Söyleşinin ilk bölümünü Aytül Özkan: PR Sektörünün En Büyük Sorunu Nitelikli Eleman – 1 başlığı altında okuyabilirsiniz.
Söyleşinin bu bölümünde, Aytül Özkan’a sosyal medya gelişmelerini sorduk :
turk-internet.com: Son dönemlerde dijital halkla ilişkiler kavramı ortaya çıkıyor sosyal ağlarla birlikte. Siz buradaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aytül Özkan: Öncelikle gelişmelerin çok hızlı olduğunu düşünüyorum. Yani ilk değerlendirme hız. Gerçekten Türkiye dünyada internet kullanımında 10. sırada. Facebook gibi, MSN gibi çeşitli platformların kullanımında 3. sıralarda yer alıyor. Bu hızla birlikte önünüze bir mecra açılmış oluyor, burası da bir iletişim platformu.
Ancak bu hızın içinde, bu gelişmelerin içinde tam olarak iletişim modellerini anlayabilmiş veya yerine oturtabilmiş değiliz. Ben böyle görüyorum. Birtakım denemeler var tabi ki. Sosyal medyanın da tepkilerini, ölçümlerini, geri dönüşlerini aslında son belki 2-3 yıl içinde almaya başladık. Örnekler var ama şu anda doğru örnekler ya da case olarak ortaya çıkarabileceğimiz örneklerin çok sayıda olmadığını düşünüyorum. Biraz deneme-yanılma gibi de gidebiliyor.
Şirketler de bu konuda çok bilgili değil, bu da çok normal. Oradaki reklam veren yada kurumlar açısından baktığınızda orada yapacağı bir şeyin gerek kendi faaliyet alanına, satışlarına, itibarlarına yansıdığını görebilmek istiyor veya ölçümlendiğini görebilmek istiyor.
Buralarda henüz eksiklikler var. Çünkü internetin ölçümlenmesi konusu örneğin Reklamcılar Derneği’nin ve tüm diğer disiplinlerin de gündeminde olan bir konu. Reklam verenin yada buradaki kurumların, markaların yaptığı çalışmaların tam olarak neyi hedeflediğini iyi anlatmak önemli.
Şu anda çok meşhur bir kavram tabi. Sosyal medya dediğiniz zaman hemen hemen herkes sosyal medyada var olmak yada bir şeyler yapmak istiyor. Çok da haklılar. Türkiye’deki kullanımına baktığımız zaman maalesef de diyebilirim, demiyedebilirim ama sonuçta çok fazla saat televizyon seyreden görsel bir ülkede yaşıyoruz.
Belki bir gazete veya dergi okunurluğu bunun karşısında o kadar kuvvetli değil yada artmıyor. Ama aynı zamanda da dijital ekrana kayıyor. Şu anda ekran dediğimiz şeyler birleşiyor. Yani bir tek televizyonu kastetmiyoruz burada. Akıllı televizyonlar var, cep telefonları var, iPad’ler var, her birinde değişik bir uygulama olabiliyor.
Bu hızla birlikte bütün bu alternatifleri de ortaya koyduğumuz zaman ikinci tespitim hızdan sonra bir kafa karışıklığı olabilir. Orada tam olarak doğruyu seçebilmek, yönlendirebilmek, markalara o öncelikleri verebilmek açıkçası çok kolay bir şey değil. Örneğin biz de Ogilvy Network olarak Türkiye’deki ajanslarımız 2012’de masamıza gelen en önemli iki başlıktan bir tanesi; “Digital @ Ogilvy” yani Ogilvy’nin dijitale geçişi, bir de “Social @ Ogilvy” yani sosyal medyanın Ogilvy’deki kullanımında yönelik eğitimlerimiz ve araçları doğru kullanabilmemiz.
Bu sadece disipline bağlı bir şey değil. Yani reklamda veya dijital ajanslarda, sağlık iletişiminde böyle parçaları yok. Artık bugün iletişimin içinde olan herkes – tabi belki kendi neslim için söylemiyorum – özellikle bundan sonra ve şu anda devrede olan genç pazarlama uzmanları, yöneticileri, ürün müdürleri, tüm ajans çalışanları bundan sonra dijital ve sosyal kavramları ve uygulamaları içine almayan bir alanda çalışmayacaklar. Burası bariz.
Ama bunu yaparken onun terminolojisini yada uygulama metotlarını belki daha konvansiyonel metotların içine yerleştirmeyi ve ikisini birleştirmeyi becerebilecekler. Çünkü birtakım doğrular mecraya göre değişmez.
Siz halkla ilişkilerde, iletişim stratejinizde, yapmak istedikleriniz, nasıl yapacaklarınız, bunlar değişmeyen şeylerdir. Çeşitli mecralardaki uygulamaları farklı olabilir ama kendi başlarına bir şeyler olamaz. Dolayısıyla bu hız ve karışıklık içinde aslında biraz zamanı doğru kullanıp öncesinden iyi bir planlama yapmak lazım. Yani mesajlar neler, neden bunları yapıyoruz ve bütün bunları doğru yerlere, doğru hedeflere ulaştırabilmemiz için de hangi kanalları nasıl kullanacağımızdan emin olabilmemiz lazım.
Tabi tüm bunların arayışları içinde bazı kazalar da olabiliyor. Örneğin hepimizi çok üzen Van Depremi konusunda sosyal medyanın gücünü ve aynı zamanda kontrolsüzlüğünü de gördük. Yani artıları kadar eksilerini de gördük. Haberleşme, organize olma, bazı kurumların öne çıkma, insanları bir araya toplayabilme ama aynı zamanda yardım edeyim derken birtakım yanlış uygulamalarla bazı kuruluşlara gelen zararı da gördük.
Sonuçta sosyal medya dediğimiz şey de dijital donanımla aletler yada cihazlar aracılığıyla kullanılıyor ki bunlardaki en büyük şey hız. Oradaki hızı ve uygulamaları biraz algıya ve öğrenmeye ve anlamaya yönelik konularla destekler ve dengeleyebilirsek çok daha başarılı örneklerini göreceğiz. Ama her şeyden önce bu sosyal medya yada dijital mecrayı gerçekten çok iyi anlayabiliyor olmamız lazım.
Ve oradaki mesajların, uygulamaların nasıl işlediğini iyi görebiliyor olmamız lazım. Yoksa ‘herkes orada, çok kullanılıyor, hadi biz de bir şey yapalım’ gibi bir yaklaşımla girdiğiniz zaman hoş ama yetersiz veya çok fazla hedefini bulmamış bir sürü de emek kaybı olabiliyor. Ama bu konularda da herkes eğitimler alıyor. Kurumlar da dahil, yurtdışındaki daha iyi örnekler izleniyor. Biz zaten kendi dinamiğimiz içinde Türkiye’den çok sağlıklı örnekler yaratabileceğiz. Buna inanıyorum, ama orada biraz daha vakit gerekli diye düşünüyorum.