150 yıl önce Abraham Lincoln, ABD demokrasisini, “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” olarak tanımlamıştı.
Bugün Prof. Joseph Stiglitz’in bunu, “yüzde 1’in, yüzde 1 tarafından, yüzde 1 için yönetimi” olarak tanımlaması, ABD demokrasisinin 150 yıllık evrimini özetliyor. Yüzde 1, yani bugün Wall Street denen Olimpos’larında ABD yönetimini parmağında oynatıp ekonomisini de batağa sürükleyen dev spekülatör şirketler.
Wall Streeti İşgal Et (OWS) hareketinin iletişim sitesine (occupywallst.org) mesaj yazan binlerce ABD yurttaşından birisinin bu orana bile itirazı var; “ne yüzde 1’i, bunlar yüzde 1’in de yüzde 1’i” diyor.
Demek reel ekonomide dünyanın bugüne kadar gördüğü en yüksek üretici gücü yaratan ABD kapitalizmi, aynı zamanda, bu üretici gücü boğan bir finans kapitalizm batakçılığına da ön ayak olmuş.
Eskiden reel sektörün yatırımlarına kaynak sağlamak gibi sağlıklı bir işlevi iyi kötü yerine getiren finans sektörü bugün, reel sektöre, istihdama, toplumun reel ihtiyaçlarına kanalize edilmesi gereken kaynakları yutan dipsiz kuyuya –moda deyişle kara deliğe– dönüşmüş gibi görünüyor.
Bu “yüzde 1”, “türev enstrümanlar” denilen finansal işlemlerle, bankalar arasında ve bankalarla bir çok ülkenin kamu hazinesi arasında –ihtimal kendilerinin de içinden çıkamayacağı kadar– karmaşık ve birbirini temerrüde düşürebilecek kadar riskli organik bağlar inşa etmiş durumda.
Yunanistan hazinesinin durumundaki çözümsüzlük ortada. İtalya, İspanya, hatta Fransa bile istikrarsızlaşmanın eşiğinde…
Dünyanın –ip yumağıyla oynarken ipi kendi üzerine dolayıp sonunda kıpırdayamaz hale gelen kedi yavrusu gibi– elini kolunu bağlayan “türev iplikleri” riskli olduğu gibi, şaşılacak kadar da sanal. Öyle ki, dünya’nın GSH’sı (ürettiği gerçek katma değer) 60 trilyon dolar civarındayken, bu asalakların kendi “türevlerine” biçtiği değer 600 trilyon dolarmış. Reel ekonominin 10 katı hacimde bir spekülatif balon yani.
Sanal ama, acı sonuçları reel. Örneğin Yunan hazinesinin bunlara olan borcunu kim ödeyecek? Elbet vergileriyle vatandaş. Daha yetmezse, işinden olarak veya en iyi ihtimalle gelir kaybına uğrayarak, yine vatandaş ödeyecek.
Vatandaşın yoksullaşması talep daralmasına; bu da reel sektör yatırımlarında durgunluk veya gerilemeye yol açacak. Yani “yüzde 1’in” saadet zinciri, üretken yatırımları gerekli fondan mahrum etmekle kalmıyor, bir de talep yönünden zararlı sonuçlarıyla baskılıyor. Tam bir fasit daire yani.
Bu elbet dünden bugüne olmadı. Bu “yüzde 1” üzerindeki denetimlerin kalktığı son 30 yıldır tedricen birikti. Bu cerahat, son 10 yıldır da, gemi azıya alarak apseleşti.
2008 sonbaharında olan şey, bu apsenin bir yerinden patlamasıydı. Mortgage balonunun patlaması ve Lehman Brothers’ın (“yatırım” bankası oluyor kendisi) Türkiye’nin milli gelirine yakın bir borç yükü altında iflası, bu sistemik global finans ahlaksızlığını daha açık görünür kılan işaret fişekleri oldu.
* * * *
“Bu işaret fişekleri Amerikan halkını derin bir uykudan uyandırdı” türünden parlak bir cümle biraz fazla iddialı kaçıyor. Ama şurası muhakkak ki insanları 17 Nisan’da Wall Street yakınındaki parkı işgale yönelten farkındalıkta bu işaret fişeklerinin payı az değil. (İşgalciler bu parka Özgürlük Parkı diyor)
Bush–Cheney yönetimi, krizin sorumlusu olan Wall Street bankerlerini, krizin mağduru olan ABD’lilerin vergilerinden toplanan 700 milyar dolar kamu kaynağını aktararak kurtarmaya girişti hemen (TARP : Sorunlu varlıkları kurtarma programı).
Ama halkın kriz yüzünden uğradığı iş ve gelir kaybını telafi için kılını kıpırdatmadı. Bu haksızlığın insanları, “ekonomide adalet”, “Kaynaklar Wall Street’e değil Main Street’e” gibi sloganlarla sokağa dökmesine (Türkiye’den değil ABD’den söz ettiğimize göre) şaşmamalı.
2011’in Wall Street’i İşgal eylemi, işte, 2008’den beri süren bu protesto hareketleri içinde olgunlaştı.
* * * *
Dünya medyasının önceleri görmezden gelmeye çalıştığı bu hareket, artık belli ki nicelik ve nitelik bakımından medyanın da dikkatini çekmiş görünüyor.
Eylemcilerin “… neye karşı çıktıklarını …” anlamak ve anladığını “… son derece sağlam bir mantık ve hitabetle …” (Ali Ağaoğlu, Vatan, 30 Ekim 2011) ve yayınlarla çevresine aktarma yeteneğinin yüksek olduğunu gösteren epey gözlem var medyada.
Obama yönetimini de Bush’tan farklı görmüyorlar. Washington Post’un bir yazarı, yaşlı bir işgalcinin ağzından aktarıyor : “(Önceleri) Obama’nın ekonomiye istikrar getireceğini ve Wall Street’i daha iyi düzenleyebileceğini umuyormuş. Ama şimdi onu ‘hayatının en büyük hayal kırıklığı..’ olarak görüyor” (Eli Saslow, WP, 10 Ekim)
İhtimal bu nedenle “adil ekonomi” talepleri için hükümeti muhatap almıyorlar.
Hükümetten talepte bulunmama eğilimini hareketin bir zaafı olarak görenler de var. Ama bir başka açıdan bakınca yeni ve diri bir güç potansiyelinin ifadesi de olabilir.
Birincisi, Demokrat–Cumhuriyetçi farklılığına dair illüzyonun bitişinin; her ikisinin de “yüzde 1’in” parçası olduğunun anlaşılmaya başladığının ifadesi olabilir.
İkincisi, “yüzde 99’un”, geleceğini kendi tanzim etme iradesini yansıtan yeni bir kitlesel siyasi oluşumun başladığının ifadesi olabilir.
Prof. Stiglitz’in dediği gibi, piyasaların daha adil bir ekonomi ve daha adil bir toplum yönünde işleyebilmesi “yüzde 1’in değil, ancak genelin çıkarını yansıtan bir demokraside mümkün olabilir” (The Global 99 Percent, 4 Ekim 2011)
Başladığı 17 Eylül (2011)’den bugüne kadar geçen 2 aylık kısa sürede, ABD’de 100’den fazla şehre yayılan; dünyada 1500’den fazla şehirdeki kitlesel protestolara ilham veren bir harekette bunu başarabilecek bir potansiyelin olduğunu düşünmek pek hayal olmasa gerek.
Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin ikisi de “genelin” değil de “yüzde 1’in” çıkarını temsil ettiği sürece, yüzde 99’un başka çaresi var mı?