Belki bir süredir siz de bunu biliyor ya da hissediyorsunuz ama dünya artık yüksek sesle başlıktaki soruyu irdeliyor.
22-23 şubatta, İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen “Akademik Bilişim 2024” kapsamında Yavuz Günalay yönetiminde, hukukçu Ceren Ünal ve ekonomist Emin Köksal ile birlikte, Google-Amazon-Facebook gibi platformların durumunu (özellikle tekelini) analiz edip, Avrupa ve Türkiye’deki gelişmeleri konuştuk. Bu konular maalesef ülkemizde fazla tartışılmayan konular. Konferansı düzenleyen InetD Başkanı Serra Çelik‘e teşekkürler. Önemli bir konuyu gündeme taşımaya vesile oldu. Bu panelde yaptığımız konuşmadan bazı notları başka bir yazımda aktarıyor olacağız.
Bu yazıda ise dünyadaki izlenimlerden notlar vereceğiz. İlk olarak da Google tarafına bakalım, sonra internet konusunda neler konuşuluyor anlatalım.
Evet.. ne diyorduk.. Google artık iyice tavsadı.
Aslında bu dünya yüzeyinde pek çok kullanıcının hissettiği bir durum. Nedeni de, “hormonlu çilekler, hormonlu domatesler” ile aynı. Yani internet doğal halinden giderek uzaklaştı ve hormonlu hale geldi.
Hormon dediğiz “reklam” ve “SEO” endüstrisinin Google ve diğer mecralara yapmakta olduğu kötü etkiler.
Google’un müthiş algoritması tersine döndü ve günümüzde insanlara kendi istedikleri yerine, birisinin göstermek istediklerini sunuyor.
Bu nasıl oldu, bakalım…
Page Rank Neydi, Hatırlayalım..
Google’un ilk çıkışında (yani 2000’lerin başında) amaç neydi? Stanford Üniversitesinin 2 doktora öğrencisi olan Larry Page ve Sergey Brin, internetin ilk günlerinde önümüze en güncel, en ilgili, en güvenilir içeriği getirmeyi hedefleyerek işe başlamışlar ve “Page Rank” denilen algoritmayı yaratmışlardı.
O zamanlar arama motorları (mesela Altavista) kaydedilen URL’ler ile indeksler hazırlıyorlardı. Brin ve Page yenilikçi bir şey yaptı. Crawler denilen bir sistemle bir yandan interneti tararken, diğer yandan taradığı içerikleri değerlendirecek bir algoritma oluşturdu; Page Rank yani “Sayfa Sıralama” Mantığı.
Bu algoritmanın o günlerde 12 kadar kriteri vardı. Vardı diyoruz ama kendileri dışında bu algoritmayı bilen yoktu. 2001’de patenti alınan “Page Rank”i, süresinin dolduğu 2019 yılına kadar, milyonlarca SEO’cu ters mühendislikle inceledi, test etti, anladıkları kriterler ile kendi SEO uygulamalarını düzenledi. Çünkü “öne geçme” yarışı vardı ve hala var. Dünya yüzeyindeki muhtemelen sayıları bir kaç milyon olan SEO’cular Page Rank’in bileşenlerini çeşitli metinleri kullanarak denediler ve bazı bileşenler tespit olabildi. 12 kriteri bilmemizin nedeni buydu. Ama tamamı biliniyor mu, ya da algoritmanın kabulleri nelerdir, tam biliniyor denemez.
Google’ın algoritmaları, sayfaların güvenilirliğini ve otoriteyle ilişkili sinyalleri tanımlar. Bu sinyallerden en iyi bilineni, otoriteyi anlamak için web üzerindeki bağlantıları kullanan PageRank’tır.
PageRank değişse de Google’ın hala bunu kullandığı, hatta kullanmaktan kurtulamadığı biliniyor. Bir zamanlar algoritmasında bağlantı kullanmamayı denedi ama olmadığını gördü. Aşağıda buna ait notları var :
Geri bağlantı alaka düzeyini kapatma fikri üzerinde biraz oynadık ve en azından şimdilik geri bağlantı alaka düzeyi, en iyi, en alakalı, en güncel arama sonuçları kümesini oluşturduğumuzdan emin olmak açısından hâlâ gerçekten yardımcı oluyor.
Devam etmeden önce şu SEO’ya da yakından bakalım;
(Not : yapay zekadan korkunun temel nedenlerinden birisi de bu anlattıklarımıza çok benziyor yani kötüye yönelik manipülasyon)
60+ Milyar $’lık Yeni Doğmuş Bir Endüstri : SEO
Google’un “Page Rank” algoritması, ortaya çıktığı ilk yıllardan itibaren “SEO” –Türkçe söylersek, “Arama Motoru Optimizasyonu”– endüstrisini yarattı. Müşterisini Google aramalarda en yukarıda ya da en azından ilk sayfada gösterme yarışı. 2022 rakamlarına bakarsak bu dünya çapında 68,1 milyar $’lık bir endüstri. Başka raporlar bunu 80+ milyar $ olarak da veriyor.
Google’un en ilgili, en güncel, en güvenilir sayfayı sıralamada en yukarıda gösterme derdi, SEO ve Reklam tarafında en yukarıda ya da en azından ilk sayfada gözükme yarışını tetikledi. Bu nedenle Google Page Rank’inin algoritmasını yıllar içinde defalarca değiştirdi, düzenledi.
Google’un 2001’den 2019’a kadar Page Rank algoritmasını kaç kere değiştirdiği bilinmiyor. Bu konudaki yorumları yine SEO endüstrisi yapıyor. Belirledikleri kriterlerle müşterilerine sağladıkları sıralamanın geriye düşmesi ile algoritmanın değişmiş olduğunu anlıyorlar. Zaman zaman biz de bu kriterlerden bazılarını yayınladık. Mesela 2006’dan kalma bu yazıdaki kriterlere bakabilirsiniz. Böylece Page Rank’in nelere dikkat etmiş olduğunu da yakından görebilirsiniz.
2013’e geldiğimizde kriter sayısının 200’e çıktığı raporlanıyordu. Çünkü Google kriterleri değiştirdikçe, SEO’cular da kendi uygulamalarını değiştirdi. Bu adeta bir fare-kedi kovalamacası gibiydi. Ancak SEO’cuların yanlış değerlendirme yaptığı örnekler de oldu. Ülkemizden Hürriyet, Milliyet gazetelerinden bir örnek verelim. 2014’de Google kendilerini daha yukarıya çıkarmak için SEO kullanan büyük gazetelerimizi blokladı. Nedenini burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
Merak edenler, şurada da Google’un algoritma değişikliklerinin tarihçesini bulabilirler.
Ya Sahte Tıklamalar?
SEO’nun içindeki bir bileşen olmakla birlikte, ayrıca reklam sektörünü etkilemesi nedeniyle “Tıklama” olayına da yakından bakalım; çünkü Google aramalarını bozan bir faktör de bu sahte tıklamalar. Buna dair bir örnek 2022 ağustosundan gelsin; Google tıklama çiftliklerini geri itmeye yönelik bir çalışma yayınlamış.
Tıklamayı bildiğinizi düşünüyorum ama yine de kısaca anlatalım; Tıklama 2 alanı etkiliyor. Birisi Page Rank’in bir kriteri o sayfanın okunurluk sayısı. Ama yanısıra reklam ajanslarından alınan reklamla da ilgili. Bir sitenin (gazetenin ya da diğer içeriğin) okunurluğu (başka deyişle tıklanması) onun alacağı reklamı etkileyen bir veri.
Reklamveren ya da reklam ajansı, doğal olarak vereceği reklamın en çok okunan sitelerde olmasını arzu ediyor. Bu nedenle bu verileri sağlayan (Google Analytics ya da ülkemizde IAB Gemius gibi) uygulamalar var. Ancak bunlar da yukarıdaki haberde gördüğünüz “tıklama çiftlikleri” ile aldatılıyor. üstelik bugün değil, 20+ yıldır durum böyle.
Üstelik bunu sadece büyük ve parası bol haber siteleri yapmıyor. Aynısını platformlar da yapıyor. ABD’de reklam ajanslarının, Facebook’un reklamlarının gösterim sayısını % 900’e varan oranda şişirdiğine dair iddialarını şirket anlaşma yapıp, para ödeyerek kapattı. Anlayacağınız reklamcılık endüstrisi bir yalandan ibaret. Birileri botlarla ya da başka yollarla şişiriyor, diğeri de biliyor ama yine de ortada aktarılması gereken bir para olduğu için bile bile lades diyor. Olan ise, gerçekten kıymetli olan içeriğe oluyor.
Gerçi tıklama yıllar içinde perakendeye de dönüştü. Yani YouTube, Instagram, Facebook ya da Twitter hesabınız için perakende tıklama satın almanız mümkün. Çin’de, ABD’de, Rusya’da, Singapur’da ya da Türkiye’de mevcut olan bu tıklama çiftlikleri şöyle çalışıyor; 100 Takipçi 1000 TL (rakamlar tamamen uydurma), 100 beğeni 2000 TL, 100 yorum 3000 TL gibi fiyatlar anons eden siteler var. Bunlar arka planda internet üzerinde bekleyen bazı insanları çalıştırıyorlar. Siz 100 takipçi aldığınızda, site bu takipçilere emir veriyor; takipçi olun, beğenin ya da yorum yazın şeklinde. Bunun karşılığında ise, müşteriden aldığı diyelim ki 300 TL’yı bu kişilere (yani adam başı 3 TL) veriyor. Bu bir cins “win-win” oluyor. Kaybeden tabii ki, iyi-kaliteli içerik almak isteyen okuyucu oluyor. Çünkü bu sahte (hormonlu) içerikler yüzünden, kaliteli içerikler geriye düşüyor.
Burayı tıklayarak çok sayıda sahte tıklama haberine ulaşabilirsiniz. Biz yine de 1-2 ilginç haberi hatırlatalım; mesela ülkemizde daha önce tespit edilmiş, Müzik alanındaki sahte tıklamaları buradan okuyabilirsiniz.
Daha ilginç haber ise, “Atatürk” gibi beğeni alması çok yüksek olasılık olan içeriklerle abone toplayıp, sonra bu çok aboneli hesapları satanlarla ilgiliydi. Bu haberi ve nasıl yapıldığını hatırlamak isterseniz; “Facebook’ta Atatürk’ü Beğendim Zannederken Aslında YeniŞafak’ı Beğenmiş Olabilirsiniz” haberini tıklayın.
Bütün bu anlattıklarımızın sonucunda ne olduğunu mu soruyorsunuz?
Bu yazıyı yazmamızın asıl nedeni de bu.
Google Aramaya Ne Oldu?
Alman araştırmacılar tarafından yayınlanan ve bir yıl süren yeni bir araştırmaya göre, Google aramaları artık spam SEO’nun hakimiyeti altında ve kedi-fare savaşını kaybetmiş durumda.
Leipzig Üniversitesi, Bauhaus Üniversitesi Weimar ve Ölçeklenebilir Veri Analitiği ve Yapay Zeka Merkezi’nden araştırmacılar, “Google Kötüleşiyor mu?” sorusunu yanıtlamak için yola çıktılar. Bir yıl boyunca 7.392 ürün inceleme terimi için Google, Bing ve DuckDuckGo’da arama sonuçlarını incelediler. Sonuçta; daha yüksek sıradaki sayfaların ortalama olarak SEO’cular tarafından daha fazla optimize edildiği, bağlı kuruluş pazarlamasıyla (affiliate marketing) daha fazla para kazanıldığını ve bu metinlerin kalitesinin daha düşük olduğunu buldular.
turk-internet.com’a gün geçmesin ki en az 1 bazen 5-6 tane “misafir yazar kabul ediyor musunuz?” diyen ve karşılığında ücret teklif eden mail gelmesin. Dünyanın her ülkesinden, her çeşit ikna ifadeleri olan maillerde, 100-120 $ karşılığı ücret ödeyerek, yazının içinden link sağlamaya çalışıyorlar. Dünyadaki binlerce siteye giden mailler bunlar. Güvenilir bir sitenin garantörlüğünü sağlamaya çalışıyorlar.
Google ise SEO’cularla bu spam siteler konusunda sürekli savaş halinde. Araştırma, spam sitelerin düzenli olarak sistemle oynamanın yollarını bulduğunu, Google sıralamasında en üst sıraya yükseldiğini ve ardından aşağılara düştüğünü tespit etmiş.
“SEO sürekli bir savaştır ve arama motorları ve SEO mühendisleri sırayla parametrelerini ayarlarken, sonuçlara giren ve çıkan inceleme spam’lerinin tekrarlanan kalıplarını görüyoruz”
Araştırmacılar, Google, Bing ve DuckDuckGo’nun düzenli olarak algoritmalarını değiştirdiğini ve doğrudan spam olan içeriği kaldırdığını, ancak genel olarak bunun yalnızca “geçici bir olumlu etkiye” yol açtığını belirtiyorlar. Araştırmacılar, Google, Bing ve DuckDuckGo’nun hepsinde aynı sorunlar olduğu ama ölçümlerine göre genellikle Google’un, Bing ve DuckDuckGo’dan daha iyi performans gösterdiğini belirtiyorlar.
Önemli bir not şu; bu sıralama savaşının yapay zeka tarafından üretilen spam’ın ortaya çıkmasıyla muhtemelen çok daha kötüleşeceği ve arama motorlarının gelecekteki faydalarını gerçekten tehdit edeceği konusunda uyarı var.
“İyi huylu içerik ile içerik ve bağlantı çiftlikleri biçimindeki spam arasındaki çizgi” giderek bulanıklaşıyor. Üretken yapay zekanın ardından bu durum kesinlikle daha da kötüleşecek. Düşük kaliteli, seri üretilen ticari içerik biçimindeki dinamik rakip spam’in daha fazla ilgiyi gördüğü sonucuna vardık.”
Günümüzde SEO endüstrisi, içerik türlerini daha iyi optimize etmek için üretken yapay zekayı kullanan veya kullanmayı düşünen şirketlere dönüşüyor. Zaten Bing ve Google artık yapay zeka tarafından oluşturulan arama sonuçlarını kendileri kullanıma sunuyor. Tüm bunların olası sonucu, robotların diğer robotları memnun etmek için çok sayıda makale yazmaya devam etmesi ve aramanın halihazırda olduğundan daha az kullanışlı hale gelmesi olacaktır.
Araştırmacılar şöyle not ediyor :
“Giderek artan sayıda sosyal medya kullanıcısı, arama motorlarının bilgi ihtiyaçlarını karşılayan gerçek ve yararlı içerik bulma konusunda giderek daha az yetenekli hale geldiği yönündeki gözlemlerini paylaşıyor. Özellikle ürün aramaya yönelik düşük kaliteli içerik torrenti, arama sonuçlarında her türlü yararlı bilgiyi boğmaya devam ediyor.”
Ticari arama motorlarının sonuç sayfalarındaki yüksek dereceli ürün incelemelerinin çoğunluğunun bağlı kuruluş pazarlaması kullandığını ve önemli bir kısmının doğrudan SEO ürün inceleme spam’ı olduğunu gördük. Ayrıca arama motoru sıralamaları ile bağlı kuruluş pazarlaması arasında güçlü korelasyonların yanı sıra basitleştirilmiş, tekrarlanan ve potansiyel olarak yapay zeka tarafından oluşturulan içeriğe yönelik bir eğilim de görüyoruz.”
Özet olarak; arama motorları, artık bizim asıl bulmamız gerekeni vermekten iyice uzaklaşmış durumda. SEO’cuların savaşı kazandığını görüyoruz.
Millenial’lar (Y Nesli) İnternet Uzaklaşıyor mu?
Benzer bir anlatı da New York Times’da aralık sonunda yayınlanan bir makaleden geliyor. O da Google Arama’dan şikayet ediyor ve aradığını bulamadığını söylüyor ama daha ileri gidiyor. Tüm internetin anlamsızlaştığını iddia ediyor.
Makalenin yazarı bir millenial. Eskiden sabahları internette dolaşmayı severken, şimdilerde X, Instagram, Reddit gibi ABD’nin önemli sitelerinin nasıl anlamsız hale geldiğini anlatıyor. Reddit’teki (haziran 2023) isyanını, Amazon’un giderek kötüleştiğini, Google Arama’nın aşırı para kazandırılmış bir trajedi olduğunu belirttikten sonra The New Yorker’ın makalesine işaret ediyor; “Internet Artık Eğlenceli Değil” ve ekliyor ; “bir çok insan, internetin gözümüzün önünde ölüyormuş gibi olduğunu hissediyor”.
Devamında interneti yaratan neslin Millenial’lar olduğunu ve Z neslinden umutsuz olduğunu belirtirken, Y nesli için “Yaşlanıyoruz ve internet de bizimle yaşlanıyor” diye ekliyor ve örnek olarak, artık yeni bir sosyal ağa üye olmanın heyecana neden olmadığını gösteriyor.
Gerçi İnterneti Y değil, X nesli yarattı ama yazarın haklı olduğu konu; bugüne kadar interneti Y neslinin yönettiğini görüyoruz. Zuckerberg’inden, Brin ve Page’ine, Musk’ına kadar hemen herkes Y nesli. Buna karşın, tüketici araştırma şirketi GWI’ye göre Y kuşağının ekran başında kalma süresi yıllardır istikrarlı bir düşüş gösteriyor. 30-49 yaş grubundakilerin yalnızca yüzde 42’si “neredeyse sürekli” çevrimiçi olduklarını söylerken, 18-29 yaş grubunda bu oran yüzde 49.
İlaveten 18 ila 29 yaş arasındakilerin ChatGPT’yi kullanma olasılıkları 30 ila 49 yaş arasındakilere göre daha yüksek – “bunun nedeni olarak; “belki de artık bize ev ödevi verilmemesidir” deniliyor.
Yazar, katılım odaklı platformların sadece influencer’ları, suiistimalleri ve yanlış bilgileri beslediğini belirtirken, son birkaç yılda web’de en çok değişen şeyin yapısal dinamiklerin değil, kültürün olduğunu ve büyük ölçüde reklama dayalı iş modelinin, dibe doğru yarışı başlattığını ve zorunlu kıldığını ve internetin çöpe atıldığını iddia ediyor.
Bu yazıdaki konuların (özellikle New York Times makalesinin), ülkemizde de tartışıldığını görmek isterdim. Ülkemizin kısır gündemi içinde, bu tür konular maalesef yeterince yer bulamıyor. Yazıyı buraya kadar okudunuzsa ve fikirleriniz varsa lütfen bana yazın.