24 Kasım Öğretmenler gününde, öğretmenlerin durumunu genel ve korona kapsamında konuşmak istedik. Bu nedenle gazeteci Serhat Ayan ile birlikte, Eğitim-Sen, Eğitim Sekreteri Özgür Bozdoğan’ı davet ettik ve ona sorularımızı sorduk. Merak edenler yukarıdaki videodan izleyebilir ya da burada yayınladığımız metinden okuyabilir.
Serhat Ayan : Bugün 24 Kasım, öğretmenlerin durumunu konuşacağız. Herkes konuşuyor öğretmenlerin durumunu, 24 Kasım genelde siyasilerin, iktidarların, “biz öğretmenleri ne kadar çok seviyoruz, ne kadar çok yanlarındayız, ne kadar güzeliz” dedikleri bir gün. Bugün de aslında burada ne oluyor diye Eğitim-Sen’den Sayın Bozdoğan’ı davet ettik. Özgür Hocam merhabalar.
Özgür Bozdoğan: Merhabalar, teşekkür ediyorum, böyle bir günde birlikte öğretmenlerle ilgili, öğretmenlik mesleği ile ilgili sohbet edeceğiz, selamlar.
Serhat Ayan : Öncelikle şahsınızda bütün öğretmenlerimizin, büyüklerimizin, yaşıtlarımızın, küçüklerimizin Öğretmenler Günü’nü kutlamış olalım. En azından yılda 1 gün olsa da onore edelim istiyorum hocam. Siz bugün MEB’e gittiniz ve orada bazı tartışmalar oldu. Bu konulara giriş yapalım istiyorum.
Özgür Bozdoğan: Bugün MEB ile bir görüşme yaptık. Bu yaptığımız görüşme çok acil ve önemli olan bir konunun çözülmesiyle ilgiliydi ve bu görüşmeyle ilgili yapmış olduğumuz başka bir programdaki bilgilendirmeden sonra çok sayıda okul öncesi öğretmen arkadaşımız haklı olarak bir beklenti içerisine girdiler.
Biraz orayı açalım; Öncelikle sorun neydi? Sorun neden MEB ile bir görüşme gerçekleştirdik? Öncelikle mesele şuydu, MEB Bakanı geçtiğimiz hafta katılmış olduğu bir televizyon programında okul öncesi öğretim eğitim kurumlarının açılmasıyla ilgili bir tartışma yaşadıklarını, kısa bir süre içerisinde bununla ilgili bir karar açıklanacağını söyledi.
Bunun nedeni olarak da, yapmış olduğu açıklamada, çalışan anne babaların çocuklarının bakımlarıyla ilgili sorun olduğunu, bundan dolayı da bu okul öncesi eğitim kurumlarının açılmasıyla ilgili MEB’in, Sağlık, Aile, Çalışma gibi bir takım kurumlarla girişimlerde bulunduklarını ifade etti.
Hemen arkasından, Bakanın bu açıklamaları yaptığı dakikalarda MEB’in okul öncesi eğitim kurumlarının 23 Kasım itibariyle yüz yüze eğitime başlayacağıyla ilgili bir açıklama geldi.
Açıklamayla beraber bir tartışma başladı. Tartışma iki boyutlu tartışmaydı. Bunlardan 1.si, okul öncesi eğitim kurumları, aynı ilkokullar, aynı ortaokullar, aynı ortaöğretim kurumları gibi eğitim kurumları. Bakımevleri değil. Bakımevleri olmadıkları için oraları çocukların sadece bakımıyla ilgili, bakımını üstlenen kurumlar olarak değerlendirmek, o kurumların kendisine de haksızlık, o kurumlarda çalışan öğretmen arkadaşlarımıza da büyük bir haksızlık. Bu ilk olarak bizim tepki gösterdiğimiz noktaydı.
2. Temel mesele de, salgının gelmiş olduğu aşamada, salgının her gün artarak devam ettiği koşullarda okul öncesi eğitim kurumlarının açılmasının, salgının engellenmesi ya da oluşan sağlık riski açısından ciddi sıkıntılar oluşturacağı ortadaydı.
Bununla ilgili MEB ile yoğun bir iletişim çabası içerisinde olduk, görüşmeye çalıştık, bununla ilgili yapılabilecekleri konuştuk ve arkasından Pazartesi günü Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak danışmaya bir yürütmeyi durdurma ve iptal davası açtık. Açmış olduğumuz dava MEB’in okul öncesi eğitim kurumlarında yüz yüze eğitime başlanmasıyla ilgili aldığı kararın yürütmesini durdurulması ve iptaliyle ilgiliydi ve dava açıldı dün itibariyle.
Arkasından bugün MEB ile bir görüşme gerçekleştirdik. Yapmış olduğumuz görüşme temel eğitim genel müdürüyle, yani konunun muhatabı olan birimin müdürüyle yapmış olduğumuz görüşmede biz de derdimizi anlattık. Zaten genel müdür de bu konuyla Sayın Cem Gençoğlu kendisi de bir takım hazırlıklar yapmıştı, yapmış olduğu hazırlıklarla, kısmi de olsa sorunun çözümü için bir adım atılması noktasına gelindi. Bu adım şöyle bir adım, en azından MEB ‘in yarın ya da öbür gün yayınlayacağı bir yazıyla, bazı, yani MEB bünyesinde olan okul öncesi eğitim kurumlarındaki yüz yüze eğitime ara verilmesiyle ilgili bir adım atılmış olacak.
Köylerdeki öğretmen arkadaşlarımızın sürdürdüğü okul öncesi eğitim kurumlarındaki faaliyetle ilgili de bir adım atılmış olacak. Burada biraz daha yetki, il ilçe MEB müdürlüklerine bırakılarak, gerekirse il hıfzıssıhha kurumlarının kararları da alınarak ama yetki il ilçe MEB müdürlüklerinde olmak kaydıyla, en azından daha önceden bakımevi statüsünde olmayan, yani MEB’in kendi okul öncesi eğitim kurumlarında 1. Aşamada geçici de olsa bir çözüm üretilmiş olacak. Bu da arkadaşlarımızın sorununu çözmüş olacak.
2. Bölümü şu; bu okul öncesi eğitim kurumlarında yüz yüze eğitime ara verildiğinde öğretmen arkadaşlarımızın da bir ek ders ücret kaybı yaşanmaması için bu ara verilen dönemdeki uzaktan yapılacak derslerle ilgili de, bugün genel müdürün de, Cem Bey’in de gerçekten iyi bir çalışma yapmış olduğunu gördük. Yarın büyük olasılıkla sorunun büyük bir bölümüne dönük bir çözümün üretileceğini, bunun da kamuoyunda açıklanacağını ifade etmek gerekir diyeyim. Burada sizin aracılığınızla okul öncesi eğitim kurumlarındaki çalışan öğretmen arkadaşlara bu gelişmeyi ifade etmiş olalım.
“Esnek, kuralsız, uzun süreli çalışmanın önü tamamen açılmış durumda”
Serhat Ayan : Hocam keşke bunlar olmadan önce çıksa. Yani bir şey söylüyorlar, çok ucu bucağı düşünülmüyor, sonra arkasından insanlar “ya nasıl olur, şunları çekiyoruz” diyorlar. Öğretmen arkadaşlarımızın gönderdiği mesajlar var, bir tanesi diyor ki; “Ben köy okulunda çalışıyorum, her gün 50 KM gidip geliyorum.” Diyor, bundan gözden kaçacak şeyler değiller.
Özgür Bozdoğan: Kesinlikle. Yani, okul öncesi eğitim kurumlarının açılmasıyla ilgili alınmış olan karar gerçekten biraz acele alınmış bir karar, biraz zorlama bir karar, salgının gelmiş olduğu koşullarda bu kurumların açık tutulması mümkün değil, bu kurumlar açık tutulsa dahi bu kurumlardan istenilen faydanın sağlanması da mümkün değil.
Çünkü MEB’e bağlı okul öncesi eğitim kurumları günde 3 saat öğrencilere eğitim hizmeti veren kurumlar. Yani çalışan anne babaların gereksinimlerini karşılayabilecek kurumlar da değil. Yani buradaki ısrarda, MEB’in ısrarcı olmaması ve bu konuda çözücü bir adım atmış olmasının anlamlı olduğunu ifade etmek gerekiyor. En azından şimdilik okul öncesi eğitim kurumlarındaki arkadaşlarımız için geçici olsa da bir çözüm üretilme aşamasına geldi, bunu 24 Kasım’da, Öğretmenler Günü’nde en azından ifade etmiş olalım.
Şimdi esas bizim açımızdan MEB ile yaptığımız görüşmemizin 2. Bölümü vardı, o daha önemli bir bölüm. Bugün 24 Kasım, siz de söylediniz, herkes 24 Kasım’da öğretmenlere methiyeler düzer, nutuklar atılır, öğretmenlerin ne kadar ulvi görevler yerine getirdiklerine dair söylevler yüksek perdeden dile getirilir ama bir gün sonra, 25 Kasım sabahına geldiğimizde bütün bunlar unutulur gider. Bugün itibariyle Türkiye’de ki görev yapan öğretmenlerin 24 Kasım’da daha iyi yaşadığı gerçeklikse şudur; Sabah 08:00’da bilgisayarın başına oturur öğretmenler uzaktan eğitim döneminde, akşam, lütfen dikkat edin, 20:20’ye kadar devam eden yorucu ve yıpratıcı bir mesaiyi sürdürürler.
Arada 3 saat boşlukları var, öğrencilerin sokağa çıkma yasaklarının olmadığı saatlerde çıktıkları dönemde kullandıkları bir 3 saatleri var ama gerçekten bu günün büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçiren, özel hayatı ortadan kalkmış, dinlenme süreleri olmayan, sürekli zihni bilgisayarda ve uzaktan eğitimde öğrencilerinde olan bir öğretmenler profili oluştu. Bu da yetmedi, Cumartesi günü dahi çalışmak durumunda olan bir öğretmen profilinden söz ediyoruz.
Bu bizim açımızdan, 24 Kasım’da gerçekten kabul edilebilecek bir durum değil. Esnek, kuralsız, uzun süreli çalışmanın önü tamamen açılmış durumda. Bugün MEB ile bunu da görüştük. Bu, kabul edebileceğimiz bir durum değil. Öğretmenlerin mesailerinin belirli bir zaman aralığında olması gerekiyor, öğrencilerin aynı zaman aralığında olması gerekiyor, bu zaman aralığında bu dersi almaları gerekiyor ki oradaki hedeflenen kazanımlara ulaşılsın. Öğrencilerin belirli bir kendi iç disiplinleri, iç planlamaları oluşsun. Okula, öğretmene, uzaktan eğitime derslere karşı tutumları belli bir düzen kazansın. Bütün bunları bir kenara bırakan tamamen düzensiz bir süreç içerisine girdik.
Bugün bunu ilettik MEB’e. Bu konuyla ilgili ısrarımızı da söyledik. Kesinlikle artık mesai saatleri dışında ve hafta sonu çalışmayı kabullenmeyeceğimizi, bununla ilgili artık bir çözüm üretmesi gerektiğini, yarın sabah erken bir saatte ayrıntılı bir şekilde rapor ve talebimizi ileten bir yazıyla da başvurumuz da olacak MEB’e. Yarın itibariyle bu konuyla ilgili bir mesafe kat edileceğini en azından bekliyoruz. Bu konudaki ısrarımız da devam edecek. Bu konuda da gerçekten yakından takip etmemiz gereken bir konu.
Çünkü öğretmenleri yıpratan, öğretmenleri gerçekten bu uzun pandemi dönemi boyunca artık mesleklerine yabancılaştıran bir yere doğru geldi süreç. Bir mesleki deformasyonun yaşanması kitlesel bir şekilde mümkün. Bundan dolayı da mutlaka bir adım atılması gerekiyordu. Bugünkü görüşmemizin 2 ana konusu buydu. 2sinin de olumlu olduğunu söyleyebilirim.
Füsun Sarp Nebil : Özgür Bey, öğretmen olmayan seyircilerimiz için soruyorum, bu söylediğiniz plansızlık, Cuma akşamı gelen mesajlarla Pazartesi değişen koşullar vesaire, öyle değil mi? Onu bir açar mısınız?
Özgür Bozdoğan: Keşke Cuma gelse. Pazartesi ayrı bir program uyguluyoruz diye. Çoğu öğretmen arkadaşımıza o mesajlar Pazar gecesi 21:00-21:30-22:00 da gelir, Pazartesi sabah hangi sınıfa hangi saatte ne dersi yapacağıyla ilgili bilgiyi ancak o saatte alabilir.
Buradaki plansızlık, programsızlık buradaki gerçekten bir düzensizlik tüm öğretmen ve öğrencilerimiz açısından ciddi sorun yaratıyor ve yıpratıcı bir hale de geldi. Oysa şu çok normal işleyişti; yüz yüze eğitimde ne yapılıyorsa, olduğu gibi alınıp uzaktan eğitime taşınacak saat ve işleyiş açısından bir düzenleme olabilirdi.
Derslerin içeriklerinin seyretilmesi ve saatlerinin seyretilmesi zaten bizim başından beri talebimizdi. Bütün bunların hepsini çok ayrıntılı bir şekilde konuştuğumuz için, MEB’in artık şunu görmesi lazım, Mart ayında, Nisan ayında şu kabul edilebilirdi; uzaktan eğitime kitlesel bir geçiş oldu, kimsenin beklemediği bir dönemdi, hiçbir ülke hazırlıklı değildi ve burada kimi aksaklıklar, sıkıntılar olabilirdi, bunları da hoş gördük hep beraber.
Esasında herkes hoş gördü. Ama aradan 8-9 ay geçti ve pandemi devam ediyor ve daha da devam edecek, buradaki kalıcı sorunlar, buradaki etkili, belirleyici sorunlarla ilgili gerçekten önlemler alınması gerekiyor, çözümler üretilmesi gerekiyor ve bu mümkün.
Yani, mümkün olmayan bir durum olsa, öğretmenler bu konuda tepki de dile getirmez ama mümkün olduğu halde çözülememesi bizim açımızdan ciddi sıkıntı. Dediğim gibi Cuma günü değil, Pazar günü geliyor mesajlar ve Pazartesi öğretmen arkadaşlardan ders yapmaları isteniyor.
Öğretmenler arkadaşlar tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de pandemi döneminde çok ağır koşullarda ve yıpratıcı koşullarda mesleklerini yapmaya çalışıyorlar ama iyi yapıyorlar gerçekten. Öğrencilerinin gözlerindeki ışıltı sönmesin diye çok yoğun bir çaba içerisindeler. Buradan bütün arkadaşlara da bir kere daha selamlarımızı iletelim.
Serhat Ayan : Öğretmenimiz bir mesaj atmış, diyor ki; “Çocukların, temassız eğitim, temassız öğretim verme gibi bir şeyi var fakat daha öz bakım tecrübeleri oluşmamış okul öncesi çocuklara bunu nasıl yapabiliriz? Nasıl temassız onlarla eğitim öğretim yapabiliriz?” diye soruyorlar. Haklı olarak, “Çocukların ellerini yıkamalarına yardımcı olurken biz, onlara nasıl temas etmeyiz? Diye soruyorlar, biz bu sorunun içinden çıkamadık hocam.
Özgür Bozdoğan: Şimdi MEB’in okullarda yüz yüze eğitim başlarken en önemli argümanı şuydu; Bütün hazırlıklarımızı yaptık, hazırlıklarımız tam ve okulları açıyoruz. Hatta temassız oyunları da planladık. Öğrencilerin birbirleriyle temas etmemesini sağlayacak bütün düzenlemeleri yaptık ve okulları bu koşullarda açıyoruz.
Bakanın niyetinden bağımsız olarak okullar bu koşullarda açılmadı ama. Okullar temaslı bir şekilde. Hayatı kendi doğallığı ve kendi gerçekliği içerisinden hareket etmez ve oluşturmak istediğiniz algıyı sanki gerçekmiş gibi sunmak istediğinizde, öğretmenlerle öğrenciler birbirine temas etmiyor diyebilirsiniz.
Ama ben de, sizler de çok iyi biliyorsunuz ki, kendi öz bakımını yapma becerisini kazanamayan, somut işlem öncesi dönemdeki okul öncesi öğrencilerinin kendi başına ellerini yıkaması, temizliklerini yapmalarını nasıl beklersiniz? Bu zaten bilimsel de değil. Bu çocuklar somut işlem öncesi dönemdeler. Temel becerilerini ve öz bakımını, bir biçimde öz bakım becerilerini geliştirmeye çalıştıkları ya da o dönemdeler. Bu dönemde öğretmenler tabii ki onlara nezaret edecek. Tabii ki yanlarında olacak, temas olacak ve olağanüstü bir dönemde yaşıyoruz.
Burada yöneticilerin şunu artık kavraması lazım, salgın koşulları olağanüstü koşullar, olağanüstü koşullarda olağan dönemlere göre oluşturulan kurallar olağan dönemlerin işleyişiyle bu koşulları karşılayamazsınız. Bu koşulların üzerinden gelemezsiniz. Olağanüstü dönemin, kendi özgün koşullarına göre önlemlerini almanız gerekiyor. Olağanüstü dönemin, kendi koşullarına göre kimi altyapı hazırlıklarını yapmanız gerekiyor. Bütün bunları yaptıktan sonra buna göre bir faaliyeti sürdürmeniz gerekiyor.
Okul öncesi eğitim kurumlarındaki çalışan arkadaşlarımız gerçekten Cuma gününden bu yana çok haklı bir şekilde bu talepleri dile getirdiler. Bu eleştirileri çok yüksek sesle söylediler, kesinlikle haklılar. Biz de sendika olarak benzer şekilde düşündüğümüz için, ısrarlı bir şekilde konuyu takip etmeyi sürdürüyoruz.
Serhat Ayan : Bir izleyicimiz de, “ilkokul, ortaokul ve ortaöğretimlerde, giriş seviyesindeki sınıflar açık olduğu için, 1-2 sınıf için kalorifer yakamıyoruz, 2 gündür soğukta ders yapıyoruz” diyor. Akıl alır gibi değil. Bunun gerçekliğine inanalım mı hocam?
Özgür Bozdoğan: Şöyle ki, bütün arkadaşlarımız hayatın gerçekliğini yazıyor. Size yazan, bize mesaj atan arkadaşlarımız bana da çok sayıda bu arada mesaj geliyor, izleyen arkadaşlarımızdan. Arkadaşlarımızın yaşadığı gerçeklik de, yöneticilerin görmek istediği gerçeklik arasında çok büyük bir fark var. Onların görmek istediği gerçeklik, onlar açısından olan gerçeklik ama biz hayatın içerisinde eğitim hizmetini üreten öğretmenleriz ve öğretmen arkadaşlarımız şu an soğukta yeterli temizlik koşulları oluşmadan, sağlık riski içerisinde görevlerini yapmaya çalışıyorlar.
Burada, herkesin bir aklıselime gelmesi gerekiyor. Akılcı bir şekilde, salgın koşullarında artık şapkayı bir kere daha önümüze koyup çok daha geçerli kalıcı önemler almak gerekiyor. Sizle konuşurken, bu arada mesaj geliyor, vaka sayılarını hatırlatıyor arkadaşlarımız, sürekli vaka sayılarıyla ilgili ne yapacağız, yarın nasıl olacak diye, üniversitelerden yazan arkadaşlarımız var.
Az önce 3-4 üniversiteden idari personelden arkadaşlar yazdılar, “hocam artık biz gitmek istemiyoruz, çok kaygılıyız, nasıl yapacağız” diye. Sendikada YÖK’e de bakıyorum ben, gerçekten durum bu. İçinden çıkılır gibi değil. Burada bir yönelim belirlemek gerekiyor. Bizim de ısrarla söylediğimiz bu. Olağanüstü bir sağlık riski var, bu olağanüstü sağlık riskinde sosyal devlet elindeki tüm olanakları kullanarak bu salgından en az kayıpla tüm arkadaşlarımızı bir arada sağlıklı tutacak şekilde çıkmamızı sağlamak durumunda.
Şimdi, buradaki meseleyi hep birlikte çözmemiz gerekiyor. Az önce bir mesaj geldi, köy okuluna ulaşmakta zorluk yaşıyorum diyor, bu arkadaşın sorununu yok sayamazsınız ki. Bir sorun. Eskiden rahattı, köy minibüsüne binerdiniz, şehirlerarası otobüse binerdiniz. 4-5 öğretmen bir araba kiralardı ya da kendi arabalarına 4-5 kişi gidip gelirlerdi o öğretmenler için sosyal paylaşımdı da esasında.
Ben bir öğretmen çocuğu olarak da söyleyeyim, benim annem babam öğretmendi. Ben annemi de bilirim, köy okullarına birlikte gitmeyi, bu öğretmenler arasında bir etkileşimdi esasında. Ama şimdi salgın koşullarında bunu yapamazsınız. Salgın koşullarında 5 öğretmenle 1 arabaya binin, gidip gelin diyemezsiniz. Köy minibüsüne binin, gidin gelin diyemezsiniz. Bu koşullarda yeniden değerlendirmeniz lazım, ondan dolayı bizim ısrarımız.
Bakanlık bazen çok ısrarcı buluyor bizi, neden bu kadar ısrar ediyorsunuz, sizin dışınızda kimse bu kadar ısrar etmiyor diye, gerçekten alanda yaşanan sorunlar bunlar ve bu konuda bizim görevimiz zaten ısrar etmek ve bu sorunları çözmek. Mesele bu kadar basit. Ondan dolayı da bugünkü yaptığımız görüşme o anlamda kritikti, mesafe kat ettiğimizi söyleyebilirim. Yarın biraz daha ilerletmeyi başarabilirsek eğer, birkaç gün içerisinde kalıcı çözümler üretmiş olacağız.
Füsun Sarp Nebil : Herhalde zaten çok önemli, ben hatırlatayım, Ağustos-Eylül ayında 1.2, 1.3 olan günlük/günlük vaka olayı, şimdilerde 4.5e ulaşmış. Bu şartlar altında öğretmenlerde tabii endişeli.
Özgür Bozdoğan: Çok, çok endişeliler. Haklı olarak çok endişeliler.
Füsun Sarp Nebil : Bu arada, siz yeni bir araştırma yayınladınız, zaten bildiğimiz konular diyorsunuz ama benim dikkatimi şiddet konusu çekti. %48i şiddete uğradı diyorsunuz öğretmenlerin. Bunu biraz açar mısınız?
Özgür Bozdoğan: Şöyle ki, şiddetle kastedilen ya da oradaki bizim almaya çalıştığımız veri şu; öğretmen arkadaşlar kendi işlerini yaparken iş yerlerinde, maruz kaldıkları baskı, maruz kaldıkları mobbing, yıldırma, yöneticilerin, özellikle öğretmen arkadaşlarımız üzerinde uyguladığı politikaların arkadaşlarımız üzerindeki olumsuz etkilerini ölçmeye çalıştık.
Neden? Çünkü uzunca bir süredir Türkiye’de eğitim yöneticilerinin belirlenmesi liyakata ve bilimsel ölçülere göre değil, siyasal ve sendikal yakınlıklara göre oluştu. Siyasal ve sendikal yakınlıklara göre eğitim yöneticileri belirlendiği için, bu eğitim yöneticileri temel görev olarak kendilerini oraya gönderen, oraya görevlendiren güç neyse onun oradaki temsilcisi olma olarak belirlediler ve kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan, olmayan ya da kendilerine muhalif öğretmen olarak gördükleri kim varsa bir tür yıldırma arayışı içerisinde oldular.
Tabii ki bu kuşkusuz bütün eğitim yöneticileri böyleydi denilemez. Bir totolojiden söz etmek çok doğru değil ama bir ekseriyetten söz ediyoruz burada. Ekseri olarak böyle bir durum gelişti. Hatta 2-3 gün önce, bir sendikanın şube başkanı bir ildeki ilçe milli eğitim müdürünün koltuğuna oturuyor, o ilçeye yakın ilçe milli eğitim müdürlerinin hepsini odaya dizmiş ve onlarla toplantı yapıyor, talimat veriyor. O fotoğrafın kendisi neden bahsettiğimizle ilgili.
Burada bahsettiğimiz artık eğitim ortamı politize olmuş bir ortamsa, kadrolaşma sorunu yaşanıyorsa bunun öğretmenlere bir yansıması var, biz de bu yansımayı ölçmeye çalıştık. Bu nasıl yansıyor size? Mesleğinize nasıl yansıyor? Aldığımız sonuç gerçekten olumsuz bir sonuç. Bir öğretmen sürekli olarak kendisini baskı altında, denetim altında, kontrol altında hissederse öğrenen ve öğreten özerkliği tamamen ortadan kalkmış demektir ve pedagoji açısından baktığımızda öğrenen ve öğreten özerkliği ortadan kaldırdığınızda esasında eğitim sürecini bir biçimiyle deforme etmişsinizdir, sekteye uğratmışsınızdır. Ölçmeye çalıştığımız buydu.
Maalesef acı ama yaptığımız araştırmanın sonuçları öğretmenler kendilerini baskı altında hissediyor, yeterince güvende hissetmiyor, gelirlerini ve haklarını yeterli bulmuyor, öğretmenler geliri daha uygun bir iş bulursa öğretmenliği bırakmayı düşünüyor. Bu tablonun kendisi, öğretmenlerin kendilerinden kaynaklı değil. Öğretmenlerin tek tek bireysel tercihlerinden kaynaklı değil. İçinde bulunduğumuz siyasal ve sosyal iklimin bir sonucu esasında. Öğretmenlik mesleğine bu şekilde yansıyor.
Serhat Ayan : Şunu da sormak istiyorum hocam, siz az önce yükseköğretim tarafında da öğretmenlerin durumuna baktığınızı söylediğiniz, ben bu hafta içinde birkaç yükseköğretimde hoca, profesör, doçent seviyesinde arkadaşlarımla konuştum ve dersi 3 saat online yapamadıkları için, kendilerine sunulan ders saatlerini dolduramadıklarını dile getiriyorlar. Bir de böylesi bir durum varmış. Sırf görülsün diye, ders bittikten sonra bilgisayarı açık bırakıyoruz ki, ders saatini dolduralım diye, böyle saçma sapan şeyler oluyor. Bu konuda gerçekten bu kadar havada mı?
Özgür Bozdoğan: Bu kadar havada, daha da havada. Şöyle söyleyeyim, 2 hafta önce İstanbul’da vakıf üniversitelerinde çalışan arkadaşlarımızla bir toplantı gerçekleştirdik. Yaptığımız toplantıda vakıf üniversitelerindeki arkadaşların yaşadığı sorunlar, birlikte örgütlenme olanakları, ne tür çözümler üretebiliriz bunları konuştuk. Bir üniversiteden, bir arkadaşımızın ifade ettiği konu inanılır gibi değildi, bir vakıf üniversitesinde öğretim görevlileri, -bakın bu bahsettiklerimiz doçentler, profesörler- kart basarak sınıfa giriyor, kart basarak sınıftan çıkıyor.
Yani, içeride kaldığı saati vakıf üniversitesi yönetiminin görmesi için. Şimdi burada bilimsel özerklikten söz edebilir miyiz? Burada insan, doğa, toplum yararına üniversiteden, bilimden söz edebilir miyiz? Üniversite özgür düşüncenin, eleştirinin, gelişmenin odağı olan bir yer. Şimdi üniversite özgür düşüncenin gelişebileceği, gelişmesi gereken ortam ama üniversite hocası bir profesör, kapıya kart basarak sınıfa giriyor, kart basarak çıkıyor. Erken çıktığında da çıkıp oradan vakıf yöneticisi kendisine hesap soruyor.
Bakın bu eğitimin piyasalaşmasının, o eğitimin piyasa ilişkisinin doğal sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Öğretmenler açısından da bu böyle, biz öğretmenler dediğimizde genelde kamudaki öğretmenleri konuşuyoruz, özel okullardaki öğretmen arkadaşlarımızı biraz yok sayıyoruz birkaç cümle de onlara iletmek gerekir, vakıf üniversitelerine girmişken. Gerçekten salgının, salgın koşullarında eğitimin belki de en mağdur kesimlerinden bir tanesi özel okullarda çalışan, özel dershanelerde, etüt merkezlerinde çalışan, yani özel öğretim kurumlarında çalışan arkadaşlarımız oldu. Bu arkadaşlarımızın büyük bir bölümü kısa çalışma ödeneği ile hayatını sürdürmek durumunda kaldı.
Füsun Sarp Nebil : Kaç lira hocam?
Özgür Bozdoğan: Yani 1560 lira. Bu arkadaşlarımız kısa çalışma ödeneği ile hayatını sürdürmek zorunda kaldı, vakıf üniversitelerinde çalışan arkadaşlarımız da böyle. Şimdi düşünün, eğitimcisiniz, öğretmensiniz, hayatınızı sürdürmeniz lazım, bir özel okulda çalışıyorsunuz, özel okul patronu size diyor ki, “kardeşim git kısa çalışma ödeneğine başvur, ben de 300-500 her ay senin cebine koyarım.”
Şimdi bu bir öğretmenin göreceği muamele olmamalı. Hiçbir emekçinin göreceği muamele olmamalı. Özel okullarda çalışan arkadaşlarımız işlerini kaybetme riskinden kaynaklı kısa çalışma ödeneği ve 300-500 lira fazlasıyla çok uzun saatler boyunca orada çalışmak durumunda kaldılar. Bu arkadaşlarımız hala aynı koşullarda çalışıyorlar ve özel okullarda çalışan, dershanelerde çalışan arkadaşlarımız salgın döneminin bundan dolayı mağduru olduğunu ifade ediyoruz. Çok uzun saatler çalışıyorlar, güvencesiz çalışıyorlar, ciddi bir mobbinge maruz kalıyorlar, özel okullar bu konuda çok acımasız davranıyor, özel okullarda çalışan öğretmen arkadaşlarımızın sorununun mutlaka çözülmesi gerekiyor. MEB’in bu konuda mutlaka adım atması gerekiyor.
Ama özel okul sahipleri o kadar pervasız ki, özel okul sahipleri MEB’in bütün politikasını belirleyecek noktaya gelmiş ki, ağızlarından çıkanın hesabını bile vermek istemiyorlar. Ağustos ayıyla ilgili okulların açılması tartışması yoğun bir şekilde devam ederken, bir özel okul derneği başkanı çıktı ve dedi ki, “öğretmenler okulların açılmasını istemiyor, çünkü rahata alıştılar, çalışmadan para kazanmak istiyorlar herhalde.” Kendisini önce kibar bir şekilde özür dilemeye, sözlerini düzeltmeye davet ettik. Bakın bu gerçekten bizim kabul edebileceğimiz bir suçlama değil.
Dünyanın her yerinde öğretmenler, sağlık koşullarında her türlü olanağı kullanarak öğrencilerine ulaşmaya çalıştılar. Ama öğretmenlerin önceliği para kazanmak, kar elde etmek değil, çocuğun üstün yararı ama bir özel okul sahibinin önceliği özel okulun açık kalması, maliyetine devam etmesi, kar elde etmesi. Arkasından kimi sosyal medya etkinlikleriyle kendisine yeniden uyarıda bulunduk, birkaç televizyon programında karşı karşıya geldik, bayağı sert tartışmalar yaşadık. Kendisine o zaman da ifade ettik; “Böyle bir cümle kurmaya hakkınız yok, haddiniz yok, bunu söyleyemezsiniz. Öğretmenlere bu şekilde itham edemezsiniz” diye. Ama en üzücü olay şuydu, MEB’e Eylül’ün 2. Haftasında yaptığımız görüşmede yine ifade etmiştim orada da, yani neden bu özel okul derneği başkanına bir çift söz söylemiyorsunuz, neden bu özel okul derneği başkanına demiyorsunuz ki, öğretmenlere bu cümleler kuramazsınız.
Bakan bir şeyler söyledi ama özel okulu derneği başkanı, özel okullar şuan oradan almış oldukları güçle, yani, sessizlik, karşı çıkmamak söylenene onay vermek anlamına geliyor. Söyleneni güçlendirmek anlamına geliyor ve özel okullar bakın ne oldu şimdi? Geçtiğimiz Mart ayında da nakiller durdurulmuştu, özel okul dernekleri başkanı özel okullar öğrenci kaybetmesin diye, şimdi yine durduruldu nakiller.
Turk-internet.com: Onu soracağız, çok sayıda şikâyet var, özel okuldan çocuğunu devlet okuluna almak isteyen veli var ve problem yaşıyorlar, neden?
Özgür Bozdoğan: MEB, uzaktan eğitime geçildiği anda öğrenci nakillerini durduruyor. Bunun nedeni, özel okullardan devlet okuluna geçişleri durdurmak. Yani, özel okulların öğrenci kaybetmesini engellemek. Oradaki temel belirleyen de şu, velinin eğer yüz yüze eğitim devam etmeyecekse, benim öğrencim neden orada okusun ben neden oraya para vereyim devlet okulunda okusun diyeceğini düşündükleri için -ki haklı olarak öyle söyleyecekler, MEB’de özel okullar öğrenci kaybetmemesi için bu kararı alıyor. Şimdi bunun akılla, izanla açıklanabilir bir durumu söz konusu değil.
Bakın bu konuyu da ilk defa söyleyelim, bu konuyu da yargıya taşıyacağız. Bu konuyu da kesinlikle bu şekilde bırakmayacağız. Bu kabul edilebilir bir durum değil. MEB’in görevi midir özel okulları korumak? Özel okulların öğrencisini kaybetmemesini sağlamak? MEB’in görevi kamusal eğitimi tüm öğrencilere eşit, ücretsiz ve nitelikli bir şekilde sunmaktır ama siz kararlarınızı alırken sadece özel okulları gözeterek ve onların faaliyetlerini patronların kar elde etmesini gözeterek karar almaya başladığınızda, artık bizim MEB’imiz olmaktan çıkıyorsunuz. O arkadaşların MEB’i oluyorsunuz.
Onlar da oradan aldıkları cesaretle bize, öğretmenlere, sendikalara ağızlarına gelen her cümleyi söyleme hakkını kendilerinde görüyorlar. Gerçekten de bunu kabul etmedik, etmeyeceğiz de. O dernek başkanıyla da kendisine de ifade ettiğim için söyleyeyim, sözlerini geri alana kadar karşılaştığımız her yerde, bulunduğumuz her platformda bu konuyu gündeme getirmeye devam edeceğimizi ifade edeyim.
Füsun Sarp Nebil : Özgür Bey, bir de öğretmenlerin ihtiyaçları, hem bilgisayar hem de maskeden bahsediyorduk. Okullarda öğretmenlere sunulan maskelerin yetersiz olduğunu, öğretmenlerin kendi maskelerini kendileri almak zorunda kaldıklarını, hijyen bandrollerini kendileri almak zorunda kaldıklarını söylüyorlar, siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz, öğretmenlerin maaşı ne ki zaten, böylesi bir durumda kendilerine böyle şeyler almak durumunda kalsınlar, çünkü öğretmenler sabahtan akşama kadar aynı maskeyi takmamalı. Her sınıfa girdiğinde belki de değiştirmeli bunları ama bunlar hiç konuşulmuyor. O kadar hızlı geçiliyor ki bunlar…
Özgür Bozdoğan: Şöyle söyleyeyim ben size, burada, esasında basına çok ciddi bir görev düşüyor. MEB ısrarlı bir şekilde katıldığı her programda bu tür sorulara farklı yanıtlar veriyor. Basından arkadaşlar diyor ki, “Sayın Bakanım maske dağıtacak mısınız?” Bakan, “İlkokul 1. Sınıfları açtık, maskesiz kalan var mı?” diyor, sunucu da “yok efendim” diyor, arkasından bu soru geçiyor.
Fakat buradan bizim anladığımız şu; bakan bu soruya yanıt vermedi ama okullarda yaşadığımız gerçeklik öğretmen arkadaşlarımız kendi maskelerini kendileri getiriyorlar. Okulların ilk açıldığı dönemde birer paket maske, hijyen malzemesi oraya buraya konuldu, arkasından kendi doğallığında arkadaşlar kendi gereksinimlerini kendileri karşılamak durumunda kaldılar.
Sadece maske de değil, koruyucu hiçbir önlem ortada değil. Bakın, tam rakamı söylemeyeyim ama size, şöyle söyleyeyim, bizdeki rakamları, bizim tuttuğumuz rakamları ifade edeyim en azından, 24 Ağustos’tan bu yana bize ulaşan pozitif vaka tespit edilen okul sayısı 1300 civarında. Bu bize ulaşan. Size şunu temin ederek söylüyorum, bize ulaşmayan bunun kaç katı daha okul olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu rakam bize iletilen, arkadaşlarımızın bize ilettiği, pozitif vakalar. 21 tane öğretmen arkadaşımızı kaybetmişiz Covid-19’dan kaynaklı. Bazı arkadaşlarımızın vefatı başka şekillerde oldu ama bu sayıya dâhil değil, doğrudan ölüm raporu Covid-19 yazan arkadaşımız 21 tane.
Bunların her biri bir insan, can, öğretmen, bizim için değerli. 1300 tane okuldan söz ediyoruz. Bunların her birinde öğretmenler, öğrenciler var, her biri bizim için değerli. Hiçbir arkadaşımızın, öğrencimizin zarar görmemesini istiyoruz. Bunun olması için ise, bu temenniyle olmaz. Bunun için önlem alınması gerekiyor. Gerekli malzemelerin sağlanması gerekiyor.
Biz sağlık bakanlığını sürekli olarak eleştiriyoruz, vatandaşa sadece maske tak diye tavsiyede bulunarak salgınla mücadele edilebilir mi? Bilim insanları diyor ki, 3-4 hafta genel bir kapanmaya ihtiyaç var. 3-4 hafta her şeyi kapatacaksınız. Eğitim-Sen konfederasyonu ısrarla diyor ki; “TTB’yi dinleyin. Bakın bilim insanları size bir uyarıda bulunuyor, salgın çok farklı bir yere gidiyor, bu koşullarda başka hiçbir önceliğiniz olamaz insan sağlığından başka, yapmanız gereken her şeyi kapatmak.”
Şimdi okulların kapanması ise ara tatillere kaldı. Biz MEB’e ısrarlı bir şekilde söyledik, “Sayın Bakan, bize verileri verin, bilimsel verilere göre konuşalım.” Şimdi geldiğimiz aşamada, okullardaki önlemler, yaşanan gerçeklikte, ortaya sunduğu gerçeklik arasındaki açığı gördük.
Bakan diyor ki; “Aldığımız önlemlerden kaynaklı, okulların salgının hiçbir etkisi olmadı.” İki gün sonra okullar sene sonuna kadar kapatılıyor. Tabii burada gerçekçi olmak lazım. Gerçekçiyle kastımız şu; ne ise var olan durum, olanca açıklığıyla ortaya koyup ona göre önlem almak lazım. Sayın Bakan diyor ki, “Her okulda salgınla mücadele kurullarımız var bizim.” Biz olmadığını biliyoruz. Diyoruz ki yok.
Sayın Bakan size bu bilgileri kim veriyorsa orada bir yanlışlık var. Diyor ki; “Gerekli önlemleri aldık.” Önlem yok. Ondan dolayı biz de ısrarlı bir biçimde gerçek duruma bir biçimiyle getirelim, gerçek duruma göre önlem alalım istiyoruz fakat şunu ifade edebilirim size, temizlik önlemleri koruyucu malzeme açısından tamamen yetersiz durumda olunduğunu ifade edebilirim. Bununla ilgili bütçe de yok zaten. Herhangi bir bütçe de yok.
Bakın geçtiğimiz günlerde, Çanakkale’yi ziyaret etmiştim, orada bir öğretmen arkadaşımızın ifade ettiği; “Müdüre gidiyorum, diyorum ki; maske al, almıyor. Okul aile birliğine gidiyorum, maske alın, almıyor. Ona gidiyorum, buna gidiyorum maske al, almıyor. Veli grubunda yazdım, bir işçi arkadaş ben maaşımla alırım dedi, gitti maske aldı ve okula getirdi.” 36 yıllık öğretmen arkadaşımızın ifade ettiği bir durum. Vaziyet bu.
Serhat Ayan : Konuşurken yine arkadaşlarla, dediler ki; “okulların kapalı olması, okul aile birliklerinin, daha az etkin çalışmasına neden oluyor, dolayısıyla okula malzeme alma konusunda da ciddi sorunlar yaşanıyor.” Dediler. Herhalde bu gerçeklikte var, değil mi?
Özgür Bozdoğan: Şimdi bu cümle, iki boyutu var.
- Maddi olarak doğru, kesinlikle doğru. Okullar kapalı olduğu için veliler okula gelmiyor, veliler okulda olmadığı için okul aile birliklerinin de hiçbir geliri olmuyor. Bu doğru. Acı olansa, bunun bir adım ötesi.
- Kamu okullarını finanse etmesi gereken devletken, devletin kamu okullarını finanse etmemesinden kaynaklı bu işin tamamen velilere bırakılmış olması. Oysa anayasa çok açık. Devlet okullarında eğitim, 12 yıldır. Zorunludur. Ücretsizdir. Bakın bunlar temel ilkeler. 12 yıl zorunlu ve ücretsiz eğitimi siz defacto(fiili) bir şekilde velilere yükleyerek ücretli hale getiriyorsunuz, arkasından velilerden para toplayamadığınızda, veliler okula gelmediğinde, okulların temel gereksinimlerini karşılaşamıyorsunuz.
Şimdi ben sormayacak mıyım, siz sormayacak mısınız, biz bu vergileri nereye veriyoruz? Kime veriyoruz bu vergileri? Bu vergileri biz verirken okul, yol, su, güvenlik olsun diye veriyoruz ama okula ayrıca para veriyoruz, geçmediğimiz köprünün parasını ödüyoruz vesaire vesaire. Okullar hepimizin ortak mekânları, kamusal, kolektif alanlar. Bu alanlarda kamu burayı finanse etmesi gerekirken kamunun bütçesiyle buranın giderlerinin karşılanması gerekirken, velilere bırakılması sıkıntılı. Orayı atladım, birkaç cümle ile ifade edeyim, örneğin bu beş yüz bin tablet dağıtılacak. Şimdi siyasi iktidar ne dedi? Bir vaatte bulundu beş yüz bin tablet dağıtılacak.
Füsun Sarp Nebil : Özgür Bey şunu söylememiz lazım. O dönemde EBA’nın sayısına karşı çok büyük bir toplumsal tepki doğdu, onun üzerine gazı almak için beş yüz bin tablet dediler.
Özgür Bozdoğan: Burada mesele şu, şimdi beş yüz bin tableti söylediğinizde, beş yüz bin tablet dağıtacağız dediğinizde dolaylı olarak siz orada bir açık olduğunu ve uzaktan eğitime erişimi olmadığını kabul ediyorsunuz bu tamam. Asıl sıkıntılı olan bölümü şurası, beş yüz bin tableti dağıtma işini sadece hayırseverlerin yapacağı “yardıma” bırakan bir anlayışı biz reddediyoruz.
Bu beş yüz bin tablet genel bütçeden karşılanması gereken bir gereksinimdi, ama siz bu beş yüz bin tableti bir hayır, bir kampanya aracılığıyla toplamaya kalktığınızda bu toplanmayabilir, sizin devlet olarak asi göreviniz olmadığı anlamına geliyor. Bizim de itirazımız tam da bu noktada başlıyor. Siz onu hayırseverlere devrederseniz bu zorunluluk olmaktan çıkar.
Ama biz diyoruz ki bu devlet olmanın zorunluluğudur. Sosyal devlet bu gereksinimi karşılamalıdır, siz bu tabletleri genel bütçeden alarak öğrencilere dağıtmak durumundasınız. Gelelim okul aile birliklerine, şimdi şöyle bir şey olabilir mi? Sizin oturduğunuz mahallede biraz daha varsıllar oturuyor, benim oturduğum mahallede yoksullar oturuyor. Sizin oturduğunuz mahalledeki veliler ekonomik koşullarına göre okul aile birliğine katkı sunabiliyor, benim oturduğum mahalledekiler sunamıyor. Sizin çocuğunuz da benim çocuğumun maruz kaldığı durum eşitsiz oluyor.
Şimdi okul aile birlikleri dediğimiz şey bu. Oysa biz diyoruz ki bu kabul edilemez. Bunun olması için neden kamusal bütçeden, genel bütçeden karşılanmalı, devlet karşılamalı işte buradaki eşitliği sağlamak için. Ben Ankara’da yaşıyorum öyle semtler var ki gerçekten gelir yüzeyi çok yüksek, öyle semtleri var ki aileler yoksulluk içinde ve her ikisinde de o okullarımız var. Her ikisinde ki okullarda eşit koşullar ve olanaklar yok. Ne zaman ki eşit koşullar ve olanaklar sağlanır işte o zaman bir adım atılmış olur.
Şimdi güzel sözlerle ya da hamasi nutuklarla ya da üstten kurulan cümlelerle eğitim alanında sorun yokmuş gibi davrandığınızda sorunlar ortadan kalkmıyor. Yani sosyal medyada bizim MEB yöneticilerinin yaptığı gibi üç beş tweet attığınızda sorunları görünmez hale getirmiyorsunuz. Sorunlar olduğu gibi ortada duruyor. Bundan dolayı bizim ısrarımızda bu.
Füsun Sarp Nebil : Evet hocam hatırlatalım. Fatih projesi, devletin on milyon öğrenciye tablet arkasından da devamında yeni gelenlere vermek üzerine kurulu bir projeydi. 2010’da başladı. Evrensel hizmet fonu diye ayrı bir paradan ki bu para on iki milyar liranın üstünde bir para toplandı. Bugünkü dolar kuru ile çarparsak otuz altı milyar TL ediyor. Bu parayla öğrencilere tablet verilebilirdi, internet alt yapısı yapılabilirdi ama bunlarda yapılamadı son olarak beş yüz bin tablette sizin anlattığınız gibi. Başka bir soru yoksa bir de şu Öğretmenlik Meslek Kanunu konuşalım mı?
Özgür Bozdoğan: Şimdi bu öğretmenlik meslek kanunu tartışmaları bizim açımızdan Türkiye’de ki eğitimin, öğretmenlerin, dolayısıyla toplumun geleceği ile ilgili çok kritik, çok önemli bir tartışma başlığı.
Biz Öğretmenlik Meslek Kanunuyla ne zaman karşılaştık ilk defa? Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu ne zaman işittik? 2023 eğitim vizyonunu açıkladı sayın bakan. 2023 eğitim vizyonu içerisinde bir cümle ile geçiyordu. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu çıkaracağız. Sonra planlamalar açıklandı, sonra tartışmalar başladı. Tartışmalar başlayınca biz de merak ettik Öğretmenlik Meslek Kanunu nereden çıkıyor?
Öğretmenlik Meslek Kanunu bir an da çıkmış olamaz. Çünkü biz biliyoruz ki AKP’nin eğitim alanında atmış olduğu hiçbir adım günübirlik adımlar değil. Genel bir kanaat vardır, akşam yaptıklarını sabah bozuyorlar diye, öyle olmadığını ben söyleyebilirim size. Çok planlı, uzun vadeli oluşturulmuş sistematik bir yönelim içerisinde eğitim politikaları devam ediyor. Biraz araştırdık geriye doğru gidelim dedik. Yakın tarihten başlayalım. İlk nerede karşımıza çıkıyor? 2018 yılında yapılan genel seçimlerde seçim beyannamelerinde gördük. AKP’nin seçim beyannamesinin 82 ya da 83. Sayfasındaydı. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu çıkaracağız. Buraya bu kendiliğinden yazılmış olamaz.
Acaba nereden çıkıyor bu? Sonra 2011 ve 2013 yıllarında yapılan 2014 yılında son hali verilen kimi çalışmalara ulaştık. Kimi çalışmalara ulaştığımızda gördük ki çalışmalarda ki isimlerde hiç yabancı değil. Talim Terbiye Kurulu Başkanı Emin Garip yani Ziya Selçuk’tan bir sonraki Talim Terbiye Kurulu Başkanı, onun başkanlığında toplanan komisyonlar öğretmenlik mesleği, öğretmenlik mesleği yapısal sorunları ve meslek kanunu çalışmaları yapmışlar. Komisyon başkanı kim? Ziya Selçuk. 2011-2013 yıllarında yapılan çalışmalar.
Şimdi bu uzun vadeli bir çalışmanın sonucu olarak karşımıza geliyor. Peki arkasından ne oldu bakın? 2018 yılında bu vizyon belgesi açıklanıp meslek kanunu tartışmaları başlayınca birden Tedmem adı verilen bir düşünce kuruluşu diyelim onun yayınladığı bir taslak Öğretmenlik Meslek Kanunu hemen basına verildi, sızdırıldı daha doğrusu.
Biz o Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu okuyup incelediğimizde gördük ki sayın bakanın ve vizyon belgesini yazan o MEB bürokrasinin kafasındaki Öğretmenlik Meslek Kanunu’na oldukça benzer bir kanunla karşı karşıyayız. Kanunun özü şu öğretmenlik mesleği, rekabete ve yarışmaya dayalı, bireysel gelişime dayalı, daha ziyade o piyasanın kendi koşulları içerisinde şekillenen bir meslek olacak.
Peki öğretmenler ne olacak? Öğretmenler iktidara daha fazla tabii, öğretmenler hakları açısından daha geri daha örgütsüz gibi gibi devam edecek. Peki kamuoyuna nasıl sunuldu bu? Kamuoyuna şu şekilde sunuldu. Soruldu sayın bakana denildi ki neden meslek kanunu? Sayın bakan da dedi ki her mesleğin kanunu var öğretmenlerin de olsun.
İyi olsun, biz de kendisine dedik ki bir kanun için bazı koşullar lazım. Bir kanun niye çıkar? Var olan bir yerdeki düzensizliği düzenli hale getirmek için çıkabilir, var olan bir sorundur o sorunu çözmek için çıkabilir, bir şeyi tanımlamak için çıkabilir. Şimdi öğretmenlerin sizden böyle bir talebi yok. Öğretmenlerin sizden talebi statülerinin yükseltilmesi, sorunlarının çözülmesi.
Füsun Sarp Nebil : Atamalarının yapılması değil mi?
Özgür Bozdoğan: Tabii ki. Siz ortaya koyduğunuz kanunla hiçbir sorunu çözmüyor aksine ayrıntıya girmediğim için ifade etmiyorum, disiplin açısından ya da farklı açılardan bakıldığında öğretmenleri gerçekten sınırlayan bir kanundu.
Özü şuydu, iktidarın istediği profilde bir öğretmen kitlesi oluşturmak için çıkarılması hedeflenen bir kanundu. Hatta bakanlık bürokratlarından bir tanesinin, genel müdürlerden bir tanesinin, şunu bir çalıştayda söylediğini kendi kulaklarımla duydum. 2023 vizyon belgesinde belirlediğimiz hedeflere ulaşmak için gerekli olan öğretmen profilidir. Bu Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun gerekçesi. Bu, bu kadar açıktı.
Şimdi arkasından ne oldu bakın daha ilginç bir gelişme oldu. Bakanlık bizleri bir toplantıya çağardı. Sendikamız adına iki kişi gittik biri bendim. O toplantıda da meslek kanunu tartışmaların sürdürdü, uzun bir toplantı oldu. O toplantıda da bize söylenen birden çok meslek kanunu taslağı olduğunu, hangisinin gündeme geleceğini bilmedikleri, farklı farklı yerler de farklı meslek kanunlarının hazırlandığına dairdi. Görülen, anlaşılan o ki şu koşullarda dahi öğretmenleri kontrol altına almak “istenilen” bir öğretmen profili oluşturmak için bir niyet var. Bir hedef var ve bir meslek kanunu oluşturma arayışı var.
Arkasından 2019 yılında basına bir haber sızdı. Milli Eğitim Bakanının söylediği veya bakanlık bürokratlarının, meslek kanunu hazırlandı, maliye ve hazine bakanlığına gönderildi, onlardan görüş alındıktan sonra ilgili kurumlara gönderilecek, parlamentoya gelecek.
Arkasından bizim o dönem bakanla yaptığımız görüşmede bakanın bize de söylediği oydu. Bir kanun için mutlaka maliye ve hazine bakanlıklarının görüş vermesi gerekiyor, onun finansal boyutunun değerlendirilmesi gerekiyor. Bir buçuk senedir kanun yok. Bir buçuk sene önce kanun gönderildi, bir buçuk senedir yok. Buradan bizim anladığımız şu, bu kanun üzerinde uzlaşı olan iktidar içerisindeki gruplar ya da Cumhur İttifakı’nın kendisi içerisindeki ilişkileri açısından bakıldığında bir kanun metni değildi. 2. Kamuoyuna çıkarılıp tartıştırılabilecek kadar tepki toplamayacak kadar kabul edilebilir bir metin değildi. Ondan dolayı bu kanun geri çekildi.
Ama buradaki niyet hala varlığını sürdürüyor. Neden varlığını sürdürüyor? Öğretmenlerin tarihsel ve toplumsal rolü, öğretmenlerin taşıdığı değerler, öğretmenlik mesleğinin tüm dünyada simgelediği o toplumsal değerler açısından, öğretmenler her dönem, dünyanın her yerinde siyasi iktidar açısından sürekli soru işaretleri ile yaklaşılan meslek grubudur. Hem sayılarının çokluğu, hem toplumsal işlevi açısından sürekli kuşkuyla bakılmıştır. Çünkü öğretmen düşünmeyi simgeler, çünkü öğretmen bilgili, bilimi, sanatı, estetiği, felsefeyi, sporu bir biçimiyle temsil eder. Öğretmen, düşüncenin eleştirel düşüncenin özellikle taşıyıcısıdır, toplumsal dayanışmanın taşıyıcısıdır, toplumsal ilerlemenin, çağdaşlaşmanın en önemli temsilcisidir öğretmen.
Ondan dolayı statükoyu temsil eder, güç odaklarıyla, egemenle, siyasal iktidarla dünyanın her yerinde öğretmenler arasında bu tür problemler yaşanır. Türkiye’de de şu an biz Öğretmenlik Meslek Kanunu ile yapılmak isteneni, istenen, kabul edilebilen, makbul bir öğretmen arayışı olduğu kanaatindeyiz. O yüzden de Öğretmenlik Meslek Kanunu çıktığında “öğretmen dünyayı değiştirir” adı altında bir kampanya yaptık.
Birkaç cümle ile ondan söz edeyim. Öğretmen dünyayı değiştirir kampanyası, öğretmenin tarihsel ve toplumsal rolüne işaret eden bir kampanyaydı. Kampanyayla özellikle Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu kabul etmeyeceğimizi, kendi kanunumuza tabii olacağımız mevzuatı, kendimizi mutlaka ifade etmek istediğimizi, kendi mesleğimizde yaşamımız hakkında söz ve karar hakkımızı kullanmak istediğimizi ifade ettik.
Bunun en önemli nedenlerinden biri de öğretmenlik mesleğinin kendisinin öğretmenlik mesleğinin güçlendirilmesinin, toplumun güçlendirilmesi anlamına geldiği, öğretmen kaybederse tüm toplumun kaybedeceğinin gerçeğiydi. Öğretmen dünyayı değiştirir kampanyası oldukça etkili bir kampanya oldu bizim açımızdan. Ülkenin hemen hemen bütün illerinde toplantılar gerçekleştirdik. Paneller, sempozyumlar yaptık, öğretmen buluşmaları gerçekleştirdik. Kampanyamızın etkisi gerçekten sınırları da aştı.
Daha sonra uluslararası toplantılarda kampanyamızın tanıtılmasını istediler. Roma’da yapılan sendikal harekette bir yenilenme sempozyumunda öğretmen dünyayı değiştirir kampanyasını tanıttık, neyi hedeflediğimizi, nasıl sürdürdüğümüzü anlattık. Gerçekten tüm dünya ülkeleri açısından ağır koşullar altında sürdürülen oldukça etkili bir kampanyaydı. Daha sonra İngiltere’den arkadaşların hazırlamış olduğu sendikal harekette yenilenme kitabının içerisine örnek bir faaliyet olarak girdi. Kitapta geçtiğimiz hafta yayına girdi. Şu an da Türkçesi yok İngilizce olarak yayınlandı ama eğitim senin öğretmen dünyayı değiştirir kampanyası orda gerçekten hak ettiği yeri aldı diyebilirim.
Serhat Ayan : Tebrik ediyoruz bu konuda. Bir de bu soruyu sorayım, bilmiyorum şu an neredeyiz, her sene bu aylarda genelde bütçe görüşmeleri gelir gündeme ve her kurulun her bakanlığın bütçesi tartışılır. Genelde de MEB ve Diyanet Bakanlığı’nın bütçesi karşılaştırılır vs. Şu anda bütçe görüşmeleri devam ediyor bildiğim kadarıyla MEB bütçesi tartışıldı mı?
Özgür Bozdoğan: MEB bütçesinin plan ve bütçe komisyonunun bölümü tamamlandı. Bütün o bakanlıkların plan ve bütçe komisyonu bölümü tamamlandı. Bu hafta başlaması ön görülüyor. Ama bu hafta biraz farklı yoğunluklarda var. Soru önergeleri var. Birkaç soru önergesi daha verilecek.
Bugün biz CHP grup toplantısına katıldık. CHP grup toplantısında da konuşulan konular vardı. Hatta bugün bir soru önergesi meclise alındı. Eğer bu hafta başlarsa yoksa önümüzdeki hafta genel kurulda bütçenin görüşmeleri başlanacak.
Burada bizim açımızdan önemli olan şu, biz bir ülkenin mali bütçelerini, mali bütçe kanunlarını o ülkenin en politik metinleri olarak kabul ediyoruz. Bütçeleri kaynaklardan, kimlerden, hangi sosyal sınıflardan toplayacaksınız ve nerelere harcayacaksınız, bunlara karar verdiğiniz çok sınıfsal metinler olarak değerlendiriyoruz.
Bir siyasal partinin, iktidarın tercihini görmek istiyorsanız bakmanız gereken yer bütçeler. Bütçe kalemleri ve bütçenin nereye ayrıldığı esasında iktidarın tercihleri arasından bize ciddi fikirler veriyor. Biz bu dönem iktidara çağrı yaptık.
Yeni bir bütçe için üç tane başlık önerdik. Sağlık koşullarına bir bütçe yapılacaksa öncelikle bu bütçe katılımcı bir bütçe olmalı. Yani tüm sosyal kesimlerin kendi gereksinimlerini açık bir şekilde ifade ettiği, kendi ihtiyaçlarını belirlediği, karşılanmasını istediği katılımcı bir bütçe olsun. 2. bu bütçe sadece katılımla yetmez. Katılan tüm kesimlerin sözlerinin ya da düşüncelerinin karar etki ettiği, ortak, kolektif bir bütçe olsun demokratik olsun. Yani katılımcı, demokratik. 3. bölümü de bu bütçe sosyal bir bütçe olsun.
Bu bütçenin önceliği giderleri belirlerken, kalemleri belirlerken, sosyal devlet olma özelliğinden kaynaklı, tüm gereksinimleri karşılasın ondan dolayı da bu bütçeyi biz katılımcı, demokratik ve sosyal bir bütçe talebi ile bütçe dönemini başlattık. Bu taleplerimizi ifade ettik. Esasında burada siyasi iktidar geçmişteki alışkanlıklarını sürdürdü. Hala da sürdürüyor.
Bakın bir bütçeyi kim hazırlar, büyüklüklerine neye göre karar verirsiniz, bir toplumsal mutabaka gerekmez mi? Türkiye toplumu olarak biz bu dönemde bütçenin büyük bir bölümünün salgından dolayı zarar gören ve ihtiyacı olan kesimlere ayrılması gerektiğini talep etmemiz kadar doğal bir şey yok. Bütçe dediğimiz mesele bu.
Eğitim bütçesi de bu şekilde. MEB bütçesi belirlenirken MEB öğretmenleri, öğrencileri, velileri tüm bu kesimlerle birlikte belirlenmesi gerekiyordu. Ama yine bildiğimiz bütçe kalemleri hayata geçti, yine bildik süreçler işledi ama bu bildik süreçlerin işlemesi hiçbir kesimin ihtiyaçlarını karşılamıyor. Ve salgın koşullarında eşitsizlikler daha da derinleşerek devam ettiği için, yoksulluk daha da artarak devam ettiği için ve tabana yayıldığı için bu bütçenin bizim gereksinimlerimizi karşılama olasılığından söz etmek mümkün değil. Eğitim bütçesi de, MEB bütçesi de, YÖK bütçesi de yine benzer özelliklere sahip yönetenleri, eski yönetme alışkanlıklarını sürdürdükleri bütçeler olarak hayata geçti.
Öncelik biz değiliz. Öncelik öğretmenler ve öğrenciler değil, öncelik yine bildiğimiz sermaye kesimlerinin desteklenmesi. Şimdi salgın koşullarında kim şunu söyleyebilir? Özel okullara verilen teşviklerin devam etmesini. Kim ifade edebilir? Yani böyle bir şey olabilir mi?
Evet ama bütçede de MEB bütçesinde de yine benzer bir durumun devam ettiğini söyleyebilirim.
Serhat Ayan : Peki şunu da sormak istiyorum. Bugün çok konuşuldu gerçekten de ve TT şu an Twitter’da. Sayın Kılıçdaroğlu’nun öğretmenler için söylediği söz. Bilmiyorum siz bu konuda ne düşünüyorsunuz hocam?
Özgür Bozdoğan: Hangi sözü?
Serhat Ayan : O sözü hatırlatayım ben. “Ben böyle iktidarı yakın olan öğretmenlerin öğretmen olduğunu inanmıyorum”. Ben tam detayını, tamamını dinlemedim. Ama bu konudaki görüşünüzü, siz de orda olan biri olarak merak ettim.
Özgür Bozdoğan: Bu cümle söylendiğinde ben ordaydım ve yanımda oturan arkadaşa bu cümle bugün büyük problem olur, çok büyük sorun yaratır, bu cümleden yola çıkarak CHP örgütlerinin önünde ismini vermeyeceğimiz bir sendikanın açıklama yapma çağrısı bulunacağını söyledim arkadaşlara. Cümle öyle bir cümleydi ne niyetle söylendi tabii onu değerlendirmek istemiyorum ama o cümlenin önünü ve arkasını dinlediğim için söylüyorum. Ben olsam söylemezdim o cümleyi.
Şunu söyleyeyim insanlar siyasi partilere oy verebilirler. Yani biz siyasi partileri eleştirebiliriz. Siyasi partilerin politikalarını eleştirebiliriz. Siyasi partileri yerden yere vurabiliriz, çok ağır eleştirebiliriz. Ama hiçbir vatandaşı bir siyasi partinin arkasından gidip gitmemekten kaynaklı yani o siyasi tercihinden kaynaklı doğru bulmayabiliriz ama sorgulamak hele hele bu şekilde onu öğretmen olarak kabul etmem bu çok doğru olmadığı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendi siyasetçi açısından bakıldığında da bilemiyorum hani kendisi doğaçlama mı konuşuyor yoksa bir metin mi yazılıyor kendisine onu bilmediğim için söylüyorum çok oturan bir cümle olmadı. Biz de öğretmenler olarak…
Ben de ifade ederken biraz dikkatli ifade etmeye çalışıyorum. Şöyle söyleyeyim, öğretmenler açısından biz nasıl özel okullar derneği başkanını, öğretmenlere bu cümleleri kuramazsınız diyorsak, sağdan soldan ya da hangi partiden olursa olsun, öğretmenlerin, öğretmenlik kimliğini sorgulama hakkını kimseye vermeyiz. Bakın böyle bir hakkı kimse de olmayacağını biliriz. Ondan dolayı da bu daha da olur. Ben size söyleyeyim biraz ağır bir cümle oldu.
Turk-internet.com: Bu açık sözlülüğünüz için de ben size teşekkür ediyorum. Çok güzel bir program oldu.
Özgür Bozdoğan: Ben teşekkür ederim.