Dünyanın hangi ülkesinde bir siyasi partinin yolsuzluk, rüşvet haberleri ortaya çıksa, o siyasetçi kaybeder. Ama 2 gün evvelki Türkiye seçimlerinde Erdoğan ve AKP’nin başına bu gelmedi. Aksine oylarını arttırdı. Acaba neden?
Bunun muhtemelen 2 temel nedeni var; bir tanesi olayın içinde ABD parmağının varlığı düşüncesi, ikincisi ise Tayyip Erdoğan’ın 17 aralıkta mücadeleyi bırakmaması.
Belalı bir coğrafyanın ortasındaki Türkiye’de 1950’li yıllarda ülkeye konuşlanan Gladio’dan bu yana hep Amerikan parmağı konuşulur. “Yeşil kemer” ve “ılımlı islam” bu parmağın ülkede oynadığı oyunun 2 farklı safhasıdır.
Öyle sanıyoruz ki, Fethullah Gülen cemaati, ülkedeki dini akımlar arasında, en iyi organize olanı olduğu için öne geçti. Nerede ABD’nin ilgisini çekti ya da çekmedi bilinmez ama Gülen Cemaati tarafından yayınlandığı düşünülen ses kayıtlarının arkasında, Türkiye’deki siyaseti dizayn etmeye çalışan ABD’nin olduğu kanısı sağcısıyla, solcusuyla herkesin ortak düşüncesi ve seçimlerde muhtemelen bu nedenle ters tepti.
Bunu anlamak için Türk tarihinde pek çok örnek var ama biz yakın tarihten bir tanesini hatırlayalım; “1 mart tezkeresi” olarak bilinen olayda, IMF kıskacındaki Türkiye’nin “eli mahkum” herşeyi kabul etmesi beklenirken, üstüne 1 milyar $ gibi bir rüşvet de ortadayken, Tayyip Erdoğan’ın bütün baskısına ragmen, Amerikan askerlerinin Kuzey Irak’a girişi için Güneydoğu Anadolu topraklarının açılması kararı AKP çoğunluklu TBMM’den olumsuz çıkmış ve ABD’yi büyük bir şoka uğratmıştı.
Bu yüzden diyoruz ki; Gülen Cemaati ile koalisyon yaptığı bugün daha net görülen Tayyip Erdoğan hükümetinin aldığı oyların muhtemel bir nedeni; ses kayıtlarının sanıldığının aksine bir etki yaratması. Bunu somut anlamda Van mitinginde gördük. “Kısılmış sesi”ne rağmen hala bir şeyleri anlatmaya çalışan Erdoğan’ı halk, ses kayıtlarının anlattığı şekilde “hırsız” değil, aksine “mağdur” olarak gördü.
Seçimin bir yandan da “yerel” bir seçim olduğunu hatırlayalım. Ankara-İzmir-İstanbul gibi büyük illerde stratejik oy kullanan seçmenler olsa da, diğer illerdeki seçimlerde yerel adayların payı da var.
Bunu söylerken, CHP ve MHP’nin başarısızlığına da işaret edelim. Bu 2 parti, bütün ittirmelere ragmen başarılı olamadılarsa, bunun en önemli nedeni seçim stratejilerini, ses kayıtları üzerine kurmuş olmalarıydı.Yani kolaya kaçtılar. Yerel seçimin aylarca-yıllarca önceden belli olmasına karşın, örneğin Kadıköy Belediyesi için son tarih olan gece yarımda, ülkenin önemli bir aktivisti olan Nasuhi Makruhi’ye teklif götürdüler, sabah ise vazgeçtiklerini açıkladılar.
Yani ne MHP, ne de CHP gereken hazırlıkları yapmadan, yıllardan bu yana gelen isimlerine güvendiler. Bunun sonucunda da ancak bu oyu aldılar. Bu oyun bir kısmı onlara ait bile değil. Ödünç.
Buna karşın Tayyip Erdoğan, şaşırtıcı bir şekilde pes etmedi. Herkesin 17 aralıkta herşeyi bırakacağını düşündüğü bir anda bile çalışmaya başladı. Strateji geliştirdi. Derhal kendi tabanının karşısına geçti, bir yandan onları ses kayıtlarından koruyacak önlemleri alırken, diğer yandan kendi istediği şekilde sundu. Bu nedenle de ses kayıtları bırakın Erdoğan’ın yıpratmayı, tam tersine puan kazandırdı.
CHP, MHP ve diğer ses kayıtlarını dinleyenler, kendi kendilerine eğlendiler, güldüler. Ama son gülen Tayyip Erdoğan oldu.
Bundan sonrasında ne olur? Tayyip Erdoğan daha yükselir mi? Ya da bu seçimlerde ne kazandı?
Tayyip Erdoğan kendisini kazanmış olarak ifade etse de, önümüzdeki dönemde kendisini koruyacak tedbirleri yine anti demokratik yöntemlerle alacak olsa da, ses kayıtları bundan sonra onun aleyhine çalışmaya başlayacak.
Öncesinde, demokrasiye inanan laik kesimde, “demek ki milli irade bunu istedi” düşüncesi vardı. Bu nedenle de arkada başka bir şey aranmadı. Bugün geldiğimiz noktada, laik kesim 2 hatayı farkına varmış durumda; Birincisi siyaseti kendi dünya görüşü ve eğitim düzeyinde olmayan insanların eline bıraktıkları, ikincisi bu bırakılmış halde de kontrol etmedikleri.
Çünkü bu seçimlerde “seçim güvenliği” anlamında organize olan ve önümüzdeki seçimlerde çok daha güçlü bir şekilde organize olacak olan gruplar bize seçimlerin öncesinde ve sonrasında sanıldığı gibi hakkaniyetli olmadığını, arka planda bir sürü seçim ve anket hilesi yapıldığını gösterdi.
Yanısıra, günümüzün vizyon ve misyonuna uygun parti gerekliliği, bu seçimde bir kez daha ortaya çıktı. Önümüzdeki günlerde buna yönelik gelişmeler de göreceğiz.
Bugün kendisini Atatürk’ün kurduğu parti olarak konumlandıran CHP, yıllardan bu yana sürdürdüğü statükocu yapı ile sadece “miş gibi “yapıyor. MHP de öyle. Bunun sonuçlarını ise, yıllardan beri bastırılan Kürt, Dinci gibi çevrelerin patlaması ve Türkiye için önemli ayrılıkçı hale gelmeleri ile gördük.
Ülkenin “bizim işimiz siyaset değil” diyen aydınları derin bir uykudan uyanmış gibiler. Son 10 yılda pek çok kavramı yeniden ele alıp, anlamak ve tartışmak durumunda kaldılar. Şimdi önümüzde yeni bir süreç var. Türkiye kadınıyla, erkeğiyle demokrasiyi 1920’lerde Atatürk’ün hediyesi olarak aldı. 90 yıl sonra ise artık haketmek için savaşacak. Belki de Gezi ve İnternet Partisi kurarak.