Eskiden, ABD ile İngiltere ekonomilerini karşılaştırmak için şu benzetme yapılırdı: “ABD nezle olursa İngiliz ekonomisi grip olur”. Bu, iki ekonomi arasındaki çok sıkı ilişkiyi ve işbirliğini gösteren bir saptamaydı.
Bu benzetme, artık sadece İngiltere için değil, tüm dünya için geçerli. Çünkü küreselleşme, ekonomilerin tek başlarına, herkesten bağımsız bir şekilde ayakta durmalarına artık izin vermiyor. Anında iletişim, Hong Kong borsası ile Portekiz’li yatırımcıyı saat farkına aldırmadan ekran başında buluşturuyor. ABD’de açıklanan ekonomik göstergeler, Sydney borsasını anında dalgalandırıyor. Bilişim teknolojisiyle ekonomiler birbirine bağlı… Bütün bu teknolojinin ortasında, görmezden gelemeyeceğimiz öğe hangisi? İnsanın temel içgüdülerini, bütün teknik ilerlemeye rağmen hala yöneten psikoloji… Duygular, düşünceler, sezgiler, beklentiler, korkular, coşkular, kendine ve sisteme güven ve güvensizlik…
Geçen yıl yaşadığımız ve bu yıla taşınan ekonomik krizde de bu öğenin de payı vardı. İnsanlar sisteme güvenlerini kaybedince krizin derinleştiğini gördük; sisteme güven duyulur gibi olduğunda ise krizin etkisi hafiflemeye başladı.
2001’de yaşadığımız yoğun kötümserliğin yerini iyimserlik nasıl alıyor? Çünkü, belki de 50 yıldır ilk kez, Türkiye’nin dünyada bulunduğu noktayı ve ilerlemek istediği yönü, şimdiye kadar olmadığı kadar ciddi bir biçimde inceliyoruz. Türkiye, bir “idrak süreci” yaşadı, yaşıyor…
Bu idrak aşamasına, bilişim sektörünün 2001’de en az % 40 küçülmesinden sonra geldik. Ekonomi % 8 küçüldü. Böyle bir küçülmeyi Türkiye, İkinci Dünya Savaşı koşullarında bile yaşamamıştı. İşsizlik 1.5 milyon arttı. Üstelik, işsizlerin büyük çoğunluğu vasıflı elemanlardı. Kriz, kendisini en çok banka, finans ve bilişim sektöründe, yani orta sınıfta hissettirdi. Ekonomik krizin yanı sıra 11 Eylül Olayı’nın yarattığı şoku ve sonuçlarını üzerimizden atabilmiş değiliz. Arjantin Krizi’nin etkilerini tartışıyoruz. Geçen yılki kaybımızla 1997 düzeyine geri kaydık. Türkiye, 4 yıllık bir bedel ödedi. Dünyanın bu denli hızlandığı bir dönemde 4 yıl, gerçekten büyük bir geri adım…
Yine de bunca badireden sonra, iyimser olmak için somut nedenlerimiz var:
Kısacası 2001, hem Avrupa Birliği rotasının hem de Kemal Derviş çizgisinin devreye girmesiyle, uzun dönemlerdir yaşanmayan ve alışılmamış derecede köklü önlemlerin alındığı bir yıl oldu. İyimserliği de zaten bu yarattı. Uygulamalar henüz devreye girmediği için sonuçlarını 2002’de ne kadar alabileceğimizi kestiremiyoruz.
Ancak, sadece bilişim sektörü açısından konuşacak olursak, iyimserlikten kaynaklanan temel beklentilerimiz var: Devletin bilişimle ilgili olarak devreye sokacağı her orta ve büyük boyutlu “yeniden yapılanma projesi”nin, bilişim teknolojisi ve Internet sektörünü hareketlendirmesini bekliyoruz. Toplumsal ihtiyaçları göz önünde tutarak gösterilecek siyasi kararlılık, etkin sosyal politikalar, verilecek teşvikler ve sağlanacak finansman, hukuksal düzenlemeler ve bütün bunların izlenerek sonuçlandırılması, yaşamsal önem taşıyor.
Bu noktada devlete büyük bir görev düşüyor: Türkiye’nin, e-Türkiye’ye dönüştürülmesi için altyapı yatırımlarını vakit geçirmeden ve ehil biçimde gerçekleştirmek. İşte bu nedenle, “devletin veya kamunun devreye sokacağı her orta ve büyük boyutlu yeniden yapılandırma projesi, bilişim sektörünü hareketlendirecektir” diyoruz. Bunu umuyor ve bekliyoruz.
Yalnız, şunu unutmamak şart: Yüklü iç ve dış borçlar, bütçe açıkları, Türkiye’yi uzun ve ince bir yola itti. Yeniden yapılanmayı yıkılmadan yapmak için bıçak sırtında yaşayacağımız bir kaç yılımız var. Kısa bir dönem için dahi olsa hesapsız bir davranış, “eskiye” dönüşü ima eden popülist bir girişim, Türkiye’yi yeniden felaketin kıyısına iter.
2002 yılının, bilişim sektörü için yepyeni bir Türkiye’nin ilk yılı olmasını, temenniden öte bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.