Son dönemlerde teknoloji odaklı haberler, duyurular ve röportajlar gibi yayınların bilimsel veya mühendislik standartlarına uyumlu olmadığına dair artan bir endişe bulunmaktadır. Bu yayınlar, genellikle halkın dikkatini çekmek ve reklam gelirlerini maksimize etmek adına aşırı genellemeler veya gerçeklikten uzak bilgiler barındırmaktadır. (Bakınız: Robot Sophia Aldatmacası! Bu dolandırıcılığa suç ortağı olmayın!) Elektrik, elektronik ve bilişim bilimi gibi kompleks konuların sunumunda, konuyla ilgili detaylar ve teknik incelikler, geniş bir kitlenin ilgisini çekebilmek adına sıklıkla ihmal edilmektedir.
Bu türden yüzeysel ve yanıltıcı teknoloji yayınlarının, toplumun bu konularda bilinçli ve doğru bir perspektif kazanmasını engellediği aşikardır. Aslında teknolojik yeniliklerin doğru bir biçimde yorumlanması, toplumun bu yeniliklerden tam anlamıyla faydalanmasını sağlar ve bilimsel okuryazarlığın artmasına katkıda bulunur. Medya kuruluşlarına ve gazetecilere düşen en temel sorumluluk, yalnızca izlenim ya da tıklama oranını artırmak değil, aynı zamanda toplumu bilimsel açıdan doğru bilgilendirmektir.
Bu tür yayınlarda, bazen muhabirin eksik bilgisi bazen de doğrudan reklam amacı baskın olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bu bağlamda ele alınabilecek bazı örnekler:
“Uçan Baz İstasyonu”
Birkaç yıl önce bir reklam filminde dağlar arasında serbestçe uçan GSM Baz istasyonu tasarımı gösterildi. Bu reklamın yayınlandığı sırada, ürünü tasarlayan mühendislerin ürün hakkındaki bilimsel gerçekleri bilmemeleri mümkün değildir.
Temel mühendislik bilgisi olan her birey, bu küçük dronların, dağlık alanlarda sınırsız bir şekilde uçarken yüzlerce GSM iletişimini destekleyecek enerjiye sahip olamayacağını bilir. Daha sonra, sınırlı kullanımlar için İHA Aksungur üzerine monte edilen uçan baz istasyonları ortaya çıktığında, gerçekleri çarpıtan GSM operatörüne toplumdan büyük tepki geldi. Özellikle Kahramanmaraş depreminde toplum bu uçan baz istasyonlarını çok aradı. Halbuki yere elektrik kablosu ile bağlı ve enerjisini tükenmez bir biçimde sağlayarak yükselen dronlar bırakın GSM baz istasyonu özelliğini sadece aydınlatma amacı ile bile gerçekten çok yararlı oldu.
Elektrikli Traktör Macerası
Son zamanlarda pazarlama stratejileri arasında “devrim niteliğindeki inovasyon” olarak sunulan bazı elektrikli traktörler, çeşitli kritik değerlendirmelere maruz kalmaktadır. Bu ürünlerin resmî web sitelerinde çeşitli dikkat çekici ancak bilimsel olmayan özellikler listelemektedir.
Bazı web sitelerinde belirtilen 150-200 kWh batarya kapasitesinin 45 dakika gibi çok kısa bir sürede tamamen şarj edilebileceği iddiası, bırakın ülkemizdeki çiftçi yaşamını bugün mevcut olan sıradan teknolojik altyapı göz önünde bulundurulduğunda bile sorgulanabilir durumdadır. 200kW peak güç verebilen Vestel EV Charger, Siemens EV Charger teknolojik olarak bulunsa bile şu an yaygın olarak kullanılan Tip 3 (CCS 50 kW) EV şarj istasyonları ile bu kapasitenin tamamen şarj edilmesi en az 3-4 saat gerektirir. Eğer bu traktörler gerçekten iddia edildiği gibi 45-50 dakikada şarj edilebilseydi, bu işlem için en az 200 – 300 kW’lık bir güce ihtiyaç duyulacaktı. Bu durumda bile termal yönetim, altyapı gereksinimleri ve maliyet sorunları çok ciddi ve rantabl olmaktan uzaktır. Bu ürünlerin web sitelerinde belirtilen çok düşük bir maliyetle 100-110 km menzil kapasitesi, şu anki enerji maliyetleri bırakın birkaç yıl önceki maliyetler göz önüne alındığında bile gerçekçi olmaktan uzaktır ve bu durum, ürünün ve yapılan reklamın genel güvenilirliğini sarsmaktadır.
Dünyada da elektrikli traktörler bulunmaktadır ancak dizel motorlu traktörler, ağır tarım işlerine uygun, sağlam güç ve yüksek tork sağlar. Dizel traktörler, çiftçilerin yıllardır güvendiği yerleşik güç ve güvenilirliği sağlamaya devam ediyor. Öte yandan elektrikli traktörler, daha düşük emisyon ve daha düşük işletme maliyetleriyle daha yeşil ve daha sürdürülebilir bir seçenek sunuyor. Üstelik dünyada üretilmiş elektrikli traktörlerin gücü bahsi geçen araçların gücünün 1/7 civarında olup ancak her gece şarj edildiğinde çiftçilere yeşil bir gelecek vaat edebilir.
Elektrikli Otomobil Reklamlarında Abartılar
Bazı durumlarda ürünlerin özelliklerini abartmayı hiç beklemediğimiz kurum veya kuruluşlardan da görebiliyoruz. Örneğin elektrikli arabalar için 1000 km’den fazla menzil ve 10 dakikada yüzde 10’dan yüzde 80’e hızlı şarj ideası.
Şöyle varsayalım: 1000km menzil %100 şarjdan %0’a kadar; otomobilin verimliliği 100 km’de 20 kWh; ve şarj işlemi %100 verimlidir. Bunu farz edelim.
Bu onun 200kWh’lik bir bataryaya sahip olmasını gerektirecektir. Bataryanın %10’dan %80’e şarj etmek %70 veya 140kWh alacaktır. Bu bataryayı 10 dakikada yüklemeye çalışmak bu hesaba göre 840kW güce ihtiyacını gösterir. Bugünkü teknoloji ile Level 3 – DC rapid/fast/Superchargers maksimum 350kW güce sahiptir. Bugün için bu gerçekçi değildir. Böyle bir verimlilik için katı hal bataryaları beklemek gerekir.
İnsanlara elektrikli araba satın alırken teknik özellikleri daha iyi sorgulamalarını öğütleyebiliriz. Elektrikli otomobiller için verilen özelliklere ne kadar yaklaşacağınız bazı faktörlere bağlıdır: Sıcaklık – Soğuk hava, elektrik menzilini % 40 civarında azaltabilir. Yapılan testler ayrıca yüksek sıcaklıkların EV aralığını olumsuz etkileyebileceğini de ortaya çıkardı. Hız – Ne kadar hızlı sürerseniz o kadar fazla enerji tüketirsiniz. Bu ören bazı durumlarda %50 civarında kaybı göz almanızı gerektirir. Yol durumu – Dağlık arazilerde güç ihtiyacının artması ve yapılan dur/kalk süreçleri.
Türkiye’de elektrikli araç şarj istasyonu sayısı 17 Temmuz itibarıyla 3 bin 790’a, şarj noktası (soketi) sayısı ise 8 bin 1’e yükselmiştir. Ancak bunların çoğunun 22 kW gücünden daha düşük olduğunu bilmeli ve %80 şarj elde edebilmek için kaç saat şarj etmeniz gerektiğini bilmelisiniz. Bu teknik sınırlamalardan dolayı bazı uzmanlar 20+ kWh/100 km ortalama özellikli bugünkü elektrikli otomobillere rağbet edilmemesi gerektiğini ve bu tür kullanılmış arabalarının değerinin çok düşeceğini ön görüyorlar.
Uzaydan Yeryüzüne Fırlatılacak Titanyum Alaşımlı Metal Çubuklarla Deprem Yaratmak
Uzaydan yeryüzüne fırlatılacak titanyum alaşımlı metal çubuklarla 7-8 büyüklüğünde bir deprem yaratma konsepti, fantezi ve bilim kurgu edebiyatında rastladığımız “kinetik bombardıman” veya “Rods from God” olarak da bilinir. Teoride, bu çubuklar atmosfere girdiklerinde olağanüstü hızlara ulaşabilirler ve bu da kinetik enerjilerini, yüzeye çarptıklarında büyük bir enerji patlamasıyla salabilirler.
Ancak bu enerji patlamasının bir depreme neden olup olmayacağı konusunda birkaç şeyi dikkate almak gerekiyor:
Enerji Miktarı: 7-8 büyüklüğündeki depremler, tektonik levha hareketlerinin sonucunda ortaya çıkan olağanüstü enerji miktarları ile meydana gelir. Bu enerji miktarını bir kinetik çubuğun oluşturabilmesi için çubuğun kütlesinin ve hızının olağanüstü olması gerekir ki bunu uzaya çıkarmak gerçekten anlamsızdır.
Derinlik: Yüzeye yakın sığ depremler, yüzeyde daha fazla hasara neden olma eğilimindedir. Bir kinetik çubuğun yüzeye çarpması, yüzeyde bir patlama yaratacaktır, fakat bu patlamanın sismik dalgaları, doğal bir depremdeki gibi yüzlerce kilometre derinlikte meydana gelen bir olaya kıyasla yeryüzüne çok daha sığ olacaktır.
Etki Alanı: Bir çubuğun yüzeye çarpması lokal bir etkiye neden olabilir, fakat bu enerji büyük bir alana yayılmaz. Tektonik depremler, genellikle geniş bir alanı etkileyen sismik dalgalar üretir.
Teorik olarak uzaydan fırlatılan büyük bir metal çubuğun büyük bir enerji patlaması yaratma potansiyeli vardır. Anacak kinetik bombardıman metodolojisi kullanılarak indüklenen maksimum sismik aktivitenin büyüklüğü yaklaşık olarak 4.4’tür ve bu, yüzeyde ciddi bir hasara yol açmaz. Zaten kinetik çubukların ana hedefi, impakt bölgesinde doğrudan yıkım oluşturmaktır; bu tür bir aletle sismik aktivite oluşturmayı hedeflemek ve bu aktivitenin yüzeyde kapsamlı bir hasar meydana getirmesini beklemek, termodinamik prensipleriyle uyumsuz bir yaklaşımdır.
Orman Yangını Çıkarabilen Lazer Işınları
Türkiye’de de belirgin bir hat üzerinde meydana geldiği gözüken bazı yangın videoları, sosyal medya kullanıcıları tarafından SpaceX’in Starlink projesine bağlı bir lazer saldırısı olarak değerlendirildi. Ancak, uzmanlar bu yangının karşı ateş uygulaması olduğuna dikkat çekerek bu iddiaları reddetti. Yangının belirgin bir şerit boyunca ilerlemesi, özellikle Starlink ile ilgili komplo teorilerinin popüler olduğu sosyal medya platformlarında bu yanılgıya neden oldu.
Biz ise uzaydan dünyaya yönlendirilen lazer ışınlarının gücünü ve etkisini araştırdık. Uzaydan Dünya’ya yönlendirilen bir lazer ışınının etkinliği, çeşitli faktörlere bağlı olarak azalabilir:
Uzaklık: Örneğin, 1000 km uzaklıktaki bir kaynaktan gelen bir lazer, Dünya’ya ulaştığında başlangıç yoğunluğunun yaklaşık %90’ını koruyabilir.
Atmosferik Dağılma ve Absorpsiyon: Dünya atmosferine girişte, lazerin yoğunluğu atmosferdeki moleküller ve partiküller nedeniyle yaklaşık %20-50 arasında azalabilir.
Lazerin Dalga Boyu: Kızılötesi lazerler, atmosferdeki su buharı tarafından %30 oranında absorbe edilirken, görünür spektrumdaki lazerler sadece %10 oranında absorbe edilebilir.
Hava Koşulları: Yoğun bulutluluk veya yağmur koşullarında lazer yoğunluğu ekstra %10-30 arasında azalabilir.
Tüm bu etkilerin ortalaması bile alsak bu lazer ışığının gücünün yeryüzüne gelene kadar %90’dan fazlasının kaybı söz konusudur.
Sonuç olarak, uzaydan Dünya’ya gönderilen bir lazer ışığının etkinliği, başlangıç yoğunluğuna, atmosferik koşullara, dalga boyuna ve diğer faktörlere bağlı olarak azalabilir, bu nedenle teknik olarak, Dünya yüzeyinde yangın çıkarmak için gerekli olan enerji miktarının uzaydan sağlanması büyük enerji kaynaklarına ihtiyaç duyar. Ayrıca, atmosferik koşulların değişkenliği nedeniyle lazerin tam olarak hedeflenen noktaya odaklanması zor olabilir, bu da istenmeyen sonuçlara da yol açabilir. Halbuki farklı illegal yöntemler ile yangın çıkarmak çok daha basittir.
5G’nin Ölüm Nedeni Olması
5G teknolojisinin yaygınlaştırılmasıyla birlikte, bazı cihazların radyo frekans aralıkları arasında olası etkileşimlere ilişkin endişeler dile getirilmiştir. Özellikle, C bandında faaliyet gösteren 5G hizmetlerinin, 4.2-4.4 GHz aralığında çalışan ve uçaklara ait altimetrelerle potansiyel etkileşimi konusunda endişeler bulunmaktadır. Bu tür etkileşimler, hava trafiği güvenliğini etkileyebilecek ciddi sonuçlara yol açabilir.
Ancak şu unutulmamalıdır ki, bu tür potansiyel sorunlar teknolojik gelişmelerin başlangıcından beri mevcuttur. Yeni teknolojilerin uygulanmasından önce genellikle kapsamlı testler ve değerlendirmeler yapılır. Özellikle havacılık endüstrisi, güvenliğin son derece kritik olduğu bir sektördür, bu yüzden yeni teknolojilerin uygulanmasından önce potansiyel riskler dikkatlice değerlendirilir.
Pandemi sürecinde birçok toplum tamamen anlamsız olmasına rağmen Bill Gates’i bile içeren akıl dışı komplo teorilerine maruz kaldı. Koronavirüs ‘ün 5G teknolojisinin yardımıyla yayıldığı yönündeki komplo teorisini bilim insanları hiçbir gerçekliği olmayan bir saçmalık olarak tanımladılar. Bilim insanları Covid-19 ile 5G arasında bir bağlantı olabileceği fikrini “tam bir saçmalık” diye tanımlıyor ve bunun biyolojik olarak imkânsız olduğunu söylüyorlar.
Bunun yanında bazı sağlık otoriteleri cep telefonları gibi kablosuz cihazlardan yayılan radyasyonun, kullanıcılarda metabolik bir dengesizliğe sebep olabileceğini ve bu da kanser ile özellikle kafa bölgesinde sinir yıkımsal hastalıklar dahil çeşitli sağlık tehlikelerine yol açabileceği görüşündeler. Ancak bu etkinin şehir efsanesi olarak anlatılan birdenbire ölümlere yol açması mümkün değildir.
Telsiz iletişiminin radyasyon etkilerine dikkat çekerken, 2018 yılında Yargıtay’ın baz istasyonlarını televizyon vericileriyle benzer biçimde yerleşim alanlarından uzak bölgelere kurulması yönündeki kararına atıfta bulunmak isteriz. Ancak unutulmamalıdır ki, baz istasyonunun sinyalinin mobil cihaza ulaşmasının yanı sıra, mobil cihazın sinyalinin de baz istasyonu antenine erişimi esastır. GSM teknolojisinin dinamik yapısı gereği, iletişim kalitesinin düşmesi durumunda mobil cihazın verici gücünü otomatik olarak artırması söz konusudur. Bu nedenle, eğer Yargıtay’ın söz konusu kararı hayata geçirilseydi, aslında alınan bir önlem olarak görülebilecek bu uygulama, beklenenden daha olumsuz sonuçlara yol açabilirdi. Cep telefonlarının radyasyon tehlikesi baz istasyonlarına çok yakın değilseniz esas olarak verici olarak kullandığımız ve kafa bölgesine yakın tuttuğumuz elimizdeki cihazlardadır. Bilimsel gerçeklerin doğru bir şekilde ele alınması ve politika oluşturulurken dikkate alınması, tüm toplumun yararına olacaktır.
Cep telefonu kullanımının uzun vadeli etkileriyle ilgili araştırmalar halen devam etmektedir, bu sebeple özellikle otomobil içi gibi kapalı alanlarda ve uzun konuşmalardan vaz geçilmesi önerilebilir.