Prof. Manfred Osman Korfmann’ın ardından, Troya’nın kazı başkanlığını üstlenen Prof.Dr.Rüstem Aslan’ın çok ilginç kitapları var. Bu kitaplardan birisi “Homeros, İlyada ve Troya” ismini taşıyor ve çocukluğumdan bu yana sorduğum bir soruya cevap verdi; “Homeros neden önemli?”
Aslında cevabı Yuval Hariri’nin Sapiens kitabında da var. Homo Sapiens dediğimiz ve içinde bizim de olduğumuz insan ırkı, hikaye anlatmayı/dinlemeyi seviyor. Batılıların Yunan saydığı Homeros da, aslında memleketlimiz. İzmir doğumlu, Ege bölgelerinde dolaşıp durmuş (en fazla Sakız da yaşamış) ve özelliği “hikaye anlatıcısı”.
Bugün yerinde Netflix, StarZ, PuhuTV, BluTV vs var. Tabi ki, öncesinde tiyatro vardı, sinema vardı, TV vardı ama Netflix benzeri platformlar farklı bir eşik anlamına geliyor. 2019’a girerken, internet altyapısı kötü, millet GPS ile uğraşıyor, biz neredeyiz vs yerine, 21ci yüzyılın getirdiklerine dair eğlenceli hikayeler anlatalım..
Sinemaların Kurnaz Fiyat Arttırma Taktikleri Yerine Netflix’in Ayak Seslerini Dinlemelerini Tavsiye Ederim
2 sene önce yazdığımız–burayı tıklayarak ulaşabileceğiniz– yazıdaNetflix’in sinemalar için çanları çaldırdığını, o günkü gelişmeler çerçevesinde anlatmıştık. O dönemde Fransız sinemacıları Cannes’daki yarışmaya katılan Netflix yapımlarının gösterimini engellemişlerdi. Ama bu suyun akışına ters bir yaklaşım.
Benzer bir yaklaşımı bugünlerde Mars Sinema salonları şirketinin gösterdiğini, Cem Yılmaz, Birol Güven, Yılmaz Erdoğan gibi yapımcıların sözlerinden duyduk, anladık. Anlaşılan Türk sinemacıları daha ne olup bittiğini bile anlayamamışlar. Tekel hale gelmenin onları ancak 1970-80lerde kurtaracağını farkında değiller. Oysa altlarındaki halı çoktan çekiliyor.
Çünkü, belli bir fiyata –ki Mars Sinema biletinin yarı fiyatına– 1 ay boyunca, istediğiniz sayıda filmi, istediğiniz anda seyretme olanağınız var. Üstelik filmden önce ve arada, 45 dakika reklam seyretmeniz filan da gerekmiyor.
Üstelik hayli size özel olanaklarınız var. Mesela sıkıldığınız sahneleri ileriye, ya da anlamadığınızı geriye sarabilirsiniz. Birden fazla seyredebilirsiniz. Tabi evinizin, kendi koltuğunuzun, –patlamış mısır olsun, olmasın– kendi istediğiniz eğlencelikler, yiyeyecekler, içecekler eşliğinde.
Gerçi Netflix’in “sizin için seçtik” bölümü bence verimli çalışmıyor ya da “yeni çıkanlar” bölümünde aylar önce çıkmış filmler hala duruyor var ya da hiç seyretmek istemeyeceğiniz filmleri gözünüzün önünden kaldırmaya yarayan (Listem seçeneğinin tersi) bir seçenek yok. Bence daha gelişmesi gereken yerler var ama yine de o an ki ruh halinize uygun seçim yapmayı kolaylaştıran bazı olanaklar var ve şimdilik yeterli geliyor.
Yani bugün Netflix ve benzeri platformlar, sinemalardan çok daha rahat. Dolayısıyla sinemaların hayatı fiyat arttırımı ile değil ancak farklı olanaklar sunması durumunda sürer. Ya da böyle mısırın arkasına saklanan kurnaz fiyat artışları ile, internetin yıkıcı (disruptive) özelliğinin hışmına daha hızlı uğrarlar ve yokoluş daha çabuk gelir.
Çünkü en önemlisi, Netflix daha önce görmediğimiz bir dünyayı ayağımızın altına seriyor. Örneğin senelerdir Amerikan filmlerinde kötülenen 1917 Rus devrimini, Rusların kendi filmlerinde –hem de Rus kültür bakanlığı tarafından desteklenen filmlerde– kötülediğini görmek sizi şoka uğratabilir, bambaşka şeyler düşünmenize neden olabilir. Ya da Avustralyalıların Çin korkusunu daha önce farketmemiş olabilirsiniz. Lady Di’nin ölümü ile tartışmaları alevlenen İngiliz Kraliyet Ailesinin içinin boş, kraliçenin bilgisiz ve cahil, kocasının yaramaz ve çapkın olduğunu, Churchill’in bencilliği ile 1950’lerde hava kirliliğinde bir sürü İngiliz’in ölmesine karşı önlem alamayacak kadar yaşlı bir döneminde olduğunu ve karşısındaki muhalefetin de (bizdekine benzer şekilde) gol atmayı beceremediğini anlayıp şaşırabilirsiniz. Güney Kore-Kuzey Kore’nin birleşmesinin içeriden ve dışarıdan engellendiğini, İngiltere’nin nasıl kurulduğunu, Atlas Okyanusunda Golf-Stream’in nelere yol açtığını görmek de ayrıca çok farklı..
Değişimden nefret edenler için zor ama değişim sevenler için heyecan dolu bir dünya. Yani hikaye anlatıcılarının yeni platformu artık sinemalar değil, bu platformlar.
Bunu daha iyi anlatabilmek için, size Netflix’den bir kaç örnek sunacağım.
İskoçya Hakkında Ne bilirim ki?
Haziran 2014’de Edinburg’a gitmeden önce, İskoçya ve İskoçlarla çok ilgilenmemiştim. Öncesinde Scotch viskisinin popüler ve Sean Connery’nin İskoç olduğunu biliyordum. Freddy Mercury’nin “who wants to live Forever” şarkısı ile ünlü iyiler-kötüler arasındaki ebedi savaşı anlatan Highlander (İskoçyalı) [1] filmini zamanında seyretmiştim ve Mel Gibson’ın ünlü “Braveheart (Cesur Yürek)” [2]f filmini ise kısmen TV’dan ama dosdoğru seyretmemiştim bile..
Edinbra şeklinde telafuz edilen Edinburg’dayken, yakında bir referandum olacağını ve İngiltere’den ayrılmak istediklerini öğrendim. Çünkü Kuzey Denizi petrollerinden iyi para kazandıklarından, bizim İngiltere olarak adlandırdığımız Birleşik Krallıktan [3] kopmanın zamanının geldiğini düşünüyorlardı. Bu referandum İngilizlerin —bombalamaya varan— tehditleri altında eylül 2014’de yapıldı ve sonuçta % 55 hayır çıktığı için ayrılma gerçekleşmedi [4]. Bugün, Brexit sonrası yeniden 2ci referandum tartışılıyor. Çünkü İskoçlar Brexit’e % 62 hayır demişlerdi.
Peki neden birdenbire, İskoçlarla ve tarihleri ile ilgilenmeye başladım?
Dünyayı Başka Gözle Görmek
Netflix 23 eylül 2016 itibariyle Türkçe yayına başladığında, ilk izlediklerim popüler artistler ve ülkelerin filmleri oldu. Bunlar genellikle Amerikalı ya da İngiliz film, dizi ve belgesellerdi. Bunların arasında farklı dökümanterler de var. Örneğin denizcilerin Gulf Stream’in gemileri Avrupa kıyılarına nasıl zahmetsizce taşıdığını orta çağın sonlarında farkettiklerini, “Atlas Okyanusu” belgeselinden öğrenebilirsiniz. Pasifik Okyanusu ise başlıbaşına farklı bir konu. Kraliçe Elizabeth’in ne kadar da yetersiz ve kıskanç olduğunu gördüğümüz Crown dizisi, Hitler’in nasıl iktidara taşındığını gösteren belgesel, Iris ve Monalo gibi moda devleri ile Joan Didion ya da Salinger’in hayatları da ilginç konular arasında.
Ama asıl ilginçliği, bir süre sonra seyredilecek bir şeyler bulamayıp, “artık bıraksak mı?” diyerek Netflix’i kazmaya başladığınızda görüyorsunuz.
Ruslar
Birşey bulamayıp, can sıkıntısı ile “acaba seyredilebilir mi bir şey midir?” diye tıkladığımız Rus dizisinin adının Türkçesi “Azap Yolları” diye geçiyor. İngilizce adı “Road to Calvary” ve bu aynı zamanda Hz.İsa’nın sırtında haç ile yürüdüğü yola verilen isimmiş.
Bu dizi, Alexy Tolstoy’a yani meşhur Tolstoy’un uzak bir akrabasına ait 1920’lerde yazılan bir romandan çekilmiş. 1917 devriminin hemen öncesinde Moskova’da yaşayan 2 kızkardeşin hikayesi olarak başlıyor, ilişkilerini ve aşklarını anlatıyor ve devrimden az sonra da bitiyor.
Bu dizinin arka planında Rus devrimini seyrediyoruz. Bugüne kadar gördüğüm pek çok Amerikan filminde Rus devriminin ne kadar rezalet olduğu, insanların haklarının nasıl çiğnendiği, evlerinin nasıl ellerinden alındığı gibi fikirler sunulur. Şaşırtıcı bir şekilde bu filmde daha beterini görüyorsunuz. Rus devrimcileri, çapulcular olarak veriliyor. Devrim ise bir iç savaş ve insanların birbirini gammazlama dönemi olarak. İnsanların evlerinin ellerinden alındığını Dr.Jivago filmindeki bir sahne çok şaşırtıcı bir şekilde verir. Burada da aynı şaşırtıcılığı ve bir zamanların ev sahiplerinin çok sayıda kişiyle birlikte yaşamaya zorlandıkları görülüyor. Çok kanlı bir savaş olduğunu, dizi içindeki çeşitli sahnelerde hissediyorsunuz.
Ama asıl şaşırtıcı olan, dizinin Rus Kültür bakanlığı tarafından finanse edilmiş olması ve sonunda da “Tarihimizin kanlı sayfalarını reddetmiyoruz” türünden bir mesaj verilmesi.
Bu yazıda verdiğimiz dizilerin herbirinde dünyadaki tüm halkların çektiği sıkıntılar var. Bu nedenle diziye bu açıdan baktım. Gördüğüm şuydu; devrim sırasında Rus halkı çok sıkıntı çekmiş (sonraki Stalin döneminden bahsetmiyor).
İskoçlar
Bir başka “aman bu da nesi, seyredilebilir mi acaba” dediğimiz dizi de “Outlander” oldu. Dizinin önsözünde zaman seyahatinden bahsediliyordu. Başka bir zaman seyahati dizisi (Travellers) çok sıkıcı ve senaryoda boşluklar ile yapılmış olduğundan, bu da benzer olabilirdi. O nedenle elimizin altından bir kaç kere geçti ve sonunda tıkladık.
Hikaye 1945’lerde tarihçi kocası ile balayına çıkıp İskoçya’ya gelen bir İngiliz kadınının, istemeden zaman yolculuğu ile 1787’lere gitmesi anlatılıyor. Yazar günümüzde yaşayan ve dizi ile ilgili sürekli röportaj veren bir İngiliz. Temelde bir aşk hikayesi. Ama arka planda İskoç tarihini, İskoç halkının çektiklerini ve İngilizlerin yaptıkları zulmü görüyorsunuz. Tabi kadınların nasıl 2ci sınıf olduklarını da.
Outlander, Starz isimli web TV’de şu anda 4cü sezonu devam eden bir dizi. Netflix arkadan geliyor. Doğrusu 2 sezondan sonra sıkıldığımı da söylemem lazım (bizim diziler gibi, uzattıkça, uzattıkları, konunun etinden, sütünden, tüyünden, kemiğinden her şeyinden yararlandıkları için sıkıldım). Ama YouTube üzerinde hala orada burada (kanada, İngiltere, Avustralya, ABD vs) oyuncuları ile yapılan röportajları görebilirsiniz. Hayli popüler.
Bu arada not edelim; Edinburg’da “hayalet turu” diye bir şey var. Yani bir şekilde, İskoç coğrafyasında “ruhlar”, “hayaletler”, “ölümsüzler”, “cadılar”, “zaman seyahati” konuşulan ve garipsenmeyen konular arasında. Bunun bir nedeni, muhtemelen taş binalardan esen rüzgarların sesleri.
Joseon Krallığı
Benzer şekilde, “seyredilebilir mi?” diyerek baktığımız bir diğer dizi; Mr Sunshine. Bu da 20ci yüzyılın hemen başında geçen bir Güney Kore dizisi. Bir başka aşk hikayesi ama çok daha muhafazakar (en önemli aşk sahnesi, çiftin el sıkışması). Mr.Sunshine ismi taşıyan dizi Kore’nin Joseon Krallığı [6] adını taşıdığı döneme ait. İnternetteki kayıtlar, tarihten hafif bir sapma olduğuna işaret ediyor (Amerikan donanmasının saldırdığı yıl gibi). İçinde kurgu da bol miktarda var (henımefendinin silahşör olması gibi). Ama 5 Eulsa İhanetçisi olarak adlandırılan 5 bakanın Japonya lehine ihaneti [7] gibi konular ve bunlardan birisi olan Savunma Bakanının askeri okulu ve orduyu kapatması aynen verilmiş.
Bu dizide gördüğünüz olay yine Kore halkının zavallılığı, fakirliği. Bir yandan sürekli bir Japonya tehditi ve uzantısında Amerikalıların bu bölgeye merak duyması. Diğer yanda ise halkın büyük çoğunluğunun köle olarak yaşıyor olması filmin arka planında veriliyor.
Buna rağmen, Japonya’nın tehditi altında halk “Erdemliler Ordusu (Righteous Army)” [8] ismiyle bir araya geliyor ve 1920 sonrası Japonya’ya karşı bağımsızlık savaşı veriyorlar.
Not edelim; bu yarımadaya ilgi gösteren sadece Japonlar değil. Erdemliler Ordusunun ilk kuruluşu 1500’lere dayanıyor ve o yıllarda Çinlilere, Moğollara ve Japonlara karşı örgütleniyorlar. 1800’lerin sonlarında ise Japonların dışında, Amerikalıların ve Çinlilerin de bölgeye ilgi gösterdikleri görülüyor. Ama kazanan, yukarıda bahsettiğimiz 5 bakanın para alarak anlaşma yaptıkları Japonya oluyor [7]. Ülke 5 yıl sonra yani 2010’da Japonya’ya bağlanıyor. 2ci dünya savaşı sonrası Güney ve Kuzey Kore diye 2’ye bölünüyor. 1948’de ise Güney Kore, başkent Seul olarak kuruluyor.
Netflix’de çok sayıda Güney Kore dizisi var. Bunlardan birisi de “Iris”. Senaryosunda boşluklar olduğu için, seyrederken sıkılabileceğiniz bu dizinin bize anlattığı ise, Kuzey Kore ile Güney Kore’nin birleşelerinin –kendileri istese bile– pek mümkün olamayacağı. Çünkü bunu hem Kore içinden, hem dışından istemeyenler var ve engelleme yapıyorlar.
The Last Kingdom
İngiltere İskoçya’ya zulmü yapmış dedik ama İngiltere’nin kuruluşu da sıkıntılı ve halkı epeyce sorun yaşamış. 870’li yılların yani İngiltere’nin kuruluş yıllarının anlatıldığı bu dizinin bugünlerde 4cü sezonu çekiliyor.
Dizide, İngiltere’nin ilk kralı olan (yani İngilizleri tek bayrak altında toplamayı ilk başaran) Alfred’in hikayesini anlatıyor diyeceğiz ama aslında Bebbanburg’lü Uthred Ragnarsson isimli bir başka İngilizi odağa koymuş durumda. Dizi o yıllarda İngiltere’ye seferler düzenleyen ve daha verimli toprağı olduğu için yerleşmeye çalışan “Dan”leri yani Danimarkalılar ve Vikinglerle savaşlarını anlatıyor. Arka planda hristiyanlığın, paganlıkla savaşı da var. Zaten hikayeyi de o yıllarda bir hristiyan rahip kayıt altına almış.
Filmin odağındaki Bebbanburg’lü Uhtred isimli bir cesur adam var ve bu adamın tarihte kaydı var ama aslında Alfred’den 2 yüzyıl kadar sonra yaşamış [9]. Film bu 2 karakteri birleştirmiş. Uhtred İngiliz doğmuş ama Dan’ler tarafından büyütüldüğü için savaşmayı çok iyi bilen cesur bir adam. Alfred’in özelliği eğitimli ve yazı çiziye önem veren, kurallar oluşturan bir kişi olması. Kral olması beklenmeyen 4cü kardeş olduğu için Vatikan’da eğitime yollanmış. Ama kardeşlerinin ölümü üzerine kral olduğunda, bu eğitimini düzen kurmakta kullanmış. Bugün de tarih onu bilge kral ve İngiltere’nin ilk kralı olarak hatırlıyor [10].
Bu dizide, 870’li yılların İngiltere’sindeki hayatın zorluğu, her an baskınlarla ölmek ya da evini kaybetmek tehlikesi, böyle ölünmezse de kralların 2 dudağı arasındaki yaşamları, Dan’lerin ve savaşın vahşetini ve devlet olmadığında halkın nasıl her an tehlike altında yaşadığını görüyorsunuz.
Vietnam belgeseli
Netflix’deki bence en ilginç dizilerden birisi Ken Burns tarafından çekilen Vietnam Savaşı belgeseli. Bunu yaşayan Amerikalı ve Vietnamlı insanların da hatıralarını alarak ama arka planda ne olduğunu tanımlayarak / analiz ederek vermişler.
Daha önce (4 Temmuz gibi filmlere rağmen) savaşın kurbanlarının Vietnamlılar olduğunu düşünüyordum. Ama bu filmden çıkan fikir şu; Vietnamlılar kadar, Amerikan halkı (asker olanlar ya da olmayanlar) bu savaşın kurbanı olmuşlar.
Aynı anda yeni sezona giren başka bir film olan “Post” yani önce “New York Times”ın sonra da ona destek olarak “Washington Post’un 1972 yılında Vietnam Savaşına dair saçmalıkları (hükümetin kazanamayacağını bile bile 30 yıldır savaşı nasıl sürdürdüğünü) gösteriyor. Onu da tavsiye ederim; Tom Hanks ve Merlyn Streep’in başrolde olduğu film aynı zamanda bir gazetecilik dersi.
Bu Vietnam dizisi başka bir yazıyı hakediyor. Oradan alınacak çok ders var ama bu yazıda sadece halkın çektiğini yazıyoruz. Bu hikayede de, 2 halk yani Vietnam halkı ile Amerikan halkı birlikte acı çekmiş.
O kadar ki; 1940’larda vatanseverler (Patriot) olarak savaşa gönüllü giden ve dönüşte de kahramanlar olarak karşılanan babalar ve onlara eşlik eden anneler ile 1970’lerde Vietnam’da neden savaşmak istemediklerini anlatmaya çalışan çocukları ile kavgaya girişmişler. Hani ülkemizde, halk bölündü diyoruz ya, Amerikalılar bırakın halk düzeyinde, aile düzeyinde bölünmüşler ve savaşa gitmeyi reddederek protesto yürüyüşlerine çıkan ve “Barış, hemen Şimdi” diyen gençlere karşı, 2ci dünya savaşı gazisi anne-babalar çok tanıdığımız bir pankartla “Sev ya da Terket” [10] pankartları ile cevap vermişler.
Yani Vietnam savaşı ülkenin ruhunda derin yaralar açmış. Her 2 filmden aklıma takılan bir konu da şu; sanki Savunma Bakanı McNamara, bir türlü durduramadığı bu çılgınlığı durdurmak için belgelerin alınmasına zemin hazırlamış gibi gözüküyor. Tabi bakan olduğu için bunu hiçbir zaman ifade etmemiş ve bu bilgilerin sızmasından da zarar görmüş olabilir.
Troçki
Geçen sene Rusya’da aynı anda 2 TV kanalında oynatılan Lenin ve Troçki dizilerinden, Troçki olan Netflix’e yeni geldi. 8 bölümlük dizi hayli şok edici. Bir ara İstanbul’da sürgün hayatı yaşayan Troçki’nin hayatını, aynı zamanda kendisini öldüren kişiyle yaptığı röportajlar içinde izlediğimiz dizide, Rus devrimi, bir devrimden ziyade, bir “darbe” olarak sunuluyor. Hatta dizide Lenin bir sahnede bunu Troçki’ye “ne yaptın sen, bu devrim değil, bu bir darbe” dediğini de duyuyoruz. Ama Lenin –Troçki’nin senin lider olduğun işçilerinin yaptığına darbe mi diyeceksin?” sözleri üzerine bunu “devrim” olarak üstleniyor. Film olayları bu şekilde veriyor. Şaşırtıcı..
Dizide, Lenin’in bazı para babalarının verdiği paralarla Rusya’ya geldiği ve devrime kalktığı ama çok atak olmadığı anlatılıyor. Filmin bir yerinde bu paranın 1 milyar Mark gibi bugün bile korkunç büyüklükte olan bir para olduğunu duyuyoruz. Para babaları ataklığı –ilerki yıllarda bazı insanların provokatör olarak tanımladıklarını bildiğimiz– Troçki’nin yapacağını öngörüyorlar. Dizide öyle de oluyor. Devrimi (ya da darbeyi) yapan, Kızıl Orduyu şekillendiren hep Troçki. Bu arada “sinsi” olarak verilen Stalin ise oralarda bir yerlerde kendi yerini sağlamlaştırmakla uğraşıyor. Gerçi filmle ilgili bazı kritikler, filmin Stalin taraftarları tarafından çekildiği yorumu da yapmışlar.
Milyonlarca Rus’un iç savaş yani beyaz ordu ile kızıl ordu arasında yaşanan savaşta öldüğünü görüyoruz. İlginçtir, daha önce çekilen başka bir Rus filmi, o dönemde Beyaz Ordu adına Almanlarla savaşanlar ve “cesur” olması ile meşhur Amiral Alexy Kolçak üzerine. Kızıl Orduya karşı 2 yıl kadar direnen ve Beyaz Orduyu yöneten bu amiral, soyadından da anlaşılacağı üzere Türk (Boşnak) asıllı. Enteresan bu amirali 2008’de canlandıran aktör, geçen yıl daha yaşlı haliyle Troçki’yi canlandırmış.
Troçki filminde, devrim çatışmaları sırasında milyonlarca insanın öldüğü söyleniyor. Ölmeyen Rus halkı da devrim sonrasında açlık ve sefaletle karşı karşıya kalıyor. Lenin filmde Stalin’in kaba ve yönetimden anlamayan birisi olduğunu ifade ederek, Troçki’nin başa geçmesini istiyor. Sonraki yıllar sanırım onu doğruladı. Glasnost ve Prostreyka (
Rus halkı gibi, dizi boyunca Troçki’nin de acı çektiğini görüyoruz. Babası dahil tüm ailesini kaybettiği gibi, Lenin’in ölümünün arkasından Stalin tarafından ülkeden göçetmeye zorlanmış ve nerdeyse 20 yılını –kendisi öyle söylemese de– ölümden korkarak geçirmiş.
Not edelim; bu devrim, Türkiye açısından önemli bir zamanda meydana geldi. Yani kuzey doğu sınırımızdaki Ruslar, kendi sorunları ile meşgul olduğundan, buradaki savaşı durdurdular. Tam Kurtuluş Savaşının patladığı dönemde düşman sayısı azalmış ve tek yönde kalmış oldu.
Secret City
Bu da son zamanlardaki Çin paranoyasının Avustralya tarafından nasıl görüldüğüne ve Amerikalıların yaptığı baskıya dair aldığı bir dizi. İlginç ve karmaşık ilişkiler içeriyor. Hayli heyecanlı bir dizi. Aynı zamanda hükümetin halkını nasıl takip ettiğini, telefonları nasıl dinleyebildiğini de gösteriyor. Seyretmekte yarar var.
Hakan (The Protector)
İlk Türk dizisi Hakan’ı heyecanla bekledik. Ama maalesef “harika İstanbul manzaraları” dışında güzel bir şeyler söyleyemiyoruz. Oyunculardan Ayça Ayşin Turan ile Mehmet Kurtuluş ve kısmen de Hazar Ergüçlü iyi oyunculuk sergiliyor. Okan Yalabık ve Çağatay Ulusoy için aynı sözleri kullanamayacağım. Oynadıkları rolleri inandırıcı bulamadık.
Protector ise ucunu Fatih’e bağlamışsa da yerel olmayan, kültürümüze yabancı (kötü niyetli ölümsüzler vs) bir hikaye anlatan, senaryoda boşluklar olan, çekimi de basit olan bir dizi. Mesela hapiste kaşınan adamları nasıl dövdüğü yerine, iş bittikten sonra yani dövülmüş ve yalvaran adamları gösteriyor ya da mahallede küçük çocukları çalıştıran kötü adam, Hakan’a bir yumruk vuruyor eli kırılıyor ama Hakan’a başkaları vurduğunda aynısı olmuyor. Bu tür saçmalıklara rağmen, yazarken haksızlık olmasın, belki iyi bir yeri vardır diye sonuna kadar seyrettik.
Yukarıda anlattığımız dizilerin hepsi yerel ve kendi kültürlerine dair bir şeyler anlatırken, Hakan’ın anlattığı hikaye Kapalıçarşı, Bizans mekanları, Ayasofya ve Mithatpaşa Stadyumu yerine yapılan gökdelen dışında yerel bir anlam taşımıyor. Hikayesi ise hiç de yerel değil. Kurtaracağı İstanbul’u neden kurtaracağını, ölümsüzlerin Fatih’ten bu kadar sene sonra yapamadıkları, neyi yapacaklarını anlayabilmiş değiliz (ama belki de haklı, kurtarılması gereken bir İstanbul vardır).
İkinci sezonunun çekileceği anlaşılıyor. Çünkü sonunda ölümsüzler uyandı, ikinci sezonda muhtemelen Hakan’ın işi çok zor olacak ama ilk bölümdeki gibi naif olursa üzücü.
Netflix Ne İşe yarar?
Şimdi bu kadar örnek verdikten sonra şunu söyleyeceğiz, Netflix’i seyrederken sadece bir film/dizi seyretmiş olmuyorsunuz. Başkasının sizin seyretmeniz için dikte ettiği (sezon filmleri) yerine siz kendi istediğinizi, kendi istediğiniz zaman, yer ve mekanda seyredebiliyorsunuz.
Bu örnekte hep Netflix dedik çünkü ülkemize gelen ilk global kanal bu. BlueTV ya da Puhu TV de aynı işi yapıyor desek de, onlar daha yerel kalıyorlar. İş hayatına video kiralama servisi olarak başlayan Netflix bugün sadece sunmuyor, ayrıca üretiyor da. Gösterdiği ise bir dünya…
Dolayısıyla dünya değişiyor. Bu dünyada yerinizi almaya hazır mısınız?
[2] Scottish independence (İskoç 2014 Referandumu)
[3] Bizim İngiltere olarak adlandırdığımız UK yani United Kingdom (Birleşik Krallık), 4 bölgeden meydana geliyor. İngiltere olarak adlandırılan ve The Last Kingdom filminde anlatılan bölgeyi yani Londra ve çervesini içeren bölge, İskoçya, Galler Bölgesi ve Kuzey İrlanda.
[4] The Scottish Tories are preparing to back a second Brexit referendum
[6] Joseon Krallığı
[8] Righteous army
[9] Alfred the Great
[10] Uhtred the Bold
[11] Sev ya da Terket