Tuna Bekleviç’in konuşmasını kendi konuşma metninden sunuyoruz.
- Değerli Ekonomistler Platformu üyeleri ve tüm katılımcılar,
Öncelikle Türkiye’de çözüm üretmek amacı ile yola çıkan bir sivil toplum inisiyatifi olan Ekonomistler Platformu’nun bu misyonunu desteklemek amacıyla aramızda bulunan bakanlarımıza ve tüm değerli konuklarımıza katkılarından dolayı teşekkür ederim.
8-9 Haziran’da Şile’de düzenlediğimiz 1.Ekonomi Politikaları Zirvesi ardından düzenlemiş olduğumuz 2. Ekonomi Politikaları Zirvesine katılımınız bizleri daha da cesaretlendirmiştir.
Beş gün sürecek zirve çerçevesinde yapılacak oturumlarda Türkiye ekonomisinin temel sorunları olarak göze çarpan konulara getirilecek çözüm önerilerini değerli katılımcıların fikirleri ışığında ortaya koymaya çalışacağız.
Türkiye ekonomisinde son dönem ile ilgili genel bir değerlendirme yaptığımızda maalesef hiçte parlak bir resim ortaya çıkmamaktadır. Bu resimde:
Türkiye iki farklı karakterde, tek bir sorun ile boğuşuyor…
Birinci karakterinde, makroekonomik verilerde talihsiz gerçekleşmeler, kaynak aktarılamayan bir reel sektör, özerk ama eşgüdümden uzak bağımsız kurumlar, tüm bütçe gelirleri ile faiz ödemek veya borç çevirmek zorunda kalan bir kamu sektörü…
Ikinci karakterinde, tarihsel doyumu, genç potansiyeli ve girişimci ruhu ile bölgede lider olması gereken bir Türkiye…
Her iki karakter de Türkiye’nin gerçeği olması ile birlikte resimdeki genel olumsuzlukların temel sebebi; kuşkusuz Türkiye’nin iyi yönetilememesidir.
Yönetimdeki boşluğun sonuçları ağır olmakla birlikte , aslında yapılan hatalar çok da karmaşık değildir.
Türkiye’nin uzun vadeli hedefleri belirli temellere oturtulamamış, ülke ortak bir vizyon çerçevesinde yönetilmek yerine günlük çözümlerle idare edilme yoluna gidilmiştir.
Türkiye gerçeklerini gözardı eden IMF reçeteleri uygulanmıştır. Ülkedeki ekonomik kriz devam ederken bunun yanında bir sosyal krizin de temeli atılmıştır.
Krizden çıkış için reel sektöre ağırlık verilmesi gerekirken tüm uyarılarımıza rağmen kamu maliyesinin döndürülmesine odaklanılmış ve Türkiye’nin önü tıkanmıştır.
Bu sürecin en büyük özelliği yanlış para ve maliye politikaları sonucu, mali kesimden reel kesime üretim için gerekli kaynak aktarılmamasıdır.
Son kriz döneminde kişi başı GSMH rakamı 3.200 dolardan 2.160 dolar seviyesine gerileyerek 1990’lı yılların başındaki gelir seviyesine geri dönmüştür.
Yani Türkiye’de her birey 12 yıl boşa kürek çekmiştir.
Yani Türkiye’de her birey 12 yıl yaşlanırken çocuklarına hiçbir artı katma değer bırakamamıştır.
Keder ve borç bırakmıştır.
Özellikle iki ciddi kriz dönemini karşılaştırdığımızda sırtımızdaki yükü daha iyi görebiliyoruz. Türkiye’de yaşayan bir birey 1994 yılında 1.424 dolar borç ile uyanırken, 2001 yılı sonunda bu rakam 2.918 dolara yükselmiştir.
Ülkelerin şeffaflık sıralaması endeksinde Türkiye, 7 yılda 37 sıra geri gitmiştir.
Işsizlik oranları ciddi artışlar göstermiş ve resmi rakamlara göre işsizlik 2000 yılında %6.6 iken 2001 yılı sonunda %8.5’e ve 2002 ilk çeyrek sonunda %11.8’e yükselmiştir. Oysa gerçekte işsizlik oranlarının, resmi rakamların çok daha üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Özetle yılda en az üç kez bonolarını çevirme riski yüklenen Türkiye’de her iki gençten birisi işsiz kalmıştır.
Toplam vergi gelirlerinin içerisinde kurumlardan alınan vergi %9’a, dolaysız vergilerin %46 oranına ulaşması vergi adaletsizliğini eşi görülmez boyutlara ulaştırmıştır.
Konsolide bütçede giderler tarafında ücretler yarıya düşmüş, yatırımlar üçte bir oranında daralmış, diğer yandan ülkenin faiz ödemeleri 2,5 katına yükselmiştir.
Böylece toplanan tüm vergiler faiz ödemelerine gitmektedir.
Toplam kamu yatırım tekliflerinin 1990 yılında %68`i tahsis edilirken, 2001’de ancak %28`ini karşılanabilmiştir.
Projelerin bitiş süreleri ise 1986 yılında 3,5 ila 5 yıl arasında değişirken, günümüzde faize harcanan kaynaklar yüzünden 15 yıla kadar uzamıştır.
Sonuç yatırım yapılamamaktadır. Yapılsa da 15 yılda sonuçlanan yatırımın hiçkimseye faydası olmamaktadır.
Iç borç sekiz yılda dörde katlanmıştır. Toplam borç stoğu yıllık milli gelirin bir buçuk katına ulaşmıştır
Iç borç konsolidasyonu tartışılmaya başlamış, Türkiye uluslarası arenada riskli ülkeler sınıfında ön sıralara yükselmiştir.
78 milyar dolar mevduat toplayan bankacılık sektöründen reel sektöre ancak 27 milyar dolar aktarılabilmiştir. Yani yanlış borçlanma politikaları sonucunda, reel sektöre gitmesi gereken kaynaklar kamu açıklarının finansmanında kullanılmış, bu nedenden ötürü mali sektör asıl görevini yerine getirememiştir.
IMKB 2 yılda $120 milyar piyasa değerinden $28 milyara gerilemiştir. BDDK’in bazı bankaları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına almasının ardından, bu bankalarda ortaklığı olan binlerce küçük yatırımcı mağdur edilmiş, bu bankaların ve bağlı kuruluşların hisse senedlerinin işlem tahtaları uzun süre kapalı tutularak yatırımcıların zarar görmesine sebebiyet verilmiştir.
Saydığım olumsuz gelişmelere onlarca yeni gösterge eklemek mümkündür.
Işte 2003’te Türkiye’yi bekleyen tablo budur.
Nedir?
Siyasette kavga lüksü kalmamıştır.
3 Kasım Seçimleri sonrası hangi siyasi irade iktidara ulaşırsa ulaşsın, ülkenin gerçekleri budur.
2003, Türkiye’nin iç dinamiklerini daha verimli kullanacağı, uzlaşma motivasyonu ile siyasi istikrarı sağlamış, dış politikada etkili bir yapının oluşturulduğu bir yıl olmalıdır.
Yeni hükümet AB’ye tam üyelikle ilgili net tavrını ortaya koymalı ve bu konudaki karar son siyasi irade çatışmalarında olduğu gibi değil, rasyonellik çerçevesinde verilmelidir.
Şu anda gündemin ilk sırasında yer alan ABD’nin Irak’a düzenleyeceği harekat konusunda Türkiye’nin izleyeceği strateji; ekonomik dengeler göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye böyle yönetilmeyi haketmemiştir.
Her ne kadar faturayı siyasi irade ve başarısız ekonomi yönetimlerine kessekte eğer her sabah hepimiz “değişim” hayali ile uyanıyorsak “katılmalıyız”, herşeye katılmalıyız. Siyasete katılmalıyız. Sivil topluma katılmalıyız. Değişime katılmalıyız. Geleceğimize katılmalıyız.
Bu resme baktıktan sonra konuşmaktan, beklemekten, harakete geçmeye terfi etmeliyiz.
Biz tüm ekip olarak “değişimden” umutlu, “değiştirmek” için çalışmaktan mutluyuz.
Sözlerime son verirken, bu toplantımızın ve burada bulunmamızın Türkiye’ye faydalı olmasını diler, saygılar sunarım.