Bu yazıyı daha önce de 2 kez yazmayi düşündüm. Bir tanesi eylül 2002’de abonelere özel yazıları kilitlemeye başladığımız günlerde, diğeri 2-3 ay önce yazılarımızı sağ tuşa kilitlemeye karar verdiğimiz zaman.
Bu 2 tarihin hikayesini size başka bir yazıda anlatayım. Bu yazıyı yazma nedenini ise aşağıda anlatmadan önce size biraz basının-medyanın anlamını anlatmaya çalışacağım. Gerçi anlatacaklarımı bildiğinize eminim ama yine de aktarmak istediklerim var.
Toplumsal olarak neden bir tembellik ve sorumsuzluk içindeyiz diye merak ediyorum hep. Herkesin ağzında bir takım kalıplar devamlı pelesenk ama hareket yok. “Burası Türkiye” ya da “Biz Adam olmayız kardeşim” ya da “Medya kartellerin elinde” ya da.. ya da….
Peki ama toplumları kim düzeltir? İçinde yaşayarak sıkıntı çekenler mi? Dışarıdan gelecek birileri mi?
Yurtdışına gittiğinizde, Türkiye’yi demokratik olmamakla, Midnight Express türü flimlerin yaşandığı yer olmakla hatırlayan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Peki ama onların bizden farkı ne?
Sanayileşmiş toplum, zengin toplum, Rönesans geçirmek filan falan pek çok etken sayılabilir ama önemli farklardan bir tanesi, 4.kuvvet olarak adlandırılan BASIN.
Milliyet Yayınları arasında 1979 basımı bir kitap var. Bu kitap İngiltere’den Rusya’ya, Fransa’dan Güney Afrika’ya, Dünya’nın 12 büyük gazetesinin hikayesini anlatıyor. Aslında bu hikayeler bir anlamda ülkelerin demokratikleşme (ya da demokratikleşememe) sürecinin adımları da denebilir.
Özet olarak hepimiz biliyoruz ki, bir ülkenin siyasi ya da teknolojik olarak gelişmesinde basının görevi büyük.
turk-internet.com’un oluşmasında da bu tür bir hikaye var. 1999’larda İnternet-Telekom sektörünün hemen başlarında, acaba bu sektör nereye gidiyor, biz ne tür bir iş yapmalıyız sorusunun cevabını ortağım ve ben, Türkiye açısından göremiyorduk. Çünkü maalesef Türkiye’de bilişim sektörünün nereye gittiğini toplu olarak gösteren bir yayın yoktu. Onun yerine bilişim basını olarak adlandırılan yayınlarda ve sayfalarda, çeşitli firmalar tarafından götürüldükleri yurtdışı gezilerinde gördüklerini anlatmaktan, ayakları yere basmayan ve yurtiçinde neler olduğunu anlatmaya vakitleri ve sayfaları kalmayan kişiler yazıyordu. Tabi ki herkesi bu şemanın içine koymak doğru değil ama o günlerde güncel olarak nerede ne oluyor. Hangi şirket ne yapıyoru göremiyorduk. turk-internet.com’un yakaladığı başarının sırrı da işte bu eksikliği farketmek oldu.
Bir gün turk-internet.com’un hikayesini yazacağım. Bağımsız bir yayının nasıl 600.000 kişilik aylık okuyucu kitlesine ulaşabildiği sizlere de anlatacağım ama bugün kısaca hem yatırım hem de harcanan emek açısından çok da kolay olmadı diyeceğim.
Bu nedenle aşağıda okuyacağınız Ömer Madra’nın maili bana çok yakın ve anlamlı geliyor.
Anlamlı bulmadığım ise, “kartel medya” (ya da adı herneyse) şikayet eden okuyucuların tarafsız ve gerektiği gibi yayın yapan basına-medyaya karşı ilgisini özenini gösterme tarzı. Okuyucu-dinleyici-seyircilerin ilgilerini sadece okumak/sinlemek/seyretmek ve “İyi ki varsınız” demekle belirtmesi o yayınların yaşamasını sağlamıyor. Yayının desteklenmesi, o yayının para kazanmasını desteklemekle olabilir. Çünkü o yayınları oluşturan emek/para/zaman harcayan kişiler yaratıyor/yaşatıyor.
Yukarda da belirttiğim gibi bunları yazmamın esas nedeni, geçtiğimiz hafta Açık Radyo’dan ulaşan bir mail. Okuyucularımızdan Açık Radyo’nun fonksiyonunu takdir edenler olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de yazıyı dikkatlerinize sunuyor ve Sn.Ömer Madra’nın her satırına, canı gönülden katıldığımı bilmenizi istiyorum.
Ömer Madra ———– Sevgili Dinleyicimiz, Şimdi bir an durun ve düşünün lûtfen: Yayınımıza bir ara versek ve – Açık Radyo’nun artık dünyada olmadığını belirten bir duyuru yapsak, ne olurdu? “Ne yazık ki, biz artık yokuz,” desek? Yok, bir şey olmadı; başımıza bir felâket gelmiş değil. Yasaklanmış, iflâs etmiş de değiliz… Mikrofonlarımızı size şu mesajı iletmek için kullanalım istedik sadece: Açık Radyo, desteğinize ihtiyaç duyuyor. Aslında biliyoruz tabii bizi desteklediğinizi; ama sesimizin gür, nefesimizin uzun soluklu olabilmesi için; varlığımızı nesilden nesile bağımsız ve özgürce sürdürebilmemiz için sizin sesinizi duymak istiyoruz. * * * Biz, Açık Radyo’yu 99 aydır her gün sunuyoruz. Yağmur-çamur bizi durduramadı. Tipiler, sıcak dalgaları, depremler, uzun tatiller, grip salgınları, yorgunluklar bizi durduramadı. Eh, kırk yılın başında fırtına yayın kulemizi yıkar, Bukowski’nin bir hınzır hikâyesi çıkarsa, kesintiye uğrayabiliyor tabii yayınımız – ama, öyle anlarda biz de büsbütün işin başında oluyor, ona büsbütün asılıyoruz. Işte şimdi bunu da `öyle bir an’ diye düşünün lûtfen: Normal yayın akışımıza kısa bir ara veriyoruz: Normal işimizi yapmak yerine, sizden bir şey istemek için yapıyoruz bunu. Zaten 9 yıl önce `Manifesto’muza şöyle yazmıştık: “Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz … Size birşey vermek istemiyoruz; mümkün olduğu oranda sizden birşeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ortak projemizdir.” * * * Yeni yılda Açık Radyo dokuzuncu yayın yılını sürdürüyor. Hengâmeli hazırlık safhası ve deneme yayınları da buna katılırsa, 10 yılı devirdik sayılır. Ilk günlerde test yayınına kulak Neredeyse bir nesil boyu ayakta duran radyomuzun mütevazı varlığı, belki de hiçbir zaman şu anda olduğu kadar önemli gözükmemişti gözümüze. Neden? Çünkü, özgür, dikbaşlı ve bağımsız bir basın, özgürlükleri korumanın en önemli ve belki de biricik temelidir de ondan. Enformasyon ve bilgi; tıpkı hava, su, toprak ve ateş gibi bir `element’ olmuştur da ondan. Çeşitlilik ve farklılık, bilgiye erişim ve tartışma olmadan, demokrasinin varlığı tehlikeye düşer de ondan. Insanların âdil olmayan, haksız kararları eleştirmesi, reddetmesi ve geri aldırması, ancak yurttaşlık sorumluluğu taşıyan bir medya sayesinde mümkün olabilir de ondan. Basın özgürlüğü, demokrasinin temeli olan toplu ifade özgürlüğünün bir uzantısından başka birşey değildir de ondan. *** Medyanın gitgide tekelleştiği, gitgide daha büyük bir “kitle imha silâhı”na döndüğü, `enformasyon’un zihinleri zehirlediği ürkütücü bir ortamda Açık Radyo’nun daima ortak akıl ve vicdanı temsil etmeye çalışan bir mecra olduğuna inanıyoruz biz. 1995 tarihli Sekiz küsur yıllık yayın hayatında Açık Radyo mikrofonlarından belki 80 milyon kelimelik söz uçtu ve uzaya karıştı, bu kubbede 400 bin şarkı baki kaldı, 2 milyon saniye sessizliğin sesi Binbir meslek ve uzmanlık dalına `mensup’ olan veya hiçbir uzmanlığı veya işi bulunmadığı halde dünyaya söyleyecek bir sözü, dinletecek bir müziği bulunan bu insanlar düşünce ve fikirlerini sizlerle paylaştılar… 72 milletten 4 bin insanı radyonun küçük stüdyolarında sizler için konuk ettiler… Açık Site adlı web mekânında 6 binden fazla yazı, inceleme, yorum, hikâye, çeviri ve karikatür yayınladılar… Onlar `şarkılarını’ da sosyal değişimin bir aracı olarak gördüler ve öyle çaldılar. Sadalarını, popüler eğlence müziği denen o dev açıkhava hapishanesinden çıkarıp toplumsal vicdan âlemine ya da `paylaşılan cemaat duygusu’na dönmek için kullandılar. Velhasıl, Açık Radyocular değerler, tanımlar ve kültürler alanını bir an terketmediler: Belki de onun içindir – kuruluş günlerinin neşeli kargaşasında da, kapalı kaldığı dönemin hüzünlü sessizliğinde de, depremin dinmek bilmez uğultusunda da, savaş ve şiddetin dayanılmaz dehşetinde de dost ve dinleyicilerden aldığımız mesajların ortak cümlesi hep şu “Iyi ki varsınız!” *** Şimdi, lûtfen, Açık Radyo’nun hayatınıza kattıklarını bir düşünün… Radyolar, yasa gereği, vakıf ve kişilerden para, bağış vb. Alamaz Onlar sadece reklam ve sponsorluk desteğiyle hayatlarını sürdürmek zorundadır. Birçok başka radyo gibi Açık Radyo’nun da gelirleri şu an yeterli değil. Hiçbir zaman da yeterli olmadı, aslına bakarsanız. Ama aslına bakarsanız, yeterli olsaydı bile, gene isterdik sizden. Çünkü, dinleyici ile bütünleşmek, bizim hayat tarzımız olmak zorunda. Bağımsız ve özgür bir mecra için sürdürülebilir yegâne hayat tarzı budur çünkü. Ortada bir misyon `arzı’ varsa, bu ancak Buna temel bir mantık yürütme de denebilir: Başlangıçta bir `deli’, sonra bu `delice’ fikri destekleyen bir avuç insan, ardından onların `aklına uyan’ yüzlerce gönüllü ve nihayet, Biz, 9 yıl önce 90 kişi ile hayat bulmuştuk; şimdi, 99 ay sonra 9 bin kişilik bir `aile hayatı’ sürdürmek istiyor ve soruyoruz sevgili dinleyici: Sesini duyabilir miyiz? |