Sosyal ağ devi Facebook, artık herkesin kabul ettiği bir fenomen. Kimileri, onu Recep İvedik’te olduğu gibi ‘Amele Sitesi’ olarak nitelerken, kimileri sosyalleşmede bir ‘hub’ olarak değerlendiriyorlar. Amaçlar farklı olsa da araç aynı. Ancak, kimi zaman kimilerinin saatlerini geçirdikleri Facebook bile bir noktadan sonra sıkıcı olabiliyor. İşte, kullanıcılar bunları, yani sosyal ağ devinin sıkıcı yanlarını üşenmemiş, bir araya getirmişler.
“What’s on your mind?” sorusuyla kullanıcılar, o anki ruh hallerini, ne yaptıklarını tüm arkadaşlarıyla paylaşıyorlar. Kimilerinin, dikkatle takip ettikleri bu bölüm kimileri için ‘basmakalıp’ olabiliyor. Tweet’ler aracılığıyla arkadaş ve tanıdıkların güncellemeleri paylaşmalarına aracılık eden Twitter’da yazılan her 100 tweet’ten 40’ının kimselerin okumadığı, boş cümleler olduğu tespit edilmiş. Çok da şaşırtıcı olmasa gerek.
Vakit öldürmeye birebir mini testler Facebook’un, kimi kullanıcılarının canını sıkan bir başka yanını oluşturuyor. Her açtığında yeni bir ‘boş’ testle karşılaşmanın ne demek olduğunu sanıyorum yaşayanlar iyi biliyordur. Konuştuğum akl-i selim kullanıcılar, sosyal ağ platformunun, bir ‘geyik’ ortamı yakalamaktan çok daha fazlası olduğunun zamanla daha iyi anlaşılacağına inanıyor.
En ince detayına kadar kendileriyle ilgili bilgileri ortaya dökenler, ‘ilgi odağı’ oluşturabildiklerini zannedebilirler, ancak görünen bunun pek de öyle olmadığı yönünde. Sosyal ağlarda, kimin listesinde daha fazla arkadaşa sahip olduğu kimi zaman bir böbürlenme vesilesi olabiliyor. Ancak, ilginç bir biçimde kimse “arkadaş” listesindeki isimlerden kaçıyla yüzyüze görüştüğü bilgisini vermek istemiyor. Bu arada, ortalama bir Facebook kullanıcısının 120 arkadaşı bulunduğunu belirtmemizde fayda var. Pek çok kişi, birisinin 1000 ve üzerinde arkadaşı olabilmesi için dünyaya mal olmuş bir aktör ya da aktrist olması gerektiğini dile getiriyor.
Facebook’un, en traji-komik yanlarından bir diğeriniyse insanların ‘en söylenmeyecek’ şeyleri bile burada ifşa etmeleri oluşturuyor. Dünyanın, hiç bir coğrafyasında edebe uymayacak, aile içinde kalması gereken sırlar, detayına anlatılabiliyor.
İlk olarak kısa mesajlarla karşılaşmaya başladığımız ‘dil katliamı’, sosyal ağlarda alabildiğine devam ediyor. Her insanın kendisini bir ifade ediş biçimi olmakla birlikte, dilin müptezelleştirilmesi pek de kabul edilir bir şey olmasa gerek. En azından gelecek nesiller açısından.
Komik ve bir o kadar da absürd bir diğer olguysa; Hiç tanımadığınız birisinin sırf isim benzerliği dolayısıyla gelip profilinize yorumlar yazabiliyor olması. Ama, en dramatiğiyse kocaman resminiz orada dururken gelip sizin profilinize sırf isim benzerliği dolayısıyla bir başkasının fotoğrafını eklemesi. Sosyal ağlar bir yerlere gidiyor ama, asıl sorulması gereken ‘nereye’ sorusu olmalı.