Türkiye Eylül ayında, 50 yıldan sonra ilk defa telekomünikasyon konusundaki bir uluslararası örgüte yönetim kurulu üyesi olarak girdi. Bu konunun önemini yazının içinde okuyacağınız bir bölümü buraya alarak vurgulayalım; 1993 konsey toplantısında o zaman Konsey üyesi bulunan Yunanistan tarafından sunulan bir karar taslağı ile; “Mersin ile Girne arasına (PTT tarafından) çekilmis bulunan fiber optik hattın kapatılması” öngörülmüştü. Yani Kıbrıs Türk Federe devletinin haberleşmesinin kesilmesini. Bu önemli konunun nasıl sonuçlandığını ilerleyen bölümlerinde okuyacaksınız.
ITU Konsey Üyeliğini Nisan ayında İstanbul’da yapılan ITU Konferansı sırasında zamanın Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Fatih Yurdal, daha o tarihten müjde olarak iletmişti. Bu nedenle dediği gerçekleştiği zaman kendisini aradık ve bu olayın nasıl gerçekleştiğini, arkasındaki çalışmaları sorduk.
Bu aynı zamanda Türkiye’nin diğer Uluslararası örgütlerde yer almasına bir rehber niteliğinde olduğundan, olayı Yurdal’ın kendi kaleminden veriyoruz.
- Yıl 1995, Cenevre’de Dünya Radyokomünikasyon Konferansı (WRC-95) toplantı halinde. Türk Heyeti Başkanlığını ben yürütüyorum. O zamanki Telsiz Genel Müdürlüğü’nde Standartlar Dairesi Başkanıyım.
- Bunun dışında, dünya telekomünikasyonuna yön veren kararların alınmasında etkili olan 46 ülkeden birisisiniz,
- Uluslararası arenada bir yeriniz ve bir saygınlığınız var,
- Konsey’deki sandalyenizin verdiği oy avantajını kullanarak baska ülkelerle ülke menfaatleri konusunda pazarlık yapma şansınız var,
- Bir başka önemli konu Konseye katılacak ve katkıda bulunacak temsilciniz dünya çapında bir telekomünikasyon uzmanı olacak ve belki de ileride Türkiye’ye ITU’da önemli pozisyonlar kazandıracak.
Konferansın sonlarına doğru (zannediyorum 4. hafta) bir sonraki konferansın 1997 yılında yine Cenevre’de olacağı ortaya çıkınca diğer bazı heyetlerde olduğu gibi bizim heyet de Cenevre’nin artık pek cazip gelmediğini konuştuk. Bu arada ITU’da çalışan Türk vatandaşı arkadaşımız H.Şakir Köker Bey, neden bir konferansı Türkiye’de yapmayı düşünmediğimizi sordu. Benim de aklımdan geçmiyor değildi doğrusu ve ilk tepkim “neden olmasın Şakir Bey” demek oldu.
Türkiye’ye dönüşümde bu konuyu gündeme getirdiğim gibi konferans sonuç raporumun teklifler bölümüne de yazdım. Maalesef pek kimse aldırmadı ve ciddiye almadı.
Bunun üzerine Türk Telekom’daki arkadaşlarımızla da görüştük (o zaman ITU ve CEPT’ten sorumlu idare PTT idi ve Türk Telekom ve Posta henüz yeni ayrılıyorlardı). Bu düşünce bazı genç arkadaşlarımızca da benimsendi ve sorumlu idare olan TTAŞ tarafından Ulaştırma Bakanlığına bir onay yazıldı. Bu onay hala arşivlerde vardır ve Bakanın yerinde olmadığı bir dönemde, o zamanki Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı, bugünkü DYP Milletvekili Sn.Oguz Tezmen tarafından imzalanmıştır.
Böylece, macera başlamış oldu. Macera diyorum, çünkü birkaç kişi dışında hiç kimse bunun olacağına ve bize inanmamışlardı.
Neden bu konferanstan söz ederek başladım? Sebebi şu : ITU 1865 yılında aralarında Osmanli Imparatorluğunun da bulunduğu 19 ülke tarafından Paris’te kurulmuştur. Türkiye’miz ITU’nün en önemli organı olan Konsey’de en son 1951 yılında temsil edilmiş, ama ondan sonra hiç girememiştir. 1989 yılında Niş’de yapılan ITU Tam Yetkili Temsilciler Konferansında (Plenipotentiary Conference (PP) olarak adlandırılmakta olup, her 4 yılda bir toplanıp ITU’da görevli Genel Sekreter, yardımcısı, büro direktörleri gibi görevlileri ve Konsey Üyelerini seçer, nitekim sonuncusu bu günlerde Marakeş’te toplanmış olup seçimler gerçekleşmiş bulunmaktadır) Türkiye aday olmuş, ancak en sona kalmıştır. 1994 yılında Kyoto’da yapılan PP-94 Konferansında yine aday olmuş, ancak sonunculuktan kurtulamamıştır. Tamamen hazırlıksız ve laf olsun diye katılınan bu iki seçim de hüsranla sonuçlanmıştır. (Çok şükür ben her iki konferansa da katılmamıştım ve o talihsizlikleri yaşamadım).
Türkiye bir muz cumhuriyeti değildi, bir haysiyeti, bir saygınlığı olmak gerekirdi, kaldı ki ITU Konseyinde muz cumhuriyetleri bile Afrika’yi temsilen yer almaktaydılar. Öyleyse buna bir son vermek gerekti. Peki bu nereden geçerdi? Birşeyler, güzel birşeyler yapmamız gerekmekte idi. O güne kadar hiçbir konferans Cenevre dışında yapılmamıştı ve bazı ülkeler yapmayı düşünüyorlar, ancak cesaret edemiyorlardı. Öyleyse bu iyi bir fikir olsa gerekti.
Burada hikayeye devam etmeden önce ilk sorunuza kısaca cevap vermek istiyorum : Turkiye’nin ITU’ya seçilmesi ne tür avantajları birlikte getirir?
Bunu bir örnekle cevaplarsam zannediyorum daha iyi anlaşılır. Konsey her yıl iki hafta süren bir olağan toplantı yapmak zorundadır. Gerekirse olağanüstü de toplanabilir. Işte bu olağan toplantılardan 1993 yılında yapılanı sırasında o zaman Konsey üyesi bulunan Yunanistan tarafından bir karar taslağı sunulur. Karar taslağı “Mersin ile Girne arasına (PTT tarafından) çekilmiş bulunan fiber optik hattın kapatılması”nı öngörmektedir. Yani Kıbrıs Türk Federe devletinin haberleşmesinin kesilmesini. Türkiye Konsey’de temsil edilmediği icin itiraz dahi edememiş, karar taslağının karar haline gelmesine ramak kalmış iken Konsey’de temsil edilen ABD ve bir iki diğer ülkenin, yoğun diplomatik çabaları sonucu, son andaki mudahale edilerek kabul edilmesi önlenmişti. Kabul edilse ne olurdu? Ya hattı keseceksiniz, ya da ceremesini bütün dünyadan gelecek tepkilerle çekeceksiniz. Çünkü ITU’nun aldığı kararlar Birleşmiş Milletler kuralları çerçevesinde üye ülkeleri bağlayıcı karaktere sahiptir.
Saydığımız bu yararları arttırmak mümkün tabii ki.
Şimdi hikayeye devam edebiliriz : Önümüzde 1997 Konferansı (WRC-97) vardı, ancak Rusya bizden erken davranmış ve teklifini yapmıştı bile. Biz bunun üzerine bir sonraki konferansı (o zaman 1999 için düşünülmüştü, ancak sonradan 2000 yılında yapılması kararlaştırıldı) hedefleyerek çalışmalara başladık. Ancak 1996 yılında Rusya ITU’dan özür diledi ve konferansı yapamayacağını bildirdi. Konferans tekrar Cenevre’ye alındı. WRC-97’de Turk Heyeti Başkanlığını Telsiz Genel Müdür Yardımcısı olarak yine ben yürütmekteydim. Ve Konferans sırasında WRC-2000 Konferansını resmen Turkiye’ye davet ettik. Müthiş bir alkış tufanı koptu. Bizi hakikaten seven bir sürü insan vardı, bizi yoğun şekilde desteklediler. Onlar için bunun anlamı Cenevre’nin buzlu havasından kurtulup Türkiye’ye gelmekti.
Asıl maraton bundan sonra başladı. O tarihlerde, Bakanlık nezdinde yapılan bir protokol ile ITU Radyokomünikasyon Sektörü ile ilişkilerin sorumluluğunu Telsiz Genel Müdürlüğüne (TGM) aktardık. Yaptığımız araştırmalar sonucu (Antalya, Ankara ve Istanbul’da) Konferansın ancak Istanbul’da yapılabileceğine karar verdik ve ITU’ya bildirdik. Artık konferansın ismi konulmuştu : WRC-2000, Istanbul.
Bu arada 1998 yılında ABD’de Minneapolis’te ITU Dünya Tam Yetkili Temsilciler Konferansı (PP-98) toplandı. Hasbelkader bu defa Türk Heyeti Başkanı olarak bulunuyordum ve burada Konsey seçimlerine katılmadık. Çünkü bana göre henüz zamanı gelmemişti. Ama “WRC-2000, Istanbul”un elimizden geldiğince reklamını yaptık. Bu arada lobimiz açısından çok önemli bir kararın çıkmasını sağladık. Şöyle ki; PP-98 Konferansı sırasında Islam Kalkınma Örgütü (ISEDAK) üyeleri ayrı bir zemin oluşturmak üzere toplantılar yapıyordu. Bazı arkadaşlarımızın muhalefetine rağmen, ben her hafta bu ISEDAK temsilcileri toplantılarına katıldım ve oradan, şu prensip kararını çıkartmaya muvaffak olduk : İslam ülkeleri ITU seçimlerinde bölgeler bazında herhangi bir bölgedeki adaylardan Islam ülkelerinden gelen adayı destekleyeceklerdir. Türkiye bilindiği gibi Avrupa Bölgesindeki adaylar arasındaki tek Islam ülkesi. Bizim için büyük bir avantaj teşkil etmiştir bu karar.
PP-98 Konferansı’nın hemen akabinde WRC-200 ile ilgili çalışmalara hız verdik. Ama maalesef o gunlerde İstanbul’a incelemelerde bulunmak üzere gelen ITU heyeti tarafından Istanbul Lütfi Kırdar Kongre merkezinin kapasitesinin bu işe yetmeyeceği bildirildiğinde şok olduk. Bir çare bulmamız gerekiyordu. Bu arada Lutfi Kırdar’ın yanına ek bir salon yapılması gündeme geldi. ITU, bu salonun en az 3000 kişi kapasite ile yapılması kaydıyla şimdilik konferansı Türkiye’den almayacağını bildirdi.
Ama bu arada Fransa ve özellikle İsviçre yoğun kulis yapmaya başladılar. Çünkü onlar için müthiş bir kazanç kapısı kapanıyordu. Çünkü Türkiye yapamasa, 3000 kişi 35 gün süreyle yine Cenevre’ye gidecek ve bundan Isviçre ve Fransa faydalanacaktı. Her zaman olduğu gibi. Çünkü, ITU konferanslarında herkes masraflarını kendi cebinden karşılar ve konferansın yapıldığı ülkenin kesesine milyonlarca dolar girer idi.
Böylece 1999 yılına geldik, ama inşaat maalesef bir türlü başlayamadı. Bunun üzerine ITU Genel Sekreteri ITU Konseyine bir karar tasarısı sundu ve konferansın Cenevre’ye alınmasını istedi. Işte bu noktada yine Konsey üyeliğinin önemi ortaya çıkıyor. Konsey üyesi olmadığımız için Konsey toplantısına katılmamız ve tezimizi savunmamız mümkün değildi. Bunun da halledilmesi gerekiyordu. Konsey toplantısına gözlemci olarak katılamam için o zamanki TGM Genel Müdüründen binbir müşkülatla onay aldım ve Cenevre’ye gittim. Konsey Başkanı (her yıl bir ülke temsilcisi başkanlık yapar) yakın dostum idi ve yetkisini kullanarak gozlemci sıralarından konuşabilmem için bana iki defa söz verdi. Uzunca bir konuşma ile Türkiye adına salonu inşa edeceğimiz sözünü verdikten sonra Konsey o toplantıda karar almamayı, daha sonra mektup teatisi yoluyla oylama yapmayı uygun buldu.
İşte bu karar, mutlu sonun başlangıcı oldu. Ankara’ya döner dönmez bütün konsey üyelerine şahsım adına, TGM adına ve Bakanlık adına ayrı ayrı mesajlar yazıp gönderdik, sözümüzü tekrarladık, Dişişleri Bakanlığı vasıtasıyla da bütün dış temsilciliklerimizin bulundukları Konsey üyesi ülkelerin hükümetleri nezdinde destek istemelerini talep ettik.
Sonra telefonun başına oturup bizzat kandim bütün konsey üyelerini tek tek aradım. Sonuç : 3 ay sonra oylama yapıldığında 23’e 13 biz kazandık. Konferans Istanbul’da kaldı. Bu tabii bize şevk verdi.
Bu arada Türkiye’de seçimler yapıldı ve yeni hükümetin kurulması ile birlikte ben Turk Telekom Genel Müdürlüğü görevine atandım. TGM’den ilişiğimi kestiğim gün, o günkü TGM Genel Müdürü, “ben gidince TGM’nin bunu yapamayacağını ve TTAŞ’ın yapmasının daha uygun olacağını” belirtti. Bunun üzerine Bakanlik’tan alınan bir onay ile bu sorumluluğu tekrar TTAŞ’a aldık.
Bu noktadan itibaren Turizm Bakanı Sn. Erkan Mumcu’nun ve Ulaştırma Bakanı Sn. Enis Öksüz’ün özel ve hüsnüniyetli gayretleri ile bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılarak konferansa her türlü destek sağlandı. Krediler bulundu, izinler alındı ve nihayet Konferans salonu inşaatı konferansa 5 ay kala başladı. Herkes mümkün değil diyordu ama biz inanmıştık. Konferansın ilk delegeleri Istanbul’a geldiklerinde Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayının Rumeli Salonunun çimleri yeni yayılıyor, ağaçları henüz dikiliyordu. Bu arada Telekomünikasyon Kurumu kurulmuş ve bizler yeni görevlerimize başlamıştık.
Ve Konferansın ilk günü açılış töreninden sonra Konferansın başkanlığına bütün delegasyonun oy birliği ile acizane ben seçildim. Ne büyük onurdu yarabbi, ne büyük mutluluk. 135 yıllık ITU tarihinde ilk defa bir Konferans Türkiye’de yapılıyor ve ilk defa bir Türk vatandaşı en büyük ve kapsamlı ITU konferansına başkanlık ediyordu.
Konferans büyük bir başarı kazandı. Türkiye büyük bir takdir topladı. Ya bilanço : Türkiye Rumeli salonunun yapımı dahil 22 milyon dolar harcadı, kesesine ise ITU’nun yaptığı hesaplarla 150 milyon dolar girdi. Ya kazandığı saygınlık?
Bir baska şeyi daha getirdi bu konferans : Turkiye’den cesaret alan ülkeler sonraki konferanslar için aday oldular. Gerçi, WRC-2003 Konferansı’nı Venezuella’nın yapmasına karar verilmişken, temmuz 2002 de yapamayacağını bildirmesi gibi tatsız bir şey oldu ama yine de Türkiye dünyaya örnek oldu. Tabii hem Rusya’nın hem de Venezuella’nın vazgeçmesinden sonra Türkiye bu alanda başarılı olmuş ilk ve tek ülke olarak tarihteki yerini aldı. Ayrıca Konferans Başkanlığındaki başarımızdan dolayı şahsıma da ITU’nun “gümüş madalyası” uygun görüldü ITU tarafından.
Burada, sorduğunuz diğer bir soruya cevap verecegim; Şimdiye kadar hiç girilmemiş bir yönetime seçilmek için ne tür lobby çalışmaları yapıldı?
WRC-2000’in kapanış töreni sırasında yaptığım kapanış konuşmasında Türkiye’nin ITU Konseyi’ne aday olduğunu açıkladım, büyük alkışlarla karşılandı, “Turkiye haketti” yorumunu yaptı herkes. Ankara’ya döner dönmez sıcağı sıcağına çalışmalara başladık, her türlü faaliyet için ekipler kurduk. Benim başında bulunduğum ekip ile ITU üyesi ülkelerin Ankara’daki büyükelçiliklerine ziyaretlerde bulunup destek istedik. Bütün üye ülkeler için üç türlü liste yaptık. Bir liste tamamen resmi makamlardan oluşuyordu. Diğer liste bizim o güne kadar katıldığımız toplantılarda edindiğimiz şahsi dostlarımızın isimlerini içeriyordu, üçüncüsü ise bildiğimiz Telekomünikasyon Idareleri temsilcilerinden oluşuyordu. Hepsine, Konsey üyeliğine Avrupa bolgesinden aday olduğumuzu, 51 yıldır ITU’da temsil edilmediğimizi, halbuki Türkiye olarak büyük ve saygın bir ülke olduğumuzu ve ITU vasıtasıyla tüm dünya telekomunikasyonuna, dolayısıyla insanlığa hizmet etmek istediğimizi bildirdik. Dişişleri Bakanlığımız da hem Ankara’daki yabancı misyonlar, hem de yurtdışı temsilciliklerimiz vasıtasıyla kampanyaya katkıda bulundu.
Bununla da bitmedi. 2001 yılının başlarıydı. Yine ITU’nun önemli konferanslarından Dünya Telekomunikasyon Kalkınma Konferansı için aday olan iki ülke de konferansı yapamayacaklarını bildirdiler. Konferansın Cenevre’ye dönmesi söz konusuydu. Arkadaşlarımızla konuştuk ve Konsey üyeliğimiz için son derece uygun bir propaganda olacağını değerlendirerek Konferansa bir yıl kala aday olduk. Konsey’in ilk toplantısında bütün üyelerin alkışları arasında oy birliği ile kabul edildi.
Ve 2002 yılının mart ayında onu da yaptık çok şükür. Ve yine oybirliği ile bu konferansın da başkanlığına getirildim. Konferans büyük bir başarıydı. Bütün katılanlar çok mutlu oldu. Özellikle geri kalmış ülkelerden gelen temsilcilerde çok olumlu intibalar bıraktık. Yine kapanış konuşmamda Türkiye’nin Konsey üyeliğine aday olduğunu, amacımızın insanlığa hizmet olduğunu özellikle vurguladım.
Ve 137 yıllık ITU tarihinde ilk defa aynı ülkede (Isviçre hariç) arka arkaya iki konferansı başarıyla yapan ülke olduk Artı herkes ama herkes Türkiye’nin Konsey üyeliğine gerçekten layık olduğunu dile getiriyordu. Bir başka önemli olay da ilk defa aynı şahsın iki büyük konferansa başkanlık etmiş olmasıydı. Bu nedenle bu defa ITU’nun tarihindeki ilk ve tek “altın madalyası” şahsıma tevdi edildi.
Bu konferans olayın tuzu biberi oldu. Ancak bu arada Avrupa Radyokomünikasyon Ofisine uzman olarak seçilmiştim ve buradaki göreve başlamam gerekiyordu. Bu nedenle çok istememe rağmen ve ITU’ya Marakeş için Türk Heyeti Başkanı olarak ismim bildirilmiş olmasına rağmen Marakeş’e gidemedim ama emeklerimiz zayi olmadı ve sonunda 51 yıl sonra dünya bizi yeniden Konsey Üyeliğine layık gördü.
Türkiye daha önce niye giremedi? Bu gibi kurumlarda ve Türkiye olarak uluslararası arenada nelerden geçmek gerektigini yukarıda gördünüz. Daha önce bunların hiçbirisi yapılmadığı ve ITU’da gerektiği gibi aktif olunmadığı için giremedi Türkiye.
Bundan sonrasında en önemli konu : Konsey toplantıları her üye ülkeden bir consuler (46 kişi eder) ile yapılır. Kararlar bu 46 kişinin oyları ile alınır. Büyük ülke küçük ülke yoktur. Her ülkenin 1 oyu vardır. Ve toplantıya katılan konsüler gerektiği gibi uzman olmaz ise, gerektiği gibi uzmanlığını ortaya koyamaz ise ve gerektiği gibi faydalı olamaz ise bir dahaki Tam Yetkili Temsilciler Konferansında (Plenipotentiary Conference) seçilmeyi unutun. Ve maalesef bugün Türkiye’nin en büyük eksiği budur.
Bunun dışında ITU’nun çalışmalarına faal olarak katılmaya devam edilmeli. Ülkede üretime yönelik çalışmalar yaparak bu çalışmaları ITU’nun gündemine getirmeli, ITU’nun gündemine gelen konularda gerekli uzman desteğini yapmak suretiyle çalışmaların doğru düzgün yapılmasına yardımcı olunmalı v.s. Bu “meli”, “malı” lar uzar gider, inşallah bir gün birileri çıkar da ayağına köstek olunmadan bunları gerceğe dönüştürür. Aksi halde sırf laf olsun diye ITU Konseyi’ne seçilmenin hiçbir faydası yok ve bir sonraki seçim fiyasko olabilir. ITU’da süreklilik birinci şart.