Türkiye çok dinamik gibi görünen bir ülke. Olayları hep son karelerinden gördüğümüzden, süreçlerin geçmişlerini bilmediğimizden, hep herşey bir anda oldu bitti gibi gibi görünür. Olaydan sonra da, iş hamasete döküldüğü için asla süreç ve süreçteki hatalar değerlendirilmez. Hergün terör ile iç içe yaşayan bir ülkede, “polis” gibi saldırıya açık unsurların hedef olmamak için, asla 10 kişiden büyük gruplar halinde bir araya gelmemesi kural haline getirilip ezberletilmesi gerekirken, siz alır 300 tanesini bir araya toplarsınız ve hedef haline getirirsiniz. Sonra olan olur. Tam dersiniz ki, bu sefer önlem alması gereken sorumlular hesap verecek, ama ortalığı bir hamaset kaplar ve herşey arada unutulur gider. Bunu uyaran, yazan, bağıran hatta tepinen gazetecilerde ya “falcı” veya “zaten ajandı, biliyordu” muamelesi görür.
Neyse! Dönelim kendi konumuza, tam 15 yıldır Türk Telekom, İşletmeciler ve BTK arasında kurulu bir tiyatro sahnesi var. Bu sahnede oynanan oyunda son zamanlarda önemli değişiklikler var. Bu değişiklikler Türk Telekom’un diğer işletmecilerin DSL şebekesinden gelen genişband trafiklerini taşımak ve bunların Internet çıkışı ile ilgili. Tiyatronun bu perdesinin adı “kampanya”.
Türk Telekom’un satışından sonraki bütün konsantrasyonunun kısa vadede emilebilecek bütün değerin sonuna kadar emilmesi olduğunu artık yukarıda da söylediğimiz gibi “son karede” ödenmeyen kredi taksitlerinden ve Türk Telekom’un 30 Milyar TL civarına yaklaştığını sandığımız finansal borç tutarından (her ne kadar UFRS’nin arkasına sığınıp vendor (üretici) borçlarını finansal borç göstermedikleri için bu rakamı kabul etmeyeceklerdir) görmekteyiz.
Elbette bu “değeri büyütmekten çok emme” yaklaşımının bu şirkete uzun vadeli stratejiyi unutturacağını ve “Stratejik Derinlik”ten yoksun bırakacağı da çok açık. İşte bu tiyatronun “masanın üzerinde hala para varken…” diye söze başlayan mimarları artık aslında şirket için önemli bir kayıba sahne olan son perdeye geldiler.
“Masanın üzerinde para varken alalım” zihniyeti elbette bu işi tek başına yapmadı. Çeşitli hizmetleri verirken dünya trendlerine uygun kapasiteleri yine dünya ile paralel fiyatlara satmak yerine 5 yıldır, 8 yıldır süren kampanyalar icat edildi.
Yani dünyada örneğin 100 Mbit erişim hizmeti 100 liraya satılırken bu arkadaşlar 5 Mbiti 120 liraya satmanın daha zekice! olduğunu keşfettiler. Ama karşılarında dünyada bu sektörün maliyetlerini nispeten bilen diğer işletmeciler sorun çıkarıyordu. İşte bu noktada deha yine devreye girdi ve işletmecilere yönelik kampanya fikri ortaya çıktı. İşletmecilere dediler ki,
“Sen 5 Mbit’i toptan 100 liraya alıyorsun. Bana 24 ay almaya devam edeceğini taahhüt et sana 60 liradan verelim. Alın size bir kampanya. Adı da olsun sadakat kampanyası. Bir de kalkıp şebeke mebeke kurma. Ben sana DSL abonelerinden topladığım trafiği yarı fiyatına Internet’e çıkarayım. Al sana SSG Internet kampanyası”
Garibim işletmeciler de zaten bilançolarla boğuşuyorlar, zaten yönetim kurullarında karlılık açısından paspas olmuşlar, zaten güzide holdinglerimizde bu sektörü karsız görüp yatırımlarını geri çekmişler, zaten BTK’da arkadan sürekli “he de, he de” diye üflüyor “bu memlekette daha iyisi zaten olmaz” diyerek bu kampanyaların üzerine atladılar.
Kampanya tutmuştu. Hemen ardından bir sürü kampanya daha geldi, Datacenter 1+1, port transmisyon indirim kampanyası vs. Ama zaman da akıp gidiyordu. 24 ay hemen geçti bitti. Şimdi ne olacaktı? Elbette kampanya yenilenecekti. Böylecek yıllar yıllar boyu kampanya yenilene yenilene hayat sürdü gitti. BTK’da bir gün olsun dönüp
“Ya arkadaş, böyle 10 yıl süren kampanya mı olurmuş. Siz tarifeyi değiştirmişsiniz buna kampanya diye bize yutturuyorsunuz”
demedi. Arada işletmecilere kampanyalar azıcık geç onaylanarak gözdağı verildi:
“Bak kampanya olmazsa zarar yazarsın”.
Herkes sus pus, kampanyalara sarılarak hayat sürdü gitti.
Sonrasında ister TT ile devletin ilişkisi güze girdi deyin, ister devlet kontrolü ele aldığı GSM işletmecisinin altyapı sahibi olmasını istedi deyin, ister bu GSM işletmecisi 2. altyapıyı kurmak için devleti ikna etti deyin, ortaya bir alternatif şebeke çıktı. 2014 yılında da bu şebeke genişleyerek TT’nin genişband trafiği teslim ettiği 33 noktaya erişir oldu.2016’dan itibaren de bu noktalardan trafik taşımak için diğerlerine teklif vermeye başladı. Zaten TT 100 Mbit’i 80 TL’ye toptan satması gerekirken 5 Mbiti 100 liraya satıyordu. Bu müşterileri almak zor değildi. 3 ay gibi bir sürede Türk Telekom toptan olarak sattığı bunca kapasiteyi bir anda kaybetti.
Tiyatroda oyun bitti mi? Hayır. Şimdi yeni bir sahne başlayacak. Hatta başladı bile.
Hatırlayacaksınız, TT’nin ileri stratejisi “masanın üzerinde para varsa önce onu al” şeklindeydi. Bir koyundan 2-3 post çıkarmak güzel oluyordu.Yıllardır bu işletmecilere dünya fiyatının çok çok üzerinde fiyatlarla hem kapasite satılıyor hem de fiyatların düşmesi engellenerek batıya oranla oldukça pahalı internet pazarlanıyordu. Diğer işletmecilerin trafiği çantaya konuyor, bu trafikle Avrupa’larda tier-1 operatörcülük oynanıyordu. İşte bu noktada hem memleketi 8 Mbit (‘e kadar) DSL’e mahkum eden zihniyet altından halı çekilince olanca hızıyla yere yapıştı. Hem taşıma gelirlerini kaybetmiş, hem de trafikteki üstünlükerini kaybetmişlerdi.
Hele trafik üstünlüğü bu Internet dünyasında başka birşeydi. Trafiğin çoğu sende olunca bonus üstüne bonus geliyordu: Önce sana hızlı ulaşsınlar diye Türkiye’deki içerik sahiplerine pahalı internet satabiliyordun, sonra senin müşterilerin internet sattığın adamlara saldırmasınlar diye üstüne güvenlik, DDoS vs satıyordun, e zaten bir de diğer müşterilerin internete çıksın diye para alıyorsun, üstüne bir de kendi datacenter’ındakiler kendi müşterine ulaşsın diye para alıyorsun. Kaymaklı katmer.
İşte bu kaymaklı katmer Afrika’da bile onlarcası kurulan Internet Değişim Noktalarının kurulmamasına veya kurulanların yaşatılmamasına sebep oluyordu. Oysa IDN/IXP’ler gün geçtikçe siber savaşta, ülke güvenliğinde kritik anlam taşımaktaydı. İşte burada diğer işletmeciden 2. hamle geldi. Eylül başı gibi bu işletmeci Türk Telekom’dan parayla almaması gerekirken almak zorunda kaldığı Internet bağlantılarını kapatmak için başvuruda bulundu.
Son sahneye gelmiştik. El bombasının pimi çekilmişti. Eğer diğer operatörün Türk Telekom’dan aldığı hatlar iptal edilirse ülkenin 2 büyük operatörü arasındaki trafik tamamen Almanya, Macaristan, Avusturya gibi ülkelerden akacaktı. Artık büyüklerimiz bunun nasıl bir güvenlik riski oluşturduğunu biliyorlardı. Hele hele iyice sağa kaymış Avusturya ve Merkel’in Almanya’sına bu trafiği yollamak korku filmi gibiydi.
Masa üstü paracılar hemen bunun arkasına sığınıp Bakanlığa gittiler. Düzenin devam etmesini istiyorlardı. Henüz bakanlık onların trafik avantajını kaybettiklerinin farkına varmamışken az bir tavizle hem parayı, hem masayı kaptırmamaları gerekiyordu. Cin gibi çocuklar hemen bir çözüm buldular:
“Efendim, riski oluşturan e-posta trafiği. Bize 38.000 TL versinler. biz de posta trafiğini yurtdışına gitmeden alıp-verelim. Bu iş de sessiz sedasız kapansın”.
Son durum bu. Malesef bakanlığımız şimdiye kadar şunları açık ve seçik söyleyemedi:
“Kardeşim, tek risk e-posta olur mu? Bütün Internet trafiği önemli sosyal ve ekonomik istihbari bilgi içerir. Üstelik siz %70’i web tabanlı IMAP protokolüne dönmüş e-posta trafiğinin kalanını ülke içinde tutunca riskin ortadan kalkacağını mı söylüyorsunuz?”
Internet Değişim Noktası diye birşey var. Savaş içindeki Namibya’da, Angola’da, Rwanda’da, Benin’de kurulmuş. Bu ülkeler trafiği önce kendi ülkelerinin içinde çevirmeyi düşünebilmişler, hatta Afrika ülkeleri arasındaki trafik Afrika dışına çıkmasın diye IXP’lerini birbirine bağlamaya çalışıyorlar. Siz kalkmış Email Exchange ile uğraşıyorsunuz.
Siz başka işletmecileri boyunduruk altına almak için Internet fiyatını yüksek tutuyorsunuz ama bu bana içeriği olmayan, sadece dışarıdaki içeriği tüketen bir ülke yarattı. Dünya’da 19. ekonomi iken içerik fakirliğinden Facebook’u en çok kullanan 4. ülke olmamızda sizin bu yaptıklarınızın sonucudur. Şimdi gidin karşılıklı trafiğinizi aktaracağınız bir IXP kurun.
Kurduğunuz bu IXP’nin tüm işletmecilerin daha yüksek hızlarda hizmet sunabileceği ve içeriğin gelişebileceği adil, eşit bir ortam yaratın. Bakın 5809 sayılı yasa tüm işletmecilerin eşit olduğunu söylüyor.
Muhtemelen bunlar söylenmedi. Yine muhtemelen
“siz şu arka odaya geçip anlaşın ama çok da ses etmeyin”
dendi. Belki anlaşma bile sağlandı.
Bundan sonra ne mi olacak? Artık ok yaydan çıktı. Çift yönlü, çift tarafa faydalı trafikten tek taraflı para alma dönemi bitti. Ama uzun vadeli bir strateji yoksunu sektörümüz yine masa üstündeki parayı alma uğruna lobicilikle işi çözmeye kalkışacak. Hatta şimdiden TT cenahında
“Madem artık trafiğin gücü bizde değil, o zaman etkin piyasa gücü tanımından da kurtulalım”
diye konuşmaya başladılar. Eğer bunu Kuruma ve Bakanlığa empoze ederlerse “dönülmez akşamın ufkuna doğru bir adım daha atacaklar. 2017’de diğer işletmeciler Türk Telekom abonelerinin kendi şebekelerine bağlanması için para isterler ve TT bu parayı ödemediği için trafik Rwanda üzerinden dönmeye başlarsa hiç şaşırmayın. Ha! Bir de 2023’teki 160 Milyar dolarlık sektör büyüklüğü hedefiyle dalga geçer gibi küçülmeye devam edecek. Tahminim 2016 genelinde , 2017’de optimistik bakışla %8. 2013-2017 döneminde de toplam dolar bazında %40.