Türkiye Bilişim Sektörünün belkemiğini, dağıtım ve kanal sistemi oluşturur. Neredeyse 35.000’i bulan bu KOBİ düzeyindeki firmanın Türkiye’deki temsilcisi ise 1999 yılında kurulan Tübider oldu. Dernek, bilişim konusunda faaliyet gösteren her türlü firmanın sorunları ile ilgileniyor [1].
2018 yılının sonbaharında önümüze çıkan dolar dalgalanması ile birlikte, yıllardır belli bir düzende çalışan firmaların önüne bazı sorunlar çıktı. Bu sorunları derneğin başkanı ve Barem Bilgisayar Kurucu Ortağı Genel Müdür Bülent Vural ile konuştuk.
turk-internet.com : Geçen yıl döviz konusunda bir büyük dalgalanma oldu, arkasından da enflasyonun yıllardır ilk defa hayli yükseldiğini % 20lerin üstüne çıktığını gördük. Bir yandan da faizler resmi olarak belli bir düzeyde tutuluyor olsa da, gayri resmi alanda ya da kredi alındığı zaman % 38-40 hatta daha yüksek faizler görülebiliyor. Bu ortamda IT ürünlerinin durumu, fiyatlaması nasıl yapılıyor acaba?
Bülent Vural : Tüm IT donanım ürünlerinin dış alım ile tedarik edildiğini söyleyebiliriz. Fiyatlama basit olarak üç şekilde yapılıyor;
- a)-TL cinsinden fiyat belirlenmesi ve ödenmesi.
b)-Döviz cinsinden bir çarpan olarak fiyat belirlenmesi ve ödemenin TL olarak yapılması.
c)-Döviz cinsinden fiyat belirlenmesi ve ödemenin döviz cinsinden yapılması.
Reel kur uygulamasından uzun yıllardır oldukça uzaktayız. Kredi faiz oranları oldukça yüksek ama kur artmadığı için bu maliyetler kur artışından telafi edilemiyor. Bu durum öte yandan çok büyük bir kafa karışıklığına da yol açıyor.
TL cinsinden fiyat açıklayanlar kredi maliyetlerini yansıtma şansına daha fazla sahipler. Ancak diğer iki seçenekte uygulama gerçekten oldukça karışık. Kredi kartı komisyon oranları oldukça yükseldi. Bunlar başta fiyatlara yansımamış görünse de sonuçta tüketici maliyetlerine yansıyor.
turk-internet.com : IT ürünlerinin satışında ağustos ayından bu yana düşüş yaşandığını görüyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Bu düşüşün nedeni nedir? Etkisi ne olur? Önlenme yolları sizce nelerdir?
Bülent Vural : Genel olarak ekonomide durgunluk yaşanıyor uzun süredir. İnsanların alım gücü reel olarak düştü. İş bulma imkanları daraldı. Halen işlerini koruyanlar da düşük maaş ve ücret artış oranlarına razı olmak zorunda kalıyor. Tüm bunların hepsi bir araya geldiğinde de tüketici güvenini olumsuz etkiliyor ve bu da alım kararlarının ertelenmesine yol açıyor.
Bankalar uzun süredir kredileri kıstılar. Bankaların kendilerinin de finansman kaynaklarında zorluklar yaşadığını biliyoruz. Bankalar bu durumda kredi vermeye çok istekli değiller. Hele kendi kaynaklarından kredi vermeye hiç istekli değiller. Bu durumda çok kısıtlı KGF kredilerine ulaşmak çok güç oluyor.
Bankaların bazıları da panik düğmesine üstelik de çok erken bastılar. Bunu genel müdürlük emirlerini uygulayan şube yönetimlerinin tavırlarından anlıyoruz. Bu şekilde kredileri kısmanın çok mantıklı olmadığını onlar da görüyorlar. Ödenen kredilerin tekrar pek verilmediği tespiti doğruysa eğer geçtiğimiz yıl yaşanan kur artışı ile birlikte hesaplandığında kredi hacminin reel olarak yüzde ellilere kadar daralmış olabileceğini düşünebiliriz. Bu durum da piyasayı çok kötü sıkıştırıyor.
Bir güven ortamının sağlanması gerekiyor. Ülkeden parasını çıkaranların oldukça fazla olduğunu duyuyoruz. Ülkeyi terk eden yetişmiş insan gücünün çokluğu da ekonomiye olan güveni çok sarsıyor. Güven ortamını sağlayarak yerli sermaye ve yetişmiş insan çıkışını önlemeliyiz. Yabancı ve de öncelikli olarak sabit yatırım sermayesini çekmeyi hedeflemeliyiz. Kısa vadede para girişinin sağlanması gerekiyor. Ancak ülkemizin alacağı uzun vadeli kredilerle bir sakinleşme sağlanması gerekiyor. Tabi asıl çözüm bu sıcak para sarmalından kurtulmak için sıcak paraya ihtiyaç duyulmayacak yapısal önlemleri almak olmalı. Sıcak para girişi ile sağlanan ekonomik büyüme modelinin son derece niteliksiz ve bir süre sonra duvara toslamanın kaçınılmaz olduğu tüm dünyada görüldü artık.
Öte yandan IMF ve Dünya Bankası’nın kemer sıkma politikalarına da pek itibar edilmemesi gerekir. Çünkü bu kemer sıkma politikası bir yandan geniş yığınlara büyük acılar verdiği gibi ticareten de krizin daha da derinleşmesine yol açıyor.
turk-internet.com : Bu gelişmeler sonucunda, ithalatçı – dağıtıcı – zincir mağaza – e-ticaret şirketleri ve bayiler nasıl etkilendiler? Ne tür önlemler alıyorlar?
Bülent Vural : Tüm sektör çok olumsuz etkilendi. 2018 yılının görece iyi olan ilk altı ayına karşılık ikinci altı ayı ticareten kötüydü ve bu durum bizlerin yılı küçülerek (yüzde yirmi civarında) kapatmamız sonucunu doğurdu. Özellikle 2018 Kasım ayında itibaren başlayan sert düşüş halen devam ediyor. Bu düşüş şubatta sanki durulacak gibi duruyor. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde elliler ve hatta daha fazla ciro düşüşleri söz konusu. Karlılıktaki düşüşler ise daha da fazla. Bankalardan gerekli finansman akışı henüz sağlanamıyor. Bu akışın sıkıntılı olması bazı piyasa yapıcı büyüklükteki firmalardan başlayarak piyasanın daha da kasılması sonucunu beraberinde getiriyor. Bu durumda firmalar kendi içlerinde masrafları kısma tedbirleri alıyorlar. Her şeye rağmen sektör personel azaltma yönünde şimdilik çok radikal adımlar atmıyor. Firmaların kendi yetişmiş personelini koruma gayreti içerisinde olduğunu söyleyebiliriz (Bakınız Tübider’in ekonomik krizin personel politikalarına yansımasını gösteren araştırması). Şu anda herkes çok büyük bir endişeyle beklemekte. Geleceğe olan güven giderek azalıyor. Çok acil ama gerçekten çok acil bir şeylerin yapılması gerekiyor.
turk-internet.com : Kota konusundaki baskı sürmekte midir? Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
Bülent Vural : Çok ülkede faaliyet gösteren büyük üretici markalar yaşanan krizi pek kabullenmek istemiyorlar. Her ne hikmetse piyasanın kötülüğünden genelde “bihaber “ oluyorlar. Üretici markalar belirledikleri hedeflerin tutturulmasından hiç vazgeçmek istemiyorlar. Piyasa çok kötüymüş umurlarında değil. Kontratları iptal etme tehditleri kolayca gündeme gelebiliyor. Hemen yeni temsilci arayışına giriliyor. Ancak yeni temsilci arayış süreci özensiz yapıldığı ve hatta bazen belki de kasıtlı yapıldığı için olumsuz bir dedikodu süreci çalışabiliyor. Bu baskılar neticesinde piyasaya haddinden çok fazla mal sürülmesi hiç kimsenin kar yapamaması sonucunu doğuruyor. Halbuki üretici markadan başlayarak tüm iş ortaklarının korunması lazım. Bu esasında herkesin gerçekten yararına olan şeydir.
turk-internet.com : Tübider olarak bütün bunlara karşı BDDK’nın kredi kartlı satışları için yaptığı düzenlemeye sizin de bir öneriniz var. Bu nedir? BDDK bu konuya sizce nasıl yaklaşıyor?
Bülent Vural : Bireysel kredi kartlarındaki en yüksek taksit sayısı halen altıdır.Bunun on iki aya çıkartılması iyice daralmış olan alım gücünü bir nebze de olsa rahatlatacaktır. Bu da piyasayı biraz rahatlatacaktır. Ülke sathına yayılmış olan otuz beş bin civarındaki bayisi başta olmak üzere bilişim sektörü bu ülke için çok değerlidir . Öte yandan bilişim sektörünün ülke kalkınmasında birincil öncelikte olduğunu biliyoruz. Bilişim ve dolayısıyla bilişim ürünleri krizi etkin bir şekilde yönetmenin de en önemli araç gereçleridir.
turk-internet.com : KDV oranları konusundaki yaklaşımınız nedir?
Bülent Vural : Yukarıda da söylediğimiz gibi bu krizi yönetme ve çıkmanın en etkili aracı bilişim olacaktır. KDV oranlarının düşürülmesi de sektörün yaşamasına olumlu katkı sağlayacaktır. Bilişim sektörü tasarruf yapılacak sektörler arasında yer almamalı aksine daha fazla desteklenmelidir. Ancak her bilişim lafının ülkeye yarar sağlayacağını da düşünmemek gerekir. Ancak ülke yararına bir bilişim gelişme strajetisi ile birlikte bilişim sektörü kayıtsız şartsız desteklenmelidir. Örneğin bir uluslararası marka için sadece malının satılması önemlidir. Halbuki bizim için ülkemize nasıl bir yarar sağlayacağı ve bu alandaki en büyük yetişmiş insan gücünü barındıran bayilik sisteminin devamının ve gelişiminin sağlanması hayati önemdedir.
turk-internet.com : İade / tüketici şikayetleri konusunda sıkıntınız olduğunu biliyoruz. Bu konuyu da açıklayabilir misiniz?
Bülent Vural : Öncelikle garanti meselesi sektörümüzde oldukça karışık ve de beyaz eşya sektöründeki gibi çözülmüş değildir. Bir bayi malı aldığı andan itibaren garanti süreci başlar. Ancak raf ömrü kadar risk altına girer. Örneğin iki ay rafta kalan bir malın 23 ay sonra gelen arızası oldukça sıkıntılı bir durumdur. Son kullanıcı talep eder ama bayinin gidebileceği bir yer yoktur.Burada iki farklı yasa çalışmaktadır. Aynı sıkıntının büyük mağazalarda da yaşanması gerekir ama onlar ticari güçleriyle bu sorunu yaşamazlar. Bu konulardaki sözleşme maddeleri büyük mağazalar lehine çok ağırdır. Büyük uluslararası markaların da bazen keyfi ve yasadışı bir şekilde ürünleri garanti dışına çıkardığı uygulamalara da rastlamaktayız. Örneğin hiçbir marka kendi ürününde kendi markalı sarf malzemesinin kullanılmasını dayatamaz ama uygulamada aksi durumlarla çok karşılaşılır. Tüketici hakem heyetleri oldukça yetersiz ve cezayı kısa yoldan firmalara kesme eğilimindedir. Burada vakaların hakkıyla incelenmediğini biliyoruz. Aslında krizin ve rekabetin bir sonucu olarak ülkemizde uygulanmakta olan iki yıllık garanti süresi de pek kaldırılabilir bir şey değildir. Ne yazık ki bu sürenin bedeli fiyatlara yansıtılamamaktadır.