Kemal Derviş’in aktardıkları bir nevi ders niteliğinde ama önemli mesajlar iletiyordu. Bugünkü gazetelere baktığımda bu mesajlar yerine daha siyasal olan ve konuşmasının sonunda aktardığı “eşgüdüm”, “herşeyin iyi olduğunu söyleyemem” sözlerine öncelik verildiğini görüyorum. Ben sizlere konuşmasının tamamını dolayısıyla ilginç görüşlerini aktarmaya çalışacağım. Başlığa koyduğumuz ifade ise Derviş’in sorular sırasında kısaca geçtiği ama Bilgisayar Teknolojisine bakış açısını tanımlamak açısından önemliydi.
Derviş; Global Dünya’da Türkiye’nin rekabet Avantajları Forumu başlığını taşıyan toplantının, “Türkiye’ye gelecekten bakmak ve Türkiye’nin rekabet Gücü” başlıklı oturumunda yaptığı konuşmasında, iktisat konusunda herkesin bir yorum yaptığını söyleyerek doktor örneği verdi.
- “Sıradan bir doktor diyelim ki teşhis koyuyor, tedavi stratejisi belirliyor, ilaç veriyor. İnsanlar buna pek de karışmaz ama iktisat söz konusu olu8nca böyle olmuyor. Herkesin bir görüşü var. İktisatçıya bırakılmıyor. Ama diğer yandan bu çok da doğal. İktisat kaynak dağılımı yani gelir dağılımını belirliyor. Dolayısıyla herkesi etkiliyor. Bazılarına güç verirken, bazılarından güç alan politikalar oluşuyor.
Birlikte bakalım; refah gelir standardı nasıl büyür? Bu konuda tahlil yapabilecek, modeler oluşturabilecek durumda olanlar ulus devletler. Her devlet kendi gelirini hesaplar. Ulus devletleri birim alarak, iktisatı daha iyi anlamak mümkün.
Aynı anda çeşitli ülkelere bakabiliriz. Ya da belli bir zaman periyodunda aynı ülkeyi de inceleyebiliriz. Farklara bakarak, fark nereden doğuyor tahlil etmeye çalışırız. Mesela 1960-2000 arası 10 yıllara bakar bunu da başka ülkelerle karşılaştırabiliriz.
Dünya ortalamasına bakıldığında, ortalama yıllık gelir 500 $ gibi bir rakam. En zengin ülkenin vatandaşlarının yıllık geliri ise 30.000 $. Arada korkunç bir fark var ama bu son 2 yüzyıl içinde oluştu. 19.yüzyılın başına bakınca, bugün 60 misli olan bu farkın en fazla 2-3 misli olduğunu görüyorsunuz. Yani en zenginlerle en yoksullar arasındaki fark 2-3 kat idi. Belki nominal $ değeri yerine satın alma güücü ile bakmak daha akılcı olabilir. O zaman da fark 20 kat gibi düşünülebilir. Burada bir iktisatçı için en önemli soru “Bu fark nasıl oluşuyor?” Soruya derinlemesine bakmak gerek ama ben burada hızlı bir şekilde geçeceğim.
Bu farkın doğması için ilk farklılık, doğal kaynaklar. Bazı ülkelerde çok fazla olabilir. Ama Kuwait ve petrol gibi farklılıklar hariç çok da büyük farklılık yok. Her ülkede aşağı yukarı bir takım doğal kaynaklar var. Diğer yanda Japonya’da hiç doğal kaynak yok. Elektrik üretecek bir olanak yok. tarım yapılacak arazi son derece kısıtlı. Batı Avrupa’ya bakarsanız aynı şekilde pek doğal kaynak göremezsiniz. ABD’de var. Arjantin’de var. Ama topluca bakıp kıyaslayınca, bu farkı doğal kaynaklarla açıklamak pek mümkün gözükmüyor.
2.faktör olarak teknolojiyi ele alalım. Bazı ülkeler teknolojide çok ilerde bazıları geride. Bu da müthiş bir verimlilik farkı oluşturuyor. Ama diğer konular yerinde ise teknolojiyi almak mümkün. Belki çok pahalı da değil. Kore’de yapılan bir araştırma var. Kore’ye son 20 yıl içinde getirilen teknolojinin maliyeti hesaplanmış. Tüm gelirin ancak % 2’si olduğu görülmüş. Yani teknolojinin farkını yadısımıyorum ama alınabiliyor ve doğal kaynakta olduğu gibi bu da aradaki farkı açıklayabilecek bir faktör olarak gözükmüyor.
3.önemli faktör, sermaye birikimi. Bu önemli bir unsur. Sermaye stoklamasında ülkeler arasında önemli farklar var. Biriktirmiş ülkelere bakıyorsunuz, yolları, binaları, hizmetleri ile önemli farklılıklar var. Ancak, Alman sermaye stoğu, birikiminin % 70’ini 2.Dünya savaşında kaybetti. Japonya biraz daha az ama onlar da 2.dünya savaşından sermaye stoklarını kaybederek çıktılar. Ama bakıyorsunuz 20-30 yıl içinde tekrar sermaye stoğunu oluşturdular. Demek ki sermaye stoğunu da önemli bir faktör gibi görmemek lazım.
4.faktör ise insan içindeki sermaye birikimi anlamına gelen Eğitim. Sanırım bu deminden beri konuştuklarımız içinde en önemlisi olan. 2.Dünya savaşında insanlar öldüler, binalar, köprüler yıkıldı ama kalan insanların eğitim düzeyleri vardı. Bunu yoketmek mümkün değil. Çalışmalar da bu bulguyu destekliyor. Ama göçle ve ücretle ilgili çalışmalar var. mesela ABD’ye göç etmiş İrlanda’lıların ABD’ye gidince ücretleri ne olmuş diye bakılıyor. Ya da Güney Akdeniz ülkelerinden Batı Avrupa’ya yapılan göçler inceleniyor. Eğer dosdoğru bir iş bulabiliyorsa, görülüyor ki ücret 4-5 kat artmış. Piyasada ücreti verimlilik belirler. Eğer konu sadece eğitim ise, bu kadar ücreti alması normal değil. Kendi ülkesinde de alması lazım. Daha çok sermaye ve teknoloji içinde çalışıyor ama yine de açıklanamayan bir yükseklik söz konusu. Şimdi olaya bir de zaman içinde bakalım.
1960’larda Gana ve Güney Kore’nin her ikisinin de gelir düzeyi 500 $’mış. Aradan geçen 40 yıl içinde Gana 600-700 $’lar civarına çıkarken, Güney Kore 10.000 $ olmuş. Müthiş bir fark. Güney Kore hakikaten çağ atlamış demek ki. Ama Ekonomi bilimi bu farkı bir türlü açıklayabilmeli.
1950’li yıllarda Robert Solo’nun başlattığı “Büyümeyi Ne Sağlar” araştırması vardı. Sermaye Birikiminin önemi ve emeğin artması üstüne açıklanamayan bir fark var. Bu o dönem epeyce meşgul etti ortamı. Solo bir yazısında Rusya’yı kastederek “Bir Amerikalı olarak çok üzgünüm. Rusya merkezi planlama çercevesinde gelirinin % 40’ını yatırıma ayırıyor. Vatandaş istemese bile. Halbuki biz ABD’de % 20-25 ayırabiliyoruz. 15-20 yılda Rusya bizi geçecek. Sermaye stoğu daha çok birikiyor. Bu kadar milli geliri olan Rusya askeri açıdan bizi tehdit edecek” dedi. Gerçekten merkezi bir planlama herşeyi halleder gibi gözüküyor.
Ama öyle olmadı. Son 30-40 yılın deneyimi gösterdi ki, olay böyle gelişmedi. Rusya çöktü. Önemli olan sermaye stoğu değil, nerede ve nasıl kullanıldığı. Az gelişmiş ülkelere bakılıyor. Mesela Afrika’da yanyana 2 ülke. Biri petrolce zengin. 20 yılda 200 Milyar $ gelir. Öbüründe bu yok. Biri merkezi planlama diğeri serbest piyasa. 20 yıl sonra duruma bir bakıyorsun, serbest piyasa olan 200 Milyar $’a rağmen geçmiş. Yani önemli olan servet stoğunun nasıl kullanıldığı.
Zaman boyutunda ve karşılaştırmalı olarak bakılınca, bazı olaylar daha kolay ölçeklenebiliyor. Belki iyi model serbest piyasa ile birlikte merkezi planlama.
Dolayısıyla saydığımız tüm faktörlerden başka bir unsur var. Bunu ekonomik politika çercevesi diyebiliriz. Ekonomik sistem ve kurumların işleyişleri. Yani ne tür ekonomik politikaların izlendiği ve kurumların buna nasıl yol gösterdiği önemli.
Teknoloji satın almak mümkün ama refah ortamı sağlayacak şekilde çalıştırmak başka bir şey. Doğru ekonomik politikaların konulması önemli. Kore 40 yılda 10.000 $’a çıkmış. Demek ki mümkün.
Yalnız ekonomik sistem olarak bakıldığında neo-klasik iktisatçıların bütünü göremeyen bir yaklaşımı var. Bunu daha iyi anlatmak için bir hikaye anlatılır. Biri neo-klasik iktisatçı biri mesela mühendis 2 kişi yolda yürüyorlar. Yerde bir 100 $ görürler. Mühendis eğilip almaya kalkar ama neo-klasik iktisatçı durdurur; “Bu paranın sistem olarak orda durması lazım. Eğer alınması gerekseydi senden önce başkası ya da sistem onu ordan almış olurdu” der. Ya da ikinci bir hikaye, odada ışık yok. Kimse de yakmıyor. Çünkü yakılması gerekseydi şimdiye kadar yakılmış olurdu diye düşünüyorlar.
Piyasa karmaşık bir olay. Planlama modelleri ile kaynakları etkin bir şekilde dağıtmak gerekli. Eskiden sermaye piyasasına gerek yok diyorduk. Çekoslavakya-Macaristan örneklemelerini gördük. Piyasayı bilgisayarla en iyi şekilde modelleyip planlasak bile yürümüyor. Piyasa en az hatayı yapar. Ama merkezi planlamadan vazgeçtik, piyasayı kendi haline bırakalım da denemez. 100 $ hikayesine döner. Piyasanın düzgün işletilmesi için birçok şeye ihtiyaç var. Piyasanın yasal çercevesi sağlıklı olmalıdır. Piyasanın ortaya çıkardığı sorunlar (yani gelir dağılımında adaletsizlik, fırsat farklılığı) düzeltilmeli. Ama müdahaleler piyasaya ters düşmemeli. Siyasetin de piayasaya ters düşmemesi lazım.
Piyasa bir kurumlar kümesi. oyunuc olan her kurum doğru işlemeli ve güven duymalı. Özel sektör, DİE ya da diğer kamu kurumları önemli.
Siyaset’in işlevi, kaynağı elinde tutan kişilerin kaynağı kendine aktarması olmamalı. Siyasi gücü ele geçirerek, o güce dayanarak kaynakları kendisine aktaran ülkelerden mesela Kongo (eski Zaire); her türlü doğal kaynağı mevcut. Toprağı bol. Ama 30 yıldır perişan çünkü başındaki dikatatörün serveti, Kongo’nun dış borç tutarı kadar.
Siyaset, piyasanın çalışması için gerekli olan yasal çerceveyi oluşturmalı. Yarışmayı ödüllendirmeli. Devlet yarışma ortamının hakça olmasını sağlamalıdır. Makro istikrarı sağlar, vergiyi toplar. Bu tür çalışan sistemlerde müthiş bir refah düzeyi oluşuyor. Piyasaya saygı duymak gerekir. Piyasa yarışmacı ortamda gelişir. En güçlü ülkelere bakınca sistemin liderlere bakmadığını görüyoruz. Kurumlar değil, sistem belirleyici oluyor. Bunu tepede bir kaç kişinin bilmesi de yeterli değil. Halkın anlayıp benimsemesi gerekli. Toplumun desteği çok önemli. Sivil toplumun önemi büyük. İktisat Bilimi anlanır ve benimsenirse, 1 nesil içinde çağ atlanabilir. Tarih bunu gösteriyor”
Toplantının bu noktasında Kemal Derviş konuşmasını bitirdi ve sorulara geçildi.
Sorulara verdiği cevapları toplu olarak şöyle iletebiliriz; “Dış ticaretin % 40’ını uluslararası şirketler bir şekilde düzenliyor. Bu nedenle küresel ittifaklara katılmak lazım. Yabancı sermaye olmadan bunu yapmak zor. Sektörel ve teknolojik gelişim şart. Bilgisayar teknolojisine bayağı ciddi yatırım yapmak lazım. Sadece piyasa ekonomisine bırakmak doğru değil.
Türkiye piyasadaki oyunculara
1. Yardımcı olmalı
2. Elinden tutarak, uluslararası piyasalara sokmalı
Uluslararası ittifaklar önemli.
Başka bir soru üzerine ise, “bugünkü gazetelerde ağırlıklı olarak yer bulan” şu görüşlerini ifade etti;
- Makro ekonomik çevre iyi-kötü çizildi. Ağır bir borç yükü taşıyoruz. Ama temelde ödemeler dengesi rayına oturdu. Yavaş da olsa bir büyüme başladı. Panik geçti. Enflasyon düşmeye başladı. Gerçek sürdürülebilir büyüme ortamı kurumların ve piyasanın işlemesine bağlı. Çok iş var. Kanunlar piyasayı desteklemek için var. İhracatçı Türkiye’nin gücünü dışarıya taşıyan kişidir. Bu değişim sürecinde Türkiye başarılı olmak zorunda. Şu ana kadar çok başarılı olduk diyemeyiz. Kısır çekişmeler içinde maalesef bir yapı kurmak zor. Güçlü eşgüdüme ihityacımız var. Gençliğe güveniyoruz. Kısır çekişmeleri bırakıp, doğru alanlara yönelecekler diye düşünüyoruz. Bizim devlet olarak daha sade bir yapıya yönelmemiz lazım. Eşgüdümü bütünüyle ele alıp, çözecek bir yapıya ihtiyacımız var. Eşgüdümün de olduğu söylenemez.
Hem Türkiye hem Dünya açısından önerme “büyümenin temel parametrelerinden birisinin insan kaynağı” olduğu şeklinde. Eğer istikrar yoksa, hukuk düzeni zayıfsa en kaliteli insan kaynağı kaçıyor. Türkiye’nin pastadan pay alması için, üretim yapması lazım.
İdeolojik ve felsefi mutabakata giderken başka sorunlar çıkıyor. Liberal-sosyal bir sentez bulmak zorundayız. Piyasa ekonomisi ama güçlü bir devlet yapısı olmalı. Sosyal işlevini yerine getiren, yasal çerceveyi çizen bir devlet. O zaman insanlar gerçek üretime dönüyor. Siyasetle uğraşmayı bırakıyor. Aynı felsefeyi güden insanlar arasında yarış oluyor. Hangi parti kazanırsa kazansın, insanlar etkilenmiyor. İnsanların verimli olması için “futbolu anladık” ama her allahın günü Ahmet ne dedi, Mehmet ne yapacak diye uğraşmaması lazım.
Oyunu kurallar içinde oynamak lazım. Çünkü sorunlar hep olacak. Ulusal düzeyde çözsek bile uluslararası düzeyde sorunlar çıkıyor. Mesela NY’daki adam fakir bir ülkenin teröristleri tarafından vuruluyor. Finans krizlerine bakıyoruz. Mesela Asya krizi, belki kabahatin biraz o ülkelerde ama diğer yanda da bir sıcak sermaye var. Her an yeni bir soruna neden olabiliyor.
Diğer yanda etik sorunlar da var. Hepimiz insanız ilgilenmemiz gereken sorunlar var. Afrika’nın bir ülkesinde insanların % 25’i Aids. Dünya kaynaklarını aktarmıyorsa bu haksızlık. Dünya daha bu 20-60 farklılığına ne kadar daha dayanacak? Önümüzdeki yıllarda hep bu sorunun yansımalarını göreceğiz. Avrupa Birliği aslında bir simge. Dünya’ya nasıl açılacağız. Ciddi sorunlar var ama büyük de olanaklar geliyor. Ortak egemenliğin nasıl kurulacağı konusu ayrı bir sorun. Önümüzdeki dönem tüm dünyada liberal-sosyal düzenlemeler açısından yeni açılımlar yaşayacağız.