Mehmet Emin Arı’yı isim olarak bilmiyor olabilirsiniz ama bir müddettir internet’te hikayeleri dolaşıyor. Hem de yabancı menşeli zannedilerek. Oysa Mehmet Bey içimizden birisi.
İnternet’in faydası mı ne? İşte böylesi yetenekleri ortaya çıkarabilmek. Biliyorsunuz biz de turk-internet.com olarak, farklı yeteneklerini ortaya çıkarmayı seviyoruz. Mehmet Bey Türkiye’nin nadir bilimkurgu yazarlarından. Kendisini tanıtalım istedik.
turk-internet.com : Emin Bey, biraz sizi tanıyabilir miyiz?
M.Emin Arı : 1966 doğumluyum. Meslek lisesinden sonra ODTÜ Makine Mühendisliğinden mezun oldum. Aynı bölümde “Fuzzy (puslu) kontrol” üzerine master yaptım. Halen Ankara’da bir kamu kuruluşunda çalışıyorum. İşimin dışında bilgisayar kitapları çevirdim ve iki tane de ben yazdım, tabi bir de şiir kitabı… Bunun dışında şiir, deneme, öykü, bilimkurgu öykü ve senaryo yazıyorum. Bunları düzenli olarak Internet üzerinden okurlarıma ulaştırıyorum.
turk-internet.com : Bize gelen bir e-maille “market” hikayenizi size ait olduğunu bilmeden kaynaksız yayınlamıştık. Böyle bir hikaye yazmak nereden aklınıza geldi?
M.Emin Arı : Size tuhaf gelecek ama hikayenin ana fikri bisiklete binerken aklıma geldi, yani stok sisteminin çıldırması için dışarıdan bir şeyler getirip raflara dizme fikri. Sistem fazlalık verecek, bu durumda gözler bilgisayar sistemine dönecek ve sistem bozulacak vs.
Bu ana fikri, bir megamarkette kontrolör olarak çalışan ve işten atılan bir tanıdığıma sordum. “Yani böyle bir durumda, stok fazlalık verince ne yaparsınız?”. Açıkçası o hevesimi biraz kırdı ama yine de yazmaya karar verdim ve yazdım.
turk-internet.com : Hikaye gerçek mi? Değilse neden okuyanların çoğu gerçek sandı?
M.Emin Arı : Gerçek değil tamamıyla kurgu. Ne ben ne de başka birisi böyle bir şey yaşadı. Hikayenin bu kadar ilgi çekmesi ve insanların gerçek sanmaları inanın beni çok şaşırttı. Böyle bir tepki beklemiyordum. Belki kurguyu hazırlayan kişi olarak öyküye hep kurgu gözüyle baktığım için başkalarının bu ölçüde bir “gerçeklik” yanılsamasına düşmeleri beni şaşırttı. Ama hikaye bir “urban legend” (şehir efsanesi) haline geldi.
Bunun üzerinde epey bir düşündüm. Teorik olarak megamarketi bu şekilde çıldırtmak mümkün ama pratikte bu kadar az bir uyaran bir megamarkete yetmez. Yani 500 milyonluk bir fazlalık bir fili, kuş tüyü ile gıdıklamaya benzer.
İnsanlar inandılar çünkü psikolojik olarak inanmak istediler. Kurguyu oluştururken zaten okuru yönlendirdim, marketin fırsatçılığı, haksızlığa uğramış kahraman vs. İkinci aşamada, alınan intikam insanlarda bir tür katarsis duygusu yaşatıyor. Birey olarak büyük sistemler karşısında yaşadığımız çaresizlik. Bu duyguda bir tür…
Neyse meslek sırlarımı daha fazla afişe etmeyeyim 🙂
turk.internet.cpm : Hikaye Internet’de çok ilgi gördü. Peki nasıl tepkiler aldınız?
M.Emin Arı : Birkaç tepki dışında genelde hep olumlu. Gerçek olmadığını öğrenince hayal kırıklığına uğrayıp kızanlarda oldu. Bir çok tartışma listesinde hikaye ciddi, ciddi tartışıldı. Bir deli öykü yazdı kırk akıllı yorumlayamadı gibi durum oluştu. Kapı zillerini çalıp kaçan bir çocuğun neşesi ile uzaktan izledim.
Okur tepkilerini sitemdeki misafir defterinden okuyabilirsiniz.
turk-internet.com : Hikaye Internet’de kaynaksız olarak dolaştı, hatta bu yüzden sizi bulmamız zaman aldı. Bunun sebebini düşündünüz mü?
M.Emin Arı : Hikayeyi ilk olarak kendi okurlarıma ve üyesi olduğum birkaç başka listeye gönderdim. Kendi sitem dışında sadece bir bekar olarak üyesi olduğum EvliErkeklerKlubü.org sitesinde yayınlandı.
Buralardan mail forward zinciri ile yayıldı. Genelde insanlar hikayenin sonunda yazan ismi yazar sanmıyorlar. Bu yüzden copy-paste zulmüne uğradım. Bunu engellemek için altına “lütfen adımı silmeyin” diye rica ekliyorum ve öykülerde kendi ismimi yazıyorum, Alfred Hitchock tarzı.
Kötü bir niyet olduğunu sanmıyorum, daha çok umarsızlık ve dikkatsizlik. Kitapların sokaklarda korsan olarak satıldığı bir ülkede altına kendi adlarını yazmadıklarına şükür. Bizde hala “intellectual property” kavramı gelişmedi. Zamanla o da olacak.
Komik şeyler de oldu. Farklı kanallardan kendi öyküm tekrar bana geldi. İnsanlar kendilerince yorumlarda bulunmuşlardı, örneğin “çok zekice bir öykü”, “intikamın böylesi”, “marketi dize getirmek” gibi başlıklar koymuşlar. Umberto Eco’dan aldığım epigrafdan yola çıkarak Eco mu yazdı diye soranlar bile olmuş. Adamın Türkiye’de ne işi var?
turk-internet.com : Turk-internet.com olarak, özellikle “sistemlerin açığının olabileceği” çok iyi vurgulandığı için hikayeniz ilgimizi çekmişti. Bu bağlamda “sistemlerin açıklarını bulup, koruma” konusunda neler düşünüyorsunuz? Diğer bir ifade ile siz mühendisin patronu olsaydınız, ne yapardınız?
M.Emin Arı : “Sistemlerin açığı olabileceği” bence doğru bir tanımlama değil. İster bir megamarket olun, isterseniz dünyanın süper gücü her sistemin ve yapının bir Achille topuğu vardır, yani açığı vardır. Kollektif bilinçte bu gerçek “Düşmez kalkmaz bir Allah” cümlesiyle ifade ediliyor.
Çıldırmaya daha yatkın sistemler sanıldığı gibi basit yapılar değil, tam tersi daha tümleşik ve organize yapılardır çünkü sisteme daha çok alt sistem ekledikçe, sistemi daha da karmaşık hale getirirsiniz. Bu durumda alt sistemler arasındaki karşılıklı bağımlılık artar ve sistem çok hassas bir içsel dengeye oturur. Bu içsel dengeyi bozmakta sanıldığından daha kolaydır çünkü hassastır.
Örneğin, 11 eylül olaylarını ele alalım. Kayıpların boyutu, ABD’nin toplam boyutu ile karşılaştırılamayacak kadar küçüktü ama tüm bir sistemi destabilize hale getirebildi. Belki nahoş bir örnek ama durum böyle…
Mühendisin patronu olsaydım, sistemi dizayn ederken meşhur KISS kuralına hep uymasını isterdim yani “Keep it simple stupid” (basit ve aptalca tut).
Sistemleri daha çok koruma adına yaptığınız her şey paradoksal olarak sistemi bir taraftan da daha da korunmasız hale getirir. Şöyle açıklayayım; sistemi korumak adına yaptığınız her eklenti, sistemi daha da karmaşık hale getirir ve yukarıda anlattığım mekanizma çalışır.
Sistemleri korumayacak mıyız? Hayır tabi ki koruyacağız ama mutlak güvenlik amacıyla yola çıkarsanız güvenliği yitirirsiniz. Hayatın her kısmında ölçülü olmak iyidir, güvenlik dahil, aşk hariç.
turk-internet.com : Sizin bir de “Kuzey Anadolu Fay Hattı” hikayeniz bu günlerde Internet’de çok geziyor. Okuyanı loop’a sokmayı seviyor musunuz?
M.Emin Arı : Bu da ilginç başka bir hikayem. Bir adam, İstanbul’da olacak bir depremi tetiklemek için başka bir ülkenin yaptığı bir komployu ortaya çıkartıyor. Bu öyküye de o kadar çok insan inandı ki… İnsanlar anlatılan kurgunun bilimsel olarak olup olmayacağını sorgulamadan inanıyorlar. Kimse kalkıp da bana “kardeşim şapkadan tavşan çıkardın, iyi hoş ama bilimsel olarak bu mümkün değil, hele şunu bana bir açıkla” türünden bir mail atmadı. Sordukları tek soru şu: “bu gerçekten oldu mu?”
Türk insanı komplo teorilerini çok seviyor. Bunun en açık ifadesini sıkça söylenen “Türkiye üzerinde oynanan oyunlar” cümlesinde görebiliriz. Siyaseti, tarihi ve doğayı yorumlarken bilimden değil maalesef gelenekten, batıl inançtan ve efsanelerden yola çıkıyoruz. Bu da ne yazık ki toplum olarak genel başarısızlığımızı başkalarının üstüne atmak için kullandığımız bir tür psikolojik mekanizma. Dünya üzerinde başarısızlığın bu kadar prim yaptığı bir ülke yok çünkü hepimiz hepimizi affediyoruz ama doğa kanunları maalesef bizi affetmiyor.
Öyküleri yazarken her zaman okura belirli bir boş alan bırakıyorum. Bunu bilerek ve bilinçli olarak yapıyorum. Böylece tek bir hikayeden her okura göre başka bir hikaye çıkabiliyor. Okuru loopa sokmaktan kastınız tuzağa düşürmekse bunu elbette yapıyorum. Hatta zevkle.
Yazarlıkta edindiğim tecrübe şu, okur her şey hoş karşılıyor, onu aldatmanızı, onunla dalga geçmenizi ve hatta sizin yazar olarak ukalalığınızı. Affetmediği tek şey sıkıcı olmanız. Bunun dışında her şey mübah.
turk-internet.com : Başka hikayelerinizin de olduğunu biliyoruz, bu kurguları yazmak nasıl aklınıza geliyor ve ne zaman başladınız?
M.Emin Arı : Yaratıcı süreci açıklamam inanın imkansız. El kararı pirinç, göz kararı tuz gibi bir şey olurdu bu tarif. Bu süreci ben kendime bile açıklayamıyorum. Birden aklınıza bir şey geliyor ama nasıl geliyor? ve nereden geliyor? inanın ben de bilmiyorum. Yetenek diyelim.
Yazmaya yaklaşık olarak beş yıl önce başladım.
Şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, bu aslında bir bilimkurgu öyküdür. Türkiye’de maalesef bilimkurgu üretilmiyor, üretilenlerin de ya bilimi oluyor kurgusu olmuyor ya da kurgusu oluyor bilimi olmuyor. Ama kendi bilimkurgumuzu üretmeliyiz. Okunabilir ve keyif veren bir bilimkurguda, uzayda dolaşan bir Ahmet, Mehmet ya da Ayşe’nin olabileceğini göstermemiz şart. Kendimize inanmalıyız!
Bilimkurguyu gençlere sevdirmemiz şart çünkü bu yoldan gençler bilimi seveceklerdir. Bilimi sevdirme konusunda Maarif vekaletinin başarısızlığı gün gibi ortada, hala bilim alanında bir Nobel alamadık. Ben kendi adıma utanıyorum bu durumdan.
turk-internet.com : Bunları neden daha önce yayınlamadınız, sitenizi ne zaman oluşturdunuz?
M.Emin Arı : Adı duyulmamış bir yazar için, Türkiye’de geleneksel yollardan bir kitap çıkarmak oldukça zor bir iş. Kitabın çok az okunduğu bir ülkede yayıncılar böyle durumlarda ister istemez ciddi ticari risklerle karşılaşıyor. Zaten piyasa berbat, onlarda haklı olarak hiçbir riske girmiyorlar ve “satılabilir” ünlü yazar arıyorlar. Kapılarda kapanıyor tabi ki…
Web yayıncılığı ise ucuz, interaktif ve etkili. Elli dolar verip bir site açtığınızda günde 200 hit almanız mümkün, bu da ayda 6000 hit eder ki ortalama bir kitap satışının çok üstünde bir rakam. Daha önce de sitelerim vardı ama EminAri.com‘u yeni açtım.
turk-internet.com : Hikaye gerçek ise mühendisin bulunmasına sebep olmamak için, biz hikayeyi biraz değiştirmiştik. Şimdi sizi bulup, düzelttiğimize göre affedildik mi? Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
M.Emin Arı : Normalde yazılarımın virgülünün bile değiştirilmesi beni çok rahatsız ediyor ama sizin durumunuzda farklı. Niyet tamamıyla iyi. Affedilecek bir durum yok :))
Yine de şunu düşünmenizi isterdim, “bu kadar usta bir hırsız bu kadar belirgin bir parmak izini ulu orta bırakır mı?”
Ben teşekkür ederim.