Haberlere şöyle bir göz atınca, ABD-Çin ticaret savaşını kaçırmak zor. ABD, Trump yönetiminden başlayarak, ABD merkezli yazılım/donanım/teknolojilerin Çin kökenli şirketlere satılmasını ve hatta bu teknolojiler kullanılarak üretilen ürünlerin dahi satılmasını yasakladı. En büyük hedeflerden biri telekom cihazları, cep telefonları, bilişim ekipmanları ve çok daha fazlasını üreten Huawei oldu. Huawei, birkaç Avrupalı telekom operatöründe tamamen yasaklandı, Tayvan’dan çip satın alamıyor, Google Play Store, ABD çıkışlı ilgili işletim sistemlerini, veri tabanlarını vb. kullanamıyor.
Ancak bu, mücadelelerden sadece biri gibi görünüyor. COVID-19 salgını Çin’i Avrupa ve ABD’ye kıyasla minimum düzeyde etkilemesine rağmen, başka sıkıntılar da var ve bunlar dış güçlerle değil, iç dinamiklerle ilgili.
Bunlardan biri, devletin, Jack Ma’nın Alibaba ve Ant Group’u [1] gibi büyük şirketlere karşı kullandığı demir yumruk (Robert Michels tarafından Oligarşinin Tunç Eli [2] olarak tanımlanır) gibi görünüyor. Jack Ma, ekonomik başarı ve regülasyonların hafifletilmesi konusunda öne çıkan, oldukça popüler bir figür. Alipay’in 700 milyon aktif kullanıcısıyla, ödeme teknolojilerinde devrim yarattı. Kendisi dünya çapında bir başarı ve ilham sembolü haline geldi. Eski bir İngilizce öğretmeni olarak, birçok kişi tarafından hayranlık duyulan, girişimciler ve “netizen”ler tarafından “Daddy Ma” adı takılan bir teknoloji süper starına dönüştü. Düzenleyicileri ve devlete ait bankaları, fazla ihtiyatlı oldukları için eleştirdi. Ancak Çin’de bu tür provokasyonlardan zarar görmeden kurtulmak kolay değil. Ant Group’un “dünyanın en büyüğü” denen halka açılması durduruldu, şirket bölünerek yeniden yapılandırılacak ve Ma neredeyse üç ay boyunca ortadan kayboldu. [3] Ev hapsinde olduğuna dair söylentiler çıktı.
“Çin ekonomisi için o kadar değerliydi ve o kadar başarılıydı ki kendisine dokunulmadı, ancak Şangay’daki bu konuşmayla çizgiyi açıkça aştı.” Lowy Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı ve Xi Jinping: The Backlash kitabının yazarı Richard McGregor
“Ulusların Düşüşü”nde Acemoğlu ve Robinson, sürdürülebilir kalkınmanın koşullarını tartışır. Çoğulcu siyasal kurumlara ihtiyaç olduğunu belirtirler. Bunlar olmadan, herhangi bir gelişmenin uzun vadede tökezleyeceğini ve başarısız olacağını iddia ederler. Bununla birlikte, yenilik ve sürdürülebilir kalkınmanın, beraberinde yaratıcı yıkım [4] getireceğini hatırlatırlar. Yaratıcı yıkım, gücü kontrol edenleri ve seçkinleri tehdit eder ve hatta değiştirir. Çin gibi bir hükümet ise bundan hoşlanmaz, Huawei gibi, iktidarla daha uyumlu çalışacak firmalardan hoşlanır.
Ma’nın başına gelenler, yaratıcı yıkım korkusundan kaynaklanıyor olabilir. Huawei modeli çok etkili bir model olsa da, serbest ekonomi modeli uzun vadede daha rekabetçi ve sürdürülebilir görünüyor. Bu, Çin’in ekonomik büyümesinin yavaşlayacağına dair bir gösterge olabilir.
Bir başka sorun da nüfus ikileminden kaynaklanıyor. Çin ve Hindistan gibi çok kalabalık herhangi bir ülke için, çok büyük nüfus, başlı başına bir sorundur. Nasıl besleneceği, nasıl eğitileceği, nasıl istihdam edileceği ve nasıl kontrol edileceği gibi sorular, yöneticilerin kabusudur. Çin, 1979’da meşhur tek çocuk politikasını başlattı, 2016’ya kadar da tüm gücüyle bunu uyguladı. Sadece bir takım zengin aileler, doğumu Hong Kong’da gerçekleştirerek, kuralı atlatabiliyorlardı. Bu metot, nüfus artışını frenlemeye pekâlâ yardımcı oldu. 400 milyon doğumun engellendiği tahmin ediliyor. Ancak, bu metot çift tarafı keskin bir kılıç gibi. Nüfus artışı yavaşlamaya başladığında, nüfus yaşlanmaya başlar. Çok yaşlanmamalı, yoksa, aktif iş gücünü kaybedersiniz. Çok fazla emekli insanı desteklemek, ekonominiz için bir yük olacaktır. Japonya bu tuzağa düştü, sırada Kore var. İki ülkede durduramadıkları bir yaşlanma ve hatta azalma sarmalına girdiler.
Son açıklanan rakamlar, tek çocuk yasağı kalktıktan sonra dahi, yıllık doğum sayısının önemli ölçüde düştüğünü ortaya koydu. [5] Artık tek çocuk politikası olmamasına rağmen, şehirli çiftler bağımsızlıklarına ve kariyerlerine bir aile yetiştirmekten daha fazla değer veriyor. Buna büyük şehirlerdeki yüksek yaşam maliyeti de eklenince, doğum oranı düşmeye devam ediyor. Uzmanlar, 2050 yılına geldiğimizde, Çin’in çalışma çağındaki nüfusunun, tüm nüfusun yarısına (şu anda %63,3) düşebileceğini belirtiyor. Haberlerin bir panik havası yaratmasının ardından, Çin, üçüncü çocuğa izin vereceğini açıkladı. [6]
“Sayım öncesi rakamları kullanan tahminlerimiz, işgücünün 2030 yılına kadar her yıl % 0,5 oranında azalacağını gösteriyor.” Capital Economics
Bu arada, gelişmiş dünyadaki diğer ülkelerin aksine, ABD nüfusu olumlu değişiklikler gösteriyor. Uzun vadeyi öngörmek zor, ama üretimin nüfusa orantılı olmadığı, ileri seviyede otomasyonun kullanıldığı bir gelecekte, üretim tüketimin olduğu ülkelere geri kayabilir.
Ticaret savaşı, Oligarşinin Tunç Eli ve demografik sorunlar sebebiyle, Çin, uzun zamandır peşinde koştuğu süper güç olma savaşını kazanamayabilir.
[1] China and the Fall of Jack Ma’s Ant Group
[5] China faces strains as population ages, birth rate falls
[6] China faces strains as population ages, birth rate falls