Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, başkanlığını Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in yaptığı Komisyon’un, iki yıla yakın bir süreden beri devam eden çalışmaları sonucunda reform niteliğinde yenilikler içeren Türk Ceza Kanunu Tasarısı ile Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısı’nı hazırladığını açıkladı. Genel Hükümler” ve “Özel Hükümler” başlıklı iki kitapta 502 maddeden oluşan yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla getirilen yeniliklerin arasında internetle ilgili düzenlemelerde yer alıyor. Adalet Bakanı Türk tarafından yapılan açıklamada, yeni Türk Ceza Kanunu tasarısında internetle ilgili şu düzenlemeler bulunuyor:
madde 195-198. Kişisel verilerle ilgili yeni düzenlemeler yapıldı
Günümüzde kişisel verilerle ilgili kayıtların bilgisayar ortamına geçirilip muhafaza edilmesi uygulaması giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin hastahanelerde hastalara, sigorta şirketlerinde sigortalılara, bankalarda ve kredili alış-veriş yapılan mağazalarda müşterilere ilişkin kayıtlar böyle tutulmaktadır.
Bilgisayarlarda veya fişliklerde yer alan bu tür bilgilerin amaç dışı kullanılması veya üçüncü kişilerin bu bilgilerden hukuka aykırı olarak yararlandırılması, ilgili kişileri büyük zararlara uğratabilmektedir. Kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak klâsik kurallar, bilişim alanındaki hızlı gelişmeler ve ülkeler arasında bilgi akışı karşısında yetersiz kaldığından bu alanda bir uluslararası sözleşmenin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 28.1.1981 tarihinde diğer Konsey üyeleriyle birlikte Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Bu Sözleşme doğrultusunda Tasarı, kanuna aykırı olarak kişisel verileri toplama, bilişim sistemine yerleştirme, muhafaza için gerekli güvenlik tedbirlerini almama, yetkili olmayanlara verme, imha etme, ifşa etme, özel maksatlarla kullanma, ele geçirme, süresinde yok etmeme gibi fiilleri suç hâline getirmiştir.
Madde. 349. Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması cezalandırılacak
Bilişim alanında işlenen suçlar arasında banka ve kredi kartlarının hukuka aykırı olarak kullanılmasını, böylece bankaların veya kredi sahiplerinin zarara sokulmasını, bu yolla çıkar sağlanmasını önlemek ve failleri cezalandırmak amacıyla düzenleme yapılmıştır.
Bilindiği gibi banka kartı, bankanın kurduğu sisteme hukuka uygun olarak girmeyi, bankaca saptanan ve kart sahibince bilinen bir numara ile banka görevlisinin yardımı olmadan, kart sahibinin kendi hesabından para çekmesini sağlamaktadır.
Kredi kartı ise, banka ile kendisine kart verilen kişi arasında yapılmış bir sözleşme gereğince, bankanın belirli koşullarla sağladığı kredi olanağının kart sahibi tarafından kullanılmasını sağlayan araçtır.
İşte bu kartların kötüye kullanılmaları Tasarı’nın cezalandırdığı suçları oluşturmaktadır.
ADALET BAKANI Prof. Dr. HİKMET SAMİ TÜRK’ÜN AÇIKLAMASI:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri, insan haklarına ilişkin belgeleri ve karşılaştırmalı hukuktaki gelişmeleri göz önünde tutarak, Türk Ceza Kanunu’nu çağa uygun duruma getirmek ve gerekli değişiklikleri yapmak üzere, uzunca bir süreden beri Adalet Bakanlığı’nda çalışmalar yapılmaktadır.
Bir ülkede suça karşı toplumun tepkisini yansıtan ceza mevzuatı, çağın gereklerine uygun, milletin ve insanlığın ortak değerlerini yansıtan, insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı hedef edinen bir “suç ve ceza siyasetine” dayanmalıdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce 1983 yılında kurulan özel bir komite tarafından hazırlanıp 1984 yılında yayımlanan raporda, suç siyaseti şöyle tanımlanmaktadır: “Suç siyaseti, suçlularla meşgul olarak ve suç mağdurlarının haklarını güvence altına alarak, toplumu suça karşı korumayı hedef alan cezaî veya diğer nitelikteki değişik tedbirler ve araçlardan oluşan politikayı ifade eder.”
Avrupa ülkelerinde XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan ceza kanunları yapma hareketi, Tanzimat döneminde Ülkemizi de etkilemeye başlamıştır. Gerçekten 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu’nda bir “ceza kanunnamesi” düzenlenmesi öngörülmüş, 1856 tarihli Islahat Fermanı’nda ise bu bağlamda özellikle hapis cezasının infazında insanî esaslara uyulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu dönemde yerli kanunlar olarak önce 1840 tarihli Ceza Kanunnamesi, sonra 1851 tarihli Kanunu Cedit çıkarılmıştır. 1858 yılında ise 1856 tarihli Islahat Fermanı’ndaki emre uyularak, 1810 Fransız Ceza Kanunu iktibas edilmek suretiyle Ceza Kanunnamei Hümayunu yürürlüğe konulmuştur.
Bu Kanun, 1926 yılında yürürlükten kaldırılarak, yerine geniş ölçüde 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’ndan iktibas yoluyla hazırlanan yürürlükteki 765 sayılı Türk Ceza Kanunu kabul edilmiştir. Kanun hazırlanırken bazı hükümler, 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nden yeni metne aktarılmış; bu yüzden hükümler arasında yer yer uyumsuzluklar ortaya çıkmış ve bu durum Kanunun sık sık değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bugün de 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nden alınan bazı hükümler hâlâ yürürlüktedir.
Şimdiye değin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda 56 defa değişiklik yapılmıştır. Ancak bugün artık Türk Ceza Kanunu’nun sadece belirli maddeleriyle sınırlı bir değişiklik yeterli değildir. 75 yıl önce kabul edilmiş; ancak kaynakları itibarıyla bazı hükümleri 145, çoğu hükümleri ise 112 yıl önceki metinlerden alınmış veya iktibas edilmiş bir Kanun’un değiştirilmesi ihtiyacının ortaya çıkması çok doğaldır.
Kaldı ki İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda demokratikleşme ve insan hakları hareketleri, tüm dünya ülkelerinde önem kazanmış; çeşitli kanunlar gibi ceza kanunlarında da değişiklikler yapma ihtiyacını ortaya koymuştur. Bütün kanunlar gibi ceza mevzuatında da temel ihtiyaç, toplumsal yaşamı değişen değerlere göre yeniden düzenleyebilmektir.
57. Cumhuriyet Hükümetinin Programında “adaletin hızlı, en az masrafla ve etkin bir biçimde işlemesini sağlamak üzere” bir yargı reformu gerçekleştirileceği, bu arada Türk Medenî Kanunu, Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu ile Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunları gibi temel yasalarımızda “gereken değişiklikler yapılarak, günümüz koşullarına uygun duruma” getirileceği öngörülmüştür.
Aslında, Bakanlığımızca dünyada meydana gelen toplumsal, siyasal ve ekonomik değişiklikler dolayısıyla, eskiyen değerlere dayalı Türk Ceza Kanunu’nu çağa uydurmak ve gerekli değişiklikleri yapmak amacıyla, son onbeş yıl içinde, Yargıtay ve Askerî Yargıtay üyeleri, üniversite öğretim üyeleri, Bakanlığımız bürokratları, Türkiye Barolar Birliği temsilcileri ve diğer uzman personelden oluşan üç komisyon kurulmuştur.
İlk Komisyonun çalışmaları, 1989 tarihli; ikinci Komisyonun çalışmaları ise, 1997 tarihli Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla sonuçlanmıştır. İlk Komisyonca hazırlanan Tasarı’nın çeşitli maddeleri 21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı Kanun’la yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’na alınmıştır.
İkinci Komisyonca hazırlanan Tasarı ise, 55. Hükümet döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuş ve Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlanmıştı. Fakat bu Tasarı, 18 Nisan 1999’da yapılan milletvekili genel seçimi dolayısıyla TBMM İçtüzüğü’nün 77. maddesi gereğince hükümsüz sayılmıştır.
57. Hükümetin kurulmasından hemen sonra, Bakanlığımızca, 55. Hükümet döneminde Meclis’e sunulan Tasarı hakkındaki eleştirileri de göz önünde bulundurmak suretiyle yeni bir Tasarı hazırlamak üzere üçüncü komisyon kurulmuştur.
İlk iki komisyon gibi başkanlığını Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in yaptığı bu Komisyon, iki yıla yakın bir süreden beri devam eden özverili çalışmaları sonucunda reform niteliğinde yenilikler içeren Türk Ceza Kanunu Tasarısı ile Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısı’nı hazırlamıştır.
“Genel Hükümler” ve “Özel Hükümler” başlıklı iki kitapta 502 maddeden oluşan yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla getirilen yeniliklerin başlıca örnekleri şöyle sıralanabilir:
TÜRK CEZA KANUNU TASARI’SIYLA GETİRİLEN YENİLİKLERDEN BAZI ÖRNEKLER:
1. Kanunun dili sadeleştirilmiştir.
Yürürlükteki temel kanunlarımızın çoğu gibi Türk Ceza Kanunu’nun dili de hayli eskimiş bulunmaktadır. Öyle ki birçok kimse Kanun’da geçen bazı sözcükleri anlamakta ve telâffuz etmekte güçlük çekmektedir.
Tasarı’da yerleşmiş hukuk terimleri kullanılmak suretiyle, hukuk dili açısından terim birliğinin sağlanmasına özen gösterilmiştir.
2. Cezalar ve miktarları, suçların ağırlık derecesine ve günün koşullarına göre yeniden düzenlenmiş; ağır hapis ve hapis cezası ayrımı kaldırılmıştır.
Maksadı aşar derecede ağır cezaların, suçlunun yeniden topluma kazandırılmasını engelleyici bir etki yaptığı bilinmektedir. O nedenle Tasarı’da hürriyeti bağlayıcı cezaların genel alt ve üst sınırları ile belirli suçların cezalarının alt ve üst sınırlarında indirimler yapılmış ve artık bir anlamı kalmamış bulunan ağır hapis ve hapis farkı kaldırılmıştır. Böylece tek hürriyeti bağlayıcı ceza sistemi kabul edilmiş; hafif hapis ise, sadece cürüm ve kabahat ayırımı nedeniyle muhafaza edilmiştir.
Ayrıca, suç ve ceza siyasetine uygun olarak, ceza adaletinin sağlanması amacıyla, suç teşkil eden fiillere verilecek cezalar, fiilin ağırlık derecesine göre, bütünlük içerisinde değerlendirilerek yeniden belirlenmiştir.
3. Mülkîlik ilkesinin yer bakımından uygulanması yönünden uluslararası sözleşmeler göz önüne alınmıştır (m. 6).
Açık denizlerde ve bu denizlerin üzerindeki hava sahalarında her çeşit Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla işlenen suçlar Türkiye’de işlenmiş sayılacaktır.
Tasarı’da, Kıt’a Sahanlığındaki Sabit Platformların Güvenliğine Karşı İşlenen Kanuna Aykırı Eylemlerin Önlenmesine Dair Protokol’ün 1. maddesine paralel olarak, Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde kurulmuş sabit platformlarda veya bunlara karşı işlenen suçların da Türkiye’de işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir.
4. Trafik kazaları gibi taksirli suçlarda suçlunun durumuna uygun ceza verilmesi için hâkime geniş takdir yetkisi verilmiş; ayrıca bilinçli taksir kavramı getirilmiştir (m. 21).
Günümüzde motorlu kara taşıma araçları, gerek nicelik, gerek nitelik bakımından büyük bir artış ve gelişme göstermiştir. Bu araçlarla ölüm veya yaralama ile sonuçlanan trafik kazalarında bu suçlara ilişkin kusurluluk şekli, özellikle alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen suçlarda kusurluluğun derecesini yeterince ortaya koyamamaktadır. Çünkü alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen fiillerde fiil ile sonuç arasındaki nedensellik bağına dayalı cezaî yaptırımı, ceza hukukunun klâsik kusur teorisiyle açıklamak oldukça güçtür.
Tasarı ile, çağdaş ceza kanunlarında olduğu gibi kusurun bir türünü oluşturan, taksirin daha yoğunlaşmış bir şekli olan “bilinçli taksir” kavramına yer verilerek, faildeki tehlikelilik hâliyle orantılı cezanın genel ve özel önleme fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bilinçli taksiri, basit taksirden ayıran özellik, fiilin sonuçlarının failce istenmemiş olmasına rağmen öngörülmüş bulunmasıdır.
Öte yandan –Ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere– bazı taksirli suçlarda failin sonuç itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğrayabildikleri görülmektedir. Örneğin, kırsal kesimde gündelik uğraşları ve hayat zorlukları nedeniyle gerekli dikkati gösteremeyen kimi insanlar, yaralama ve ölümlere neden olabilmektedir.
Bu gibi durumlarda işlediği taksirli suç nedeniyle evlâdını da kaybetmiş bir babanın bu suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, bazen ailenin tümünün ağır derecede mağduriyete düşmesine yol açmaktadır. Trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır.
Bu gibi durumlarda hâkim, suçlunun durumunu takdir edecek ve bilinçli taksir hariç olmak üzere, gerekirse ceza vermeyebilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için fiilden dolayı sadece failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı sonuç meydana gelmiş bulunmalıdır; onunla birlikte başka bir sonuç da meydana gelmişse bu hüküm uygulanmayacaktır.
5. Özel hukuk tüzelkişilerine cezaî sorumluluk getirilmektedir (m. 25-26).
Çağımızın ceza hukuku bakımından en dikkat çekici görünümlerinden birisi, ekonomik ve örgütlü suçlardaki artıştır. Bu tür suçların artmasında tüzelkişilerin de önemli payı bulunmaktadır. O nedenle Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, bir süreden beri ekonomik suçluluk hakkında etkin tedbirler oluşturmaya çalışırken önemli bir caydırıcı araç olarak tüzel kişilerin cezaî sorumluluğu üzerinde de durmaktadır.
Bu bağlamda tüzelkişi, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, vergi suçları, malî suçlar, doğrudan doğruya vücut hareketini gerektirmeyen suçlar gibi bazı suçları işleyebilen bir sosyal varlık olarak ele alınmaktadır.
Tüzelkişilerin ceza sorumluluğu, Avrupa Konseyi’nce 1929’da Bükreş’te, 1959’da Roma’da, 1978’de Budapeşte’de, 1983’de Kahire’de düzenlenen ceza hukuku kongrelerince benimsenmiş; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de ekonomik suçlarda bu sorumluluğun kabulünü tavsiye etmiştir. Öte yandan 10 – 17 Nisan 2000 tarihlerinde Viyana’da toplanan 10. Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Kongresi’nde de, örgütlü suçlarla mücadelenin temel koşullarından birisinin tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmesi olduğu vurgulanmıştır.
Karşılaştırmalı hukukta, 1994 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun yanı sıra İngiltere, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Hollanda kanunlarında da tüzelkişilerin sorumluluğu kabul edilmiştir.
Tasarı’da özel hukuk tüzelkişilerinin hangi durumlarda ve hangi koşullarla ceza sorumluluğuna tâbi bulundukları gösterilmiş; böylece çağdaş hukukta gelişen yeni bir caydırıcı yaptırım mevzuatımıza eklenmiştir.
6. Hukuka uygunluk nedenlerinde yeni hükümler getirilmiştir (m. 27-30).
Tasarı’da, kanun hükmünü ve amirin emrini yerine getirme ile hakkın kullanılması ve mağdurun rızası, hukuka uygunluk nedenleri arasında düzenlenmiştir.
Öte yandan kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi olan meşru savunmanın, her türlü haksız saldırıya karşı yapılabileceği hükme bağlanmak suretiyle, bu kurumun bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmiştir. Böylece malvarlığına yönelik saldırılar da meşru savunmanın kapsamına alınmıştır. Ayrıca meşru savunmanın uygulanabilmesi bakımından gerekli olan haksız saldırı konusunda yapılan düzenleme ile kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini koruma olanağı genişletilmiştir.
Zorunluluk hâli de, aynı anlayışla yeniden düzenlenmiştir.
Tasarı’ya göre meşru savunmada uğranılan saldırı ile onu defetmek için kullanılan kuvvet arasında, zorunluluk hâlinde ise karşılaşılan tehlikenin ağırlığı ile kullanılan vasıta arasında orantı bulunması şarttır.
7. Hafif ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, bu konuda hâkime geniş takdir yetkisi verilmiştir (m. 31).
Adi tahrik ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, haksız tahrik hâlinde verilecek ceza bakımından alt ve üst sınırlar kabul edilmek suretiyle olayın özelliklerine göre hâkime takdir yetkisi tanınmış; böylece hâkimin, tahrikin ağırlık derecesine göre yapılacak indirimi belirleyebilmesi olanağı getirilmiştir.
8. Etkin pişmanlık düzenlenmiştir (m. 39).
Etkin pişmanlık, tam teşebbüste icra hareketlerinin tamamlanmış olmasına karşın sonucun meydana gelmemesinin failin elinde olan bir nedene bağlanması veya suçun tamamlandığı durumlarda gerçekleşmiş olan sonucun yine failin çabalarıyla tamamen ortadan kaldırılması olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede zamanında harekete geçerek başladığı fiilin sonucunu etkili bir şekilde engelleyen veya ortadan kaldıran, dolayısıyla pişmanlığını aktif biçimde ortaya koyan kişinin bu tutumunun karşılıksız kalmaması, böylece toplumsal savunmanın güçlendirilmesi öngörülmüştür.
Failin çabalarının sonuçsuz kalması, yani kendisinin harekete geçmesine karşın sonucun önlenememesi hâli ise, sadece takdirî bir hafifletici neden sayılabilecektir.
9. Uzlaşma yöntemi getirilmiştir (m. 39).
Çağımızın ceza adaleti anlayışında, suç mağdurlarının yararlarını koruyan yeni bir duyarlılığın ortaya çıktığı görülmektedir.
Ülkemizde bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat, sadece bazı adam öldürme ve terör suçları ile örgütlü suçlar bakımından söz konusu olmuştur. Örneğin –3.11.1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da olduğu gibi– bazı özel kanunlarda suç mağdurlarına veya ailelerine Devletin tazminat ödemesi öngörülmüştür.
Oysa çağdaş ceza kanunlarında diğer bazı suçlar bakımından da mağdurun korunması gereği duyulmaya başlamıştır. Böylece çağdaş adalet anlayışı, mağdurun tatmin edilmesini de ön plâna çıkarmış bulunmaktadır. Çünkü suça karşı salt ceza yaptırımları yeterli olmamaktadır. Ceza yanında zararın giderilmesi ve onarım da, adaletin gereğidir.
Uzlaşmanın hedefi, suçun işlenmesinden sonra fail ve mağdur arasında ortaya çıkan uyuşmazlığı, bir arabuluculuk girişimiyle çözmek ve adaleti sağlamaktır. Failin neden olduğu zararın giderilmesi, fail ile mağdur arasındaki barış, uzlaşmanın temel unsurunu oluşturur.
Fail ile mağdur arasındaki uzlaşma, suçun faili bakımından cezanın “özel önleme” fonksiyonuna yardım ettiği gibi, mağdurun ve genel olarak kamunun yararlarının korunmasını da sağlar.
Fail, uzlaşma ile, işlediği suçun sorumluluğunu üstlenerek ve sonuçlarını gidererek toplumla yeniden bütünleşme olanağını elde etmiş olur. Böylece failin cezaî sorumluluğu tespit ve zararın giderilmesi için gereken yapılmış bulunacağından, mağdur bakımından da adalet yerine getirilmiş olur.
Fail ile mağdur arasındaki uzlaşma, fiille ihlâl edilmiş olan hukuk kurallarının geçerliliğini vurgulamış, dolayısıyla kamu düzeninin ve toplumsal barışın yeniden kurulmasına hizmet etmiş olur.
10. Ölüm cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirilmiştir (m. 57, 60)
Tasarı’yla ölüm cezası kaldırılmıştır. Böylece Ceza Kanunumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 6. Protokol’e uygun duruma getirilmiştir.
Ölüm cezasının kaldırılması nedeniyle bu cezanın yerine yeni bir yaptırım getirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç, ölüm cezasını kaldıran diğer ülkelerde de ortaya çıkmıştır. Örneğin Fransa, Yeni Ceza Kanunu’nda bazı ağır suçların cezalarının infazında, mahkûmun bir güvenlik dönemine tâbi tutulmasını ve bu dönemde koşullu salıverilmemesini kabul etmiştir.
Tasarı’yla ölüm cezasının yerine sıkı güvenlik rejimine göre çektirilecek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirilmiştir. Sıkı güvenlik rejimi, mahkûmun cezaevi dışında çalıştırılamaması, ziyaretçi kabulü ve dışarıyla teması konularında bazı sınırlamalara tâbi tutulması, mahkûma izin verilmemesi ve cezaevinin özel bölümlerinde bulundurulması gibi yoksunlukları içerecektir. Sıkı güvenlik rejiminin içeriğinin neler olacağı, Ceza İnfaz Kanunu ve İnfaz Tüzüğü’nde düzenlenecektir.
Böylece ölüm cezasını kaldıran ülkelerdeki bu cezanın yerine özel bir hürriyeti bağlayıcı ceza koyma yönündeki akımlar, Türk hukukuna da yansıtılmıştır.
11. Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların seçenekleri ve özel infaz şekilleri yeniden düzenlenmiştir (m. 64, 66).
Tasarı’da iki yıl veya daha az süreli hapis ve hafif hapis cezaları, kısa süreli kabul edilmiştir.
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirler arasında bugün bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanmakta olan “kamuya yararlı bir işte çalıştırılma” yaptırımına yer verilmiştir.
Tasarı’yla getirilen düzenlemeye göre, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar, suçlunun kişiliğine, davranışlarına ve suçun işlenmesindeki özelliklerine göre mahkemece, bir yılı geçmemek ve rızası bulunmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilecektir.
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz şekilleri düzenlenirken yeni bir uygulamaya daha yer verilmiştir. Buna göre, hükümlülük süresi altı ayı geçmeyen kadınların cezalarının, elektronik bir alete bağlanmak suretiyle oturdukları yerde çektirilmesine, hükümlü veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, mahkemece karar verilebilecektir. Bu durumda yabancı ülkelerde uygulandığı gibi, kadın mahkûma bir elektronik bilezik takmak suretiyle cezasını oturduğu yerde çekmesi ve bu bilezik yardımıyla kontrol edilmesi sağlanmış olacaktır.
Elektronik alete bağlama uygulamasının henüz çok yeni olması nedeniyle başlangıçta bu olanaktan sadece hükümlülük süresi altı ayı geçmeyen kadınların yararlandırılması uygun görülmüştür.
12. Suç nedeniyle mülkiyetin devlete geçmesi, fer’î ceza olarak kabul edilmiştir (m.78).
Suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi, müsadere yanında öngörülen yeni bir fer’î cezadır. Bu ceza, özellikle karaparanın aklanması suçları bakımından büyük önem taşımaktadır.
13. Güvenlik tedbirleri getirilmiştir (m. 94-99).
Günümüzde suçlunun ıslahını sağlamak ve bu yoldan toplumsal savunmayı güvence altına almak amacıyla, güvenlik tedbirlerine yer vermeyen hemen hemen hiçbir ceza kanunu kalmamıştır.
Anayasa’mızın 38. maddesinde de “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” hükmü yer almaktadır.Tasarı, güvenlik tedbirlerini hürriyeti bağlayıcı ve haklardan yoksunluğu gerektirici tedbirler ile önleyici kefalet olmak üzere üç gruba ayırmış bulunmaktadır.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden birincisi, “bir eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde iyileştirilme”dir.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden ikincisi olan “denetimli serbestlik”, suçlular hakkında kamu davası açılması, duruşma yapılması veya ceza verilmesinin koşullu olarak geri bırakılmasını amaçlayan bir denetim sisteminin uygulanmasına yönelik bir tedbirdir.
Ancak Tasarı, bu tedbiri bir suçtan dolayı aslî cezalardan birisine mahkûm edilmiş bulunan suçlunun, cezasını çektikten sonra tâbi tutulabileceği bir tedbir olarak kabul etmiş ve böylece yabancı kanunlardan ayrılmıştır.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden üçüncüsü olan “belirli yerlerde bulunma veya ikametin yasaklanması” da, aslî cezanın çekilmesinden sonra suçlunun belirli yerlerde bulunması veya ikamet etmesinin yasaklanmasıdır.
Bu tedbirin amacı, suçluyu belirli bir yerde bulunmaya veya ikamete zorlamak değil; kendisini suç işlemeye yöneltmiş bulunan etkilerden uzak tutmaktır. Hükümlü, mahkemenin belirleyeceği yer dışında istediği yerde ikamet edebilir. Yasaklanan yer, bir şehrin belirli bir mahallesi de olabilir.
“İçki içilen veya benzeri yerlere gitmekten yasaklanma” da, failin aslî cezasını çektikten sonra mahkeme kararında açıkça belirtilecek meyhane, bar veya kumarhane gibi yerlere gitmekten yasaklanmasıdır.
Hürriyeti bağlayıcı diğer güvenlik tedbirleri ise, Tasarı’da “akıl malûliyeti veya diğer ruhsal düşkünlük veya sakatlık nedeniyle cezaları indirilmiş olan hükümlülerin bu husus için kurulmuş bir sağlık kurumunda tedavi altına alınmaları”, “sarhoşluğu veya uyuşturucu madde kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş bulunan hükümlülerin tedavi altına alınmaları”, “tehlikeli mükerrirlerin müesseseye yerleştirilmeleri”, “yabancılar hakkında sınır dışı edilme” olarak düzenlenmiştir.
Güvenlik tedbirlerinin ikinci grubunu oluşturan haklardan yoksunluğu gerektiren güvenlik tedbirleri ile üçüncü grubunu oluşturan önleyici kefalet de Tasarıda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
14. Çocuk ve küçüklere ilişkin hükümler ayrı bir kısımda düzenlenmiştir (m. 100-127).
Tasarıda 12-15 yaş grubu “çocuk”, 15-18 yaş grubu ise “küçük” olarak tanımlanmıştır.
Çocuklarda cezaî sorumluluk yaşı, 12’ye yükseltilmiştir. Fiili işlediği tarihte 12 yaşını bitirmemiş olanlar hakkında ceza kovuşturması yapılmayacaktır. Öte yandan Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısının 24. maddesiyle çocuk mahkemelerinin görev alanı, –Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak– 15 yaşından 18 yaşına çıkarılmıştır.
Tasarı’da çocuk ve küçüklere ilişkin hükümlerde önemli değişiklikler yapılmıştır. Çocuklara uygulanacak cezalar ve tedbirler, büyüklerden farklı olarak düzenlenmiş; ayrıca koruyucu, tedavi edici ve eğitici tedbirlere yer verilmiştir.
Küçüklerin işlediği suçun cezasının üst sınırının üç yılı aşmadığı ve küçüğün suç ile ortaya çıkan tehlikeli eğilimlerinin giderilmesi ve topluma uyumlu bir hayata hazırlanması için eğitilmesi yönünden bu tedbirlerin yeterli görüldüğü durumlarda ceza yerine tedbirlerle yetinilebilecektir.
Bu tedbirlerin suçun ve kusurun ağırlığı ile çocuktaki tehlikeli eğilimlerin giderilmesi yönünden yetersiz kalacağının anlaşıldığı durumlarda hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilecektir.
Tasarı’da çocuklar ve küçükler yönünden hapis ve hafif hapis cezaları, çocuklara ve küçüklere özgü hapis cezaları olarak özel bir infaz rejimine tâbi tutulmuştur. Bu cezalar, çocuklar ve küçükler için özel infaz kurumlarında, eğitici amaç göz önünde bulundurularak çektirilecektir.
15. Soykırım (jenosit) ve insanlığa karşı suçlar, ceza kapsamına alınmıştır (m. 128-130).
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli Kararıyla kabul edilerek imzaya açılan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne, Ülkemiz de 23 Mart 1950 tarih ve 5630 sayılı Kanun uyarınca çekince koymaksızın katılmıştır.
Tasarı, bu Sözleşme’nin tanımladığı jenosit fiillerinin cezalandırılmasını öngörmektedir. Jenosit, –2.Dünya Savaşı yıllarındaki Nazi uygulamalarında görüldüğü gibi– millî, etnik, ırkî, dinî veya herhangi bir grubun tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması kastıyla işlenen bir suçtur.
İnsanlığa karşı suçlar ise, siyasî, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle nüfusun sivil grubuna karşı işlenen çeşitli insanlık dışı fiillerden oluşmaktadır.
Zamanaşımı işlemeyen soykırım ve insanlığa karşı diğer suçların oluşması için gerekli özel kast yanında, bu suçların maddî unsurunu oluşturan hareketlerin “bir plânın icrası” şeklinde gerçekleştirilmesi gerekir.
Türk Ceza Kanunu’nda soykırım suçuna yer verilmesiyle 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nden kaynaklanan bir yükümlülüğümüz de yerine getirilmiş olacaktır.
16. Göçmen kaçakçılığı suç hâline getirilmiştir (m.130/A).
“Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ile ona ek “Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol” Türkiye tarafından da imzalanmış bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 22 Aralık 1999 tarihli kararında belirtildiği gibi, özellikle yoksulluk nedeniyle oluşan ve milletlerarası alanda yoğun bir şekilde ortaya çıkan ve sınıraşan suç örgütlerince gerçekleştirilen göçmen kaçakçılığı, sadece umutları kötüye kullanılan göçmenlere değil, aynı zamanda bu fiillerin gerçekleştirildiği ülkelere de büyük zararlar vermektedir. Tasarı’da bu suç örgütlerinin faaliyetlerinin önlenmesi amacıyla göçmen kaçakçılığı fiilleri suç hâline getirilmiştir.
17. İnsan ticareti suç hâline getirilmiştir (m.130/B).
Yine Birleşmiş Milletlerce hazırlanan ve Türkiye’nin de imzalamış bulunduğu “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Sözleşme”yi tamamlamak üzere hazırlanmış bulunan “İnsan Kaçakçılığının Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”ün hükümlerine işlerlik kazandırmak amacıyla, zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, beden organlarının verilmesini sağlamak için tehdit ve cebir, şiddet veya nüfuzu kötüye kullanmak veya kandırmak ya da çaresizliklerinden veya bir kimse üzerinde sahip olunan denetim olanaklarından yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik etmek, kaçırmak, bir yerden diğer bir yere götürmek, sevk etmek ve barındırmak suç hâline getirilmiştir.
Öte yandan bu fiillerin 18 yaşını doldurmamış çocuk veya küçüklere karşı işlenmesi veya örgüt marifetiyle işlenmesi, ceza artırımı nedeni olarak kabul edilmiştir.
18. Acıyı dindirme saikiyle adam öldürmeye ilişkin düzenleme yapılmıştır (m. 138).
Tasarı’nın düzenlediği bu suç, ötanazi değildir. Ötanazi, doktorlar tarafından gerçekleştirilen bir fiildir ve failine ceza verilmemektedir. Tasarı’da ise, iyileşmesi mümkün olmayan ve ileri derecede acı veren, çekilmez derecede ağrılı bir hastalığa tutulmuş bulunan bir kimsenin ızdıraplarına son vermek maksadıyla işlenen adam öldürme fiili için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.
19. İşkence, herhangi bir kimsenin işleyebileceği bağımsız bir suç hâline getirilmiş; nitelikli ve ağır nitelikli işkence ilk kez düzenlenmiştir (m. 140-142).
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”
Bu hükme paralel olarak Tasarı, işkenceyi yalnız memur veya diğer kamu görevlilerinin değil, herhangi bir kimsenin işleyebileceği bağımsız bir suç hâline getirmiş; basit, nitelikli ve ağır nitelikli şekillerini ağır cezalarla karşılamıştır.
Bununla birlikte Tasarıda işkence eylemleri, ayrıca tanımlanmamış; konu yargı içtihatlarına bırakılmıştır.
Aslında işkence, kim tarafından icra olunursa olunsun, insanın bedensel ve ruhsal bütünlüğüne karşı işlenen bir insanlık suçudur. Nitekim Türkiye’nin de taraf olduğu “İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 1. maddesindeki tanım da bu yöndedir. Bu tanıma göre, “Bir kişide şiddetli fizikî veya ruhî ızdırap husule getirmek için kasten uygulanan her türlü eylem” işkencedir. Sözleşme, bu hareketin failini kamu görevlisi olarak belirlemek suretiyle özel bir suç ihdas ettiği hâlde; Tasarı’da işkence genel bir suç olarak ele alınmıştır. Bu arada suçun “memur veya bir kamu hizmetiyle yükümlü bulunan kimselerce görevlerinin icrasında veya icrası vesilesiyle” işlenmesi, Tasarı’da beş yıldan on yıla kadar hapis cezasını gerektiren “nitelikli işkence” hâllerinden biri olarak düzenlenmiştir.
20. İnsan üzerinde deney cezalandırılmaktadır (m.167).
Anayasa’nın 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı hâller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
Fakat bu hükmün kanunlarımızda yaptırımı yoktur. Şüphesiz tıbbın gelişmesini sağlamak amacıyla belirli koşullarla, özellikle kişinin rızası alınmak suretiyle tıbbî ve bilimsel deneylere olanak sağlamak gerekir. Nitekim uluslararası sözleşmeler de, belirli koşullarla tıbbî ve bilimsel deneylere müsaade etmektedir.
Konuyu bu çerçevede ele alan Tasarı, ilke olarak insan üzerinde deney yapılmasını cezalandırmakta; ancak durumun bilimsel ve tıbbî bir deneyi haklı kılmış olmasını ve ilgili kişinin rızasını suçu kaldıran bir hukuka uygunluk nedeni saymaktadır.
21. Ayırımcılık cezalandırılmaktadır (m.168).
Anayasa’nın 10. maddesi, herkesin “dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit” olduğunu belirtmektedir.
Anayasa’nın bu hükmü doğrultusundaTasarı, insanlar arasında “köken, cinsiyet, aile durumu, örf ve âdet, siyasal düşünce, felsefî inanç, sendika, bir etnik gruba mensupluk, ırk, din, mezhep nedeniyle” ayırımlar yapılarak, bazı kişilerin hukukun sağladığı olanaklardan yoksun bırakılmalarını cezalandırmaktadır.
Benzeri hükümler, günümüzde insan haklarına saygılı uygar ülkelerin ceza mevzuatında da yer almaktadır.
Tasarı’yla suç hâline getirilen ayrımcılık fiillerine örnek olarak, belirtilen nedenlerle bir taşınır veya taşınmaz malın satılmaması, devredilmemesi, bir hizmetin icra olunmaması veya hizmetten yararlanmanın engellenmesi, kişinin işe alınmaması, besin maddelerinin verilmemesi, kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasının engellenmesi sayılabilir.
22. Konuşmaların dinlenmesi ve kaydedilmesi, resim çekici veya kaydedici bir aletle özel hayatın ihlâli ve montaj fiilleri cezalandırılmaktadır (m. 188-191).
Anayasanın 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı, adlî soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnaların saklı olduğu hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın bu hükmü doğrultusunda Tasarı, herhangi bir şekilde kişilerin özel hayat alanına girerek başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan olayların tespit edilmesini cezalandırmıştır. Suçun oluşması için ilgilinin rızasının bulunmaması şarttır.
Bu şekilde elde edilen kayıtlardan yarar sağlanması, bunların başkalarına verilmesi, diğer kimselerin bilgi edinmelerinin sağlanması veya basın ve yayın yoluyla yayımlanması ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmiştir.
Uzaktan söyleşileri tespit edebilen araçları, yetkili merciin izni olmaksızın imal, ithal, bulundurma veya kullanmanın cezalandırılması da, özel hayatın gizliliği hakkına saygının sağlanması bakımından gerekli bir önleyici tedbir olarak öngörülmüştür.
Tasarıda söz ve resim montajının suç olabilmesi için iki koşul aranmıştır. Bunlar, mağdura ait söz veya resimleri kullanarak montaj yapılması ve meydana getirilen söz veya resimle oluşturulmuş nesnenin montaj olduğunun anlaşılamamasıdır. Örneğin bir kimsenin söylediği sözlerin başka bir biçimde ifade edilerek, onun hiç düşünmediği şeyleri söylemiş gibi gösterilmesi ve yapılanın bir montaj olduğunun anlaşılır nitelikte bulunmaması durumunda suç işlenmiş olacaktır.
23. Kişisel verilerle ilgili yeni düzenlemeler yapılmıştır (m. 195-198).
Günümüzde kişisel verilerle ilgili kayıtların bilgisayar ortamına geçirilip muhafaza edilmesi uygulaması giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin hastahanelerde hastalara, sigorta şirketlerinde sigortalılara, bankalarda ve kredili alış-veriş yapılan mağazalarda müşterilere ilişkin kayıtlar böyle tutulmaktadır.
Bilgisayarlarda veya fişliklerde yer alan bu tür bilgilerin amaç dışı kullanılması veya üçüncü kişilerin bu bilgilerden hukuka aykırı olarak yararlandırılması, ilgili kişileri büyük zararlara uğratabilmektedir. Kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak klâsik kurallar, bilişim alanındaki hızlı gelişmeler ve ülkeler arasında bilgi akışı karşısında yetersiz kaldığından bu alanda bir uluslararası sözleşmenin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 28.1.1981 tarihinde diğer Konsey üyeleriyle birlikte Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Bu Sözleşme doğrultusunda Tasarı, kanuna aykırı olarak kişisel verileri toplama, bilişim sistemine yerleştirme, muhafaza için gerekli güvenlik tedbirlerini almama, yetkili olmayanlara verme, imha etme, ifşa etme, özel maksatlarla kullanma, ele geçirme, süresinde yok etmeme gibi fiilleri suç hâline getirmiştir.
24. Radyasyona maruz bırakma suçu düzenlenmiştir (m. 233).
Tasarı’da dinamit veya bomba ya da buna benzer patlayıcı, yıkıcı veya öldürücü, radyasyon yayıcı maddelerin konutlara, insanların toplu olarak bulundukları binalara, konaklama yerlerine, kamuya ait binalara veya kamunun kullanılmasına ayrılmış tesislere, sanayi işletmelerine konulması, patlatılması veya tutuşturulması suç sayılmıştır.
25. İnşaat sanatının kurallarına aykırılık cezalandırılmıştır (m. 242).
Ülkemizde inşaat alanında çeşitli tarihlerde faciaların meydana gelmesine neden olan bazı uygulamaların, felâketli sonuçlar meydana gelmeden önlenmesi amacıyla inşaat sanatının kurallarına aykırılık, topluma karşı suçlar kapsamına alınmış ve genel tehlike yaratan suçlar arasında cezalandırılmıştır.
26. Düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesine yönelik düzenleme yapılmıştır (m.292).
Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi, özellikle ikinci fıkrası itibarıyla düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin tartışmalarda önemli bir yer tutmaktadır.
Bu maddenin yerine “Cürmü övme, kanunlara uymamayı tahrik” kenar başlığını taşıyan 292. maddesiyle yeni bir düzenleme önerilen Tasarı’da, bu madde kapsamındaki suçların unsurları daha belirgin duruma getirilmiş; bir yandan toplumsal savunmayı sağlamak, öbür yandan düşünce ve ifade özgürlüğünü güçlendirmek amacıyla yeni hükümlere yer verilmiştir. Tasarı’nın anılan maddesinde nitelikleri itibarıyla birbirine yakın dört ayrı cürme yer verilmiştir:
a) Bir cürmün övülmesi veya iyi görüldüğünün söylenmesi,
b) Kişilerin kanuna uymamaya tahrik edilmesi,
c) İnsanların sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzenini bozma olasılığını ortaya çıkaracak surette düşmanlığa veya kin beslemeye tahrik edilmesi,
d) Halkın bir kısmının aşağılayıcı ve insan onurunu zedeleyecek biçimde tahrik edilmesi.
Yeni düzenleme, demokratikleşme yolunda önemli bir adım niteliğindedir.
27. Hile ile boşanma, suç hâline getirilmiştir (m. 330).
Ülkemizde kişileri boşanma davalarında örneklerine oldukça sık rastlanan hukuk dışı bir uygulamadan caydırmak üzere hile ile boşanma fiili suç hâline getirilmiştir. Gerçekten eşinin gıyabında kolaylıkla bir boşanma hükmü elde etmek amacıyla bazı kimselerin hileli yollara başvurarak usul işlemlerinden eşlerinin haberdar olmamalarını sağlamaya giriştikleri görülmektedir. Bu gibi durumlarda yürürlükteki mevzuata göre değişik hükümlerin uygulanabilmesi olanağı bulunduğundan, içtihat farklılıkları ortaya çıkmakta, bazı durumlarda ise herhangi bir yaptırım uygulanamamaktadır. Bu sakıncaları gidermek üzere hile ile boşanmayı cezalandıran özel bir düzenleme getirilmiştir.
28. Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması cezalandırılmaktadır (m. 349).
Bilişim alanında işlenen suçlar arasında banka ve kredi kartlarının hukuka aykırı olarak kullanılmasını, böylece bankaların veya kredi sahiplerinin zarara sokulmasını, bu yolla çıkar sağlanmasını önlemek ve failleri cezalandırmak amacıyla düzenleme yapılmıştır.
Bilindiği gibi banka kartı, bankanın kurduğu sisteme hukuka uygun olarak girmeyi, bankaca saptanan ve kart sahibince bilinen bir numara ile banka görevlisinin yardımı olmadan, kart sahibinin kendi hesabından para çekmesini sağlamaktadır.
Kredi kartı ise, banka ile kendisine kart verilen kişi arasında yapılmış bir sözleşme gereğince, bankanın belirli koşullarla sağladığı kredi olanağının kart sahibi tarafından kullanılmasını sağlayan araçtır.
İşte bu kartların kötüye kullanılmaları Tasarı’nın cezalandırdığı suçları oluşturmaktadır.
29. Yargı görevi yapanı veya yargısal nitelikte hizmet vereni tehdit fiilleri cezalandırılmaktadır (m. 448).
Adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde görev yapanlara karşı çıkarılabilecek engelleri ortadan kaldırmak, böylece yargı işlevinin her türlü etkiden uzak olarak icrasını sağlamak amacıyla yeni bir ceza hükmü getirilmiştir. Yargı tarafsızlığının sağlanması için de böyle bir hükmün gerekli olduğu düşünülmüştür.
Tasarı’ya göre yargı görevi yapanlar, yargısal nitelikte hizmet veren bir kuruluşta görevli olanlar, hakemler, tercümanlar, bilirkişiler ve tarafların avukatları, tutum ve davranışlarını etkilemeye yönelik tehdit veya ürkütücü fiillere karşı korunmuştur.
30. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerine yasak madde sokmak, bulundurmak ve kullanmak suç hâline getirilmiştir (m. 468/A).
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerine ateşli silâh, patlayıcı madde, kesici, delici veya bereleyici aletler, yakıcı, aşındırıcı, boğucu, kör edici gazlar ve her türlü zehirler, uyuşturucu ve sarhoşluk veren maddeler ve cep telefonu ile telsiz ve diğer elektronik haberleşme araçlarını sokanlar, bulunduranlar, kullananlar ve bunlara yardım edenler bakımından cezaî yaptırımlar öngörülmüştür.
Aynı biçimde, ceza infaz kurumları ve tutukevlerine yasaklanmış her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeleri sokanlar, bulunduranlar, kullananlar veya bunlara yardım edenler için de cezaî hükümler getirilmiştir.
31. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde beslenme ve hak kullanımını engelleme fiilleri suç hâline getirilmiş; ayrıca hükümlü ve tutukluların açlık grevine ve ölüm orucuna teşvik edilmesi veya bu yolda kendilerine talimat verilmesi suç sayılmıştır (m. 468/B).
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların beslenmesini, haberleşmesini, ziyaretçileri ile görüşmesini, işyurdu çalışmaları ile diğer toplumsal ve kültürel etkinliklere katılmasını, kurum tabibince muayene edilmesini veya tedavisini, avukat atamasını veya bunlarla görüşmesini, mahkemelere veya Cumhuriyet savcılığına gitmesini, kurum görevlileriyle görüşmesini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmasını engelleyenler, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teşvik edenler, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı her türlü görüşme ve temas haklarının kullanılmasının engelleyenlerin –fiilleri başka bir suç oluştursa bile– ayrıca cezalandırılacakları hükme bağlanmıştır.
Aynı biçimde hükümlü ve tutukluların açlık grevine veya ölüm orucuna teşvik edilmesi veya bu yolda kendilerine talimat verilmesi de, beslenmenin engellenmesi sayılmak suretiyle bağımsız suç hâline getirilmiştir.
Getirdiği yeni düzenlemelerden bazılarını özetleyerek sıraladığımız yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı, çağdaş suç ve ceza siyasetine uygun bir reform Tasarısı niteliğindedir. Bu Tasarı’yla ceza hukukumuz, 21. yüzyılın anlayışına uygun olarak bütünüyle yenilenmektedir. Tasarı, en kısa zamanda Bakanlar Kuruluna sunulacaktır.
Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, başkanlığını Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in yaptığı Komisyon’un, iki yıla yakın bir süreden beri devam eden çalışmaları sonucunda reform niteliğinde yenilikler içeren Türk Ceza Kanunu Tasarısı ile Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısı’nı hazırladığını açıkladı. Genel Hükümler” ve “Özel Hükümler” başlıklı iki kitapta 502 maddeden oluşan yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla getirilen yeniliklerin arasında internetle ilgili düzenlemelerde yer alıyor. Adalet Bakanı Türk tarafından yapılan açıklamada, yeni Türk Ceza Kanunu tasarısında internetle ilgili şu düzenlemeler bulunuyor:
madde 195-198. Kişisel verilerle ilgili yeni düzenlemeler yapıldı
Günümüzde kişisel verilerle ilgili kayıtların bilgisayar ortamına geçirilip muhafaza edilmesi uygulaması giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin hastahanelerde hastalara, sigorta şirketlerinde sigortalılara, bankalarda ve kredili alış-veriş yapılan mağazalarda müşterilere ilişkin kayıtlar böyle tutulmaktadır.
Bilgisayarlarda veya fişliklerde yer alan bu tür bilgilerin amaç dışı kullanılması veya üçüncü kişilerin bu bilgilerden hukuka aykırı olarak yararlandırılması, ilgili kişileri büyük zararlara uğratabilmektedir. Kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak klâsik kurallar, bilişim alanındaki hızlı gelişmeler ve ülkeler arasında bilgi akışı karşısında yetersiz kaldığından bu alanda bir uluslararası sözleşmenin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 28.1.1981 tarihinde diğer Konsey üyeleriyle birlikte Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Bu Sözleşme doğrultusunda Tasarı, kanuna aykırı olarak kişisel verileri toplama, bilişim sistemine yerleştirme, muhafaza için gerekli güvenlik tedbirlerini almama, yetkili olmayanlara verme, imha etme, ifşa etme, özel maksatlarla kullanma, ele geçirme, süresinde yok etmeme gibi fiilleri suç hâline getirmiştir.
Madde. 349. Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması cezalandırılacak
Bilişim alanında işlenen suçlar arasında banka ve kredi kartlarının hukuka aykırı olarak kullanılmasını, böylece bankaların veya kredi sahiplerinin zarara sokulmasını, bu yolla çıkar sağlanmasını önlemek ve failleri cezalandırmak amacıyla düzenleme yapılmıştır.
Bilindiği gibi banka kartı, bankanın kurduğu sisteme hukuka uygun olarak girmeyi, bankaca saptanan ve kart sahibince bilinen bir numara ile banka görevlisinin yardımı olmadan, kart sahibinin kendi hesabından para çekmesini sağlamaktadır.
Kredi kartı ise, banka ile kendisine kart verilen kişi arasında yapılmış bir sözleşme gereğince, bankanın belirli koşullarla sağladığı kredi olanağının kart sahibi tarafından kullanılmasını sağlayan araçtır.
İşte bu kartların kötüye kullanılmaları Tasarı’nın cezalandırdığı suçları oluşturmaktadır.
ADALET BAKANI Prof. Dr. HİKMET SAMİ TÜRK’ÜN AÇIKLAMASI:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri, insan haklarına ilişkin belgeleri ve karşılaştırmalı hukuktaki gelişmeleri göz önünde tutarak, Türk Ceza Kanunu’nu çağa uygun duruma getirmek ve gerekli değişiklikleri yapmak üzere, uzunca bir süreden beri Adalet Bakanlığı’nda çalışmalar yapılmaktadır.
Bir ülkede suça karşı toplumun tepkisini yansıtan ceza mevzuatı, çağın gereklerine uygun, milletin ve insanlığın ortak değerlerini yansıtan, insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı hedef edinen bir “suç ve ceza siyasetine” dayanmalıdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce 1983 yılında kurulan özel bir komite tarafından hazırlanıp 1984 yılında yayımlanan raporda, suç siyaseti şöyle tanımlanmaktadır: “Suç siyaseti, suçlularla meşgul olarak ve suç mağdurlarının haklarını güvence altına alarak, toplumu suça karşı korumayı hedef alan cezaî veya diğer nitelikteki değişik tedbirler ve araçlardan oluşan politikayı ifade eder.”
Avrupa ülkelerinde XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlayan ceza kanunları yapma hareketi, Tanzimat döneminde Ülkemizi de etkilemeye başlamıştır. Gerçekten 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu’nda bir “ceza kanunnamesi” düzenlenmesi öngörülmüş, 1856 tarihli Islahat Fermanı’nda ise bu bağlamda özellikle hapis cezasının infazında insanî esaslara uyulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu dönemde yerli kanunlar olarak önce 1840 tarihli Ceza Kanunnamesi, sonra 1851 tarihli Kanunu Cedit çıkarılmıştır. 1858 yılında ise 1856 tarihli Islahat Fermanı’ndaki emre uyularak, 1810 Fransız Ceza Kanunu iktibas edilmek suretiyle Ceza Kanunnamei Hümayunu yürürlüğe konulmuştur.
Bu Kanun, 1926 yılında yürürlükten kaldırılarak, yerine geniş ölçüde 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’ndan iktibas yoluyla hazırlanan yürürlükteki 765 sayılı Türk Ceza Kanunu kabul edilmiştir. Kanun hazırlanırken bazı hükümler, 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nden yeni metne aktarılmış; bu yüzden hükümler arasında yer yer uyumsuzluklar ortaya çıkmış ve bu durum Kanunun sık sık değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bugün de 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nden alınan bazı hükümler hâlâ yürürlüktedir.
Şimdiye değin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda 56 defa değişiklik yapılmıştır. Ancak bugün artık Türk Ceza Kanunu’nun sadece belirli maddeleriyle sınırlı bir değişiklik yeterli değildir. 75 yıl önce kabul edilmiş; ancak kaynakları itibarıyla bazı hükümleri 145, çoğu hükümleri ise 112 yıl önceki metinlerden alınmış veya iktibas edilmiş bir Kanun’un değiştirilmesi ihtiyacının ortaya çıkması çok doğaldır.
Kaldı ki İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda demokratikleşme ve insan hakları hareketleri, tüm dünya ülkelerinde önem kazanmış; çeşitli kanunlar gibi ceza kanunlarında da değişiklikler yapma ihtiyacını ortaya koymuştur. Bütün kanunlar gibi ceza mevzuatında da temel ihtiyaç, toplumsal yaşamı değişen değerlere göre yeniden düzenleyebilmektir.
57. Cumhuriyet Hükümetinin Programında “adaletin hızlı, en az masrafla ve etkin bir biçimde işlemesini sağlamak üzere” bir yargı reformu gerçekleştirileceği, bu arada Türk Medenî Kanunu, Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu ile Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunları gibi temel yasalarımızda “gereken değişiklikler yapılarak, günümüz koşullarına uygun duruma” getirileceği öngörülmüştür.
Aslında, Bakanlığımızca dünyada meydana gelen toplumsal, siyasal ve ekonomik değişiklikler dolayısıyla, eskiyen değerlere dayalı Türk Ceza Kanunu’nu çağa uydurmak ve gerekli değişiklikleri yapmak amacıyla, son onbeş yıl içinde, Yargıtay ve Askerî Yargıtay üyeleri, üniversite öğretim üyeleri, Bakanlığımız bürokratları, Türkiye Barolar Birliği temsilcileri ve diğer uzman personelden oluşan üç komisyon kurulmuştur.
İlk Komisyonun çalışmaları, 1989 tarihli; ikinci Komisyonun çalışmaları ise, 1997 tarihli Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla sonuçlanmıştır. İlk Komisyonca hazırlanan Tasarı’nın çeşitli maddeleri 21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı Kanun’la yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’na alınmıştır.
İkinci Komisyonca hazırlanan Tasarı ise, 55. Hükümet döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuş ve Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlanmıştı. Fakat bu Tasarı, 18 Nisan 1999’da yapılan milletvekili genel seçimi dolayısıyla TBMM İçtüzüğü’nün 77. maddesi gereğince hükümsüz sayılmıştır.
57. Hükümetin kurulmasından hemen sonra, Bakanlığımızca, 55. Hükümet döneminde Meclis’e sunulan Tasarı hakkındaki eleştirileri de göz önünde bulundurmak suretiyle yeni bir Tasarı hazırlamak üzere üçüncü komisyon kurulmuştur.
İlk iki komisyon gibi başkanlığını Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in yaptığı bu Komisyon, iki yıla yakın bir süreden beri devam eden özverili çalışmaları sonucunda reform niteliğinde yenilikler içeren Türk Ceza Kanunu Tasarısı ile Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısı’nı hazırlamıştır.
“Genel Hükümler” ve “Özel Hükümler” başlıklı iki kitapta 502 maddeden oluşan yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı’yla getirilen yeniliklerin başlıca örnekleri şöyle sıralanabilir:
TÜRK CEZA KANUNU TASARI’SIYLA GETİRİLEN YENİLİKLERDEN BAZI ÖRNEKLER:
1. Kanunun dili sadeleştirilmiştir.
Yürürlükteki temel kanunlarımızın çoğu gibi Türk Ceza Kanunu’nun dili de hayli eskimiş bulunmaktadır. Öyle ki birçok kimse Kanun’da geçen bazı sözcükleri anlamakta ve telâffuz etmekte güçlük çekmektedir.
Tasarı’da yerleşmiş hukuk terimleri kullanılmak suretiyle, hukuk dili açısından terim birliğinin sağlanmasına özen gösterilmiştir.
2. Cezalar ve miktarları, suçların ağırlık derecesine ve günün koşullarına göre yeniden düzenlenmiş; ağır hapis ve hapis cezası ayrımı kaldırılmıştır.
Maksadı aşar derecede ağır cezaların, suçlunun yeniden topluma kazandırılmasını engelleyici bir etki yaptığı bilinmektedir. O nedenle Tasarı’da hürriyeti bağlayıcı cezaların genel alt ve üst sınırları ile belirli suçların cezalarının alt ve üst sınırlarında indirimler yapılmış ve artık bir anlamı kalmamış bulunan ağır hapis ve hapis farkı kaldırılmıştır. Böylece tek hürriyeti bağlayıcı ceza sistemi kabul edilmiş; hafif hapis ise, sadece cürüm ve kabahat ayırımı nedeniyle muhafaza edilmiştir.
Ayrıca, suç ve ceza siyasetine uygun olarak, ceza adaletinin sağlanması amacıyla, suç teşkil eden fiillere verilecek cezalar, fiilin ağırlık derecesine göre, bütünlük içerisinde değerlendirilerek yeniden belirlenmiştir.
3. Mülkîlik ilkesinin yer bakımından uygulanması yönünden uluslararası sözleşmeler göz önüne alınmıştır (m. 6).
Açık denizlerde ve bu denizlerin üzerindeki hava sahalarında her çeşit Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla işlenen suçlar Türkiye’de işlenmiş sayılacaktır.
Tasarı’da, Kıt’a Sahanlığındaki Sabit Platformların Güvenliğine Karşı İşlenen Kanuna Aykırı Eylemlerin Önlenmesine Dair Protokol’ün 1. maddesine paralel olarak, Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde kurulmuş sabit platformlarda veya bunlara karşı işlenen suçların da Türkiye’de işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir.
4. Trafik kazaları gibi taksirli suçlarda suçlunun durumuna uygun ceza verilmesi için hâkime geniş takdir yetkisi verilmiş; ayrıca bilinçli taksir kavramı getirilmiştir (m. 21).
Günümüzde motorlu kara taşıma araçları, gerek nicelik, gerek nitelik bakımından büyük bir artış ve gelişme göstermiştir. Bu araçlarla ölüm veya yaralama ile sonuçlanan trafik kazalarında bu suçlara ilişkin kusurluluk şekli, özellikle alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen suçlarda kusurluluğun derecesini yeterince ortaya koyamamaktadır. Çünkü alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen fiillerde fiil ile sonuç arasındaki nedensellik bağına dayalı cezaî yaptırımı, ceza hukukunun klâsik kusur teorisiyle açıklamak oldukça güçtür.
Tasarı ile, çağdaş ceza kanunlarında olduğu gibi kusurun bir türünü oluşturan, taksirin daha yoğunlaşmış bir şekli olan “bilinçli taksir” kavramına yer verilerek, faildeki tehlikelilik hâliyle orantılı cezanın genel ve özel önleme fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bilinçli taksiri, basit taksirden ayıran özellik, fiilin sonuçlarının failce istenmemiş olmasına rağmen öngörülmüş bulunmasıdır.
Öte yandan –Ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere– bazı taksirli suçlarda failin sonuç itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğrayabildikleri görülmektedir. Örneğin, kırsal kesimde gündelik uğraşları ve hayat zorlukları nedeniyle gerekli dikkati gösteremeyen kimi insanlar, yaralama ve ölümlere neden olabilmektedir.
Bu gibi durumlarda işlediği taksirli suç nedeniyle evlâdını da kaybetmiş bir babanın bu suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, bazen ailenin tümünün ağır derecede mağduriyete düşmesine yol açmaktadır. Trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır.
Bu gibi durumlarda hâkim, suçlunun durumunu takdir edecek ve bilinçli taksir hariç olmak üzere, gerekirse ceza vermeyebilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için fiilden dolayı sadece failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı sonuç meydana gelmiş bulunmalıdır; onunla birlikte başka bir sonuç da meydana gelmişse bu hüküm uygulanmayacaktır.
5. Özel hukuk tüzelkişilerine cezaî sorumluluk getirilmektedir (m. 25-26).
Çağımızın ceza hukuku bakımından en dikkat çekici görünümlerinden birisi, ekonomik ve örgütlü suçlardaki artıştır. Bu tür suçların artmasında tüzelkişilerin de önemli payı bulunmaktadır. O nedenle Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, bir süreden beri ekonomik suçluluk hakkında etkin tedbirler oluşturmaya çalışırken önemli bir caydırıcı araç olarak tüzel kişilerin cezaî sorumluluğu üzerinde de durmaktadır.
Bu bağlamda tüzelkişi, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, vergi suçları, malî suçlar, doğrudan doğruya vücut hareketini gerektirmeyen suçlar gibi bazı suçları işleyebilen bir sosyal varlık olarak ele alınmaktadır.
Tüzelkişilerin ceza sorumluluğu, Avrupa Konseyi’nce 1929’da Bükreş’te, 1959’da Roma’da, 1978’de Budapeşte’de, 1983’de Kahire’de düzenlenen ceza hukuku kongrelerince benimsenmiş; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de ekonomik suçlarda bu sorumluluğun kabulünü tavsiye etmiştir. Öte yandan 10 – 17 Nisan 2000 tarihlerinde Viyana’da toplanan 10. Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Kongresi’nde de, örgütlü suçlarla mücadelenin temel koşullarından birisinin tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmesi olduğu vurgulanmıştır.
Karşılaştırmalı hukukta, 1994 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun yanı sıra İngiltere, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Hollanda kanunlarında da tüzelkişilerin sorumluluğu kabul edilmiştir.
Tasarı’da özel hukuk tüzelkişilerinin hangi durumlarda ve hangi koşullarla ceza sorumluluğuna tâbi bulundukları gösterilmiş; böylece çağdaş hukukta gelişen yeni bir caydırıcı yaptırım mevzuatımıza eklenmiştir.
6. Hukuka uygunluk nedenlerinde yeni hükümler getirilmiştir (m. 27-30).
Tasarı’da, kanun hükmünü ve amirin emrini yerine getirme ile hakkın kullanılması ve mağdurun rızası, hukuka uygunluk nedenleri arasında düzenlenmiştir.
Öte yandan kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi olan meşru savunmanın, her türlü haksız saldırıya karşı yapılabileceği hükme bağlanmak suretiyle, bu kurumun bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmiştir. Böylece malvarlığına yönelik saldırılar da meşru savunmanın kapsamına alınmıştır. Ayrıca meşru savunmanın uygulanabilmesi bakımından gerekli olan haksız saldırı konusunda yapılan düzenleme ile kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini koruma olanağı genişletilmiştir.
Zorunluluk hâli de, aynı anlayışla yeniden düzenlenmiştir.
Tasarı’ya göre meşru savunmada uğranılan saldırı ile onu defetmek için kullanılan kuvvet arasında, zorunluluk hâlinde ise karşılaşılan tehlikenin ağırlığı ile kullanılan vasıta arasında orantı bulunması şarttır.
7. Hafif ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, bu konuda hâkime geniş takdir yetkisi verilmiştir (m. 31).
Adi tahrik ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, haksız tahrik hâlinde verilecek ceza bakımından alt ve üst sınırlar kabul edilmek suretiyle olayın özelliklerine göre hâkime takdir yetkisi tanınmış; böylece hâkimin, tahrikin ağırlık derecesine göre yapılacak indirimi belirleyebilmesi olanağı getirilmiştir.
8. Etkin pişmanlık düzenlenmiştir (m. 39).
Etkin pişmanlık, tam teşebbüste icra hareketlerinin tamamlanmış olmasına karşın sonucun meydana gelmemesinin failin elinde olan bir nedene bağlanması veya suçun tamamlandığı durumlarda gerçekleşmiş olan sonucun yine failin çabalarıyla tamamen ortadan kaldırılması olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede zamanında harekete geçerek başladığı fiilin sonucunu etkili bir şekilde engelleyen veya ortadan kaldıran, dolayısıyla pişmanlığını aktif biçimde ortaya koyan kişinin bu tutumunun karşılıksız kalmaması, böylece toplumsal savunmanın güçlendirilmesi öngörülmüştür.
Failin çabalarının sonuçsuz kalması, yani kendisinin harekete geçmesine karşın sonucun önlenememesi hâli ise, sadece takdirî bir hafifletici neden sayılabilecektir.
9. Uzlaşma yöntemi getirilmiştir (m. 39).
Çağımızın ceza adaleti anlayışında, suç mağdurlarının yararlarını koruyan yeni bir duyarlılığın ortaya çıktığı görülmektedir.
Ülkemizde bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat, sadece bazı adam öldürme ve terör suçları ile örgütlü suçlar bakımından söz konusu olmuştur. Örneğin –3.11.1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da olduğu gibi– bazı özel kanunlarda suç mağdurlarına veya ailelerine Devletin tazminat ödemesi öngörülmüştür.
Oysa çağdaş ceza kanunlarında diğer bazı suçlar bakımından da mağdurun korunması gereği duyulmaya başlamıştır. Böylece çağdaş adalet anlayışı, mağdurun tatmin edilmesini de ön plâna çıkarmış bulunmaktadır. Çünkü suça karşı salt ceza yaptırımları yeterli olmamaktadır. Ceza yanında zararın giderilmesi ve onarım da, adaletin gereğidir.
Uzlaşmanın hedefi, suçun işlenmesinden sonra fail ve mağdur arasında ortaya çıkan uyuşmazlığı, bir arabuluculuk girişimiyle çözmek ve adaleti sağlamaktır. Failin neden olduğu zararın giderilmesi, fail ile mağdur arasındaki barış, uzlaşmanın temel unsurunu oluşturur.
Fail ile mağdur arasındaki uzlaşma, suçun faili bakımından cezanın “özel önleme” fonksiyonuna yardım ettiği gibi, mağdurun ve genel olarak kamunun yararlarının korunmasını da sağlar.
Fail, uzlaşma ile, işlediği suçun sorumluluğunu üstlenerek ve sonuçlarını gidererek toplumla yeniden bütünleşme olanağını elde etmiş olur. Böylece failin cezaî sorumluluğu tespit ve zararın giderilmesi için gereken yapılmış bulunacağından, mağdur bakımından da adalet yerine getirilmiş olur.
Fail ile mağdur arasındaki uzlaşma, fiille ihlâl edilmiş olan hukuk kurallarının geçerliliğini vurgulamış, dolayısıyla kamu düzeninin ve toplumsal barışın yeniden kurulmasına hizmet etmiş olur.
10. Ölüm cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirilmiştir (m. 57, 60)
Tasarı’yla ölüm cezası kaldırılmıştır. Böylece Ceza Kanunumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 6. Protokol’e uygun duruma getirilmiştir.
Ölüm cezasının kaldırılması nedeniyle bu cezanın yerine yeni bir yaptırım getirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç, ölüm cezasını kaldıran diğer ülkelerde de ortaya çıkmıştır. Örneğin Fransa, Yeni Ceza Kanunu’nda bazı ağır suçların cezalarının infazında, mahkûmun bir güvenlik dönemine tâbi tutulmasını ve bu dönemde koşullu salıverilmemesini kabul etmiştir.
Tasarı’yla ölüm cezasının yerine sıkı güvenlik rejimine göre çektirilecek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirilmiştir. Sıkı güvenlik rejimi, mahkûmun cezaevi dışında çalıştırılamaması, ziyaretçi kabulü ve dışarıyla teması konularında bazı sınırlamalara tâbi tutulması, mahkûma izin verilmemesi ve cezaevinin özel bölümlerinde bulundurulması gibi yoksunlukları içerecektir. Sıkı güvenlik rejiminin içeriğinin neler olacağı, Ceza İnfaz Kanunu ve İnfaz Tüzüğü’nde düzenlenecektir.
Böylece ölüm cezasını kaldıran ülkelerdeki bu cezanın yerine özel bir hürriyeti bağlayıcı ceza koyma yönündeki akımlar, Türk hukukuna da yansıtılmıştır.
11. Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların seçenekleri ve özel infaz şekilleri yeniden düzenlenmiştir (m. 64, 66).
Tasarı’da iki yıl veya daha az süreli hapis ve hafif hapis cezaları, kısa süreli kabul edilmiştir.
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirler arasında bugün bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanmakta olan “kamuya yararlı bir işte çalıştırılma” yaptırımına yer verilmiştir.
Tasarı’yla getirilen düzenlemeye göre, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar, suçlunun kişiliğine, davranışlarına ve suçun işlenmesindeki özelliklerine göre mahkemece, bir yılı geçmemek ve rızası bulunmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilecektir.
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz şekilleri düzenlenirken yeni bir uygulamaya daha yer verilmiştir. Buna göre, hükümlülük süresi altı ayı geçmeyen kadınların cezalarının, elektronik bir alete bağlanmak suretiyle oturdukları yerde çektirilmesine, hükümlü veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, mahkemece karar verilebilecektir. Bu durumda yabancı ülkelerde uygulandığı gibi, kadın mahkûma bir elektronik bilezik takmak suretiyle cezasını oturduğu yerde çekmesi ve bu bilezik yardımıyla kontrol edilmesi sağlanmış olacaktır.
Elektronik alete bağlama uygulamasının henüz çok yeni olması nedeniyle başlangıçta bu olanaktan sadece hükümlülük süresi altı ayı geçmeyen kadınların yararlandırılması uygun görülmüştür.
12. Suç nedeniyle mülkiyetin devlete geçmesi, fer’î ceza olarak kabul edilmiştir (m.78).
Suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi, müsadere yanında öngörülen yeni bir fer’î cezadır. Bu ceza, özellikle karaparanın aklanması suçları bakımından büyük önem taşımaktadır.
13. Güvenlik tedbirleri getirilmiştir (m. 94-99).
Günümüzde suçlunun ıslahını sağlamak ve bu yoldan toplumsal savunmayı güvence altına almak amacıyla, güvenlik tedbirlerine yer vermeyen hemen hemen hiçbir ceza kanunu kalmamıştır.
Anayasa’mızın 38. maddesinde de “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” hükmü yer almaktadır.Tasarı, güvenlik tedbirlerini hürriyeti bağlayıcı ve haklardan yoksunluğu gerektirici tedbirler ile önleyici kefalet olmak üzere üç gruba ayırmış bulunmaktadır.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden birincisi, “bir eğitim-iş evinde veya tarım işletmesinde iyileştirilme”dir.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden ikincisi olan “denetimli serbestlik”, suçlular hakkında kamu davası açılması, duruşma yapılması veya ceza verilmesinin koşullu olarak geri bırakılmasını amaçlayan bir denetim sisteminin uygulanmasına yönelik bir tedbirdir.
Ancak Tasarı, bu tedbiri bir suçtan dolayı aslî cezalardan birisine mahkûm edilmiş bulunan suçlunun, cezasını çektikten sonra tâbi tutulabileceği bir tedbir olarak kabul etmiş ve böylece yabancı kanunlardan ayrılmıştır.
Hürriyeti bağlayıcı güvenlik tedbirlerinden üçüncüsü olan “belirli yerlerde bulunma veya ikametin yasaklanması” da, aslî cezanın çekilmesinden sonra suçlunun belirli yerlerde bulunması veya ikamet etmesinin yasaklanmasıdır.
Bu tedbirin amacı, suçluyu belirli bir yerde bulunmaya veya ikamete zorlamak değil; kendisini suç işlemeye yöneltmiş bulunan etkilerden uzak tutmaktır. Hükümlü, mahkemenin belirleyeceği yer dışında istediği yerde ikamet edebilir. Yasaklanan yer, bir şehrin belirli bir mahallesi de olabilir.
“İçki içilen veya benzeri yerlere gitmekten yasaklanma” da, failin aslî cezasını çektikten sonra mahkeme kararında açıkça belirtilecek meyhane, bar veya kumarhane gibi yerlere gitmekten yasaklanmasıdır.
Hürriyeti bağlayıcı diğer güvenlik tedbirleri ise, Tasarı’da “akıl malûliyeti veya diğer ruhsal düşkünlük veya sakatlık nedeniyle cezaları indirilmiş olan hükümlülerin bu husus için kurulmuş bir sağlık kurumunda tedavi altına alınmaları”, “sarhoşluğu veya uyuşturucu madde kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş bulunan hükümlülerin tedavi altına alınmaları”, “tehlikeli mükerrirlerin müesseseye yerleştirilmeleri”, “yabancılar hakkında sınır dışı edilme” olarak düzenlenmiştir.
Güvenlik tedbirlerinin ikinci grubunu oluşturan haklardan yoksunluğu gerektiren güvenlik tedbirleri ile üçüncü grubunu oluşturan önleyici kefalet de Tasarıda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
14. Çocuk ve küçüklere ilişkin hükümler ayrı bir kısımda düzenlenmiştir (m. 100-127).
Tasarıda 12-15 yaş grubu “çocuk”, 15-18 yaş grubu ise “küçük” olarak tanımlanmıştır.
Çocuklarda cezaî sorumluluk yaşı, 12’ye yükseltilmiştir. Fiili işlediği tarihte 12 yaşını bitirmemiş olanlar hakkında ceza kovuşturması yapılmayacaktır. Öte yandan Türk Ceza Kanununun Yürürlüğe Konulmasına ve Mevzuata Uyumuna Dair Kanun Tasarısının 24. maddesiyle çocuk mahkemelerinin görev alanı, –Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak– 15 yaşından 18 yaşına çıkarılmıştır.
Tasarı’da çocuk ve küçüklere ilişkin hükümlerde önemli değişiklikler yapılmıştır. Çocuklara uygulanacak cezalar ve tedbirler, büyüklerden farklı olarak düzenlenmiş; ayrıca koruyucu, tedavi edici ve eğitici tedbirlere yer verilmiştir.
Küçüklerin işlediği suçun cezasının üst sınırının üç yılı aşmadığı ve küçüğün suç ile ortaya çıkan tehlikeli eğilimlerinin giderilmesi ve topluma uyumlu bir hayata hazırlanması için eğitilmesi yönünden bu tedbirlerin yeterli görüldüğü durumlarda ceza yerine tedbirlerle yetinilebilecektir.
Bu tedbirlerin suçun ve kusurun ağırlığı ile çocuktaki tehlikeli eğilimlerin giderilmesi yönünden yetersiz kalacağının anlaşıldığı durumlarda hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilecektir.
Tasarı’da çocuklar ve küçükler yönünden hapis ve hafif hapis cezaları, çocuklara ve küçüklere özgü hapis cezaları olarak özel bir infaz rejimine tâbi tutulmuştur. Bu cezalar, çocuklar ve küçükler için özel infaz kurumlarında, eğitici amaç göz önünde bulundurularak çektirilecektir.
15. Soykırım (jenosit) ve insanlığa karşı suçlar, ceza kapsamına alınmıştır (m. 128-130).
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli Kararıyla kabul edilerek imzaya açılan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne, Ülkemiz de 23 Mart 1950 tarih ve 5630 sayılı Kanun uyarınca çekince koymaksızın katılmıştır.
Tasarı, bu Sözleşme’nin tanımladığı jenosit fiillerinin cezalandırılmasını öngörmektedir. Jenosit, –2.Dünya Savaşı yıllarındaki Nazi uygulamalarında görüldüğü gibi– millî, etnik, ırkî, dinî veya herhangi bir grubun tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması kastıyla işlenen bir suçtur.
İnsanlığa karşı suçlar ise, siyasî, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle nüfusun sivil grubuna karşı işlenen çeşitli insanlık dışı fiillerden oluşmaktadır.
Zamanaşımı işlemeyen soykırım ve insanlığa karşı diğer suçların oluşması için gerekli özel kast yanında, bu suçların maddî unsurunu oluşturan hareketlerin “bir plânın icrası” şeklinde gerçekleştirilmesi gerekir.
Türk Ceza Kanunu’nda soykırım suçuna yer verilmesiyle 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nden kaynaklanan bir yükümlülüğümüz de yerine getirilmiş olacaktır.
16. Göçmen kaçakçılığı suç hâline getirilmiştir (m.130/A).
“Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ile ona ek “Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol” Türkiye tarafından da imzalanmış bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 22 Aralık 1999 tarihli kararında belirtildiği gibi, özellikle yoksulluk nedeniyle oluşan ve milletlerarası alanda yoğun bir şekilde ortaya çıkan ve sınıraşan suç örgütlerince gerçekleştirilen göçmen kaçakçılığı, sadece umutları kötüye kullanılan göçmenlere değil, aynı zamanda bu fiillerin gerçekleştirildiği ülkelere de büyük zararlar vermektedir. Tasarı’da bu suç örgütlerinin faaliyetlerinin önlenmesi amacıyla göçmen kaçakçılığı fiilleri suç hâline getirilmiştir.
17. İnsan ticareti suç hâline getirilmiştir (m.130/B).
Yine Birleşmiş Milletlerce hazırlanan ve Türkiye’nin de imzalamış bulunduğu “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Sözleşme”yi tamamlamak üzere hazırlanmış bulunan “İnsan Kaçakçılığının Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”ün hükümlerine işlerlik kazandırmak amacıyla, zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, beden organlarının verilmesini sağlamak için tehdit ve cebir, şiddet veya nüfuzu kötüye kullanmak veya kandırmak ya da çaresizliklerinden veya bir kimse üzerinde sahip olunan denetim olanaklarından yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik etmek, kaçırmak, bir yerden diğer bir yere götürmek, sevk etmek ve barındırmak suç hâline getirilmiştir.
Öte yandan bu fiillerin 18 yaşını doldurmamış çocuk veya küçüklere karşı işlenmesi veya örgüt marifetiyle işlenmesi, ceza artırımı nedeni olarak kabul edilmiştir.
18. Acıyı dindirme saikiyle adam öldürmeye ilişkin düzenleme yapılmıştır (m. 138).
Tasarı’nın düzenlediği bu suç, ötanazi değildir. Ötanazi, doktorlar tarafından gerçekleştirilen bir fiildir ve failine ceza verilmemektedir. Tasarı’da ise, iyileşmesi mümkün olmayan ve ileri derecede acı veren, çekilmez derecede ağrılı bir hastalığa tutulmuş bulunan bir kimsenin ızdıraplarına son vermek maksadıyla işlenen adam öldürme fiili için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.
19. İşkence, herhangi bir kimsenin işleyebileceği bağımsız bir suç hâline getirilmiş; nitelikli ve ağır nitelikli işkence ilk kez düzenlenmiştir (m. 140-142).
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”
Bu hükme paralel olarak Tasarı, işkenceyi yalnız memur veya diğer kamu görevlilerinin değil, herhangi bir kimsenin işleyebileceği bağımsız bir suç hâline getirmiş; basit, nitelikli ve ağır nitelikli şekillerini ağır cezalarla karşılamıştır.
Bununla birlikte Tasarıda işkence eylemleri, ayrıca tanımlanmamış; konu yargı içtihatlarına bırakılmıştır.
Aslında işkence, kim tarafından icra olunursa olunsun, insanın bedensel ve ruhsal bütünlüğüne karşı işlenen bir insanlık suçudur. Nitekim Türkiye’nin de taraf olduğu “İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 1. maddesindeki tanım da bu yöndedir. Bu tanıma göre, “Bir kişide şiddetli fizikî veya ruhî ızdırap husule getirmek için kasten uygulanan her türlü eylem” işkencedir. Sözleşme, bu hareketin failini kamu görevlisi olarak belirlemek suretiyle özel bir suç ihdas ettiği hâlde; Tasarı’da işkence genel bir suç olarak ele alınmıştır. Bu arada suçun “memur veya bir kamu hizmetiyle yükümlü bulunan kimselerce görevlerinin icrasında veya icrası vesilesiyle” işlenmesi, Tasarı’da beş yıldan on yıla kadar hapis cezasını gerektiren “nitelikli işkence” hâllerinden biri olarak düzenlenmiştir.
20. İnsan üzerinde deney cezalandırılmaktadır (m.167).
Anayasa’nın 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı hâller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
Fakat bu hükmün kanunlarımızda yaptırımı yoktur. Şüphesiz tıbbın gelişmesini sağlamak amacıyla belirli koşullarla, özellikle kişinin rızası alınmak suretiyle tıbbî ve bilimsel deneylere olanak sağlamak gerekir. Nitekim uluslararası sözleşmeler de, belirli koşullarla tıbbî ve bilimsel deneylere müsaade etmektedir.
Konuyu bu çerçevede ele alan Tasarı, ilke olarak insan üzerinde deney yapılmasını cezalandırmakta; ancak durumun bilimsel ve tıbbî bir deneyi haklı kılmış olmasını ve ilgili kişinin rızasını suçu kaldıran bir hukuka uygunluk nedeni saymaktadır.
21. Ayırımcılık cezalandırılmaktadır (m.168).
Anayasa’nın 10. maddesi, herkesin “dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit” olduğunu belirtmektedir.
Anayasa’nın bu hükmü doğrultusundaTasarı, insanlar arasında “köken, cinsiyet, aile durumu, örf ve âdet, siyasal düşünce, felsefî inanç, sendika, bir etnik gruba mensupluk, ırk, din, mezhep nedeniyle” ayırımlar yapılarak, bazı kişilerin hukukun sağladığı olanaklardan yoksun bırakılmalarını cezalandırmaktadır.
Benzeri hükümler, günümüzde insan haklarına saygılı uygar ülkelerin ceza mevzuatında da yer almaktadır.
Tasarı’yla suç hâline getirilen ayrımcılık fiillerine örnek olarak, belirtilen nedenlerle bir taşınır veya taşınmaz malın satılmaması, devredilmemesi, bir hizmetin icra olunmaması veya hizmetten yararlanmanın engellenmesi, kişinin işe alınmaması, besin maddelerinin verilmemesi, kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasının engellenmesi sayılabilir.
22. Konuşmaların dinlenmesi ve kaydedilmesi, resim çekici veya kaydedici bir aletle özel hayatın ihlâli ve montaj fiilleri cezalandırılmaktadır (m. 188-191).
Anayasanın 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı, adlî soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnaların saklı olduğu hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın bu hükmü doğrultusunda Tasarı, herhangi bir şekilde kişilerin özel hayat alanına girerek başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan olayların tespit edilmesini cezalandırmıştır. Suçun oluşması için ilgilinin rızasının bulunmaması şarttır.
Bu şekilde elde edilen kayıtlardan yarar sağlanması, bunların başkalarına verilmesi, diğer kimselerin bilgi edinmelerinin sağlanması veya basın ve yayın yoluyla yayımlanması ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmiştir.
Uzaktan söyleşileri tespit edebilen araçları, yetkili merciin izni olmaksızın imal, ithal, bulundurma veya kullanmanın cezalandırılması da, özel hayatın gizliliği hakkına saygının sağlanması bakımından gerekli bir önleyici tedbir olarak öngörülmüştür.
Tasarıda söz ve resim montajının suç olabilmesi için iki koşul aranmıştır. Bunlar, mağdura ait söz veya resimleri kullanarak montaj yapılması ve meydana getirilen söz veya resimle oluşturulmuş nesnenin montaj olduğunun anlaşılamamasıdır. Örneğin bir kimsenin söylediği sözlerin başka bir biçimde ifade edilerek, onun hiç düşünmediği şeyleri söylemiş gibi gösterilmesi ve yapılanın bir montaj olduğunun anlaşılır nitelikte bulunmaması durumunda suç işlenmiş olacaktır.
23. Kişisel verilerle ilgili yeni düzenlemeler yapılmıştır (m. 195-198).
Günümüzde kişisel verilerle ilgili kayıtların bilgisayar ortamına geçirilip muhafaza edilmesi uygulaması giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin hastahanelerde hastalara, sigorta şirketlerinde sigortalılara, bankalarda ve kredili alış-veriş yapılan mağazalarda müşterilere ilişkin kayıtlar böyle tutulmaktadır.
Bilgisayarlarda veya fişliklerde yer alan bu tür bilgilerin amaç dışı kullanılması veya üçüncü kişilerin bu bilgilerden hukuka aykırı olarak yararlandırılması, ilgili kişileri büyük zararlara uğratabilmektedir. Kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak klâsik kurallar, bilişim alanındaki hızlı gelişmeler ve ülkeler arasında bilgi akışı karşısında yetersiz kaldığından bu alanda bir uluslararası sözleşmenin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 28.1.1981 tarihinde diğer Konsey üyeleriyle birlikte Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Bu Sözleşme doğrultusunda Tasarı, kanuna aykırı olarak kişisel verileri toplama, bilişim sistemine yerleştirme, muhafaza için gerekli güvenlik tedbirlerini almama, yetkili olmayanlara verme, imha etme, ifşa etme, özel maksatlarla kullanma, ele geçirme, süresinde yok etmeme gibi fiilleri suç hâline getirmiştir.
24. Radyasyona maruz bırakma suçu düzenlenmiştir (m. 233).
Tasarı’da dinamit veya bomba ya da buna benzer patlayıcı, yıkıcı veya öldürücü, radyasyon yayıcı maddelerin konutlara, insanların toplu olarak bulundukları binalara, konaklama yerlerine, kamuya ait binalara veya kamunun kullanılmasına ayrılmış tesislere, sanayi işletmelerine konulması, patlatılması veya tutuşturulması suç sayılmıştır.
25. İnşaat sanatının kurallarına aykırılık cezalandırılmıştır (m. 242).
Ülkemizde inşaat alanında çeşitli tarihlerde faciaların meydana gelmesine neden olan bazı uygulamaların, felâketli sonuçlar meydana gelmeden önlenmesi amacıyla inşaat sanatının kurallarına aykırılık, topluma karşı suçlar kapsamına alınmış ve genel tehlike yaratan suçlar arasında cezalandırılmıştır.
26. Düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesine yönelik düzenleme yapılmıştır (m.292).
Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi, özellikle ikinci fıkrası itibarıyla düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin tartışmalarda önemli bir yer tutmaktadır.
Bu maddenin yerine “Cürmü övme, kanunlara uymamayı tahrik” kenar başlığını taşıyan 292. maddesiyle yeni bir düzenleme önerilen Tasarı’da, bu madde kapsamındaki suçların unsurları daha belirgin duruma getirilmiş; bir yandan toplumsal savunmayı sağlamak, öbür yandan düşünce ve ifade özgürlüğünü güçlendirmek amacıyla yeni hükümlere yer verilmiştir. Tasarı’nın anılan maddesinde nitelikleri itibarıyla birbirine yakın dört ayrı cürme yer verilmiştir:
a) Bir cürmün övülmesi veya iyi görüldüğünün söylenmesi,
b) Kişilerin kanuna uymamaya tahrik edilmesi,
c) İnsanların sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzenini bozma olasılığını ortaya çıkaracak surette düşmanlığa veya kin beslemeye tahrik edilmesi,
d) Halkın bir kısmının aşağılayıcı ve insan onurunu zedeleyecek biçimde tahrik edilmesi.
Yeni düzenleme, demokratikleşme yolunda önemli bir adım niteliğindedir.
27. Hile ile boşanma, suç hâline getirilmiştir (m. 330).
Ülkemizde kişileri boşanma davalarında örneklerine oldukça sık rastlanan hukuk dışı bir uygulamadan caydırmak üzere hile ile boşanma fiili suç hâline getirilmiştir. Gerçekten eşinin gıyabında kolaylıkla bir boşanma hükmü elde etmek amacıyla bazı kimselerin hileli yollara başvurarak usul işlemlerinden eşlerinin haberdar olmamalarını sağlamaya giriştikleri görülmektedir. Bu gibi durumlarda yürürlükteki mevzuata göre değişik hükümlerin uygulanabilmesi olanağı bulunduğundan, içtihat farklılıkları ortaya çıkmakta, bazı durumlarda ise herhangi bir yaptırım uygulanamamaktadır. Bu sakıncaları gidermek üzere hile ile boşanmayı cezalandıran özel bir düzenleme getirilmiştir.
28. Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması cezalandırılmaktadır (m. 349).
Bilişim alanında işlenen suçlar arasında banka ve kredi kartlarının hukuka aykırı olarak kullanılmasını, böylece bankaların veya kredi sahiplerinin zarara sokulmasını, bu yolla çıkar sağlanmasını önlemek ve failleri cezalandırmak amacıyla düzenleme yapılmıştır.
Bilindiği gibi banka kartı, bankanın kurduğu sisteme hukuka uygun olarak girmeyi, bankaca saptanan ve kart sahibince bilinen bir numara ile banka görevlisinin yardımı olmadan, kart sahibinin kendi hesabından para çekmesini sağlamaktadır.
Kredi kartı ise, banka ile kendisine kart verilen kişi arasında yapılmış bir sözleşme gereğince, bankanın belirli koşullarla sağladığı kredi olanağının kart sahibi tarafından kullanılmasını sağlayan araçtır.
İşte bu kartların kötüye kullanılmaları Tasarı’nın cezalandırdığı suçları oluşturmaktadır.
29. Yargı görevi yapanı veya yargısal nitelikte hizmet vereni tehdit fiilleri cezalandırılmaktadır (m. 448).
Adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde görev yapanlara karşı çıkarılabilecek engelleri ortadan kaldırmak, böylece yargı işlevinin her türlü etkiden uzak olarak icrasını sağlamak amacıyla yeni bir ceza hükmü getirilmiştir. Yargı tarafsızlığının sağlanması için de böyle bir hükmün gerekli olduğu düşünülmüştür.
Tasarı’ya göre yargı görevi yapanlar, yargısal nitelikte hizmet veren bir kuruluşta görevli olanlar, hakemler, tercümanlar, bilirkişiler ve tarafların avukatları, tutum ve davranışlarını etkilemeye yönelik tehdit veya ürkütücü fiillere karşı korunmuştur.
30. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerine yasak madde sokmak, bulundurmak ve kullanmak suç hâline getirilmiştir (m. 468/A).
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerine ateşli silâh, patlayıcı madde, kesici, delici veya bereleyici aletler, yakıcı, aşındırıcı, boğucu, kör edici gazlar ve her türlü zehirler, uyuşturucu ve sarhoşluk veren maddeler ve cep telefonu ile telsiz ve diğer elektronik haberleşme araçlarını sokanlar, bulunduranlar, kullananlar ve bunlara yardım edenler bakımından cezaî yaptırımlar öngörülmüştür.
Aynı biçimde, ceza infaz kurumları ve tutukevlerine yasaklanmış her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeleri sokanlar, bulunduranlar, kullananlar veya bunlara yardım edenler için de cezaî hükümler getirilmiştir.
31. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde beslenme ve hak kullanımını engelleme fiilleri suç hâline getirilmiş; ayrıca hükümlü ve tutukluların açlık grevine ve ölüm orucuna teşvik edilmesi veya bu yolda kendilerine talimat verilmesi suç sayılmıştır (m. 468/B).
Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların beslenmesini, haberleşmesini, ziyaretçileri ile görüşmesini, işyurdu çalışmaları ile diğer toplumsal ve kültürel etkinliklere katılmasını, kurum tabibince muayene edilmesini veya tedavisini, avukat atamasını veya bunlarla görüşmesini, mahkemelere veya Cumhuriyet savcılığına gitmesini, kurum görevlileriyle görüşmesini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmasını engelleyenler, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teşvik edenler, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı her türlü görüşme ve temas haklarının kullanılmasının engelleyenlerin –fiilleri başka bir suç oluştursa bile– ayrıca cezalandırılacakları hükme bağlanmıştır.
Aynı biçimde hükümlü ve tutukluların açlık grevine veya ölüm orucuna teşvik edilmesi veya bu yolda kendilerine talimat verilmesi de, beslenmenin engellenmesi sayılmak suretiyle bağımsız suç hâline getirilmiştir.
Getirdiği yeni düzenlemelerden bazılarını özetleyerek sıraladığımız yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı, çağdaş suç ve ceza siyasetine uygun bir reform Tasarısı niteliğindedir. Bu Tasarı’yla ceza hukukumuz, 21. yüzyılın anlayışına uygun olarak bütünüyle yenilenmektedir. Tasarı, en kısa zamanda Bakanlar Kuruluna sunulacaktır.