Telekom hakkında kaygılı olmak için bir çok neden bulunuyor. ‘Bit’ taşıma işi bir mal işi haline geldikçe, servis fiyatları görünürde –duracağı bir taban olmaksızın– düşmeye devam etmekte. Heryerde, telekom şirketleri sabit-hat işini kablosuza kaybederken, Wi-Fi ve Internet Protokolu üzerinden ses (VoIP) ikisi birlikte daha kesin ayırıcı tehditler getirmekte. Endüstrinin karlılığı kurudukça, ‘araştırma’ da ortadan kalkmakta. Bu bizi nereye götürüyor?
Teoriye göre, mal (emtia) işi, katma değer potansiyeli bulunmadığı için ‘araştırma’ faaliyetlerini destekleyemez. Bu durum telekom için de geçerli mi? Mühendisler olarak bizim yapabileceklerimiz hususunda kuşkuluyum. Teknoloji ile yapabileceklerimize ilişkin vizyonumuz nerede? Bir hayalimiz var mı, yoksa ‘maliyet-bilinçli’ iş yöneticilerinin merhametine mi sığınıyoruz?
Geçmiş on-yıllarda “geleceğin telekomu” için hep bir vizyonumuz olmuştu. Daha sonraları görüldüğü gibi bu vizyon yanlış bile olsa, herzaman etrafında çalışılacak pozitif birşeyler oluşturmuştur. Bir vizyonun hatalı olduğu kanıtlansa bile araştırma bileşenlerinin başka yönlerde meyvelerini verdiğine inanmaktayım. Geçmiş çeyrek yüzyılda vizyonumuz içinde neler yoktu ki; kol saati telefonlar, video-telefonlar, ev bilgi sistemleri ve ısmarlama video (VoD). Şimdi yakalanacak hedef “heryerde, herzaman” gibi birşey. Tüm bunları, beklenenden farklı olsa da, hayal etmeye cesaret ettiğimizden daha iyi biçimde gerçekleştirdik. Günümüzde bunları satın almak isteyenlerin bulunmamasına karşın, bulabiliyoruz. Ev bilgi sistemindeki merkezi bigi veri tabanı kavramı “World Wide Web”’in geliştirilmesi ile bir anlamda içi-dışa çevrilmiş durumda. Kablosuz erişimin yaygınlaştırılması “heryerde, herzaman” kavramını günlük bir gerçeğe dönüştürmekte.
Bu arada, yarı-iletgen teknolojisindeki gelişim – Moore’un her 18 ayda transistor sayısının ikiye katlanacağı öngörüsü ile – bize inanılmaz “işlem gücü” sağlamaya devam ediyor. Optik teknolojide ve kablosuzdaki atılımlar, sınırsız bangenişliğinin önünü açtı. Ancak bu teknolojilerin tümü bizi hayal kırıklığına uğratarak önümüzde durmakta. Bu yeteneklerle ne yapacağız? İş liderlerine ve devlete sunacağımız bir vizyona ihtiyacımız var; kısaca “bizi onaylayın sizin için şunları yapabiliriz” diyebileceğimiz bir vizyon.
İnandırıcılığımızın da iyi olduğunu düşünebilirsiniz. Internet’in geliştirilmesi ile ne kadar çok ekonomik ve sosyal yarar sağlandı. Pazar değeri milyarlarca dolarla ölçülen dev şirketler doğdu ve bireylerin günlük yaşantısı küçük – büyük birçok biçimde yükseltildi. Harika bir sosyo-ekonomik makine yaratıldı, ancak şimdi bizden aklımızda daha neler olduğu soruluyor. Şimdiye kadar “ayni şeyden daha fazla ve daha hızlı”dan başka verebildiğimiz yanıt yok. Evet, ‘şeyler’ belki şimdi daha ucuz – ve ‘batan şirket satışlarını’ da bu yanıta katmak lazım.
Vizyon üzerine iki düşünce okulu bulunuyor. Birinci yaklaşım, alt-yapının teknik yeteneklerini ‘özelliklendirme’, diğeri ise bunun sosyal potansiyellerini özelliklendirme. İlkine tipik bir slogan “yüz milyon kişiye saniyede yüz milyon bit” veya yeni ağın “güvenli ve ultra-güvenilir” olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaklaşım, Kevin Costner’in filminde olduğu gibi “Hayal tarlaları” – kur ve gelecekler – yaklaşımıdır! Potansiyel kullanıcı topluluğunun bu yeteneklerle ne yapacağını bilmeyiz, fakat ‘iyi birşey’ olacak inancı burada geçerlidir.
Yukarıdaki teknik yaklaşım vizyonuna ilişkin problem, sokaktaki adamın “yüz megabit”le ne yapacağını bilmemesi veya gereksinimi hakkında kuşkulu oluşudur. Slogan hemen kolayca satamaz. Bu nedenle sokaktaki insanlara “Internet üzerinden yüksek kaliteli video sağlanacağı”nı söyleriz. Fakat, insanlar “seyretmek için zamanlarının yetmeyeceği kadar çok televizyon programı olduğu”nu düşünürler. Izgara – hesaplama (grid computing) ve video konferans önerdiğimizde artık ‘boş’ bakışlarla karşılaşırız. Internet II veya diğer deneysel yüksek-hızlı ağlar hakkında hiçbir şey işitmemişlerdir.
Ortalama bir vatandaş için bu projelerin ne anlama geldiği anlatılmamıştır. (Bizde deneysel birşey bulunmadığı için böyle bir sorunumuz bulunmuyor!)
Bu nedenle belki bir “sosyal vizyona” odaklanmalıyız; örneğin, uzaktan (evden) çalışma, uzaktan eğitim veya uzaktan herhangi birşey. En azından yeni veya gelişmiş bir alt-yapının getirebilecekleri hakkında kolayca bir anlayış sağlanabilir. Ancak burada da iki problem bulunuyor. Bu vizyonlar geçmişte başarılı olmadı. Şimdi niye olsun? İkinci olarak, endüstri kullanıcılar tarafından kucaklanacak hangi uygulamaların geliştirilmesi gerektiği hususunda herzaman hatalı olmuştur. Şimdi neden doğru olduğunu kabul edelim?
Kendimi bu alternetif felsefeler arasında kararsız buluyorum. Bence teknik yaklaşım daha dürüst, fakat satın alınmayacağından korkuyorum. Telekom endüstrisinin başı dertte ve destek arayışındayız. Bir vizyona ihtiyacımız var. Fikri olan var mı?
Bob Lucky yazısını böyle bitiriyor.Bizimle gelişmiş ülkelerin telekom vizyon arayışları, örneğin araştırma geliştirme yönelimleri, arasında –sorunlarımızdan dolayı– farklılıklar bulunuyor. Fakat bizim de telekom konusunda bir vizyonumuz var mı? Hangi teknolojileri, neden ve nasıl gerçekleştireceğiz? Yoksa buna gerek yok ‘parasını verir alırız’ düşüncesi geçerli mi? Özelleştirme ve serbestleşme konularında ‘neden’ sorusuna geçerli yanıtlar arınıyor mu? Yoksa, ileri ülkelerde olan herşey doğrudur, biz de yapmalıyız düşüncesi geçerli mi? Aklıma gelen bazı sorular bunlar. Evet bizim de, bu sorulara rasyonel cevaplar bulacağımız bir ‘telekom vizyonuna’ ihtiyacımız olmalı.