Bu röportaj Gazetecilik, Halkla İlişkiler ve Reklam başlıklı dosyamız kapsamındadır.
Röportajın ilk bölümünü Dr.Sedef Kabaş : Gazetecilikte Sorumluluk Duygusunu Canlı Tutmak Gerekir – 1, ikinci bölümünü Dr.Kabaş : Halkla İlişkilerciler ile Gazeteciler Arasında Kazan-Kazan Formülü İşlemesi Lazım – 2 ve üçüncü bölümünü Dr.Sedef Kabaş : Basın Gezisine Gittiğinizde İlla Olumlu Şeyler Yazmak Zorunda Değilsiniz – 3 başlıkları altında okuyabilirsiniz.
turk-internet.com: Bugün bir gazetenin hayatını sürdürebilmesi için, en önemli gelir reklam biliyorsunuz. Sizce gazetelerin reklam aldıkları firmalara yaklaşımı ne olmalıdır? Bir yandan hayatı sürdürme mecburiyeti var, bir yandan da bu konuda tarafsızlığını yitirme durumu var. Gazetecinin ya da gazetenin esas amacı nedir?
Sedef Kabaş: Gazetelerin esas amacı okuyucu kitlesi, izleyici kitlesidir. Gazeteci ya da televizyon habercisi, kime ya da neye karşı sorumludur? Aslında okuyucusuna karşı sorumludur. Esasen patronuna karşı da sorumlu değildir. En azından bizim klasik anlamda ve algıladığımız tanımı budur.
Gazete yönetimi açısından bakarsak, aslında bir gazete ne kadar ekonomik olarak bağımsızsa, tabi ki o kadar yönlü daha tarafsız, çok sesli, bağımsız karar verme şansına sahiptir. Tabi bunu gerçekleştirebilmek için de reklam alması lazım. Burada çok hassas bir denge var.
Yani çok reklam alacağım diye taraflı bir gazetecilik yapmaya başladığınız takdirde, okuyucu kitlesini kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız. Fakat bir yandan da okuyucu kitlenizi korumak durumundasınız. Bir anlamda daha az okunan bir gazete olduğunuz zaman, daha az reklam alacaksınız.
Taraflı gazete kokan kimi gazetelerin ve televizyon kanallarının aslında eleştiri aldığını, en azından bunu fark ettiğinin bilincinde olan bir insanım.
Tavır koyan, o gazeteyi almayan, baka bir gazete almaya başlayan, başka bir programı izlemeye başlayan kitleyi, iz televizyonda da bunu görüyoruz. Sürekli aynı insanları, aynı söylemdeki kişileri konuk alıp, onları konuşturduğunuz zaman, belli bir izleyici kitlesini kaybedebilirsiniz.
Hâlbuki bizde amaç nedir? Olabildiğince çok insana ulaşabilmek. İşte o zaman yani olabildiğince çok insana ulaşabilmek için, çok temel bir kriter olan tarafsızlığınızı korumanız gerekiyor. Dolayısıyla denge çok önemlidir. Hem okuyucu kitlenizi korumak durumundasınız, hem de öte yandan ticari kaygılarınız var, finansal olarak da ayakta durmanız lazım.
Eğer güçlü bir gazeteyseniz, okuyucu kitleniz gerçekten sağlam bir kitleyse, reklam verenlerin zaten bir şekilde sizin kapınızı çaldığını düşünüyorum. Burada aslında çift taraflı bir ‘kazan kazan’ formülü olması lazım.
Çünkü herkes tarafından okunan bir gazetede çıkan bir haberiniz ya da, bir reklamınız, tabi ki sizin algınızda ticari kazancınız da rol oynuyor.
Bu nedenle, taraflı ve az okunan bir gazeteye sadece, işlesin diye verdiğiniz bir reklamın size geri dönüşü olmuyor. Burada yine karşılıklı bir ‘kazan kazan’ formülünün geçerli olduğunu düşünüyorum.
turk-internet.com: Bir gazetede çalışan gazetecinin kendi bağımsızlığını da koruyabilmesi mümkün diye düşünüyorsunuz. Mesela televizyonda sinirlenen gazeteciler görüyoruz. Kendi düşündüğünün dışında konuşan bir konuk aldıklarında, gayet sinirli sorular sordukları olabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Gazeteci kendi fikri dışındaki bir fikri ileri süren kişiyle konuşurken nasıl davranmalı? Onu yönlendirmeli mi? Sorularıyla sıkıştırmalı mı?
Sedef Kabaş: Gazeteci nihayetinde bir insan ve özellikle birebir söyleşi yaptığınızda, hem sizin psikolojinizin, hem de konuğunuzun psikolojisinin önemi var. Gazeteci aslında karşınızdakinin de psikolojisini yönetmek durumundadır. Hem de kendi psikolojinizi yönetmek durumundasınız.
Yıllardır canlı yayın yapıyorum, yıllardır insanları ağırlıyorum, sorular soruyorum ve ben şuna inandım ; “benim sinirlenmeye, kızmaya, öfkelenmeye hakkım yok”. Çünkü nihayetinde, ben o kişiye sorular sorarak, olabildiğince izleyicilerimi aydınlatmak ve onun görüşlerini aktarmak konusunda bir ‘aracılık etme’ sorumluluğuna sahibim.
Dolayısıyla köşeye sıkıştırmak ya da zor duruma düşürmek doğru değil. Çünkü böyle yaptığınız zaman karşı taraf savunmaya geçer ve size zaman kaybettirir.
Sizin amacınız olabildiğince, iyi hazırlanmış sorularla –bunun farklı taktikleri var– olabildiğince bir şeylerini yaptığını ya da yapamadığını, bir yolsuzluk varsa bunun ipuçlarını, o programınız çerçevesinde ortaya koyabilmektir. Bunu sinirlenerek, öfkelenerek, köşeye sıkıştırarak gerçekleştiremezsiniz. Bunu psikolojiyi iyi yöneterek yapabilirsiniz.
Tabi zaman da çok önemli bir unsurdur. Çok fazla zaman kaybetmeden bu bilgileri almaya çalışmanız gerekmektedir. Öte yandan tam tersi örnekler de var. Sizin ideolojinize yakın ya da dünya algınıza yakın insanlara yönelik pozitif ayrımcılık yapmanız da gazetecilik açısından bir sakıncadır.
Bu sefer de onları yere göğe sığdırmamak, gazetecilikte “çanak sorular” dediğimiz soruları sormak tehlikesi vardır ve aslında izleyiciyi bilgilendirmek değil, sadece o insanları bir anlamda tanıtmak ve reklamını yapmak gibi bir duruma düşmek de sakıncalıdır.
Bu nedenle yine gazeteciler ve haber kaynakları arasındaki denge ve mesafe dediğimiz, ilişki ve mesafe dengesi dediğimiz şey söz konusudur. Hem ilişkide olacağız, hem de mesafeyi koruyacağız.
Bunu yaptığımız takdirde dengeyi tutturabiliriz. O nedenle bizim kimi sevip sevmediğimiz, kimi beğenip beğenmediğimiz, birinci derecede bir ölçüt değildir. Bazen hiç sevmediğimiz, çok kızdığımız insanları da konuk edip, o insanların yaptığı hatalar varsa, aksaklıklar varsa, bunlara ortaya çıkararak, kamuoyuna iletme sorumluluğu taşıyoruz.
Bu röportajın devamını Sedef Kabaş : Önümüzdeki Süreçte Uzmanlaşmış Gazetecilere İhtiyaç Duyulacak – 5 başlığı altında okuyabilirsiniz.