Günümüzde dünyamız hızla değişmekte ve sorunlar da artarak büyümektedir. Son yıllarda küreselleşme, teknolojilerdeki ilerlemeler, ekonomik ve toplumsal değişmeler ahlak ve etik kavramlarını sürekli gündeme getirmektedir. Ben bu sorunların çözülmesinde etiğin önemli bir araç olduğuna inanmaktayım.
Son zamanlarda iş etiği, bilişim etiği, medya etiği, tıp etiği deyimlerini sıkça duymaktayız. O nedenle bugün felsefenin alt dallarına girmeden sizlere genel olarak etik kavramından, dolaylı olarak etik değerlerden, özellikle kaybolmaması ve gelişmesi gereken değerlerden kısaca bahsetmek istiyorum.
Kısaca Etik ahlak felsefesidir. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğüne göre ahlak
“bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçim ve kuralları” ile “iyi nitelikler, güzel huylar”
olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, etik ya da ahlak felsefesi, insana ilişkin ahlaki sorunlarda doğrulanabilir – yanlışlanabilir bilgiler ortaya koymayı hedefleyen ve “Nasıl yaşamamız gerekir?” sorusuna yanıt arayan bir felsefe disiplinidir.
Bir çok felsefecinin, filozofun ortaya koyduğu, savunucusu olduğu etik kuramlar vardır. Örneğin Deontoloji.
Deontoloji kuramı, Immanuel Kant ile anılır. Deon “görev ve sorumluluk” anlamına gelir. Kant’a göre ahlaki davranış, her koşul ve durumda ortaya konması gereken davranıştır.
Deontolojik yaklaşımın insan ve insana saygı odaklı hareket noktası, “haklar doktrini’nin” oluşmasını sağlamıştır. Bu yaklaşım hukuk devleti ve liberal doktrinin toplumsal sistemlerde egemenleşmesi ile hayat bulup, daha sonra da İnsan Hakları Bildirgesi ile somutlaşmıştır.
Başka bir kuram ise Erdem etiğidir.
Erdem kavramı, felsefe tarihinin başlangıcından beri yer alır. “İnsanın ve yaşamın anlamı nedir?” sorusuna verilen felsefi cevap başlangıçta “erdemli olmak” olarak belirtilmiştir.
Aslında, Etik kavramı Yunanca “ethos” sözcüğünden gelmekte, karakter ve alışkanlık anlamlarını içermektedir. MÖ 4. yy ile başlayan erdem etiği yani karakter etiği dürüstlük, alçakgönüllülük, sadakat, cesaret, adalet, sabır, çalışkanlık, ölçülülük, erdem, yalınlık ve herkese iyilik et şeklindeki altın kural üzerinde durur. Erdem ahlakı bence en önemli etik kuramlardandır. Örneğin dürüstlük, toplumdan topluma değişmeyen evrensel etik değerlerden biridir.
Köklü bir dürüstlük ve temelde güçlü bir karakter yoksa yaşamın zorlu mücadeleleri er yada geç gerçek dürtülerin yüzeye çıkmasına neden olur ve kısa süreli başarının yerini insan ilişkilerindeki başarısızlık alır. En güzel iletişimi karakter sağlar. Emerson’un söylediği gibi
“ne olduğun kulağımda öylesine çınlıyor ki, ne dediğini duyamıyorum”.
Bu konuda hepimizin de bildiği Ziya Paşa’nın söylediği güzel bir söz vardır.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”.
Sokrates, Platon, Aristoteles erdem ahlakını savunan filozoflardır. Mutluluk ve erdem birbirleriyle ilintili iki önemli kavramdır. Bu filozoflara göre, mutluluk yaşamın temel amacıdır ve mutluluğa ulaşmanın yolu erdemli olmaktan geçer.
Dale Carnegie’in dediği gibi,
“Dünyada herkes mutlu olmak ister fakat sizi mesut eden şey, ne ‘ne olduğunuz’ ne de ‘ne yaptığınız’dır; görüş ve değerlerinizdir.“
Ahlak ilkelerinin kaynağı core value yani temel değerlerden oluşmaktadır. Bu değerler mutluluk, özgürlük, sevgi, dürüstlük gibi değerlerdir.
Sizlere Sevgi konusu ile ilgili bir öykü anlatmak istiyorum.
Bir kadın evinden çıktı. Evinin önünde beyaz uzun sakalları olan 3 yaşlı adam gördü. Onlara “sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız, lütfen evime buyrun ve birşeyler yiyin“ dedi. “Kocanız evde mi? “ diye sordular. “Hayır, dışarıda” dedi kadın. “O zaman giremeyiz “ dediler.
Akşam kocası eve geldiğinde kadın olanları anlattı. Kocası “onlara eve geldiğimi söyle ve içeri davet et” dedi. Kadın dışarı çıktı ve yaşlı adamları eve davet etti. “Biz bir eve beraber giremeyiz” dediler. Kadın “neden” dedi. Yaşlı adamların biri cevap verdi “Onun adı zenginliktir” dedi arkadaşlarından birini göstererek ve bir diğerini göstererek “Onun adı da Başarı, ben de Sevgi’yim. Şimdi eşinle konuş ve hangimizi davet edeceğinize o karar versin” dedi.
Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi “ne kadar harika” dedi. “Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimizi zenginliklerle doldursun” dedi.
Kadın “neden Başarıyı davet etmiyoruz” dedi.
O sırada onları dinlemekte olan kızları “Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mı?” diye sordu. “O zaman evimiz sevgiyle dolar”
Adam “kızımızın tavsiyesine uyalım” dedi. “ Dışarıya çık ve sevgiyi davet et. Sevgi bizim misafirimiz olsun” dedi.Kadın dışarı çıktı. Sevgi’yi seçtiklerini söyledi ve Sevgi’yi evine davet etti.
Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip etti. Kadın büyük bir şaşkınlıkla “Ben sadece Sevgi’yi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?” diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. “Eğer siz Zenginlik veya Başarı’yı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık. Ama siz beni (Sevgi’yi) davet ettiğiniz için, ben nereye gidersem Başarı ve Zenginlik te benimle gelir. Her nerede sevgi varsa, Başarı ve Zenginlik de vardır.” dedi.
Hayatımıza neyi davet edersek o gelir ve bizlere de o yansır. Bu hikayeden de görüleceği gibi günümüzde önemli olan başarı ve zenginlik ancak sevgi ile gelir.
Doğan Cüceloğlu’nun Korku Kültürü isimli kitabında da anlattığı gibi; bir toplumda sevgi yoksa, korku kültürü egemense orada ne gerçeğe koşulsuz saygı vardır, ne de can önemsenir. Her şeyde olduğu gibi bilimsel düşünce de gelişmez. Ve hayatlar “mış” gibi yaşanır. Oysa hem toplum hem de bireyler için her türlü olumlu düşüncenin saygı gördüğü ve gelişebileceği değerler ortamı ve bu değerlerin yer aldığı anlam verme sistemlerini oluşturmanın yaşamsal önemi vardır.
Dolayısıyla her zaman Paradigmalarımızı olumlu yönde değiştirebiliriz.
Nasıl mı? diye sorulacak olursa, bu konuyu da bir öyküyle anlatmak istiyorum.
Zamanın birinde iki tane kız varmış. Nasıl akıllılarmış anlatamam . Etraflarındaki ve okullarındaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün, anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş.
Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış; Kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar.Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar, ama sonra sıkılmaya başlamışlar. “Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım” diye düşünmüşler.
Kızlardan biri bir gün “buldum!!!” diye sevinmiş. “ İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü??. Ölü derse kelebeği bırakacağım. Canlı derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse desin cevabı bilemeyecek.”
Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış.Ve sormuş: “- Avucumun içinde bir kelebek var, Canlı mı ölü mü?”
Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış, bakmış ve cevaplamış: “Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde…”
Bu öyküye göre şimdi hayatımıza ve mutluluğumuza bakalım.
Neredeler? Tam avuçlarımızın içinde. Ellerimizde.
Erich Fromm’a göre;
“Bütün kötülüklerin ve savaşların temelinde yaşanmamış yaşamlar vardır.”
Abraham Lincoln’ün dediği gibi :
“Sonuçta önemli olan yaşamınızdaki yıllar değildir. Yıllar içindeki yaşamanızdır.”
Yine bir Portekiz Atasözü der ki:
“Yaşadıkça Yaşlanmazsınız, Yaşamadıkça Yaşlanırsınız”.
Bence, Mevlana’nın 7 öğüdüne göre yaşamak en güzeli. Yani;
CÖMERTLİK ve YARDIM ETMEDE AKARSU GİBİ OL
ŞEVKÂT ve MERHAMETTE GÜNEŞ GİBİ OL
BAŞKALARININ KUSURUNU ÖRTMEDE GECE GİBİ OL
HİDDET ve ASABİYETTE ÖLÜ GİBİ OL
TEVAZÛ ve ALÇAKGÖNÜLLÜLÜKTE TOPRAK GİBİ OL
HOŞGÖRÜLÜLÜKTE DENİZ GİBİ OL
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL