Ne çabuk geçivermiş iki hafta[1]. Yusuf Bey’i sonsuzluğa yürüyüşünün ardından çokca konuştuk dostlarla, tanıdıklarla. O kadar eskiden tanıdıklar, o kadar ilgisiz kişiler aradı ki, şaşırdım doğrusu. Türk Telekom’dan arkadaşlar aradı örneğin başsağlığı dilemek için. Hiç tanışmamış olanları da vardı içinde. Sadece, işi yapış biçiminin onlarda yarattığı intiba ve benim O’nunla olan yakınlığım dolayısı ile aramışlar ve üzüntülerini iletmek istemişler. Kıyasıya mücadele ettiği kurumun fertleri… O’nun kırmadan dökmeden mücadele etmesinin sonuçları bunlar. Ve kararlılığının, duruşunun…
Telkoder’in kurucu üyeleri ve ilk dönem Yönetim Kurulu üyeleri ile bir dizi video konferans görüşmeler gerçekleştirdik. Ölenin arkasından kötü konuşmamak gibi güzel bir hasletimiz vardır ya, bunun gerekmediği ortamlardı. Çokça farklı görüşlerde olunsa da, tartışıp kararı aldıktan sonra tartışmayı hemen sonlandırıp olayı kişiselleştirmeden yola devam etmesine, kalpleri kazanmasına dair çokça sohbet ettik. Bir önceki yazımı öyle bitirmiştim: “Dolmayacak bir boşluk bıraktı arkasında ve O’nu hayırla, sevgiyle anacak binlerce insan.” Bu görüşte mutabıktık her konuştuğumuzla.
Zor zamanlardan geçiyorduk Telkoder’in kurulduğu dönemde alternatif işletmeciler olarak. Sanırım 2003 Kasım ayı idi. Lisans Yönetmeliği ortada yok halen ve o anda çıkarılsa bile Türk Telekom ve mobil işletmeciler ile arabağlantı sözleşmelerini 31 Aralık tarihine kadar imzalayamayacağımız açıktı. Oysa 4502 sayılı yasa bunu gerektiriyordu. Türk Telekom’un imtiyazı 31 Aralık’ta biter ve serbestleşen telekomünikasyon sektörü her türlü hizmete başlardı.
Telkoder’de toplantı halindeydik. Lisanslar olmadan nasıl hizmet vereceğimizi tartışıyorduk. Nihayetinde iki yıldır ortada bir kurum (BTK) ve ortada olmayan bir Lisans Yönetmeliği sorunumuz vardı. İki koca yıl harcanmış ve Lisans Yönetmeliği (nedense) çıkarılamamıştı. Yani, biz lisans alamadan serbestleşme başlayacaktı.
Yusuf Bey’in müzakereci kişiliği yine ortaya çıktı. “Yasada kendilerine tevdi edilmiş görevlerini yapmadılar, o zaman mahkemede hesap vereceklerini kendilerine hatırlatacağız” dedi, “belki işin ciddiyetini o zaman anlarlar.” Yani açıktan tehdit!
TK Başkanı Ömer Arasıl idi. Sektörel bir deneyimi yokken 2002 Ağustos’unda bu göreve atanması herkesi şaşırtmıştı ama yumuşak üslübu ile ilk tepkileri yumuşatmayı başarmıştı. Eh, atamasının üstünden bir yıldan fazla zaman geçmişti ve artık hem sektörü hem de sektörde yer alan insanları tanımıştı. Yeni Ulaştırma Bakanı’nı da… Mahkemeye vermekle tehdit ettiği Kurul Üye ve Daire Başkanlarına Telkoder olarak iftar bile verdik.
Serbestleşme aslında Türk Telekom’un özelleştirilmesi dışında başlayan bir süreç olmasına rağmen, değişen iktidarın Türk Telekom’u bir an önce ve doğal olarak en üst seviyede oluşacak fiyat ile özelleştirmeye çalışmasından dolayı bir ham hayal haline geldi. Türk Telekom’un sabit ses pazarında gelir kaybetmesinin değerini düşüreceği kesindi. Ayrıca yeni yatırıma gitmeden yani elindeki parayı harcamadan özelleşmesi de önemliydi. Maazallah alternatif işletmeciler pazara yeni ürünlerle girebilir ve Türk Telekom’un hantal yapısıyla böyle bir rekabete yanıt verecek durumu olmadığından daha da fazla müşteri/gelir kaybı yaşanabilirdi. O zaman ne yapmalıydı? Lisansları vermezdin, onlar da faaliyete geçemezdi. Bu kadardı…
TK (Bugünkü BTK) tam olarak bunu yaptı. Lisans Yönetmeliği Kurul’a ancak 30 Aralık’ta sunuldu. Kurul da enine boyuna incelemeye koyuldu! Yusuf Bey ne yaptı? Kuruma gitti ve 1 Ocak 00:00’da işletmecilerin işletmeye başlayacaklarını söyledi! Ve yapabilenler öyle yaptı. Benim işletmemin tüm sistemleri Türk Telekom üstünden olduğu için benim elimden pek bir şey gelmedi ama ISP işletmecileri şalterleri indirip trafiğe başladılar.
Yusuf Bey’in özellikle hedef seçildiği bir dönem oldu bu dönem. Şirketine maliye ve iş müfettişleri salındı, sonuç: sıfır. Eşi Nilüfer Hanım’ın şirketi de aynı muameleye maruz kaldı, sonuç: sıfır. Yusuf Bey’in şirketine bilirkişi eşliğinde polis ve Türk Telekom baskın yaptı. Bilirkişi raporunda “elektrik saati fırıldak gibi dönüyordu. Kaçak trafik olduğu kesin” yazdı, inanılır gibi değil! Hiç yılmadı Yusuf Bey. Haklı olduğunu bildiği için de hiç bükülmedi. Müzakereyi de hiç kesmedi. Telkoder Başkanı şapkası ile şirket sahibi şapkasını gerektiği yerlerde değiştirerek aynı insanlarla farklı konuları tartışmayı sürdürdü.
Bu noktada biraz durup Telkoder’in içine dönmek isterim. Şimdi hayal edin: serbestleşme olmadığı için yapılan iş planlarının çöpe gittiği bir ortam. Türkiye’nin en önde gelen tüm holdiglerinin ISP şirketleri var. Hepsi Telkoder üyesi. Koç, Sabancı, Doğan, Borusan. Bu şirketlerin hepsi kendi içlerinde holding yönetimine hesap veriyor. Hepsinde bir sıkışmışlık hissi.
Düşünün; milyonlarca dolarlık techizat almışsınız ve üstünden 1 dolarlık trafik geçmiyor. Doğaldır ki, bu durumun Telkoder içine yansımaları oluyordu. Farklı holding strateji ve kültürleri Telkoder bünyesinde alerji yaratıyordu. Ancak, Yusuf Bey liderliği ve vizyonu ile bu şirket yöneticilerini en küçük Telekoder üyesi şirketin bile faydasını gözetecek bir stratejiye ikna ediyor, ikna edemediklerini de örgüt disiplini içinde tutmayı başarıyordu. Yine kendine has üslûbu ile; kırmadan, dökmeden. Dışarıdan görüldüğü kadar kolay değildir bunu yapmak, içindeydim biliyorum…
Geçen iki haftada kendimle konuşurken buldum kendimi, burada ne demişti, şurada neyi kastetmişti diye. Üzerine titrediği ODTÜ Klasik Türk Müziği Topluluğu ile ilgili çok zaman harcadık birlikte.
Telkoder üyeliğinden ayrılmama neden olan işimden istifamın hemen ertesi günü beni ofisine çağırdı. “Ne planladın istifa ederken” diye sordu. Hiçbir planım olmadığını söyledim. Dinlenecektim. “Yok öyle bu yaşta dinlenmek” dedi. Önceki yazımda bahsettiğim topluluk binamızın inşaatı kaba seviyede durmuştu kaynak yokluğundan. “Binayı bitir” dedi. Güldüm, hesapta o günün 600 milyon lirası (bugün 600TL) ile bunu yapamayacağımızı söyledim. “Var hesapta para” dedi. Kendimden emin bir şekilde “buraya gelirken baktım o rakamı kafadan atmadım” dedim. “Anlamadın, hesapta her zaman ihtiyaç duyulan kadar para var” dedi. “Gidip üç teklif al, en kısa sürede bitirelim binamızı” dedi.
Eylül 2004 sonunda başladık ve binamızı Kasım sonunda açtık. İki ayda Yusuf Bey’in sponsorluğunda bina bitmişti. Açılışta Rektör Prof. Dr. Ural Akbulut, büyük bestekârlar Erol Sayan ve Avni Anıl da hazır bulunmuştu. Unutulmaz bir gündü. Öğrenci kardeşlerimden daha heyacanlı olduğumu hatırlıyorum. Onlar henüz farkında değillerdi ne kadar kıymetli bir eser olduğunun. Şimdi farkındalar, onu da biliyorum…
Ural Akbulut demişken, binanın yapılması öncesinde yine Yusuf Bey’in olağanüstü öngörüsüyle bir protokol imzalanması konusu ortaya çıktı. Yusuf Bey, tamamen mezunların bağışı ile imal edilecek bu binanın ileride herhangi bir sebeple Klasik Türk Müziği Topluluğu’nun elinden alınmasının önüne geçmek için ODTÜ Rektörlüğü ile bağışlayanlar arasında bir protokol imzalanmasını istedi. Rektör Bey “ne gerek var” dediyse de Yusuf Bey ısrarcı olunca Ural Akbulut Rektör olarak Yusuf Bey de Bağışlayanlar Vekili olarak bir protokolü imza altına aldılar. Bir sureti hâlâ topluluk duvarında asılıdır… Ben de o toplantıların bir katılımcısı olarak kendimi çok şanslı addederim.
Yusuf Bey topluluğumuzun devamlılığını çok önemserdi. O’nun başlattığı, mezunların 30 Ağustos’ta yurdun bir köşesinde toplanıp 2-4 gün öğrenci Yönetim Kurulu üyeleri ile bir arada olması, konser vermesi geleneğini de sürdürmek bizim görevimiz. Önceki yazıda gördüğünüz video, 2019’da Eskişehir’de yaptığımız toplantının kapanışından. O’nun da son 30 Ağustos’u oldu. Covid-19 engel olmazsa, bu yılki toplantıyı O’nun anısına düzenleyeceğiz. Ruhu şad olsun…