Geçmişe kısa bir göz atarsak, 1970’li yıllarda informatics diye bir kavramın Batı ülkelerinde söylene geldiğini görmekteyiz. Hemen o yıllarda sevgili Aydın Köksal bu kavramı bilişim diye Türkçeleştirmişti. 1980’lere gelindiğinde Batı ülkeleri bu kez information society (Bilgi Toplumu)’ndan söz eder oldular. O yıllarda gerçekten büyük bir devrimin gelmekte olduğu ufukta belirmişti.
Yanılmıyorsam, 1988 yılında Ankara’da düzenlenen Sanayi Kongresinde Selim Sarper’le birlikte bir bildiri sunup konuşmamın sonunda “.. bu saatten sonra sanayileşsek ne olur, sanayileşmesek ne olur….asıl amacımız bilgi teknolojilerini edinip bilgi toplumu olmaktır” deyip büyük bir çoğunluğun tepkisini almıştım.
1991 yılında TESİD (Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneği) olarak Bilgi Toplumu üzerine bir rapor yayınlayıp bunu ilgili tüm devlet kuruluşlarımızın yetkililerine ve dahası tüm millet vekillerimize dağıttık. O yıllarda Sn. Şadi Cindoruk Meclis Başkanı idi, kendisine de elden götürmüştük. On yılı aşkın bir süredir hala yanıt alamadık.
1992 yılında TÜBİTAK, OECD (Kalkınma için Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) ile birlikte Ankara’da bir toplantı düzenleyip Japonya’dan Brezilya’ya değin pek çok uzmanı bir araya getirmiş, kalkınmakta olan ülkelerin bilgi teknolojilerini edinmede devletin üstüne düşen görevleri irdelemişti. Bu toplantının tüm giderlerini TÜBİTAK karşılamıştı. Türkiye’den katılım yoksanacak düzeyde idi.
1995 yılında AB (Avrupa Birliği), OECD ve TÜBİTAK Bilgi Toplumunun Ekonomisinin tartışıldığı bir toplantıyı İstanbul’da düzenledi. TÜBİTAK’ın yanı sıra, giderlerin çok büyük bir bölümünün AB tarafından karşılandığı bu toplantıya tüm OECD ülkelerinden ellinin üstünde uzman katılmıştı. Türkiye’den katılım ise yine yoksanacak düzeyde idi.
Sevgili arkadaşım Ufuk Çağlayan ile bu konuda yaptığımız bir çalışmadan dolayı, İş Bankasının 1995 yılı Büyük Ödülü bize verilmişti. Para bile vermişlerdi. Bankaya olan ortaklığından dolayı, en azından CHP’nin bundan haberi olması gerekmez miydi?
1995 yılında MGK’nun önerisi üzerine Başbakan Sn. Tansu Çiller’in imzası ile bir genelge yayınlandı. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’nin Bilgi Toplumu olabilmesi için izlenecek stratejilerin belirleneceği bir raporun TÜBİTAK’ın sekreterliği altında Ulaştırma Bakanlığınca hazırlanması istendi. Bu çalışmanın parasal kaynağının büyük bir bölümü devlet bütçesinden karşılanmıştı. Bu süreç içinde bir dizi toplantı vs. yapıldı, bunların hepsine siyasi partilerimiz, ilgili bürokratlarımız çağrılmıştı. TUENA (Türkiye Ulusal Enformasyon Ana Planı) diye adlandırılan bu rapor 1998 yılında Cumhurbaşkanı Sn. Süleyman Demirel tarafından bir sanal temel atma töreni ile duyuruldu. Anlayabildiğim kadarı ile bir devlet belgesine dönüştürüldü.
1999 yılında TESİD, TUENA raporuna yeni katkılar getiren tamamlayıcı bir rapor yayınlayıp, siyasi partilerimiz başta olmak üzere, ilgili tüm devlet kuruluşlarına dağıttı.
2000 yılına gelindiğinde, bu kez TÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İş Adamları Derneği) bu konuda tamamlayıcı ek bir çalışma başlatıp, sonuç raporun tanıtıldığı bir toplantı düzenledi. Anımsayabildiğim kadarı ile bu tanıtıma siyasi partilerimizden pek bir katılım olmamıştı.
Burada önemle üzerinde durmak istediğim konu on yıllık bir süreci kapsayan tüm bu çalışmalar hep bir birlerini bütünler bir yapıda idi. Daha açık bir deyişle, değişen koşulların altında, her biri diğerinin bıraktığı yerden devam ediyordu. Raporlara katkı devletten, akademik çevrelerden, Ar-Ge kurumlarımızdan, sanayici ve sermaye kesiminden gelmekte idi. Devlet bu işler için az ya da çok bir takım paralar harcıyor, bürokratlarını teknisyenlerini bu iş için görevlendiriyordu.
Sözü daha çok uzatmamak için; EMO (Elektrik Mühendisleri Odası)’nun çalışmalarına, DPT’nin TESİD’in öncülüğünde yaptırdığı 5 Yıllık Kalkınma Planı ilgili komisyon ya da altkomisyon raporlarına, TBD (Türkiye Bilişim Derneği), TBV (Türkiye Bilişim Vakfı) vb. kuruluşların çalışmalarına değinmedim. Yalnızca bunlar değil, daha pek çok ortamda bu konu çok ciddi olarak ele alınmış, devlete bir dizi uyarı ve çağrı yapılmıştır.
Yukarıda, dolaylı ya da doğrudan görev aldığım bir dizi çalışmayı, bir çırpıda anımsayabildiğim kadarı ile sıralamaya çalıştım. Kimilerinde belki tarih hatası yapmış olabilirim. Aklıma gelmeyenler, eksikler, yanlışlar için bağışlana… Amacım bir envanter çıkartmak değil. Yalnızca, geçtiğimiz son on yılda bu konunun toplumun bürokrat, akademisyen, sanayici vb. pek çok katmanınca ele alındığını anımsatmak idi.
2001 yılında düzenlenen, Türkiye’yi Internet’e Taşıyalım sloganlı toplantının bir oturumu, siyasi iktidarın bu konudaki görüşlerinin dinlenmesine ayrılmıştı. Oturuma katılan üç siyasi partimizin temsilcileri kendilerinin de bu konuda gereken çalışmaları yaptıklarını ve raporlar hazırladıklarını vb. görüşleri dile getirdiler. Hiç kuşkum yok, oturuma katılmayan diğer tüm siyasi partilerimiz de benzeri çalışmalar sürdürmekte! İşte bu açıklamalar beni dehşete düşürdü….YANİİİİİ….., yukarıda sıraladığım çalışmalar bir tarafa itilmekte, devletin resmi belgesi olması gereken belgeler rafa kaldırılmakta, “bu işi bir tek biz biliriz” mantığı ile her siyasi parti kendi belgesini hazırlamakta! Ne kadar hazin değil mi?
Edindiğim izlenim şu; siyasi iktidarlar gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkelerin tersine, Bilgi Toplumuna varabilmek için izlenecek stratejilerin partiler üstü bir ulusal programla gerçekleşebileceğinin bilincinde değiller.
Bir laf vardır, sağdan say 11 kişi, soldan say 11 kişi diye. Yani bu konuyu bilen bir avuç insanız bu ülkede. Hepimiz bir birimizi tanırız ya da tanımasak da onu tanıyan birini tanırız. Ben herhangi bir siyasi parti için böylesi programlar hazırlayan birini tanımıyorum. Sizler tanıyor musunuz? Peki kimler hazırlıyor bu programları? Yoksa daha önce yapılan çalışmaları ehil olmayan ellere bırakıp cut and paste mi yaptırıyorlar?
Aslında kimlerin hazırladığı hiç önemli değil. Siyasi Partilerimiz daha hala şu ya da bu konuda olduğu gibi, birbirlerine girip, birinin yaptığını öbürü bozacak ise biz Bilgi Toplumu falan olamayız.
Tüm dileğim yanılıyor olmamdır. Siz ne dersiniz?