Dinlemiş olanlar bilir, köy düğünlerinde zurnacılar bazen öyle gaza gelir ki zurnadan fiziksel olarak duyulması imkansız sesler çıkarmaya çalışırlar. İşte böylesi anlarda bir nokta vardır ki zurna “zırt” deyiverir.
Türkiye’nin birçok kurumunda işler yolunda değil. Ama söz konusu basın olunca işlerin daha bir sarpa sardığı çıkıyor ortaya. Özellikle bilişim gibi yazımı zor, okuması zor, getirisi az konularda arap saçı çıkıyor karşımıza. Gelin bunları madde madde inceleyelim…
- Yerim dar sendromu
Elinize bir gazete alın veya akşama yakın saatlerde televizyon seyredin: Abuk subuk yarışmalar, eve kapanan insanların sığ dünyası, bok böceklerinin sihirli dünyasını aratmayacak manken hayatlarına yer var sonuna kadar. Gazetelerde spora her gün en az 4 sayfa ayrılıyor. Anlamsız, kimsenin okumadığı borsa tabloları çarşaf çarşaf yayımlanıyor.
Hafta sonlarında gözlüklerin, hatta yazarların köpeklerinin bile sayfaları var. Otomobil ve emlak ekleri çıkarılıyor.
Ama konu bilişim olunca bir anda “yer daralması” meydana geliyor. Bilişim konusu, hergün gazetede düzenli olarak yayımlanacak bir konu olmaktan çıkıyor ve haftalık bir sayfanın köşesinde kenar süsü haline dönüşüyor.Acaba bir hafta boyunca o dünyada hiçbir değişiklik meydana gelmiyor mu? Bu değişiklikler zeka yaşıyla ters orantılı para kazanan futbolcuların atan yan bağlarından daha mı az önemli? Demek öyle…
Ya hafta sonu ekleri ya da gazetelerin en okunmayan sayfalarına taşınıyor bilişim. Çünkü yer yok ha? Acaba birden sekize kadar takılmadan sayabilen kaç kişi inanır buna?
- Yenim dar sendromu
Gazeteler, sanılanın aksine idealist insanlar tarafından işletilen, halka mesaj aktarma kaygısından gayrı amacı olmayan kurumlar değildir. Onların birer kar merkezi halinde yaşaması gerekmektedir. Mahalle bakkalı, sokak manavından farklı bir yapı içermezler. Aralarındaki temel fark, tanınmışlık ve buna ters oranda oluşmuş güvendir. (Bu denklemi çözemeyenler için… Mahalle bakkalları pek az tanınır)
Bu anlamda gazeteler, verilen her emeğin paraya dönüşmesini arzu eder. Bütün dünyada çok büyümüş ve tarafsız basın organları, çok satan ve bu satıştan para kazanan kurumlardır.
Reklam bu işin tadı tuzudur. Ama Türkiye’de satışların orta halli bir belediyenin seçmen nüfusundan az olması, gazetelerin temel kaynaklarının reklama kaymasına neden olmaktadır.
Bu anlamda reklamcılar sürekli olarak paraya dönüşebilecek haberler isterler. Ne yazık ki bilişim konusunda kar marjlarının çok dar olması, bilişimcileri reklam vermekten uzaklaştırdığı için bu sayfaların genişletilmesi, hiçbir reklamcının işine gelmez. Bunun yerine kadın hastalıkları ve parfüm yazıları tercih edilir. Bilişim kelimesi, bilişmeyen dar görüşlüler için birşey ifade etmez.
- Yanlış para harcama sendromu
Harcayacak parası olmayan bilişim şirketlerinden daha kötü bir şey varsa o da yanlış para harcayan bilişim şirketleridir. Özellikle cep telefonu şirketleri, parayı bol bulunca, kendilerini tanıtabilecek, tanıtmakta olan mecrayı beslemek yerine, olimpiyatlar, asmalı konaklar, bir İstanbul masallarına sponsor olmaya başlar. O şirketler sanırlar ki olimpiyat meşalesini gören kullanıcılar o telefonun kaç piksel fotoğraf çektiğini anlar. Veya Seymen Ağa eline telefonu aldığında herkes onun kaç saat pil ömrü olduğunu şıp diye çözer.
Bu şirketler bilmezler ki eğer basını reklamla beslemez de dizi filmlere sponsor olurlarsa bir süre sonra telefonlarının özelliklerini kesekağıtlarının üstüne basıp halka dağıtmak zorunda kalacaklar… Bu anlamda onlar günü dahi kurtaramamaktadırlar.
- Az eleman sendromu
Bilişim basını sektöründe çalışmak çok kolay değildir. Habercilerin
- Sektördekiler kadar bilişimi kadar bilmeleri,
- 3 yaşındaki çocuk kadar meraklı olmaları,
- Holding sahibi kadar para harcayıp bu ürünlerden satın almaları,
- Spastik çocuk eğitim merkezinde çalışan eğitmenler kadar sabırla karşısındakine bir şey anlatmaya çalışması,
- Yaşar Kemal tadındaki edebiyatçılar kadar konuyu sadeleştirip özetleyebilme yeteneğine sahip olmaları gerekir.
Böylesi insanlar çok bulunmaz, bulunsa da gazetelerin onlara layık gördüğü paralara çalışmaz. En azından bu insanlardan tüm bilişim basınını besleyecek kadar yoktur. Bu yüzden de hep kadrolar eksik kalır, hep sabahlanır, yazılar hiç yetişmez.
Eleman eksikliğinin görüldüğü bir diğer nokta da bilişimden anlamayan gazete editörleridir. Bilişim editörleri sayfalarını hazırlayıp verdiklerinde gazete editörleri cahillikleri ortaya çıkmasın diye hemen onay verirler. Bu yüzden de gazetelerin düzeltilmeden selüloza aktarılan tek sayfası, bilişim sayfasıdır. Gazetelerde bu sayfalara katkı verecek ikinci bir göz asla bulunamaz.
- Aç köpek sendromu
Bilişim basınında eleman kadrosu yetersiz olduğu için haberlerin yetişmesinde en önemli görevlerden biri, şirketlerin anlaşılmaz ürünlerini anlaşılır kılan, en az gazeteciler kadar çalışan, ancak onlar tarafından sıklıkla itilip kakılan PR mensuplarına düşer.
Gazeteciler PR mensuplarından gelen bültenlerin altına imzalarını atacak kadar fütursuz olsa dahi onlar çalışır, çalışırlar.
Ne var ki o emekçi kadroların üstünde çok bilmiş, “saydam” yönetici kadrolar vardır. Bu yöneticiler, alt kadrolarına zaman zaman “neden bu kadar çalışıyorsunuz, verin şu aç köpek gazetecilere bir yemek, bakın hepsi nasıl yazı yazıyor” gibi, veya “her toplantı çıkışında birer kravat hediye verin bakın nasıl yazıyorlar” gibi entelektüel yorumlar yaparlar. Bu söylenenler sanılanın aksine gazetecilerin kulağına gider.
- Ayşe Arman sendromu
Bilişim içinde bulunan her kurum ve kişi bir süre sonra kendi dergisini çıkarmak isteyecektir ve istemektedir de… Şu anda Microsoft, Panasonic, Nokia, IBM ve daha nicelerinin kendilerine ait dergileri vardır. Bu dergilerle halka birşeyler anlatmayı, üstüne üstlük inanılır olmayı umanlar saftır.
Bu yayınların şirket sahipleri bir süre sonra kendilerini yazar ve gazeteci olarak görüp Ayşe Arman ayarında yazılar yazdığını sanmaya başlar. Bu yayınlarda çalışarak bir gazeteden alabileceği paranın neredeyse on katını kazanan eski gazetecilerin kendilerini mesleğe dönme yanılgısı içinde hissetmeleri için en ideal yol, büyük şirketlerin dergileridir.
Ama üstünde bir şirketin markası olan dergi olmaz. Onlar bültendir. Elektronik ortamdan gönderilse de bültendir, 320 gram kuşe kağıda basılsa da…
Bu maddeleri gören her sektör mensubu kendinden birşey bulacaktır içinde. Bu yazıları okuyan basın dışındakiler ise en azından işlerin nasıl yürüyeceğini anlayacaktır. Bu yazıları okuduğunuz turk-internet.com adresinin anlı şanlı gazeteler, radyolar, televizyonlar dururken Türkiye’nin en (tek) güvenilir bilişim kaynaklarından biri olması aslında anlı şanlıların utanması gereken bir durumdur.
Dürüst olmak eşyanın tabiatıdır, övünülecek veya pay çıkarılacak bir şey değil. Ben işimi dürüst yapıyorum diye ortaya düşen gazeteci veya sektör mensubuna aferin deniyorsa ortada yanlış bir şeylerin olduğu barizdir.