Koç Holding Bilgi Grubu Danışmanı ve gazeteci – yazar Dr. Şeref Oğuz, telekomünikasyon ve internet alanında yaşanan sorunların çözümü için Bilgi Konseyi’nin kurulması gerektiğini söyledi. Oğuz, 1996 yılında düzenlediği “Sanal Miting”den başlayarak, Türkiye’de internetin, dünü – bugünü ve geleceğini turk-internet.com’a değerlendirdi…
Turk-internet.com: Sanırım sadece Türkiye’de değil, Dünya’da ilk kez “Sanal Miting” düzenleyen bir kişisiniz. Neden bir sanal miting düzenlediniz?
Şeref Oğuz: 1993-1994 yıllarında Türkiye’de ilk kez internet konuşulmaya başlandı. İnternet, ODTÜ, TÜBİTAK gibi üniversite ve bilimsel araştırma yapan kuruluşlarda, akademik bir ağ oluşturarak, yaşamımıza girdi. O zaman çok ilkel yazılımlar ve uygun olmayan bilgisayarlar vardı. Network ise hiç yoktu. Burda ODTÜ ve TÜBİTAK’ın hakkını vermek gerekiyor. Ancak onların düşünceleri üniversitede bilgiye erişim, hocalar arasında iletişimi sağlamaktı. Tabi ki internet orda kalmadı. Dünya’daki gelişmelerle birlikte dışa açılma isteği ve medyanın da çok büyük katkısıyla, başka işlere de yaradığı görüldü. İnternet ile neler yapılacağı konusunda öyküler anlatıldı.
T.I.: Bunlar olumlu öyküler miydi?
Oğuz: Evet… Bilgisayarlar birbirlerine bağlanıyor, insanlar bunun üzerinden birbiri ile konuşuyorlar şeklinde hikayeler anlatılıyordu. İnternetin bugünkü tanımıyla uzaktan yakından alakası yoktu. Bu çerçevede, “Biz acaba, internet denen yapı içinde var olabilir miyiz” diye düşünmeye başladık.
T.I.: Biz derken, kimler var?
Oğuz: Şahsen ben, düşünmeye başladım. Akademik tarafım var ama, ben aslında gazeteciyim, yani yayıncıyım. Editör olarak beni çok ilgilendiriyordu. Ben gazeteyi kağıda basarak okuyucuya ulaştırıyorum. Daha ileri düşündüğünde, televizyon ile yarışabilecek bir imkanı görüyorsun. Gazeteyi anında insanlar okuyabiliyor diye öyküler dinliyorduk.
Ben o dönemde Milliyet’te olduğum için, internetteki ilk gazete olmayı kafama taktım. Fakat ilk gazete biz olamadık. Zaman Gazetesi’nden Fehmi Koru, bunu daha önce yaptı. Ama büyük gazeteler arasında böyle bir şey söz konusu değildi. Böylece büyük gazeteler arasında Milliyet internetteki ilk gazete oldu. O dönem yurtdışına sık sık gidip ve neler olup-bittiğini izlediğim için, internet bende bir saplantı haline geldi. En iyi bilgisayarı alsan bile, orda önemli olan network, yani telekom… Böylece ilk kez Telekom’a yüzümüzü tostladık.
ODTÜ ve TÜBİTAK – MAM’ın server’ları toplam 256 k’lık bir çıkış almışlardı. Çok kısıtlı amatör kullanıcılar olarak, oraya erişip birşeyler yapıyorduk. Ancak hem ücretlendirme pahalı hem hatlar uygun değildi. Yani Telekom’un bu konuda yatırım yapması gerektiğini düşündük. İnternetin Türkiye için bir şans olacağı yönünde yazılar yazmaya başladım. Mail bile daha henüz bilinmiyordu. Oysa en büyük sıkıntımız, haber kaynaklarından bize en kısa zamanda haberin ulaştırılmasıydı.
T.I.: Gazeteci olarak mı?
Oğuz: Tabii… Haberin en kısa zamanda gazeteye ulaşması çok önemli. Örneğin, gazetenin Adana’daki bürosu, haberin filmlerini zarfa koyup gönderiyor. Bu da zaman kaybı yaratıyor. Ben mail dediğimde, insanlar anlamıyorlardı. 1995 yıllarında artık ben yazılarımı mail ile gazeteye gönderiyordum. O dönem, kurum içinde mailler kullanılıyordu, ama böyle farklı kullanıcılar arasında mail daha yaygın değildi. Üstelik bir de bu yolla fotoğraf gönderebiliyordun. Bu çok önemliydi. Telefax ile fotoğraf göndermek mümkündü ancak, maliyeti çok yüksekti. “Bürolar arasında bilgisayar koyalım ve sayfaları bu yolla geçeyim” dedim. Çünkü o dönemde sayfaların filmleri alınıyor, uçağa yetiştiriliyor ve başka bir şehirde baskıya giriyordu. Özellikle kışın uçak kalmadığında büyük sorunlar yaşanıyordu.
T.I.: Gazete yönetimi bunu anlayabildi mi?
Oğuz: Kesinlikle o dönem anlamadı. Çok büyük iletişim ve teknoloji yatırımları yapılmıştı. Yani, hatlar hazırdı. Ancak dijital olarak sayfaların geçilebileceğini, karşı tarafa aynı makinayı koyarak çok daha düşük maliyetle işlemi gerçekleştirebileceğimizi anlatamadım. Ayrıca çok büyük ulaştırma paraları da veriliyordu. Örneğin yurtdışından bir filmi Türkiye’ye göndermek için, iki yöntem vardı. Eğer faximail cihazından 36’lık bir filmi geçirmek istersen, anında ABD’den buraya gelmesi, 10 bin dolar tutuyordu. Avrupa’dan ise 1200 dolar maliyeti vardı. Uydu aracılığıyla gönderiliyordu çünkü. Diğer bir yöntem ise filmler uçağa verilir ve havaalanı muhabiri, bu filmleri alıp gazeteye getirirdi.
T.I.: O dönem interneti kullanmak çok mu zordu?
Oğuz: İnternet gündeme geldiğinde, Telekom darboğazı nedeniyle bir çözüm arayışına girildi. Sen istediğin kadar makinaları al, gazeteler ve bireyler bu işe de meraklı olsun, sonuç elde edemiyorsun. Örneğin bankaların online sistemi, kurumiçi kapalı bir intranet gibi çalışıyordu. Sonuçta telekom olmayınca internet de olmuyor. Hatlar, şehirlerarası konuşma maliyetindeydi. Zaten sistem çok yavaş, yazılar gelmiyor, resimler hiç açılmıyordu.
T.I.: O dönem interneti kimler kullanıyor?
Oğuz: Çoğunluk hocalar ve öğrenciler kullanıyordu. Ben internetin hızla büyüyeceğini ve büyük bir önem kazanacağını hissettim. Bu nedenle bu alanda çok yazmaya başladım. İnternetin Türkiye’ye gelmesi konusunda en büyük sıkıntı Telekom’du. Çünkü internet eşittir telekomdu. O bağı kim kuracak? Bu nedenle bir sanal miting düzenlemek istedim. O dönem, Medyateks’in başında Naci Baltacı var. Naci Baltacı ile bu konuyu konuştum. Naci bana sanal mitingin web dizaynını önerdi. 18 Haziran 1996 yılında, sanal miting yapma kararı aldık.
T.I.: Sanal Miting’i düzenleme amacınız neydi?
Oğuz: Amacımız, ses iletişimi üzerine kurulmuş olan Türk Telekom’un değişmesi, Türkiye’de internete önem vermesi, bu alanda gerekli yatırımları yapması yönünde harekete geçirmekti. Bu konudaki düşüncelerimizi sanal miting alanına koyduk ve insanları mitinge davet ettik.
O yıl 1 Mayıs’da Kadıköy’de düzenlenen mitingde kan gövdeyi götürmüş, hatta laleler bile koparılmıştı. Belki hatırlarsınız? Biz de bu dövülen, koparılan laleleri, sanal miting alanında kullandık. Ancak biz, “Gelin mause’umuzun ucuyla yürüyelim, mitinge katılalım” dedik.
T.I.: Miting sırasında neler oldu?
Oğuz: O sıra gazetedeki ekip arkadaşlarım ile birlikte olayı organize ettik. Ben ekip başı olarak, Naci Baltacı’nın Şişli’deki ofisine gittim. O gün ofisin bulunduğu bölgedeki elektrikleri kestiler. Çünkü, sadece benim çalıştığım gazetede değil, birçok gazete ve yazar bu olayı duyurdu. Yeni bir şey olması nedeniyle de kamuoyunda ilgi çekti.
O gün, ofisteki bilgisayarlar çalışmadı. Ancak, elektrik keserek mitingi engellemenin imkanı yoktu. Çünkü mitinge katılanlar, protestoyu sürdürdüler. 2500 kişi, miting alanına mesaj bıraktı. Bu o tarihte çok önemli bir rakamdı. Mesaj bırakanlar arasında, politikacılar, parti liderleri, gazeteciler, bilim adamları ve genelde öğrenciler bulunuyordu.
İşin ilginci, o sıra polis geldi. İçerisi, 20 – 30 ayrı televizyon ve gazeteden gelmiş kişilerle dolu. Onlarda ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Şişli’de bir iş hanının 3. Katında bir bilgisayarın karşısına oturmuş birkaç kişi miting yapıyor. Bu ne biçim miting diye düşünüyorlar. Şimdi bunu komik karşılıyoruz ama, o zaman anlaşılacak bir yanı yoktu gerçekten.
T.I.: Polis gelince ne yaptı?
Oğuz: Polis, ne yaptığımız konusunda ifadeleri aldı. Elektrikler kesildi. Bende bir an paniğe kapıldım. Ancak bu buzdolabı mı ki? Fişini çektiğinde internet dursun. Ordaki server çalışmayınca, anında 12 ayrı yere kopya edildi ve aynı miting aksamadan devam etti.
T.I.: Bu kopya işini kim yaptı, öğrenciler mi?
Oğuz: Tabi öğrenciler var. Ayrıca Bilkent’den Mustafa Akgül, olaya çok sahip çıktı. Onun da hakkını teslim etmek gerek. Akgül, aynı anda kopyalarını yarattı. Kopyalar dağıtıldı ve eylemin durdurulmaya çalışılmasının bir anlamı kalmadı.
O sıra internet alt yapısını kurmuş belli başlı kuruluşların arasında Boğaziçi Üniversitesi geliyordu. Tabi bu eyleme sokaktaki insan katılacak değil. Boğaziçi öğrencileri de bu eyleme katılacak en önemli kesimlerden biriydi. Ama nedense, Boğaziçi Üniversitesi bir karar verdi ve o gün bütün modemlerini bakıma aldı. Sanırım kendilerince, öğrencilerini bu zararlı faaliyetten korudular. Ama ODTÜ, Bilkent, Hacettepe, diğer birçok üniversite ve bu işin içindeki kuruluşlar bu mitinge katıldı.
T.I.: Miting düzenleyerek ne talep ettiniz?
Oğuz: Orda önerim, 800’lü , 900’lü hatlar gibi, sadece internet için 700’lu hatlar kurulsundu. Bu miting çok ses getirdi. Tabi mitingde Türk Telekom hedef alınıyordu. Türk Telekom bir kaplumbağa benzetildi ve başına da bir politikacı şapkası kondu. Daha sonra, Türk Telekom Genel Müdürü ile 4 – 5 ayrı televizyon platformunda, canlı yayında birlikte olduk. Görüşlerimi orda da aktarma imkanı buldum. Böylece Telekom’da bu işlerin kamuoyu tarafından benimsendiği ve bir baskı grubu kurulduğu anlaşıldı.
T.I.: Bu mitingin sonunda bir şey elde edildi mi?
Oğuz: Evet, birkaç pratik sonuç aldık. Örneğin ben kendi kanımca, internet kullanıcılarına farklı hatlar tahsis edilmesi gerektiğine inanıyordum. Dünyadaki sayılı örneklere bakıldığında, internet için özel tarifelerin uygulanması ve uygun teknolojiler sunulması gerektiği görülüyordu. İnternetin bir anlamı da şuydu; Lokal para ile international konuşma yapılıyordu. Lokal para ile olduğu için eğer benim bağlandığım server Gebze’de ise, Adana’dan şehirlerarası olmasın, hepsi lokal olsun. Lokal olması için bunun hangi santrallerden gideceği sorunu vardı. Türk Telekom’un elindeki imkanları biliyoruz. Yüzde 90 lokal, yüzde 10 şehirlerarası. Ancak şehirlerarası bir hattın internete verilmesi ve ücretlendirilmesinin de buna uygun yapılması gerekiyordu. Belki bu bir subvansiyon gibi gözüküyor ancak, bunu biri yapmalıydı. Sonuçta, 822’li hatlar modeli açıklandı. Miting sonucunda bir de Turnet projesi hayata geçti.
T.I.: 822’li hatları yurtdışında görmüyoruz. Türkiye’ye özgü bir model oldu. Bu model, miting sonucunda mı şekillendi?
Oğuz: Türk Telekom, yeni yatırım olmayınca, mevcut kapasite içinden böyle bir çözüm buldu. Başka da şansı yoktu. Bir tarafta talep var, öbür yanda alt yapı yetersiz. Elindeki 10 santralin, bu sisteme uygun olduğu tesbit edilerek, 822’li hatlar ortaya çıktı. Daha sonra Turnet yapısı kuruldu. Turnet o dönemde belli ihtiyaçları karşılayacak bir yapıydı. Ancak kısa bir süre sonra yetersizliği ortaya çıktı. Çünkü internete olan talep çok hızlı arttı.
T.I.: Turnet neden yetersiz kaldı?
Oğuz: Benim bakış açıma göre, Telekom interneti angarya olarak gördü. Telekom, o dönemde, “Biz ses iletmek üzerine kurulduk, data nerden çıktı” diye düşünüyordu.
T.I.: Türk Telekom, 1992’den itibaren yatırımlarını durdurdu ve bu nedenle geride kaldı. Bu açıdan T.T.’yi bir değerlendirir misiniz?
Oğuz: T.Telekom’un kaderini rahmetli Turgut Özal değiştirdi. 1986 yılında Türkiye bütçesinin 3’de 1’ini haberleşme ve ulaştırmaya ayırma cesaretini gösterdi. Bu, enflasyonda bile etki yaratacak bir kumardı. Böylece dünyadaki iletişim devriminin birincisini, Özal sayesinde yakaladık. Kimse ile tartışmadı, hatta işi T. Telekom’a bile bırakmadan “sayısala” geçtik. Sayısal denilen şey, tellerin uçuca bağlanması yerine, paketlenerek nakliyle ilgili bir devrimdi. Ancak internetle birlikte gelen yapı için, kurulan alt yapının dataya uygun hale getirilmesi gerekir. Bu da yüksek bir yatırım istiyor. Özal’ın başladığı iletişim devriminin devamı gelmedi. En basitinden T.Telekom 70 – 80 bin dolarlık yatırımları bile yapmadı, sürekli hazır yedi. Oysa kar da ediyordu. En azından, 4 Megabit’lik bir yurtdışı çıkışımız olmalıydı. 250 K’dan 4 MB’e çıkmak için 71 milyon dolara ihtiyaç vardı. O da yapılmadı. Piyasanın Ankara’ya baskısı ile gıdım gıdım açıldı.
T.I.: Piyasa dediğiniz ISS’ler mi?
Oğuz: ISS bir talebin odaklandığı kümeler aslında. Kullanıcıların ihtiyacı önemli. ISS’ler onların şekillendiği nokta. Telekom o dönemde, “Ya ben yaparım, ya da kimseye yaptırmam” diyordu. Çünkü elinde Telekom tekeli var. Hatta o zamanlar, ne kendisi hizmet veriyordu, ne de başkasına izin veriyordu. Dört ISS, bunu by-pass etmeye kalkıştığı için T.Telekom tarafından cezalandırıldı.
T.I.: Ama sonuçta izin verdiler değil mi?
Oğuz: Evet savaş, kavga izin alındı. Ancak şu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bu sene 7. İnternet Konferansı’nı düzenledik. 6. İnternet Konferansı’nın gündemine bakıyorum, 1. ve 2. konferansta tartıştığımız sorunların aynısını hala tartışıyoruz. Sorunlar bizi eskitti biz sorunları eskitemedik. Oysa dünya, interneti aldı başka bir yerlere taşıdı. Burda Türk Telekom’un Türkiye’ye yaptığı zararı görüyoruz.
T.I.: İnternet Türkiye’ye ne getirir?
Oğuz: Anadolu’da sürekli dolaşıyorum. İnsanlar sessiz sedasız interneti kendilerine adapte etmişler. Çünkü onların ihtiyaçları bizimkinden çok daha fazla.
T.I.: Anadolu’daki şirketler internetle ne yapıyorlar?
Oğuz: En basiti, bütün yazışmalar, telefonlar, faxlar yerine mail kullanıyorlar. Çünkü malı burda, müşterisi orda, yapacak başka birşeyi de yok. Gaziantep’teki, Çorum’daki bir firma, mail ile siparişlerini almak ve göndermek zorunda. Çünkü telefon fiyatlarına tahammül edemediği gibi, yurtdışından da mail üzerinden konuşma talebi geliyor. Yabancı şirketler diyor ki, “Bana telefon açma. Verimliliği artırmak için bunları kaldırdım. Faks istemiyorum, işleri yavaşlatıyor” diyor. İster istemez internetten istifade etmenin tek çıkış yolu olduğunu gördü ve oraya doğru gidiyor.
T.I.: B2B uygulamaları için de interneti kullanıyorlar mı?
Oğuz: Gördüklerime göre; Birinci aşamada interneti pahalı telefon görüşmelerinin yerine ikame ettiler. Ama asıl verim artıracak olan, stoklarını, taleplerini, müşteri bilgilerini internete taşıma olayına henüz gelmediler. Çünkü bu daha ayrıntılı ve karmaşık bir iş… Anadolu’daki insanlara bilgisayar ve interneti veren firmalar, sadece aleti, kutuyu ve network’ü sattı. Ancak bununla ne yapacağını söylemedi. Fakat bu işi iyi yapan firmalar, müşteri bilgilerini iyi yönettiğinde pazarının genişlediğini, web üzerinden işlemlerini B2B aşamasına getirdiğinde nasıl çok büyük zaman ve fiyat avantajı sağlanacağını görmeye başladı. Özellikle Anadolu’daki KOBİ’ler, “Sen bana bu aleti satıyorsun ama, bunu nasıl kullanacağımı anlatmıyorsun, göstermiyorsun” demeye başladı. Ordaki sıkıntı iki taraflıydı. KOBİ’ler ilk başta ne istediklerini tam olarak bilmiyordu. Satan firmalar ise sadece ciro bazlı düşünüyordu. Sistem bu durumda tıkandı.
T.I.: Şöyle bir düşünce var; Teknolojiler hızla değişiyor. Daha önce internete yatırım yapsalardı, şimdi çöpe atmaları gerekiyordu. KOBİ’lerin şu an son teknolojiyi almaları şansları var. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Oğuz: Bugün birçok cihaz üretip satan firma, artık cihaz satmanın yetersiz kaldığını gördü. Ürettiği cihazlar yanı sıra, kiralama, yazılım gibi çeşitli çözümleri birarada sunmaya başladılar. Eski kimliklerinden uzaklaştılar. Fakat talep tarafında, hala bunu sadece bilgisayarla yapılacağını sananlar yüzünden, belli bir kültür oluşmadı. Belki daha önce teknoloji yatırımı yapsalardı, bugünkü teknolojik gelişmeyle birlikte eski teknolojileri Batılı ülkelerde olduğu gibi, çöpe atmak zorunda kalacaklardı. Ancak, B2B veya B2C gibi yeni ekonomi sistemi içinde kültür ve bilgi eksikliği içinde olmayacaklardı.
T.I.: Peki, devlet veya özel sektör olarak ne yapılması gerekiyor?
Oğuz: Devletin bu konuda sadece hukuksal ve yapısal düzenlemeler dışında, bu alana girmesi doğru değil. Kamu işin içine bir aktör olarak girmesi son derece sakıncalı. Çünkü bunun örneğini T.Telekom’da görüyoruz. ISP’ler ile aynı işi yapmaya kalktığında haksız rekabet ortaya çıkıyor. Ancak, Özal’ın yaptığı gibi devlet bütçesinin 3’de 1’ini Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesi ve çağı yakalaması için harcayacak bir lidere ihtiyaç var.
T.I.: Teşvik verilemez mi?
Oğuz: Devlet bugün soğanı, buğdayı, pancarı, teşvik ediyor. Bunlar katma değeri düşük şeyler. Çiftçiyi teşvik ediyor… Yapmasın demiyorum, sosyal etkileri var tabi ki… Ancak bugün bilgi, Türkiye’de teşvik görecek düzeyden çok uzakta. Halbuki biliyoruz ki, Türkiye’nin gelişmesi ve verimsiz yapılardan kurtulması için, katma değeri yüksek işlere gitmesi lazım.
Kamu burda kesinlikle düzenleyici olmak zorunda. Kamu o kadar vazgeçilmez ki. Muazzam bir hukuk ve güvenlik altyapısına ihtiyaç var. Ancak bunun dışına taşmaması gerekiyor. Kamu’da söyle bir yaklaşım var; Ya tamamen kayıtsız kalıyor, ya da “bu iyi birşeymiş, ben de bu işe gireyim, sahip çıkayım” diye düşünüyor. Halbuki herkes kendi rolünü üstlenmeli.
T.I.: Peki bu, nasıl bir yapı içinde kurulmalı. Yani, İnternet Kurulu’mu yoksa Başbakanlığa bağlı bir birim mi bu konuda çalışmalı?
Oğuz: Ekonomik Sosyal Konsey adı altında bir kuruluş var. İşçi – işveren barışını sağlamak için 3 bölümden oluşuyor. Kamu – işçi – işveren kesimi biraraya geliyor. Kamu ilk başta, konsey içinde yüzde 50 ile çoğunluğu elinde bulundurmak istedi. Bunun işlemediği görülünce, esnetildi ve daha verimli çalışır duruma geldi. Aynı şekilde Bilgi Konseyi kurulmalı. Odağı kesinlikle özel sektör olmalı. Kamu bu konsey içinde, eşit şartlarda bulunmalı, asla yönlendirici olmamalı. Çünkü özel sektörün kamuya ihtiyacı var, kamunun da özel sektöre ihtiyacı var.
T.I.: İnternet Üst Kurulu gibi mi?
Oğuz: İnternet Üst Kurulu bir danışmanlık hizmeti vermek amacıyla kuruldu. Ancak zaman içinde değişime uğradı. Bir iletişim alanı olması gerekirken, katı ve dikey yapılar oluştu. Oysa, yatay ve herkesin eşit olduğu bir platforma ihtiyaç var. Özel sektörün talepleri, kamunun talepleri, karşılıklı olarak iletilsin. Bir yapı oluşturulduğunda kademeleşme ortaya çıkıyor. Bir patron başa geçiyor. Sonunda bu yürümüyor. Ekomonik Sosyal Konsey’in yapısının Bilgi Konseyi şeklinde kurulması gerektiğine inanıyorum.
T.I.: İnternet Türkiye için önemli mi?
Oğuz: Dünyadaki gelişmelere bakıldığında bu alanda büyük ilerlemeler yaşanıyor. İran’ın bile 8 yıldır Enformasyon Bakanlığı var. Bilginin bir değer olduğunu bizden önce farketmiş. İstanbulu bölgenin teknoloji ve bilgi habı yapmaya çalışırken, Dubai ön plana geçti. Dubai çevresine şöyle seleniyor: “Gel, ben sana alt yapıyı ve vergisiz ortamı sunayım ve sen ne yaparsan yap. Burda ticaretin merkezi ol.” Oysa Dubai konum olarak bizim kadar merkezi değil.
T.I.: Telekom’un özelleştirilmesi konusunda ne diyorsunuz?
Oğuz: Türk Telekom’u özelleştirmeyecekler. Çünkü birçok unsuru içinden aldılar. Geriye sadece yere döşedikleri bakır kablolar kaldı. Şimdi bakır kabloları “özelleştirelim mi, özerkleştirelim mi?” ile uğraşıyorlar. Satmaya karar verdiklerinde, “bakır alırım-eskiler alırım” diye bağıranlara dönecekler. Bugün 5 milyar dolardan söz ediliyor. Şu nokta çok önemli; Biz Telekom’u ilk satmaya kalkıştığımızda, alıcı bir piyasa vardı. Talebi olan kuruluşlar, paralarını başka yerlere harcadılar. Şu an bir satıcı piyasa oluştu. Telekom’u kime satacaksın? Bence telekom alanında yatırım yapmak isteyenler, 2003 – 2004 yılını bekleyecekler. Bunlar benim şahsi dününcelerim. Koç Holding olarak T.Telekom’un özelleştirilmesine önceleri sıcak bakıyorduk, ama artık bizim için cazibe merkezi olmaktan çıktı.