Türkiye’de gerçek gündem nedir sorusunun cevabını ne gazetelerde ne de televizyonlarda bulabilirsiniz. Gerçek gündem sokaklarda.
Bir televizyon kanalında, “mikrofonumuzu sokaklara çeviriyoruz” anonsundan sonra yoldan geçenlere, “Saddam mı haklı, Bush mu?” sorusunu soruyorlar. Kamera ve mikrofona alışık olmayan insanlar, sorunun muhatabını küçük düşürecek kadar basit ve ikircikli soruya ustaca cevap veriyorlar: “Bence ikisi de haklı değil”. Türkiye’de “gündem” kavramının içini boşaltan medyaya karşı, gerçekle yüz yüze ve yalnız kalmanın ağırlığını taşıyan insanlar, bu tuzak soruyu savuşturuyorlar. Ancak bir kişinin sözleri dikkatimizi çekiyor: “Saddam haklı, hiç değilse ülkesinin, insanlarının onurunu savunuyor”.
Çok uzak değil. Bundan 80 yıl önce yaşlı Osmanlı İmparatorluğu’ndan, genç bir ülke çıkabileceği olasılığından uzak, bitkin, ezik ve yalnız bir halk vardı bu topraklarda. Bu insanların bir mucizeyi gerçekleştirebileceğine inananların ortaya koyduğu gerçek, onurunu kazanmanın açlığı yenmek ile eş değer olduğuydu. Yaşamak gerekiyordu, çünkü onuru kurtarmak için savaşılmalıydı. Bugün ekonomide kurtuluş savaşı isteyenler, Türk insanının onurlu mücadelesine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu biliyorlar. Ancak bir fark var; bugünkü mücadele bu savaşa katılmaya çağıranlar ile oluyor.
Diğer yandan Avrupa Birliği meselesi, işsizlikten bunalmış, geleceğini göremeyen, üretemeyen, kahve köşelerinden ve pazar artıklarından geçinen insanlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Avrupa Birliği’ne girildiğinde refah seviyesinin yükseleceğini “pompalayan” görüşün taraftar bulamadığı çeşitli araştırmalarda da görülüyor. Ancak bu konu, gündem yaratan ve bunu dayatanları hiç ilgilendirmiyor. Çok basit bir istatistik var; Türkiye’de kitap okuyanlar nüfusun binde 6’sını, bilgisayar sahipliği nüfusun yüzde 7’sini oluştururken, Avrupa’da sırasıyla yüzde 30 ve yüzde 37.7’sini oluşturuyor. İşsizlik, enflasyon, nüfus gibi kriterlerden söz etmeye bile gerek yok, herkes biliyor. Kopenhag kriterleri, Maastrich kriterleri diye insanca yaşamanın gerekliliklerini AB’ye girmek adına yapan her türlü zihniyeti reddeden Türk halkı, kendi gündeminin yağında kavruluyor. Onur mücadelesini, yaşama mücadelesini veriyor, yalnız olarak.
Çözüm önerileri en son, “siyasi istikrarsızlık” noktasında düğümleniyor. En küçük sorundan yola çıkarak konuyu makro boyutlara getiren her araştırmacı-yazar, siyasi iradenin yetersizliğine vurgu yapıyor. Elbette geçmiş zamanlarda, “dış faktörlerin etkisi” oldukça önemli bir etki yapıyordu ancak bu inandırıcılığını kaybetti. Siyasi iradenin son 20 yılda popülizmden anladığı, ülke kaynaklarını kendi çıkarları için halka sunmak olduğu halde, halk seçim dönemlerinde çektiği sıkıntıları unutuyor. Gerçekten unutuyor mu sorusunun cevabını seçimlerden sonra evet olarak göreceğimizden kendi adıma eminim. Elbette bunun tersi olacağını umarak. Ancak inanç ve gerçek her zaman örtüşmüyor.
Elbette onurlu mücadele, yaşama olan inançla mümkün olacaktır. İntiharların kaygı verdiği günümüzde yaşamanın anlamını vurgulamak önemlidir. Ancak bugün onurlu mücadele verdiğini söyleyenler, vurguncu, yalancı, halkın gündeminden uzak ve kanun tanımaz oldukları halde meydanlara insanları çekebiliyorlar. Halk aciz. Halk bitkin. Sosyal patlamayı bırakın, olmayacaktır. Çünkü yaşamaktan beklentisi kalmayanlar kendi varlıklarını sona erdiriyor. Ya da insanların kanları üzerinden politika yapanlar tarafından hayatlar sönecek.
Meydanlarda umut dağıtılmaya devam ediliyor. Bırakın Avrupa’yı, dünyada itibarı kalmayan hükümetleri seçmek için kuyruğa gireceğiz. Sorunlarımızı siyasi istikrarsızlık düzleminden çekip, hak ettiğimiz geleceği yakalamak için; kan üzerinde politika yapanları, birikimlerini yurt dışında yapanları, dokunulmazlık isteyenleri ve bunun gibi özellikleri olan siyasi iradeyi seçeceğiz. Bu topraklarda yaşayan insanların onurları hiç bu kadar zedelenmemişti.