Son katıldığım bir kaç panelde, izleyicilerin sorunlarını çözme konusundaki sıkıntılarını dinledim. Genellikle sorular; “çözemiyoruz” şeklinde, benim cevabım ise Beatles’ın başlıkta yer alan şarkısı “Come Together[1]” üzerine kurulu. Yani bir nevi “bir araya gelin” (şarkıda orjinal mesaj ; Ronald Reagan’ı Kaliforniya valiliğine seçtirmemek için bir araya gelin diyor).
Örneğin Bilgi İşlem Müdürlerinin (CIO) olduğu bir platformda bu soruyla karşılaştım. Bilgi İşlem Müdürlerinin bir yandan şirket içindeki durumları ile ilgili sorunları var. Diğer yandan ise satıcı firmalara karşı sorun yaşıyorlar. Özellikle satıcı firmaların fiyat konusunda, temin edilecek parça ya da yazılım konusunda çeşitli oyunlar yapabildiğini, ya da bazen kendilerinin atlanıp pazarlama-satış gibi bölümlere gidilip, doğrudan bu bölümlere satış yapılabildiğini söylüyor ve bu durumun yarattığı maddi ya da manevi zarardan bahsediyorlar.
Bir başka örnek, Internet Kafe’ler. Onların da, bir yandan yasal mercilerle (belediye, polis, vali vs), diğer yandan satıcı firmalarla (telif hakkı baskınları yapan BSA gibi) sorun yaşıyorlar. Bunları çözmek konusunda istekliler. Ama nasıl olacağını bilemiyorlar. Oysa “İnternet Kafe İşletmecileri Odası” gibi bir şansları var.
Bizim kültürümüz “bireyselliğe yol vermeyen”, aksine “toplumun parçası olmaya zorlayan (sürüden ayrılanı kurt kapar)” şeklinde tanımlanıyor. Bireysel yaklaşımları garipser ve uzaktan bakarız. Buna rağmen, tersine biraraya gelmek konusunda sorun yaşıyoruz. Bu belki Osmanlı’nın son zamanında başlayıp, darbelerle pekişen bir süreç. Örgüt içinde yer almak bizi korkutuyor.
Oysa batı kültüründe, hakların tamamı bu şekilde alınmış. Birlik olunarak. Bölünmekle hiçbir yere varılamaz. İngiliz’ler için yapılan “böl-yönet taktiği ile hareket ederler” tanımı da buna işaret etmiyor mu?
İnternet Kafeciler, birlikte hareket etseler belki hem bu yasal mercilere, hem de kendilerini korkutan (adeta şantaj yaparak) satıcı firmalara karşı bir takım haklar alabilecekler. Çünkü ekonomik açıdan hepsi bir araya geldiklerinde nerdeyse 1 milyar $’lık bir sektör durumundalar. Aynı şekilde bilgi işlem müdürlerinin ellerinde büyük bir güç var ama tek tek olduklarında değil. Birleştiklerinde!! Mesela en azından bu firmaların hareket tarzı ve fiyatlar konusunda bir veri tabanı bile oluşturabilirler ve gerektiğinde bunu kullanabilirler.
Ama iş hayatımızın üzerinde 1980’lere kadar ölü toprağı serpiliydi. Canlanması, 1980’ler sonrasındaki bir dizi ekonomik uygulama sonrası başladı diyebiliriz. Batı dünyasının 1800’lerin ortalarından itibaren canlı bir iş dünyasına adım attığı düşünülürse, bizim daha yolun başlarında olduğumuz görülür.
Bunu neden diyorum; çünkü örneğin İngiliz iş dünyasına baktığınızda, bir firma tek başına değil, bir eko-sistemle birlikte hareket ediyor. Bu ekosistemin bir tarafında, tabi ki, yan sanayi-üst sanayi, iş ortaklığı, rakipler, bankalar vsvs var ama benim bahsettiğim daha ziyade iş geliştirmeye yönelik olan eko-sistem –ki bunun içinde, dernek-lobi şirketi-reklam-halkla ilişkiler-araştırma firmaları-derecelendirme hatta belki strateji danışmanı firmalar var–.
Bunlar ne iş yapıyor; herbirisi şirketin hem iş alanını değerlendirecek hareketler, hem de benzer şirketler arasında elçilik-danışmanlık yapıyorlar. Böylece matriks bir yapı oluşuyor. Ülkemizde bu tür ilişkiler ancak büyük firmalarda mevcut. KOBİ olan firmalar ise, belki –son dönemde popüler olduğu için– bir dernek içinde yer alıyor ama lobi konusundan haberdar değiller, reklam ve halkla ilişkileri lüks olarak değerlendiriyorlar ve araştırma konusunun da farkında değiller.
Halbuki araştırma önemli bir araç. Çok büyük olması bile gerekmiyor. Bir yandan firma kendi ürünleri konusunda pazarlama bilgisi elde edebilir ama yanısıra, halkla ilişkiler ürünü olarak da kullanılabilir. Örneğin ucuz bilet arama firması Skyscanner, her ay 2-3 bu tür haberler yayınlar [2].
Ama ülkemizdeki şirketlerimiz ve çalışanlarımız henüz iş dünyasının bu yapılanmasını yeni yakalamaya başladı. Yeni yeni biraraya gelmeler görüyoruz.
Oysa John Lennon bunu yarım asır önce söylemiş[1]. İşte Beatles’ın şarkısı bana bunu düşündürtüyor. Bu muhtemelen sanayi devriminde geri kalmış olmanın günümüze sarkan semptomlarından birisi.
Nasıl giderilir? Ben epeyce çalışma ve değişiklik görüyorum ama bu yazıyı okuyanların da hemen-şimdi kendilerini bu yönde değerlendirmelerinde yarar var.
Across the Universe
Sırası gelmişken; bir müzik grubunun nasıl olup da dünyaya bu kadar mesaj vermiş olduğuna ve belki de değiştirdiğine şaşkınlıkla baktığımı ifade etmek istiyorum.
1960’larda dünyayı kasıp kavuran efsanevi Beatles ve özellikle John Lennon, şarkılarında öylesine mesajlar vermiş ki (mesela Imagine[3]), bugün, 50 sene sonra, o mesajlar, o zamankinden daha fazla geçerli ve daha iyi anlaşılabiliyor. Bu mesajlardan bir demeti, “Across the Universe[4]” filminde izleyebilirsiniz.
Filmi hem görsel yönden, hem müziklerinin kalitesi için ama bir o kadar da verdiği mesajlar için seyredin.
Film, Amerika’lı kadın film yönetmeni Julie Taymor tarafından yapılmış. Evan Rachel Wood, Jim Sturgess, Joe Anderson oynuyor. Görsel olarak çok başarılı bir film ama bence asıl başarısı, Beatles’ın müziklerinin nasıl da bir dönemi anlatabildiğini, muhteşem bir görsellik eşliğinde gösterebilmesi.
Film temelde bir aşk hikayesi olmakla birlikte, 1960’lardan pek çok konuyu anlatıyor. Ama asıl ilginci bugün geldiğimiz yeri tartırması.
Filmde 60’ları anlatan neler var; kısaca not edeyim; İngiliz (Liverpool’lu) dok işçilerinin durumu, 2.dünya savaşında bir Amerika’lı askerden çocuk sahibi olan İngiliz kadınları, zengin üniversitelilerin dejeneriliği, oğlunun kendi istediği yaşamı sürmesini isteyen zengin baba ve onu reddederek New York’a fakirliğe (taksi şöförlüğüne) uçan oğlu, 1960’ların birlikte yaşama ve paylaşma kültürü, sanat farklılıkları, Vietnam’da ölen genç insanlar, onların arkasında kalanların yaşadıkları, Vietnam’dan yaralı dönenlerin ruh hali, Vietnam protestoları, Sam Amca’nın o yıllardaki askere alma prosedürü, Alabama’daki zenci isyanı (dolayısıyla Zenci hareketi), İş dünyasının standartlığı, o yılların dolandırıcıları, o yılların müzik dünyası ve daha pek çok detayı filmde görebilirsiniz.
İngiliz (ve dolayısıyla aksanlı) Jim Sturgess’in ABD’ye gitmesi, İngiliz asıllı Beatles’ın ABD’ye gitmesini hatırlatıyor. Ayrıca filmin “All your need is Love (yani “tüm ihtiyacın Aşk”)” şarkısı ile ve bir zamanlar Beatles’ın yaptığı ve polisin engellediği gibi New York çatılarından birisinde verilen bir konsere ithaf edilerek bittiğini not edelim. Yani filmde sürekli çağrışımlar var.
Filmi merak eden olursa diye, YouTube’de aşağıdaki versiyonunu buldum (Türkçesini de birkaç Türk film sitesinde “Seni İstiyorum” ismi ile bulabilirsiniz);
Not : Filmde sunulan “Come Together” versiyonu çok güzel. 36:40’ıncı dakikadan itibaren izlemenizi tavsiye ederim; Şarkıyı “Unchain my heart” ile tanıdığımız Joe Cocker gibi efsane şarkıcılar söylüyor[5]. Ayrıca 53:01’den sonraki askere alınma sürecini “I want you” eşliğinde izlemelisiniz.
İyi Bayramlar
[2] turk-internet.com’da SkyScanner Haberleri