Bu yazı aslında önceden düşünülmüştü. Turk-Internet.com’da 10 Aralık 2015 tarihinde yayınlanan “Türkiye’de İlk Kez Geliştirilen Sistemle Bombalar Uzaktan Tespit Edilebilecek” (1) başlıklı yazıyı okuduğumda, 2000’li yılların ilk yarısında bir arkadaşımla yaptığımız konuşmaları hatırlamıştım. Ancak ha bugün, ha yarın derken konuyu yazmaya fırsat olmadı. Ta ki bugün — 12 Ocak 2016 tarihinde– İstanbul’da Türkiye’nin turizm kalplerinden biri olan Sultanahmet’te gerçekleştirilen canlı bomba saldırısı sonrasında, belki birilerine ilham olur diye daha geç olmadan yazmam gerektiğini anladım.
Hem yukarıda bahsettiğim Turk-internet.com’da yayınlanan haber, hem de Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleştirilen bu saldırı beni geçmişe döndürdü. Bulunduğumuz coğrafyanın getirdiği jeopolitik yapı nedeniyle, uzun yıllardan beri, “bomba yüklü araçları ya da kendisini canlı bomba yapmış kişileri nasıl durdurmak gerektiği” konusunu düşünürüm. Bu yazının içeriği, o uzun yıllardan bu yana gelen çeşitli araştırmalar, düşünceler ve okumalardan oluşuyor. Bakın “Bomba Dedektörü” için neler düşünülebilir?
2000’li yıllarda yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri de evime yakın olan Eyüp Pierre Loti tepesinde arkadaşlarımla buluşmaktı. Orada bulunan kahvede, mevsime göre ya dışarıda Haliç manzaralı bir masaya kurulur ya da kapalı bir mekanda kendimize kuytu bir köşe bulurduk. Neler mi konuşurduk; Mesela Haliç’in pis kokan sularının şişelenip gelecek nesillere aktarılması, ilk bölümlerini hiç merak etmediğim Kurtlar Vadisi dizinde, kimin kim olduğu yani bu şahsiyetlerin gerçekte kimlerle örtüştüğü (daha sonra bu diziyi yıllarca hiçbir bölümünü kaçırmadan seyrettim), Türkiye’nin ekonomik ve siyasi durumu vs gibi gündemde olabilecek konuları konuşuyorduk.
Bir yandan çayımızı yudumluyor diğer taraftan da sözün dibine vuruyorduk. Nasıl olsa hayal ettiğimiz konular için, kimse önümüze bir fatura kesip “işte bedeli bu” demiyordu. Türkiye’de konu çokken, kahve muhabbetinde de çözümsüzlük diye bir şey de yoktur.
Bu Pierre Loti ziyaretlerimizin birinde, havanın da güzel olduğu bir anda manzaralı bir masaya kurulmuş Haliç’ten başlayarak Boğazın diğer yakasına kadar seyre dalmıştık. Bir yandan da yine memleket meseleleri gündemimizde olmalı idi. Derken Haliç’i seyretmeyi bırakıp Pierre Loti Tepesinden Haliç boyu uzanan yola bakarak konuyu teröre, bombalı saldırılara, bu tür terörün nasıl önlenebileceği konularına değinmeye başladık. Zihnimiz bazen bir dedektif, bir polis, bazen de bir terörist gibi çalışıyor, “hangi durumda nasıl davranılıyor?” konusuna kafa yoruyorduk.
Nasıl kafa yormayalım ki, ne zaman ne olacağı belli olmuyordu. O gün de, bugün de, “sokakta yürürken Niyazi olma” ihtimali o kadar yüksek ki. Olayların her iki yanında da bulunan kişiler gibi düşünmeli idik ki, eylemleri önleyebilecek fikirleri bir mantık silsilesine oturtabilelim. Her ne kadar 1980 öncesi terör dönemlerini görmemiş olsak da, 1972 doğumlu biri olarak 1984’de başlayan diğer bir terör olayı ve sonrasında günümüze kadar devam eden terörü hayatımızın her alanında yeterince hissetmiyor muyduk?
El Kaide’nin HSBC Binasına Bombalı Araç Saldırısı
20 Kasım 2013 tarihinde, Levent metro istasyonunun yanında bulunan HSBC merkezinin El Kaide tarafından bombalanmasını, o zaman çalışmakta olduğum Sabancı Kulelerinin birinin 15. Katında bile hissetmiştim. Filmlerde “efekt” olarak algıladığımız o bomba sahnelerindeki patlama anı sonrasında oluşan dalganın içinde gibiydim. Patlamanın oluşturduğu ses dalgası, 4. Levent’te bulunan Sabancı Kulelerine kadar gelmiş, binanın dış kabuğundan geçip vücudumda verdiği o hissi, onca sene geçmesine rağmen halâ hatırlarım. Ayrıca HSBC binasının yanında bulunan Levent Metro istasyonu da, öğlen vakti çok sık kullandığımız bir yerdi. Öğlen civarındaki bombalama anında, orada olma ihtimalimiz pek de düşük değildi. Belki de bombalama anına denk gelen bir toplantı sayesinde kurtulmuştuk.
Bu olay sonrasında, doğal olarak terörü, olay gerçekleşmeden önce tespit etmek ve önlemek üzerine fikirler üretmek daha çok ilgilendiğim ve bazı arkadaşlarımla sürekli tartıştığım bir konu haline geldi.
O dönemler Türkiye “kameralı takip sistemleri”ni yeni yeni tanımaya başlamıştı. Mobese’ler artık “ben de buradayım” demeye başlıyordu. Bir arkadaşım 2004 yılında otoparklar için, MOBESE türü bir sistemi tasarlamış, “yapsam mı, yapmasam mı” diye düşünüyordu. Otoparka giren çıkan araçları saymakla kalmayacak, üstüne plakaları kayıt altına alacaktı. Daha önce, mağazalar için de, içeri girip çıkan müşterileri saymak üzerine bir ürünün prototipini yapmıştı. Biz bu konuları kahve muhabbetleri gündemimize alırken 2005 yılında da İstanbul, Türkiye’nin ilk MOBESE’li şehri olarak adını duyurdu. (2)
Bir yandan bombalamalar, diğer yandan bu tür teknolojik gelişmeler derken Pierre Loti tepesinden Haliç boyunca uzanan yola bakıp arkadaşıma “Bu yolun iki yanına bir dedektör bırakıp, bu yol üzerinden geçen araçlarda bomba olup olmadığı kontrol edilse nasıl olur?” diye sorunca bir anda kendimizi şehrin dört bir yanını “bomba dedektörleri” ile donatmayı planlar halde bulduk.
“Bombanın içeriğini oluşturan maddelerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinden yola çıkarak bunları tespit edilebilecek bir şeyler olmalı ki, üretilecek cihazlar yardımı ile bu bombalar ve onu taşıyan kişiler tespit edilsin, yaşadığımız yerler daha güvenli hale gelsin” diyorduk.
Bomba Dedektörü
Temelde, bomba dedektörünün, bir mağazaya giren müşterilerin bir malı bilerek ya da bilmeyerek mağaza dışına çıkarmasını engellemek için mağaza kapısının iki tarafına kurulmuş detektörlerden pek fazla farkı yok. Mağazalarda sistem, sisteme önceden tanımlanmış ve ürün üzerine yerleştirilmiş ve belli bir frekans yayan cihazların mağaza sınırları içinde olup olmaması kontrol ederken, “Bomba Dedektörü” daha çok röntgen gibi çalışır, köpek burnu gibi hareket eder. Dedektörlerin yerleştirildiği yoldan geçen her türlü vasıta ve insanı analiz eder, ilgili kayıtları tutar.
2004 – 2005 yıllarında sınırlı teknoloji bilgimizle bu kadarını hayal etmiş, ancak mümkün olabileceğine kendimizi ikna etmiştik. Tüm İstanbul’a, hatta ülkenin ana yollarına konulacak böyle bir sistemle, yurt içinde bir hedefe doğru bomba sevkiyatı yapmak isteyen kişi ve bu bombaları taşıyacak araçların tamamen teknoloji kullanarak tespit edilebileceği şeklinde bir öngörümüz olmuştu.
İşte, 10 Aralık 2015 tarihinde Turk-internet.com’da yayınlanan “Türkiye’de İlk Kez Geliştirilen Sistemle Bombalar Uzaktan Tespit Edilebilecek” (1) başlıklı haber tam da bu düşüncenin hayal olmaktan çıkıp, yakında güvenlik birimlerince kullanılacak temel teknolojilerden biri olacağını göstermekte. Ki bu proje kapsamında kullanılacak cihazların prototipleri de hazırlanmış bile.
Haberde belirtildiğine göre üzerinde silah, bıçak, tabanca ve hatta bomba gibi saldırı amaçlı tehlike maddeleri taşıyanları 10 metre uzaktan tespit etmek mümkün olacak. Bu teknolojinin geliştirilmesi ile bu menzilin daha da artacağı kesin.
2004 – 2005 yılında hayal ettiğimiz, plaka takip sistemleri ile entegre edilmiş bir yapıyı bir de bugünün teknolojisi ile hayal etmeye kalkarsak elbette daha çok özellikler çıkacaktır. Buna bir de İsrailli bilim insanlarının üzerinde çalıştığı “insan kokusu”nu eklersek sistem artık kişi bazında herkesi kontrol edebilecek bir yapıya dönüşebilir (3). İnsanların içinde olduğu duygularına göre yaydığı enerjinin, kokuların analiz edilmesi ile potansiyel saldırganların, teröristlerin önceden tespit edilmesine yardımcı olacaktır.
Aslında suçluların önceden tespit edilip, gerekli önlemlerin alınmasına pek yabancı da sayılmayız. Gerçek hayatta uygulaması şimdilik olmasa da, Steven Spielberg’in yönettiği Minority Report (Azınlık Raporu) filmi de biraz fantezi de olsa bunu anlatıyordu (4). Güvenlik birimlerinin teknoloji kullanarak suçluları önceden tespit edebileceği günleri görebilecek miyiz bilmem ama bizden sonraki ya da bir sonraki neslin göreceğin kesin (5).
Ama bu konunun –aynen Minority Report filminin sonunda anlatıldığı gibi- sakıncaları da kendi içinde mevcut. Bu da ayrı bir konu. Ya da yine aynı yere geliyoruz; “güvenlik mi, gizlilik mi?”. Bu ayrı bir yazının konusu.
Bomba Dedektöründen Profillemeye giden güvenlik algısı
Türkiye’de prototipi yapılan bomba dedektörü (1) terör olaylarının önlenmesi adına elbette ilginç bir gelişme. Türkiye’nin teknoloji üreten ülkeler kervanına katılıp güvenlik sistemlerini geliştirmesi elbette bu ülkede yaşayanların güvenliğini artıracaktır. Ancak her gelişen teknolojinin bir de ödenmesi gereken bir diyeti olduğunu unutmamak gerekir.
Nasıl 2005 yılından itibaren MOBESE’ler günlük hayatımızın bir parçası olmaya başladı ise bomba dedektörleri ve benzeri sistemlerin de ulusal güvenlik sistemine entegre olması başka tartışmaları da beraberinde getirecektir.
Türkiye’nin teknoloji ile tanışıklığının geçmişi çok eski olmasa da ABD gibi teknolojiyi hayatın her safhasında kullanan ülkelerin geldiği durum gelecekte bizleri nelerin beklediğine örnek teşkil edebilir(6). Kendimizi bir anda George Orwell’in yazdığı “1984” adlı kitabın içinde bulabiliriz.
Profilleme Örneklemesi: Ben Bir Mal (ürün) mıyım?
Ülkemizde teknolojinin geliştiği, bomba dedektörü, koku ile insan takibi, koku ile insan davranışlarının analizi gibi konuların artık prototip olmaktan çıkıp kullanılan bir ürün haline dönüştüğü hayal edin.
İnternet kullanırken Facebook gibi gerçek kişi bilgilerinizi sunduğunuz servisler sayesinde kendinize ait birçok bilgiyi herkese açarken, yanınızda taşıdığınız telefon sayesinde gün boyunca “ben buradayım” demektesiniz. Kimlik, pasaport alırken verdiğiniz parmak iziniz size özel bir bilgi olmaktan çıkıp patronlarınıza da bu bilgiyi verirken artık parmak iziniz işyerlerine girip çıkarken kullandığınız bir yaka kartına dönüşmüş durumda. Kullandığınız kredi kartları, banka kartları ise paranızı harcama alışkanlığınız hakkında bilgi verirken hesabınızda para olması durumunda nerelere para harcayabileceğinizi göstermekte. İnternet üzerinde girip çıktığınız web siteleri yazılı ve görsel bilgilere olan alışkanlıklarınız hakkında bir çok şey söylerken diğer bir yandan da sizin iç dünyanıza ait verileri de ortaya sunmaktadır[5].
Ama bir gün tüm bunları bırakıp, o ana kadar olan alışkanlıklarınız değişmeye başladığında “geleceğin güvenlik sistemleri” içinde artık takip edilecek bir veri haline döneceksinizdir. Yaptıklarınız daha sıkı takip edilecektir. Yani yaptıklarınızla değil, yapmadıklarınızla da takip edilebilir olacaksınız[6].
Yani, kazara bir şekilde terör örgütleri ile bağlantı kurar ve de kendinizi canlı bomba olmaya ikna ederseniz işte o zaman, o ana kadar yapılanmış profillemeniz sizi potansiyel tehdit olarak ortaya çıkaracak, şehrin dört bir yanına yerleştirilmiş MOBESE’ler sizi adım adım takip ederken Bomba Dedektörlerinin öncelikli olarak analiz edeceği kişi de siz olacaksınız[7]. Sisteme entegre edilmiş Koku Dedektörleri de sizin üzerinize sinmiş kokuların analizi yaparak herhangi bir potansiyel tehdit olup olmadığınızı ayrıca kontrol ederek güvenlik sistemi üzerinde “çok açıdan bakışlı, hedeften emin olma” kriterlerini yerine getirecektir. Artık siz terörist olarak hedefine ilerleyen biri iken “takip sisteminin” hedefi haline gelecek ve suçu işlemeden önlemeniz sağlanacaktır.
Burada acaip olan şu; bu tüm analizlere temel olan verileri aslında yine siz vermiş olacaksınız (7). İşte böylesine acaip bir dünyaya gidiyoruz.
(1) Türkiye’de İlk Kez Geliştirilen Sistemle Bombalar Uzaktan Tespit Edilebilecek
(2) İstanbul, Mobese ile 24 saat Güvende
(3) Israeli scientists develop ‘smell fingerprint’ that could identify every human on Earth
(4) Minority Report (Azınlık Raporu)
(6) Büyük Veri (Big Data) Dünyasında Kişisel Gizlilik Olabilir mi?
(7) ABD’de Polisin Kullandığı İzleme Teknolojileri Giderek Big Brother’a Dönüşüyor