Türkiye, su idi. Yaşamın var olduğu, fikirsel üretimden, kültürel doyuma kadar ucu bucağı olmayan bir kocaman doğa harikası göldü. Tarih boyunca bu su o kadar berrak ve o kadar fikri, sanatsal üretime şahit oldu ki, bu gölden tüm dünyaya pozitif enerji yayıldı.
Sonra mevsim değişti. Gölün üzeri birden buz tuttu. Şimdi hepimiz buzun altında çabalıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz…
Büyük Dörtlünün Siyasete Girişi ve Türevleri
Hikaye dört kişinin Türkiye siyasetine girişi ile başladı. Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan… Bu listenin ağırlığı ne bir kişi eksik ne bir kişi fazla… Hepsi bu… Bu dört isim koskoca bir Anadolu uygarlığının üzerini siyasetten ördükleri bir ağ ile kapatıp, zamanla Anadolu kültürüne hiç mi hiç uymayan bir soğukluk ile dondurdular. Bizler de maalesef bu buzun altında kaldık. Sonra Türkiye bir silkelenme yaşamaya çalışmasına rağmen, “değişimin” karşısındaki aktörler: Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz, solda da Erdal İnönü ve Deniz Baykal güneşimizi kapatıp buzun erimesini engelledi. Aslında biz de buzu kırmak için çok çabalamıyorduk.
Şimdi yeni oluşumların etkinlikleri olmasa da miktarlarının artışı ve bu buzu kırma çabasını, “Türkiye’nin genç uyanışı” olarak değerlendiriyorum. Fakat biz soğuk kralların şekil verdiği buzun diğer tarafını bilmiyoruz. Bu da buzun diğer tarafındaki siyasi oyunculara “rekabet gücü” tanıyor. Onlar içerisini görüyor ama bizler, onların iş dünyası, bürokrasi, siyaset ve medya gibi aktörlerle kurdukları müthiş takımı, oluşturdukları sinerjiyi, tutkularını iyi algılayamıyoruz.
Bizi Balık Yaptılar
Bizler suyun içerisinde çok uzun yıllar yaşadığımız için “balık” olduk. Kimi zaman aramızdan bazıları bu buzu kırmak için sıçradı, sıçradı, sıçradı….
Bu çabalar sonucu belki buz kırılmadı ama nefes alacağımız bir boşluk yaratabildik. Elbette karşı taraftaki donanımlı takım, bize karşı daha da silahlandı. Şimdi ise Ankara buzun üstünden mücadelemizi seyrediyor. Bazen bir bakıyorlar, üç kişi bir araya gelmiş hemen tokadı yapıştırıyorlar, onların takım ruhundan aldıkları tokat o kadar ağır oluyor ki o üç kişi anında “atomize” oluyor.
Diğer tarafta biz o kadar “balığız ki” işsiz kalmadıkça gölün dibinde yaşamaktan çok memnunuz. Elbette bunu sağlayanlar biraz da ortamı hazırlıyorlar. Örgütleşme kültürüne zamanında öyle bir darbe indirmişler ki, Türkiye’de futbol ve aşk dışında hiçbir bir duygu için iki kişi bir araya gelemiyor.
Entellektüel Geyikler
Soğuk o kadar soğuk ki, hiçbir duygumuzu muhafaza edemiyoruz. Soğuk algınlığından korkarken “şizofren” bir toplum olduk. Çoğuna benimde katıldığım Türkiye’nin muhtelif yerlerinde onlarca yeni oluşum çalışması var. Fakat maalesef, ki her zaman iş – çıkışı “politika oyunu” oynayan 3 – 5 kişi, üç dört buluşma sonrasında havlu atıyor. Diğerleri de “entelektüel geyiklerini” sürdürüyorlar. Buzun üstündekilerin de en eğlendiği konu bu, birbirlerine bakıp soruyorlar, “ne yapıyor bunlar?”
Oysa buzun üzerindeki mücadele kanlı… Siyasi savaşlar, takım içi mücadeleler, istifalar, “kral” değişimleri hepsi bizim hayal daha edemeyeceğimiz kadar kanlı gerçekleşiyor. “Ne için?” Sorusunun yanıtını ben versem de, anlamı bu haftanın düşünme konusu olsun: göz ardı ettiğimiz, “pozisyon rantı” akıl almaz bir pozisyon rantı… Elbette bu aktörlerin siyasetten muazzam çıkarları var fakat en azından bir parti üyesi ile akıl almaz bir “pozisyon rantı” elde edebiliyor.
Bu mücadele, full – time genel müdür olan part – time siyasi adayları harcayacak kadar zorlu bir mücadele, bu işe gireceksen antrenman yapacaksın, takımının eksiklerini görecek ve bu eksiklerini gidereceksin, Türk toplumunu iyi analiz edeceksin, sonra “savaş” yapacaksın. Politika savaşı…
Aynen arenalardaki gibi çıkacaksın, “Sezar’ların” karşısına, seyircilerin halk olacak…
Yüreğin varsa, eski siyasi anlayış ile, mücadeleye…
takımın varsa, Ankara’ya karşı, kazanmaya…
Eğer yüreğinde hala bir umut, bileğinde enerji varsa halk bu sefer destek olacak…
Su Uyur Düşman Uyumaz
Su uyur düşman uyumaz… Evet su uyuyor. Hem de yanlızca geceleri değil, gündüzleri de uyuyor. Oysa “düşman” uyumuyor. Takımın eksiklerini tamamlıyor. Bakın siz bu buzun ötesine geçemezseniz, Sezar’lar ilk seçimde buzun altından ne sağaçıklar, ne santraforlar transfer edecek.
Anadolu toprakları çok farklı gerçekten, müthiş bir sihir var Anadolu’da… Zaten Ankara takımının sahada en korktuğu yer de Anadolu… Anadolu için geliştirdikleri savunma ve kışkırtma mekanizmaları bile var. Yıllardır beynimize kazıdıkları: Anadolu bir mozaiktir. Çeşitli ya, çeşitlilik var ya… Ah ne güzel bir şey, “Turist gelir mi acaba?” Hikaye biz de yedik. Utanmayan “utanç takımı” bize mozaik diyor ki, siz bir araya gelemezsiniz mozaiksiniz yere düşerseniz paramparça, bin parça olursunuz diyorlar. Arkadaşlar Anadolu bir mozaik falan değil, yıllardır yaptıkları gibi bizi uyutuyorlar, Anadolu sihirli bir “ebru” yani sımsıkı bir birine sarılmış düştüğünde bin parça olmayan bir çok farklı “rengi” bir arada tutabilen aynı zamanda kaya gibi sert ve güçlü… İşte Ankara’nın kafasını yaracak kaya da bu kaya…
Bir ve Beraber Olmak Ruhu
Şimdi yapmamız gereken önce işlerimizden – hala varsa şanslıyız – zaman ayırarak sivil toplum örgütlerine, yeni siyasi oluşum toplantılarına, futbol seçmelerine v.s. gibi, ekip içerisinde hareket edebilme yeteneklerimizi tesis ederek “bir ve beraber olmak” gibi insani duyularımızı eğitmeliyiz.
Lafım gençlere, diğerleri zaten üzerlerine buz örülürken içlerindeki balığı keşfedercesine alık alık: “bu ne?” diye baktıkları için gençler olarak omuzlarımızda daha ağır bir yük var.
…
Sonuçta ben bu konuda kendimi “sorumlu” hissediyorum. Buzun içerisinde bir hayat geçirmek hiç de bize göre değil. Yaşadığımız topraklardan aldığımız doyumla, “güneşin” tekrar Türkiye’nin üzerinde parlayacağı yarınları görmek amacıyla buzu kırmak niyetindeyim.
Biliyorum ki çok kısa süre içinde benim gibi düşünenlerle, merkezinde ya da hiçbir ayrıcalıklı yerinde olmak istemediğim sadece işe yarar bir parçası olmak istediğim bir takımın “proje” odaklı üyesi olabileceğim.
Biliyorum ki, Türk siyasetinde hala devam etse de Dünyada soğuk savaşın son bulduğunu gören ve ülke nüfusunun yarınına şekil verecek olan gençler, hiç de “balık” olmak niyetinde değil.