönetiminde etkili olamayacakları yolundaki görüşler ise hukuki dayanaktan yoksundur. Çünkü Türk Ticaret Kanununa göre itibari kıymetleri esas sermayesi yüzde biri oranında hisse sahibi bulunmanın anonim şirketlerin idare meclisi azası olmak için yeter olması karşısında bir anonim şirketin yönetiminde söz sahibi olabilmek için büyük oranda hisse sahibi olmak, yatırım yapmak gerekmemektedir.
3984 sayılı Yasaya göre radyo ve televizyon işletme amacı ile kurulan anonim şirketin hisse senetlerinin sadece nama yazılı olması ve halka arzından önce RTÜK onayının alınması zorunludur. Bu hisselerin Kanunda kabul edilen oranlarda muhafaza edilip edilmediğinin sermayesindeki katılım ve bağlantıları ile diğer ekonomik sektörlerdeki hisselerinin denetimini sağlayacak sistem de oluşturulmuş, böylece bu şirketlerin dolaylı biçimde hissedarı olanların her an için bilinebilmesi ve 29 uncu maddenin 10’uncu bent hükmünün uygulanması sağlanmıştır. Bu açıklamalar karşısında, 3984 sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu’nun 29’uncu maddesinin 10’uncu fıkrasında öngörülen ve Devletten, diğer kamu tüzel kişilerinden ve bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi bir taahhüt işine giren şirketleri oluşturan şirketler ve hissedarlarının özel radyo ve televizyon kuruluşundaki hisselerinin toplamının %10’u aşması halinde de bu taahhüt işini kabulüne yasal olanak bulunmadığı anlaşılmaktadır.”
Radyo-tv ve gazete haberlerinde, haber bile yapılmayan Danıştay İçtihatları Birleştirme kararının aşılması ve gücünü yitirebilmesi için kala kala tek çare kalıyordu…Yasa değişikliği. Bu da gerçekleştirilmiş oldu… Böylece ifade özgürlüğünün önüne ticaret özgürlüğü ve ihale serbestliği içinde sanayininin gelişmesi ve kitle iletişim araçlarının fabrikalaştırılması süreci aşılmış oldu. Yeni kalkınma modeli böyle kabul edildi.
PEKİ YA İNTERNET ?
İnternet konusunda ise görüşleri çok net olan Cumhurbaşkanı, aşağıdaki gerçeğin altını çizerek “İnternet” yayınlarının Basın Yasasına neden eklenemeyeceğini şöyle açıklamıştı:
1-İletişim teknolojisinde bir devrim niteliğindeki internet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı olmasıdır. İnternet ortamındaki yayıncılıkta; hukukun üstün kılınması, kişilik haklarının korunması ve bunun yanında da yayın yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğü gibi duyarlı alanların dengelenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar ancak, ifade özgürlüğü esas alınarak ve yayınlar üzerindeki denetim yargıya bırakılarak sağlanabilir. Dolayısıyla, internet yayıncılığına ilişkin ilkelerin ve öteki düzenlemelerin özel bir yasa ile yapılması en doğru yol olacaktır.
2-Bu yola gidilmeyerek, yayınların düzenlenmesinin tümüyle kamu otoritelerinin takdirine bırakılması ve Basın Yasası’na bağlı kılınması internet yayıncılığının özelliği ile bağdaşmamaktadır.
Bu yasa içinde “İnternet”de, aynı zihniyetin eseri olarak Basın Kanununa eklendi. Yapılan itirazlara bakılırsa milletvekilleri İnternet’in Basın Kanununa bağlı olmadığını söylüyorlar. Sadece “yalan haber” ile “hakaret” nedeniyle maddenin yazıldığını ileri sürüyorlar. Tartışmasız bu onların görüşü. Ama olup bitenlerle yaşam onları yalanlıyor. Yaptıkları yasa ve ürettikleri “internet” maddesi tek başına kendini açıklayabilmekten ve açıkca tanımlamaktan uzak. Kısaca anlaşılır olmayan bir dille Basın Kanununa “ek” oldu. Milletvekillerinin zihniyeti temel hak ve özgürlüklerin korunmasını dinlemedi.
SONUÇ OLARAK GERİ ÇEVİRME GEREKÇESİ NE DEDİ ?
4676 sayılı yasa ile getirilen para cezalarının yüksekliğine karşı çıkan Cumhurbaşkanı “Anayasa’nın 28. maddesinde sözü edilen basın özgürlüğü yönünden son derece ağır nitelik taşıdığını ulusal, bölgesel ve yerel çerçevede hizmet veren bir çok görsel, işitsel ya da yazılı medya kuruluşlarının kapanmasına neden olacak tutarlardaki para cezalarını haklı bir nedene dayandırmak ve demokratik toplum düzeninin gerekleriyle ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak olanaklı değildir.” diyordu.
Sonuç olarak Cumhurbaşkanı yazısının son bölümünde belirtiği üzere:
“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci içinde kısa ve orta erimde gerçekleştirilmesi öngörülen çalışmaların genel çerçevesini çizen ve yönlendirici nitelik taşıyan Ulusal Program’da, basın özgürlüğünün geliştirilmesi için anayasal ve yasal güvencelerin güçlendirilmesi planlanırken; çok yüksek para cezalarıyla görsel, işitsel ve yazılı medya kuruluşlarının görev yapamaz duruma getirilmesi amaca uygun düşmeyecektir.” görüşünde haklıdır.
Cumhurbaşkanına Neden Kızıyorlar?
Cumhurbaşkanı TBMM’nin kabul ettiği 4676 sayılı yasayı Resmi Gazetede yayınlamadı. Aksini yapıp Meclis’e geri gönderdi. Meclis de şaşırdı kaldı. Hükümet bu duruma çok kızdı. Adalet Bakanı, Sayın Cumhurbaşkanı’nı, Af Yasası için de aynı tavrı gösterdiğinden, “Anayasa Mahkemesi Başkanı” gibi davrandığı gerekçesiyle eleştirdi. Ne demekse!… Oysa Sayın Sezer ifade özgürlüğü konusunda üç yıl önce Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak ne demişse, üç yıl sonra Cumhurbaşkanı olarak RTÜK Yasasını geri çevirirken dediklerinden dönmedi. Sanıyorum Sayın Sezer’e kızgınlık bundandır.
1982 Anayasasının bazı maddeleri değişti. Hak ve özgürlükler biraz soluk aldı. TBMM ve Hükümet hiç değişmedi. Zihniyetini de değiştirmeye niyetli gözükmüyor. 2000 yılının Hükümet önerisi olarak önümüze gelen ve sonra da çerçevesi genişletilen RTÜK yasası yeniden ve bir yıl sonra Meclise geldi. Anayasa Komisyonundan 12.04.2002 günü süratle yeniden ve aynen geçirildi. Amaç bir yıl sonra da olsa Yasanın virgülü değiştirilmeden Meclisten geçmesiydi. İktidar partileri başardılar. Muhalefet partileri bağırdı, çağırdı hatta bir dakika ara ile yoklama istedi. Ama olmadı. Meclis devamlı çalıştı ve çalıştırıldı. 15 Mayıs sabahı 4676 sayılı Yasa aynen ve virgülü değişmeden yeniden numaralandı ve yasalaştı.
Böylece Cumhurbaşkanının yasayı yeniden Meclise geri göndermesinin önüne geçmek istiyorlardı. Yasanın da böylece çıkması sağlanacaktı. Geri çevrilen Yasa yasalaşırsa bundan böyle radyo-televizyon ve yazılı basın da tekellerin insafına terkedilmiş olacak… Israrla ve bilinçli olarak böyle isteniyor. Yani eğer, bu tasarı yasallaşırsa bir Yasaya daha Anayasa Mahkemesi yolu gözüküyor.
Bir ülke düşünün ki; yasa yapıcıları ve hükümet edenler, demokratik hukuk düzeni gereklerini savunanlara karşı direnç göstererek temel hak ve özgürlüklere aykırı yasa yapmaktan inatla vazgeçmiyorlar…Hiçbirisi yasadan yana değildi ama diğer yandan bu yasanın Meclisten geçmesi gerektiğini söylediler. Ve bu yasayı geçirdiler. Düşünebiliyor musunuz?