Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, görevlerinin fiyat istikrarı olduğunu söylüyor. Ancak ihracatçı düşük kurdan dolayı zarar yazdığını söyleyerek, Merkez Bankası’nı taşlıyor. Bunun yanında dolar kurunun düşmesi, ithalatı canlandırdığı, bir çok sektörde satışların patladığı belirtiliyor.
Merkez Bankası kısa dönem faiz oranlarını yine düşürdü. Bunun zamanlaması konusunda çeşitli spekülasyonlara cevap veren Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti, siyasi kararlılığın mali politikalar üzerinde yarattığı güvenin belirleyici unsur olduğuna işaret ediyordu. Mali disiplinden ödün verilmeyeceği, bakan-başbakan düzeyinde her fırsatta ifade ediliyor ve bütçe performansları olumlu sonuçlar veriyor. Bunun 2004 yılında da süreceğine ilişkin sözler, popülist politikalarla sekteye uğramıyor. 2000 yılında başlayan ve 2001 yılında kriz ile son bulan “ekonomik istikrar” hedefinin en önemli unsuru, “siyasi istikrar” sağlanmış gibi görünüyor.
Bunun yanında ekonominin taşıdığı riskler de yok değil. Bunların başında Irak’a asker gönderme konusunun nasıl sonuçlanacağı ve AB’ye katılım sürecine ilişkin Kasım ayında başlayacak görüşmeler risk unsuru taşıyan önemli köşe noktaları. Elbette bir de reel sektör; üreticiler ve ihracatçıların sıkıntıları var.
Türkiye’nin toplam borç stokunun GSMH’ya oranı yüzde 70 seviyesinde bulunuyor. Bu oranın yıl sonu tahmini yüzde 67 seviyesinde ve 2004 yılı sonunda yüzde 65’e gerilemesi bekleniyor. Bu oranın AB kriteri yüzde 60. Türkiye, bu makro ekonomik göstergelerle AB kriterlerini 2004 yılı sonunda yakalayacak gibi görünüyor. Ancak ihracatçının dolar kurundan dolayı gelir kaybı yaşaması reel sektörde sıkıntıları artırıyor.
Merkez Bankası, beklenti anketleri, sanayi üretimi, enflasyon tahminleri, bütçe, ödemeler dengesi gibi gelişmelere bakarak ileriki dönemde ekonominin genel dengesi üzerine politika geliştiriyor. Merkez Bankası’nın kısa dönem faiz oranlarına müdahale etmesi, bankaların maliyetleri açısından önemli. Bu maliyetlerin kredi faizlerine yansıması beklenir. Ancak bankaların kredi maliyetlerini, Hazine DİBS faiz oranlarına göre belirlediği bilinmektedir. DİBS faiz oranları ile kısa dönem faiz oranları arasında hiçbir ilişki olmadığı biliniyor. Bununla birlikte DİBS faiz oranlarının, enflasyon+risk üzerine belirlenen bir yapısı var ve hazine itfadan az borçlanarak faiz üzerinde baskı yaratıyor.
DİBS faizlerindeki riski kavramı siyasi unsur içermektedir. Risk unsuru, Program istikrarlı devam ediyor mu, taviz var mı, popülist politika yapılıyor mu, makro hedefler ne durumda gibi olguları içermektedir. Burada belki, yapısal reformlar faizi tırmandıracak unsur olarak görülebilir. Ancak diğer gelişmeler olumlu seyrediyor.
Türkiye’de girdi maliyetleri dolar bazlı. Dolar düşüyor. Girdi maliyetleri azalıyor…
Enflasyon düşüyor. Ücretler eskisi gibi yüzde 40 gibi rakamlarla artmıyor. Yüzde 3-5 gibi zam alıyorlar. Ya da enflasyon kadar.
Reel sektör için, özellikle ihracatçı için rekabet unsuru, verimlilik ve etkin yönetişimden geçmektedir. Kamu da yeniden yapılanma isterken, özel sektördeki yeniden yapılanma gereksinimini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Herkes eski alışkanlıklardan kurtulmalı, herkes kendi evini temizlemelidir…