Akbank Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi Hayri Çulhacı, global kriz karşısında Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler arasında iyi bir performans gösterdiğini belirterek, Türkiye’deki ekonomik toparlanmanın son çeyrekte başlayabileceğini; seyrinin ise global piyasalardaki ve ülkenin temel ihracat pazarlarındaki görünüme bağlı olacağını belirtti.
Maliye Hesap Uzmanları Kurulu’nun 64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle Ankara’da düzenlenen “Maliye ve Para Politikalarında Uyum Sorunu ve Türkiye Örneği” konulu panelde konuşan Çulhacı :
Türkiye’nin risk göstergeleri diğer bazı ülkelere göre nısbi olarak daha iyi bir performans gösterdi; kurlardaki ve hisse senedi piyasalarındaki oynaklıklar bazı gelişmekte olan ülkelere göre daha sınırlı. Türkiye’nin risk primi de global dalgalanmalara kredi notunun ima ettiğinden çok daha fazla direnç göstermiştir. Risk primlerindeki artışın sınırlı olması da Merkez Bankası’nın yüksek miktarlarda faiz indirimine olanak sağlamıştır.
dedi. TCMB’nin krizin derinleştiği geçen Kasım ayından itibaren 750 baz puanlık indirime gittiğini vurgulayan Çulhacı, enflasyonun düşük seyrinin Merkez Bankası’nın önümüzdeki günlerde faiz indirimlerine devam edebileceğini gösterdiğini kaydetti.
Global krizin Türkiye’yi tüm gelişmekte olan ülkeler gibi iki kanaldan etkilediğini; bunlardan ilkinin global ölçekte “borçsuzlaşmanın” sürmesi ile sermaye hareketlerinde yaşanan “ani duraklamalar”; ikincisinin ise dünyadaki daralmaya bağlı olarak yaşanan ihracat talebindeki duraklama olduğunu söyleyen Çulhacı, sözlerini şöyle sürdürdü:
Global krizin yarattığı en önemli sorunların başında işsizlik oranlarındaki artış geliyor ve buradaki toparlanmanın zaman alacağı belirtiliyor. Türkiye’de de işsizlik oranları özellikle tarım dışı sektörlerde artıyor. Artan işsizlik ve gelirdeki daralmaya bağlı olarak da tüketim harcamaları geriliyor. İşsizlik artışından önce bile 2008 yılında tüketici harcamalarında sadece %0,3’lük bir artış kaydedilmiş idi. Tüketimdeki daralmanın önümüzdeki dönemde de devam edeceğini ve 2009’un ilk yarısında tüketici harcamalarında ortalamada %8’lik bir gerileme olacağını öngörmekteyiz. Toparlanma 4. çeyrekte görülecek. Yükselen işsizlik, gerileyen gelir düzeyi, sıkışık kredi piyasası ve zayıf tüketici güveni tüketim harcamalarını sınırlı tutan en önemli etkenler. Beklentimiz yatırım harcamalarının da 2009 yılında civarında gerilemesi. Türkiye’de de kısıtlı dış finansmandan ve toplam talep eksikliğinden dolayı gerek özel sektör gerekse bankacılık sektörü ‘borçsuzlaşma’ sürecine girdiler; yurt dışından kullanılan krediler de azalmaya devam etmekte, firmaların yurt dışından kullandıkları krediler yarı yarıya azaldı.
Çulhacı: “Yıl sonu cari açık beklentimiz 8 milyar dolar”
Ekonomideki yavaşlamanın olumlu bir noktasının cari işlemler açığındaki gerileme olduğuna dikkat çeken Çulhacı şunları not etti :
Bu durum dış finansman ihtiyacını azaltacak. Yıllık cari işlemler açığı Mart’ta 30.5 milyar dolara geriledi. Petrol fiyatlarının zirve noktalarını vurduğu Ağustos ayında cari açık 50 milyar dolara yükselmiş idi. Yıl sonu beklentimiz açığın 8 milyar dolara gerilemesi. Bu da beklenen milli gelirin yaklaşık yüzde 1.5 gibi bir büyüklüğüne denk geliyor ki, bu da düşük bir oran.
“Türk bankacılık sektörü krize hazırlıklı yakalandı”
Türk bankacılık sisteminin global krize hazırlıklı yakalandığını belirten Çulhacı, bankacılık sisteminde sub-prime ürünlerinin bulunmamasının, sistemin güçlü sermaye yapısının, düşük kaldıraç oranının ve yaygın mevduat tabanının Türk bankacılık sektörünün avantajları olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
Ülkemizde klasik bankacılık yapılmaktadır, türev ürün yoktur. Sermaye yeterlilik oranı %17 ile %12 olan resmi hedefin üzerinde bulunuyor, ayrıca uluslararası karşılaştırmalarda da Türkiye’nin sermaye yeterlilik oranı birçok ekonomiden daha yüksek seviyelerde. Yurtdışında kaldıraç oranı 25-30 iken, Türkiye’de 7 düzeyinde bulunuyor. Mevduatlarımız verilen tüm kredileri karşılayacak düzeyde. Türkiye’de bankacılık sektöründe takipteki kredilerin oranı %4 ile oldukça düşük bir seviyede. Sektörümüzde BDDK ile denetim ve gözetim çok etkin bir biçimde yapılmakta.
Global ekonomik aktivitede hızlı yavaşlama sürerken merkez bankaları ve kamu otoriteleri krizin etkilerini azaltmak ve en kısa zamanda bir toparlanma sağlamak için daha önce görülmemiş boyutta önlemlere başvurduklarını hatırlatan Çulhacı, IMF’nin global finansal sektör zararlarının 2010 yılında 4,1 trilyon dolara ulaşabileceğini; bunun üçte ikisinin (2,8 trilyon dolar) bankalardan kaynaklanacağını öngördüğünü ve halihazırda bankaların tahmini zararların üçte birini gerçekleştirdiklerini kaydetti.
ABD, Japonya ve Çin’de önemli boyutlarda mali teşvik paketleri hazırlandığını ve G 20 toplantısında üye ülkelerin 5 trilyon dolar büyüklüğünde genişletici maliye politikaları uygulama taahhüdünde bulunduklarını söyleyen Çulhacı, merkez bankalarının aldığı önlemlerin başında gelen kısa vadeli faizlerin düşürülmesi ile şu anda ABD, Japonya ve İngiltere’de faizlerin neredeyse %0; Avrupa’da ise hızla %1’e düşürüldüğünü ve indirimlerin devamının beklendiğini belirtti.
Piyasalarda son dönemde ‘en kötü’nün geride kaldığı beklentisinin güçlenmesine karşın ekonomide belirgin bir toparlanmanın ne zaman görüleceği konusunda belirsizliğin devam ettiğini vurgulayan Çulhacı, sözlerini şöyle sürdürdü:
Alınan önlemlerin özellikle mali dengeleri bozacağı ve bunun uzun dönemli etkileri konusundaki endişeler gittikçe güçleniyor; geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin kredi görünümünün mali endişeler ile aşağı revize edilmesi bu konudaki sorunların en önemli göstergesi oldu. Japonya, ABD ve İngiltere’nin ortalamada milli gelirlerinin %10’una yakın bir kamu açığı vermeleri bekleniyor. ABD ekonomisi için de kredi görünümün aşağı doğru revize edilebileceği endişesi de piyasaları etkiliyor. Dolayısıyla mali dengelerin uzun bir süre daha olumsuz seyredeceği görülüyor; geçmişteki disiplinli maliye politikaları tersine dönüyor. Dünya ekonomisinin 2009 yılında %1.3 oranında küçülmesi 2010 yılında ise sınırlı bir toparlanma göstermesi bekleniyor. Burada da kritik faktör finansal sektör: Dolayısıyla finansal sektördeki iyileşmenin hızı toparlanmanın belirleyici faktörü olacak. Türkiye’deki toparlanmanın seyri ise global piyasalardaki ve temel ihracat pazarlarımızdaki görünüme bağlı olacak.