Bu yazı dizisinin ilk 3 bölümünü İyiler ve Kötüler – I, İyiler ve Kötüler – I ve İyiler ve Kötüler – IV başlıkları altında okuyabilirsiniz.
“Doğru” kavramının tanımı
Doğru kavramı, toplumsal hayat sisteminde, bireyler arası ilişkileri oluşturmak-kolaylaştırmak için oluşturulmuş bir terimdir. (Yalnız başına yaşayan bir insan için “doğru” kavramına gerek yoktur. Tek tek insanlar için “iyi-veya kötü” vardır; biri için iyi olan bir şey diğeri için kötü olabilir!).
Üzerinde yaşadığımız doğa ve dünyada her şey, öğelerin karşılıklı etkileşimleri sonucu oluşur; ve hiçbir şey tesadüfen değil, o şey içindeki temel bileşenlerin (kuant, atom, molekül, hücre, insan vs.) çevrelerindeki enerji potansiyeli dağılımlarını algılayıp, kendilerini buna göre yönlendirmelerine göre gerçekleşir.
Bu şekilde doğadaki varlıklar arasında gauss dağılımı denilen ve yandaki şekilde görülen bir ortalama davranış şablonu ortaya çıkar ve sistem o ortalama değer yönünde ilerler veya davranır. (Not: Her şey, her başka şeyi etkiler ve her başka şeyden de etkilenir. Bu etkileşim sistemi “kelebek etkisi” olarak bilinir. Bu nedenle toplumsal sistemde de her insanın –daha gerçekçi ifadeyle, her iş ve meslek sahibinin- her tür toplumsal sorun karşısında bir tepki vermesi şart ve gereklidir; yoksa gauss eğrisi dağılımı çarpıtılmış olur ve aynen günümüz otoriter sistemlerinde olduğu gibi, toplumsal sorunlara çözüm getirmez!!!).
İstatistiksel değerlendirmede ortalamaya denk gelen değer “doğru” olarak kabul edilir. İnsanların toplumsal bir sorun karşısındaki fikirlerinin dağılımı da böyle bir çan-eğrisi verir ve doğru değer bu dağılımın tepe noktasıyla belirlenir. Bu doğru tanımının ilk şartıdır; ikinci ve üçüncü birer koşul daha vardır:
2. Koşul: Bizler hücrelerimizin eserleriyiz, ve hücreler duyu organları denilen parçalarımızı, çevremizde olup-bitenleri (yani doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümleri) algılayıp, beden içinde kapalı ortamda yaşayan kendilerine aktarsınlar diye oluşturmuşlardır. Bu veriler üzerinde yaşanılan doğa ve dünyaya ait olmak zorundadırlar, hayali veriler, hayali bilgiler olamazlar! Bu dünya üzerinde yaşamak için oluşturulan hücreler (ve bedenlere), bu dünyaya ait olmayan “hayali, metafiziksel” bilgiler yüklenmesi, onların doğal sistemi algılayacak şekilde gelişmiş olan işletim sistemlerince deşifre edilip, yorumlanamazlar, bu nedenle de işletim sistemlerinde bozukluklara yol açarlar. Buna Mantık çarpıtılması denir. (Hücreler doğa ve dünyada mevcut tüm madde ve enerji türlerini algılayacak ve değerlendirebilecek bir temel donanıma sahiptirler, ama doğa ve dünyada var olmayan hayali şeyleri değerlendirecek bir sistemleri yoktur! (Çok doğal bir sonuç.) Bu durum, hücrelerde korku ve karasızlık duyguları oluşumuna yol açar ve çoğu sorunlarımızın temel nedenini oluştururlar.)
3. Koşul ise şudur: Tüm uluslar, çocukların akıl ve mantık sistemlerinin 16 (veya 18) yaşına kadar olgunlaşmadığını kabul ederler ve bu nedenle onları “reşit” saymazlar. Bunun nedeni şudur: Çocukların akıl ve mantık düzeyi 16 (veya 18)ine kadar olgunlaşmadığından, o zamana kadar onlar istenilen şekilde, doğru veya yanlış, yönlendirilebilirler. Yani ergenliğe kadar, çocuklarımıza doğru veya yanlış her şeyi belletebilir, onları istediğimiz gibi yönlendirebiliriz. Halbuki 18’inden sonra onlara her şeyi kabul ettiremeyiz; o yaştan sonra onlar ancak akıl ve mantığa uygun şeyleri kabul ederler ve öğrenirler.
Bunun anlamı şudur: 18’inden sonra öğretilemeyecek hiç bir bilgi, 18’inden önce öğretilmemelidir, çünkü, bu tür bilgilerin doğru olma olasılığı yoktur!
(Aslında 2. ve 3. koşullar birbiriyle ilişkilidir, bu nedenle birleşik düşünülebilir!).
Toplumsal hayat sistemi için gerekli “doğru” hedeflerin saptanabilmesi için uygulanması gereken yöntem bundan ibarettir! Önce insanlar 2. koşulda belirtilen bir sistemle eğitilirler ve mantık-çarpıklığı olmayan (veya azaltılmış) bireyler ortaya çıkarlar; sonra bu sağlam mantıklı insanların katılımlarıyla oylama yapılır ve doğru yön bulunur! Bu sistemde yanılma olmaz!!!
2. ve3. kuralın dikkate alınmadığı toplumlarda demokrasi denilen çoğulcu-katılımcı sistemin “doğru” sonuçlar verememesinin tek nedeni, bu kurallara uyulmamasıdır. (Mantığı çarpıtılmış, yani negatif-bilgilerle donatılmış insanların çoğunlukta olduğu oylamalarda ortaya çıkacak sonucun doğru yönü göstermesini bekleyemezsiniz!!! Demokrasinin az-veya-çok işlediği toplumlarda, 2. ve 3. kurala ters düşme oranı eğitim sistemleriyle azaltılmıştır!).
Geri kalmış toplumlarda işlerin yolunda gitmemesinin ana-nedeni bu hatadan kaynaklanır. İnsanlara, her şeyin karşılıklı hizmet alışverişlerine dayalı olarak kendi aralarındaki çaba ve gayretlerinin bileşkesinden ortaya çıkacak değerin “doğru” yönü göstereceği, herhangi bir lider veya otoritenin kişisel düşünceleriyle belirlenen “kararların doğru” olma olasılığının, çok az olduğu temel bilgisi verilmediğinden, insanlar hep, “moda” olan veya mucize yaratacağını ileri süren liderler peşinde koşmaya şartlandırılmışlardır ve kendilerine sunulan gerçekçi çözüm önerilerini kabul etmeye yanaşmamaktadırlar. Aynen şu hikayedeki gibi:
- (Bir şeyin daha iyi anlaşılabilmesi için, benzetmeler yapılması kaçınılmazdır ve mubahtır. Şartlanmışlık bir mantık çarpıtılması olayıdır. Onun için biraz müstehcen de olsa, şartlanmışlığın, yani mantığın çarpıtılmasının zararını, şu örnek üzerinde açıklamak gerekir.)
Afrika’da aylarca süren bir safari avına çıkan bir yabancının birkaç haftalık yalnızlıktan sonra cinsel arzuları depreşmeye başlar ve yanındaki kılavuzlara derdini anlatıp, onların bu sorunlarını nasıl çözdüklerini sorar. Kılavuzlar önce yanıt vermek istemezler; ama adam ısrar edince, söylemek zorunda kalırlar: “Dişi develerle!” Bu çözüm yolu adamın hiç hoşuna gitmez, ama birkaç gün daha geçip, cinsel dürtüler kendisini rahat bırakmayınca, dişi develerden birini alıp, ağaçların arasına dalar. Devenin başını bir ağaca bağlayıp, uygun bir pozisyon yaratmaya çalışır. Deve bu arada sürekli kıpırdayıp, hareket ettiği için, uygun pozisyona giremez ve gittikçe sinirlenir. Tam o sırada çevreden bir çığlık duyar: “İmdaaat! İmdaaat!” ve bir genç kızın iki yerli tarafından kovalandığını görür. Çığlık üzerine deve daha fazla kıpırdamaya başlar; ve sinirleri zirveye çıkan adam silahını kaptığı gibi, kızı kovalayan iki yerliyi birer kurşunla yere serer. Kurtulan kız koşarak adamın önünde diz çöküp şöyle der: “Efendim, hayatımı kurtardınız. Her şeyimle emrinize amadeyim. Dileyin benden ne dilerseniz!”
Adamın cevabı şu olur: “Şu devenin başını tut da kıpırdamasın!”
Şartlanmışlık (dolayısıyla mantık çarpıklığı) insanları körleştirir; önündeki doğru seçenekleri fark edemez duruma getirir.
“Bitki-geyik-kurt-insan” ilişki-döngüsü sisteminde görüldüğü üzere, canlılar arasındaki karşılıklı bağımlılığa dayalı oluşum-ve gelişimlerdeki kötüye gidiş, insanın gelişmiş zekası sayesinde yaklaşık çeyrek asırda fark edilmiş, ve dengenin tekrar sağlanması için gerekli düzeltmeler yapılabilmiştir. Canlılar alemi bir bütün olarak ele alındığında, bakterilerden başlayarak insana kadar olan milyonlarca türden oluşmuş bir ekolojik sistemde, binlerce farklı ilişki-döngüsü vardır ve bu ilişki-döngülerindeki kötüye gidişlerin algılanması ve düzeltilmesi, genellikle çok uzun (milyonlarca) yıl sürebilmektedir, çünkü kuantsal sisteme doğru inildikçe, bilgi düzeyi ve ufku gittikçe daralmaktadır. Yeryüzünde canlılar aleminin gelişimi, bir çok defa “kitlesel canlı yok oluşları” ile karşılaşmış ve bu felaketlerde, yeryüzünde mevcut canlı sayısının ve de çeşitliliğinin yaklaşık dörtte üçü yok olmuş; geriye kalan dörtte birlik kısım tekrar yeniden düzenlenerek, yeni tasarımlar ve yeni ilişki-döngüleri oluşturularak, hayat devam ettirilmiştir.
Ancak, insan gibi zeka, bilgi ve bilinç düzeyi gelişmiş bir canlı türünün ortaya çıkışı sayesinde, doğa ve dünyamızın geçmişi araştırılmaya başlanmış, canlılar-cansızlar alemleri fark edilip, aralarındaki ilişkiler ortaya konulmaya başlanmış; dünya ve evrenimizin geleceği hakkında senaryolar üretilir duruma ulaşılmıştır. Kısacası, insan, kuantsal bilgiyle kendi bilgisi arasındaki ilişkiyi fark edip, evrensel ölçekte değerlendirme yapabilecek bir duruma gelmiştir.
Günümüz insanlarının bilgi düzeyi öyle bir düzeye ulaşmıştır ki, doğa ve dünyadaki bir çok ekolojik-ilişki-döngüsü doğrudan etkilenmeye başlanmıştır. Bu durumda, insan doğa ve dünyada egemen olan kuantsal kökenli oluşum-ve gelişim sistemine ters bir davranış içinde ilerlemeye devam ederse, bir süre sonra kuantsal-bilgi-sistemi bu yanlışlığı fark edecek ve insanın bu gidişine bir son verecektir. Ama doğal sistemle uyumlu bir davranış içine girerse, yeryuvarındaki hayat sisteminin gelişiminde devrim yaratacak yenilikler ortaya koyacak, ve göktaşı çarpmaları, volkan patlamaları, deprem felaketleri, seller, kuraklıklar, vs. gibi daha bir çok doğal felakete karşı gerekli önlemleri almaya başlayacak ve yeryuvarında oluşabilecek yeni kitlesel-canlı-yok-oluşlarına engel olabilecektir!
Oyun Teorisinde Uygulanması Gereken Yöntem Hakkında
İnsanlar arasındaki oyunlarda amaç, genelde, ortadaki bir pastadan “en fazla payı kapmaya” yöneliktir. Örneğin kağıt veya zar oyunlarında, oyuncular hiçbir şey üretmezler! Onlar var olan bir servetten pay kapmaya çalışırlar! Dolayısıyla oyun-teorisi de genellikle bu amaca yönelik taktikler oluşturma çabalarından oluşur. Önceki bölümlerde açıklandığı üzere, hayat dediğimiz olgu da zaten bir oyundur, ama “en ekonomik şekilde geçinme oyunudur”. Hayatın tarihsel gelişim sürecinden çıkardığımız sonuca göre bu oyunda her oyuncu sürekli olarak bir şeyler üretir veya bir çeşit hizmet sunar ve hep, “en az enerjiyle, en verimli işletim sistemini oluşturanlar” kazanmakta ve evrensel enerji bankası hep onlara yatırım yapmaktadır. (Sahte “temizleyici balık” ve benzerleri minimum orandadır.) Halbuki insan toplumlarındaki bir sürü insan (borsacılar, kumarcılar, mirasyediler, faizle geçinenler, hırsızlar, dolandırıcılar, öteki bir dünya hayatı pazarlayıcıları, hayali ticaretciler, vs.,) hiçbir şey üretmeden, yani başkalarının ürettiği bir pastadan pay alarak yaşarlar.
Bizler “oyun teorisi” gurubu üyeleri, konuya bu açıdan yaklaşırsak, hayatın amacına yönelik olarak davranmış ve de dünya üzerinde en iyi toplumsallaşma sistemini oluşturma çabasını başlatmış oluruz.
Yukarıda sunduğum ve guruba ilk mesajımda da ortaya attığım “sorun ve çözüm” önerisinin bu açıdan değerlendirilmesi ve bu yöntemle çözülemeyen bir sorunu olanların, bu sorunlarını bana iletmeleri dileğimle!!!