Netflix üzerindeki içeriğin önemli bir miktarı —her konudaki— belgeseller. Bu yazımızda, müzisyen belgesellerini gözden geçireceğiz. Netflix’deki belgeseller, sadece müzisyenlerin hayatlarını değil, yanısıra etkilerini ve dönemsel olayları da gösteriyor.
Günümüzde, eskisi kadar etkileyici —felsefi anlamı kastediyorum— müzisyen çıkmıyor. Bazıları Beatles’ın müziği öldürdüğünü söyler, bazıları da 1980’lerle birlikte müzik öldü diyor. Ben Beatles’ı ve temsil ettiklerini çok severim. George Harrison ve John Lennon favorilerimdir. O nedenle bu cümleyi anlamakta zorluk çekiyorum (Kardeşim hayatını müzikle kazanıyor. O bunları anlatıyor). Ama anladığım şu; insanların 50’leri, 60’ları ya da 70’leri nostalji ile anmasında biraz da müziğin payı var.
Netflix’deki müzisyen belgeselleri ise, önemli kilometre taşlarından örneklerle dolu. Bunlardan Nat King Cole, Nina Simone, Joe Cocker, George Harrison, Whitney Houston, Lady Gaga, David Bowie, Frank Sinatra, Metallica, Coltrain gibi bir çoğunu izledim. Bunlardan etkilendiklerimi başka yazılarda aktaracağım. Ama bu arada size de beklemeden izlemenizi tavsiye ederim. Bunları seyrederken, bazen dünyayı biraz daha anlamak mümkün oluyor. Örneğin aşağıdaki hikayede, günümüz DJ’lerinin yaptığını başlatan hikaye ile Break Dansın nasıl oluştuğunu okuyacaksınız.
Hiphop’un Hikayesi
Bu hafta müzik dökümanterinden hoşlanmayanlar için altta size 2 film ve 1 dizi içeriği aktaracağım. Burada ise, ilginç bir hikayeye dikkat çekmek istiyorum; o da HipHop’un hikayesi. Bu 4 bölümlük bir dizi. Shadrach Kabango isimli bir RAP vokalisti tarafından yapılmış. Anlattıkları adeta bir tarih.
1960ların 70’lerin başına kadar New York’da Disko merakı var. Diskolar zengin kürk, elmas, Jaguar sahibi insanlarla dolu. Aynı dönemde, zencilerin yaşadığı Bronx devamlı yangın yaşanan ve bu haliyle de işgale uğramış ve yıkılmış bir şehir gibi. Burada cinayet, hırsızlık, uyuşturucu her türlü kötü şey var. İşte bu çelişkiden, insanların konuşarak dertlerini anlattıkları bir müzik türü olan HipHop doğuyor.
Kool Herc adıyla tanınan Clive Campbell, evinde bir kaç süt kasası oturacak yer ile ilk hip hop partisini veren adam. 11 ağustos 1973 bugün de insanların hatırladığı bir parti. Orada bir devrim oluyor; müziği farklı çalıyor. Yaptığı şey şu; seçtiği parçalarda, davul için bir duraklama var ve o sadece parçalardaki davul ve davul bas dışındaki bütün enstrümanların sustuğu bu duraksama kısımlarını çalıyor. Bunu ise, pikaptaki 2 plağı eliyle yöneterek ve arayı uzatarak yapıyor. Atlıkarınca ismini verdiği bu yöntemle yeni bir şarkı yaratmış gibi yapıyor. Bugün DJ’lerin yaptığı şeyin ilk halini, mevcut şarkılardan yeni bir şarkı çıkarmayı ilk o yapıyor. Bu hem Hip Hop hem de DJ mesleği için özel bir an.
Ama bu anın yarattığı bir başka şey daha var; O da “Break Dans”. Duraklama (break) anları, özel bir dansa yol açıyor.
Bu esnada yapılan dansın ilham aldığı sanatçı ise çok sayıda şarkısı ile 1950lerde ve 60larda ünlü olan James Brown. Günümüzde onu hatırlayan kaç kişi var, bilmem ama bir dönem gençliğini sallayan şarkıcılardan ve gördüğünüz gibi sonrasını etkileyen bir şarkıcıydı. Netflix’de dökümanter filmi “Bay Dinamit” adıyla sunuluyor. Özellikle ayak hareketlerine dikkat edin. Dediğimiz gibi Break Dance’e ilham vermiş.
Ayrıca James Brown’ın hayatı 2006’daki ölümünden sonra 2014’de film oldu. O da aşağıda;
Kool Herc’in partilerinde bir de yardımcısı var. Coke La Rock katılanları çoşturan, isimlerini mikrofonda söyleyen kişi. Ama zamanla bu da evriliyor ve sadece isimleri söylemiyor. Bazı hikayeler de anlatıyor (bu arada bir yandan da uyuşturucu satıyor). Partiler gitgide büyüyor.
Herkes onları taklid etmeye başlıyor. Başkaları da çıkıyor. O dönemin siyahlarının içinde bulunduğu kötü ortam, bu büyüyen hareketle birden bire birleşiyor ve bir kültür haline geliyor. O dönem ortaya çıkan ve insanları Zulu Hareketi altında birleştiren DJ Afrika Bambaataa (Lance Taylor) bugün Evrensel Hip Hop Kültürünün ve Elektro Funk Soundunun “babası” sayılıyor. Ama o dönem zencilerin köklerini hatırlamalarına, içinde oldukları sorunları aşmalarına ve biraraya gelmelerine yardımcı oluyor.
Müzik ya da sanatın ne olduğunu anlamayanlar için sadece “Hip-Hop” örneği bile bir ders.
Pizzacı ve Şeker Fabrikası İşçisi HipHop’u Dünya Çapına Taşıyor
HipHop’a yeniden dönersek; 1965’deki New York dahil ABD’nin kuzey doğusunu etkisi altına alan büyük elektrik kesintisi oluyor. Karanlıkla birlikte yağma geliyor. Özellikle de elektronik dükkanları ve müzik aletleri çalınıyor. Bunun fakir olan siyahlar arasındaki etkisi, günümüze kadar uzanan müzik grupları patlaması.
1970’lere gelindiğinde bu gruplar, ülkemizdeki “aşık atışması” gibi, kendi aralarında atışmalar yapıyormuş. Bu arada bu atışmalarda en başarılı olan kişi ise “Grandmaster Caz” ismiyle bilinen 1961 doğumlu “Curtis Fisher”. Bir nevi ilk RAP’çi ve RAP’in şairi olarak değerlendiriliyor. Ancak o döneme dair fazla kayıt ya da 1 plak yok. 10 yıl kadar süren bu dönem “Eski Okul” olarak adlandırılıyor ve HipHop’un yer altı dönemi. Kimse plak kaydetme isteklisi değil.
Ama plak yapmak isteyen bir başkası var. 1950lerin ünlü bir şarkıcısı olan Sylvia Robinson ve oğlu Joey kurdukları plak şirketinde 1979’da sıfır tüketmiş durumdayken, gittiği bir partide dinlediği RAP müziği üzerine bir plak kaydetmeye karar veriyorlar. Ama dinlediği zamanın ismi bilinen leriyle çalışmaları zor. Bunun üzerine o günlerde New Jersey’de, küçücük bir pizza dükkanı olan Crispy Crust Pizza’nın sahibi ve rap söyleyen Hank’i bulmaya gidiyorlar. Ona “şimdi dükkanı kapat, rap söyle dinleyelim” diyorlar. Hank videoda söylenildiği gibi “üstü başı un, sos ve sosis suyu” ile kaplı halde Rap söylüyor. O anda dükkanda daha sonra Master Gee ve Wonder Mike adlarıyla tanıyacağımız 2 kişi daha var ve onlar da “ben de RAP söylerim” diyorlar.
Slyvia hepsini dinliyor ama hangisiyle çalışacağına karar veremiyor. Sonra diyor ki; “Sugar Gang” adıyla 3ünüzü birleştireceğim ve herkesin bildiği aşağıdaki videodaki şarkı yani “Rapper’s Delight” ortaya çıkıyor. Dünyanın ilk HipHop plağı.
Burada komik olan şu; sözlere dikkat edin; “duyduğunuz şey bir test değil” diyor. Yani hem söyleyecek söz bulamıyor, hem de kendisi de inanamıyor. Biraz daha ileride daha da acayip bir şey söylüyor; Grandmaster Caz’ın sözlerini çalıyorlar ve şarkının içinde “Bir MC’nin sözlerini çalmasına izin verme” diyorlar. Bu arada sözleri dinlerseniz, söyleyebildikleri ne varsa söylüyorlar ve de kimse dur demediği için 6.15 dakika şarkıyı sürdürüyorlar.
Sugar Gang 1 hafta sonra Brüksel’e, Kopenhag’a konser vermek için davet edildiklerinde, inanamıyor.Ama 10 yıllık HipHop topluluğu, şarkıdan ve gruptan nefret ediyorlar. Çünkü çok büyük bir kültürün üzerine oturmuş oluyorlar.
Bence seyredin, çünkü daha böyle pek çok enteresan nokta var. Bu arada ben müziğin türküsünden, Türk sanat müziğine, klasik müziğinden, cazına kadar pek çok halinden hoşlanırım ve dinlerim. Dinlemekten hoşlanmadığım 2 çeşidi, arabesk ve Hiphop’tur. Ama dökümanter hayli eğitici ve eğlendirici.
Borsaya Saldırı (Assault on Wall Street)
Müzik dökümanteri seyretmek istemeyen için bir film “Borsaya Saldırı”. 2013 tarihli. Eşini seven ama ekonomik krizle herşeyini kaybeden bir New Yorklu. İntikam istiyor. Biliyorsunuz, 2008 krizi sonrasında pek çok Amerikalı evini kaybetmişti. 2011’de ise borsaya karşı “Wall Street İşgalcileri (Occupiers)” bilinen “Biz % 99’uz, siz % 1’siniz” hareketi yapılmıştı. Başrollerde Dominic Purcell, Erin Karpluk, Edward Furlong var. Purcell pek çok aksiyon filminde daha küçük rollerde oynadı.
Film aynen Rambo gibi bir rahatlama filmi durumunda. Filmin son sahnelerinde, borsacı, borsacıların rezaletini ve kapitalizmi “güçlü olan kalır, zayıflar ölür” cümlesiyle kendi ağzından anlatıyor. Bunları dinlemeyi ve sonunu seyretmeyi size bırakıyorum. Ben izlemeyi sevdim.
Trendeki Kız
2016 yapımı bir film. Başrolde İngiliz Emily Blunt var. Onu pek çok filmden biliyoruz. Geçen hafta yazdığım Sicario, Şeytan Ayrıntıda Gizli ya da Tom Cruise ile “Yarının Sınırında” filmi gibi. Bu film sonuna kadar sizi meraklandırıyor. Sonunda da şaşırtıcı şekilde çözülüyor. İlginç bir film denebilir. En azından çok alışılageldik hikayelerden değil.
Marsilya
2016 Yapımı Netflix Orjinal dizisi. İsminden anlayacağınız üzere bir Fransız yapımı. 2 sezonluk ve herbirisi 8 filmlik bir dizi. Başrolünde zenginlik vergisi nedeniyle Rus vatandaşlığına geçen Gerard Depardiu oynuyor. Konu; Marsilya Belediye Başkanlığı ve içindeki pek çok karmaşık siyasal ilişkiler, yolsuzluklar, güç kavgası vsvs..