Hukukun bozulduğuna dair yorumları yaşamımızın her alanında duyuyoruz. Bunlar sadece hukukun içine girdiği, dava konusu olan olaylar değil. Ülkenin yabancı yatırım alması ya da finansman sağlaması gibi esasında ilgisiz gibi gözüken konular bile hukukun bozulmasından etkileniyor.
Bu açıdan geçen hafta Timur Soykan’ın haberi ile öğrendiğimiz, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderdiği yazı çok önemli. Bir nevi ümit pompalıyor. “Hala hukuka sahip çıkan hukukçular var mı?” diye düşündürüyor.
Başsavcısı Uçar, geçmişte hukuk alanındaki pozisyonları ele geçiren ve hukuku dejenere eden FETÖ/PYD üyelerinin 15 temmuz olayı ile uzaklaştırılması sonrasında, boş kalan hukuk görevlisi pozisyonlarının hızlıca doldurulması gerekince, liyakatsız kişilerin de görevlendirilmek zorunda kalındığından hareketle, yargı içinde çete ve çetecikler oluşturmaya başladığını söylüyor. “Kanserli hücre” olarak tanımladığı bu oluşumların yaptıklarına örnek olarak, sulh ceza hakimliliklerinde, para karşılığında erişimin engellenmesi kararları verildiğini kaydediyor.
Yazıda iş takibi yapan, tavassutta bulunan, rüşvete tevessül eden, vatandaşa ve çalışanlara kötü muamalede bulunan ve tacizkar davranan hukukçular raporlanıyor. Ayrıca son sayfada “meslektaşlarımızın bu töhmetten kurtarılması gerekir denilerek” bu tür uygunsuz durumların raporlanabilmesi için “Whistleblowing” müessesesinin teşviki öneriliyor.
Bizi ilgilendiren ise aynı yazıda “para ile erişim engelleme kararı aldırıldığı” şeklindeki bilgi oldu. Ancak ilginç olan şu; hemen arkasından “para ile karar alındığı” şeklindeki bu haberlere erişim engeli geldi. Yani durum şöyle;
- Erişim engelleme konusu (5651 sayılı kanun) zaten Anayasaya aykırı maddeler taşıyor. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi TBMM’den 1 yıl içinde düzeltilme istemişti. Ama o düzeltmeler hala yapılmadığı gibi, Pilot Karar da uygulanmıyor. Yani hukuksuzluğun bir kısmı burada başlıyor.
- Buna rağmen, erişim engellemeler konusunda, 5651′, de aşan bazı hukuksuzsuz kararlar alındığı anlaşılıyor (para ile erişim engelleme). Hukuksuzluk bu noktada 2’ye katlanıyor.
- Üstüne bu 2.maddedeki hukuksuzlukları gösteren bir rapor çıkıyor ve arkasından bu haberleştiriliyor. Ancak bu haberlere de erişim engelleme geliyor. Başka deyişle hukuksuzluk 3’e katlanıyor.
Konuyu, erişim engellemelerini uzun yıllardan beri araştıran ve raporlayan İfade Özgürlüğü Deneği’nden (İFÖD) Prof.Dr. Yaman Akdeniz’e sorduk. Şunları söyledi :
“Bir başsavcının büyük bir cesaret gösterip, yargı içindeki usulsüzlük, yolsuzluk ve çeteleşme iddialarını HSK’a bildirmesi içinde bulunduğumuz siyasi ortamda beklenmedi bir olaydır.
İddiaların içeriği hiç kimseyi şaşırtmamakla birlikte, bu iddiaların kamuyu yakından ilgilendirdiğine de herhangi bir şüphe yoktur. Dolayısıyla, bu iddiaların haberleştirilmesi ve basın tarafından yayınlanması beklenir.
Fakat, yine hiç şaşırtıcı olmamakla birlikte, Timur Soykan’ın haberine aradan 24 saat geçmeden önce erişimin engellenmesi, arkasından da içeriğin yayından çıkartılması kararı geldi. Karar sadece Soykan’ın haberini değil, bu haberle ilgili tüm diğer haber ve sosyal medya içeriklerini de kapsıyor.
Sansür kararının içeriğine baktığımızda ise herhangi bir gerekçe bulamıyoruz. Talep edenin kişilik hakları ihlal edilmiş diyor karar ama talep edenin hangi kişilik hakları ne şekilde ihlal edilmiş açıklanmıyor.
Yerleşik AYM ve AİHM içtihadı bakımından bir değerlendirme var mı? Yok tabii ki… Güya AYM pilot karar yayınlamıştı da ne oldu? Koskoca AYM, sulh ceza hakimliklerinin gölgesinde karanlığa gömüldü kaldı. Başsavcının iddiaları da mevcut siyasi ortamda, karanlığa gömülecektir.”
Prof.Dr. Yaman Akdeniz, Anayasa Mahkemesinin 2021 sonunda aldığı ve 2022 başında gerekçesini açıkladığı kararı analiz ederken, hala boşlukta kalan konular olduğunu söylemişti.
Şimdi Başsavcı İsmail Uçar’ın yazısına bakarken, bir yandan ümit duymakla birlikte, hemen arkasından gelen erişim engelleme kararına, Anayasa Mahkemesinin uygulanmayan pilot kararı, TBMM’den henüz çıkamayan düzeltmelere ve Prof.Akdeniz’in yorumunun son paragrafına bakarak, bu acaba “yatırım ortamına yönelik bir strateji midir, bölgesel bir temizleme ile makyaj mı yapılacak?” diye de düşünmeden edemiyoruz.
Dolayısıyla olayı takip ediyoruz. Bakalım hukuk ve yasa yapıcılar “en azından erişim engellemeleri” yani “ifade özgürlüğü” konusunda gerçekten kendisini temizlemeyi başarabilecek mi?