Bu yazıda, ArGe desteklerini verimli kullanamadığımız gibi, ArGe kavramının da yanlış kullanımı ile ülkemizin potansiyelini değerlendiremediğimizi sebepleriyle ortaya koyacağım. Ama daha da önemlisi, ülkenin katma değeri yüksek teknoloji geliştirme stratejisinin sadece bir parçası olabilecek ArGe desteklerinin tek başına bu stratejiyi hayata geçirmesi olasılığının, milli piyango bileti almaktan öte olmadığını da göstereceğim.
Öncelikle, en büyük problemimiz ArGe desteklerinin miktar olarak yetersiz olması değil, kötü kullanılması! Firmalarımızı teknolojide global rekabete hazırlamayı üniversite burslarına benzetelim. ArGe’nin ilk sınıfa denk olduğunu ve sadece ilk sınıf öğrencilerine burs verdiğimizi varsayalım. Öğrencilerin önemli bir kısmı sadece ilk sınıfta burs olduğu için senelerce ilk sınıfta kalmaya çabalayacak, defalarca üniversite sınavına girecek, pek az öğrencinin hayata atılıp para kazanma motivasyonu olacak.
Bizim teknoloji üretmesini umduğumuz firmaların çoğu ArGe’de takılmış, pek az firma global rekabetçi üretime geçebilmiş durumda. Çözümü ise çok basit; ilk sınıfta çok zaman harcayanlara bursu kesmek, ama daha önemlisi üst sınıflara da burs vermek.
Bunu teknoloji firmalarına verilen destekler açısından düşünürsek; global rekabetçi olabilmemiz için gereken, ürün ve hizmet geliştirmektir. ArGe, ürün geliştirmenin (ÜrGe) sadece ilk aşamasıdır; üstelik aşağıda göstereceğim gibi şart bile değildir. İşte bizler bu ÜrGe sürecinin sadece ilk aşamasına yoğunlaştığımızda, maalesef mezun olamadığımız gibi, ikinci sınıfa bile geçemiyoruz.
Türkiye’deki ArGe destekleri ülke kaynaklarını değerlendirme ölçüsü için kullanılan Satınalma Gücü Paritesi (PPP) cinsinden hesaplandığında, Dünyada ArGe harcamasında 18’inci, bu harcamanın GDP’ye oranında ise ilk 5’deyiz. Peki, o zaman bu ArGe desteklerini neden ticari başarıya çeviremiyoruz?
Ne kadar ArGe ideal?
Öncelikle ArGe’yi daha iyi anlamamız gerekiyor. AR-GE faaliyetleri bilimsel veya teknolojik belirsizliğin olduğu durumlarla ilgili faaliyetlerdir. Ama ArGe yetkinliği ile inovasyon yetkinliği oldukça farklıdır; inovasyon, teknolojiyle birlikte pazar risklerini de çözmeye yöneliktir [1].
Destek programlarında örnek aldığımız, ArGe faaliyetlerinde lider olan Avrupa Birliği, günümüzde bu liderliği neden inovasyona ve ticari kazanca çeviremediğini anlamaya çalışıyor. Alttaki şekil, Avrupa Komisyonunun 2021 sonrası Horizon programı planlama sunumundan.
Önemli bir ürün yönetimi ve ihracat geleneği olan AB bile rekabetçilikte ArGe’nin yeterli olmadığını kabul ederken, ürün yönetimine tamamen yabancı olan Türkiye için AB’yi örnek almanın ne kadar doğru olduğu da tartışılır. AB proje desteklerinin de Avrupa’da bağımlılık yarattığı yaygınlıkla konuşulan bir konu.
PwC’un en önemli ticari göstergeleri kullanarak sıraladığı ilk 1000 firma arasında yaptığı araştırma, bu firmaların ArGe harcamalarının satışlarına oranının ortalamanın altında olduğunu gösteriyor. Bu da firmaların ArGe faaliyetlerinden çok, müşterilerinin istediği hizmet ve ürünlere odaklandığını gösteriyor [2].
Booz-Allen’in en başarılı firmalar arasında yaptığı başka bir araştırma da aşağıdaki ilişkiyi ortaya çıkardı: ArGe harcamaları ile satış arasında bir korelasyon yok.
Amacım ArGe’yi kötülemek değil! ArGe ile elde edilen yetkinliğin gerek kaldıraç etkisi gerekse rekabetçilik eşiği yüksektir. Ayrıca ArGe faaliyeti olmadan birçok başarılı ürün ve hizmet ortaya çıkarılabilse de bu ürünleri ortaya çıkaran “mutlu kazalar” (serendipity) ArGe birikimi olan toplumlarda daha sık oluşur. Yine de bütün destekleri bu sepete koymak ne kadar doğru?
ArGe Araç mı Amaç mı?
Teknopark ve ArGe merkezleri de maalesef bu “afyonlanma”nın en önemli aracıları; firmaların bu merkezlerde varlıklarını sürdürebilmek için ArGe projeleri yapıyor olmaları şart. Daha yetkin olan merkezlerin kendi onaylama süreçlerini geliştirerek firmaları gerçek ticari başarıya yönlendirme ihtimalleri olsa da çoğu merkezin böyle bir yetkinliği olmadığı için TÜBİTAK ya da KOSGEB ArGe desteği alınmasını şart koşuyor. Bu merkezlerdeki firmalar bir ArGe projesinin süresi bitmeden yenisini hazırlama baskısı altındalar – dolayısıyla ticarileşme ve müşteriye zaman harcama lüksü yok!
Sadece ArGe yaptıkları için ticarileşmede başarısızlar – TÜBİTAK fonu kullanan projelerin %1’den azı ticarileşiyor! Ticarileşmede başarısız olunca da daha kolay gelir kaynağına dönüyorlar; daha fazla ArGe desteği için başvuru yapmak…
Yani, ArGe, başarı için bir araç olmaktan çıkmış, amaç haline gelmiş durumda…
TÜBİTAK bu resmin neresinde?
TÜBİTAK’a ArGe desteklerini yönetme sorumluluğu verip, ticarileşmedeki problemleri de bu desteklere yüklemek, büyük resmi kaçırmak olur.
Ülkemizde teknoloji firmaları destek açısından şu kategorilerden birindeler:
- ArGe yapmak amacıyla kurulmuş firmalar
- Amaçları ArGe yapmak olmayıp, destek ArGe’ye verildiği için ArGe yapan firmalar
- Amaçları ürün ya da hizmet satmak olup, destek alabilmek için ArGe’de sıkışan firmalar
- Amaçları ürün ya da hizmet satmak olup, yaptıklarının tamamını ArGe olarak sunmayı başaran firmalar
- Amaçları ürün ya da hizmet satmak olup, yaptıklarının arasında ArGe faaliyeti varsa, onun desteğini alan firmalar.
İdeal durumda, ArGe destekleri sadece 1’inci ve 5’inci maddelerdeki firmalara verilmeli, diğerleri artık ikinci sınıfa geçirilmeliler. İlk maddedeki firmaların faaliyetleri TÜBİTAK programları ile uyumlu olabilecekken, son maddedekiler ise ÜrGe programlarından faydalanmalı, bu programın içinde ArGe olacaksa TÜBİTAK destekleri kullanabilmeli.
TÜBİTAK, bu problemin farkında olduğu için ürünleşmeyi destekleyecek programlar oluşturmaya başladı. Ancak, bu programlar “ArGe sonrası ticarileşme” üzerine yoğunlaştığı için üstteki 1’inci maddeye uygundur. Ticarileşen firmalarda ise ÜrGe’nin bir aşaması olarak konumlanması gereken ArGe’nin, “amaçlı ArGe” olarak ürünleşme çalışmalarına paralel yapılması gereklidir.
Peki, ÜrGe destekleri kim tarafından verilmelidir? ArGe süreçleri Sanayi Bakanlığı, ürünleştirme ve ticarileşme süreçleri Ticaret Bakanlığı ve teknolojide global rekabetçi olmak zorunluluğundan dolayı İhracatçı Birlikleri tarafından yönetilebilir. Ticaret Bakanlığının verdiği Hizmet Sektörünün Rekabet Gücünün Artırılması (HİSER) başta olmak üzere ihracat destekleri, aslında ArGe ile başlayan sürecin tamamlayıcı devamı olmalı. Ancak, maalesef bu iki süreç birbirinden tamamen kopuk ve bağımsız. Geliştirilecek stratejinin ilk adımı, bu iki inisiyatifi entegre etmek olmalı.
https://www.forbes.com/sites/tendayiviki/2016/08/21/why-rd-spending-is-not-a-measure-of-innovation/#3530cce6c77d
https://www.strategyand.pwc.com/innovation1000