1999 yılının son aylarında IMF kaynaklı ekonomik programın hayata geçirileceği belli olduğunda açık pozisyon taşıyanlarla ithalat yapanlar son derece mutlu olmuşlardı. Nasıl olunmasın, hazine bonolarının faizleri %140’lardan, hızla %60’lara iniyordu, İMKB’de müthiş bir ralli başlamıştı ve döviz kurları 18 ay boyunca önceden ilan edilecek fiyatlarda tutulacaktı.
2000 yılı yükselen borsa, düşen faizler, hazinenin iç ve dış borçlanmada nisbeten uzatılan vade yapısı, bankaların artan kredi hacmi (özellikle tüketici kredileri) ve yurt dışından kaynak girişiyle başladı. Diğer taraftan hükümetin reformlar konusundaki kararlılığı özelleştirme çalışmalarının hız kazanması ve sorunlu bankalara el konulması da olumlu faktörlerdi.
İlk 6 aylık dönemde toplumda oluşan ortak kanı bu sefer bu işin başarılacağı yönündeydi.
Bu dönemde faizlerin beklenenden daha da fazla düşmesi adeta teşvik edildi. Fakat işte tam bu noktada gözden kaçan ve/veya sonuçları pek önemsenmeyen gelişmeler yaşanmaya başlandı;
–Özellikle Türk Telekom’un özelleştirilmesi konusunda ortaya çıkan pürüzler,
–El konulan bankaların hızla tasfiye edilememesi,
–Kamu bankalarının görev zararlarının artarak devam etmesi,
–Programın en önemli ayağı olan dövizin tüketim malları ithalatına harcanması,
–İç talebin tüketici kredileri nedeniyle patlaması,
–Verilen tüketici kredilerinin kısa vadeli borçlanma ile fonlanması,
–Büyümenin öngörülen rakamları aşması,
Yabancıların ve IMF’nin dikkatini çekti ve programın hedeflerini sık sık hatırlatmaya başladılar. Uygulanan Programın 4 temel özelliğini ve ayrıca bunlara ilaveten 4 ana başlıkta toplanan yapısal reformları birkez daha hatırlarsak:
–Ulusal paranın kısılması,
–Döviz fiyatının bastırılması,
–Yüksek reel faiz,
–Kamu giderlerinin kısılması ve bütçe açıklarının kapatılması,
Yapısal reformlar ise:
–Finans Kesimi Reformu,
–Sosyal Güvenlik Reformu,
–Tarım Reformu,
–Vergi Reformu’nun gerçekleştirilmesi şeklindeydi.
Şimdi geriye bakıp program hedefleriyle gerçekleştirilenleri karşılaştırdığımızda aslında pek bir şey yapılmadı görülüyor;
Birinci grup hedeflerden Türk Lirası kısılmak yerine, artan tüketici kredileri nedeniyle adeta patlama yaşanmış, belli bir süre yüksek reel faiz verilerek hem TL’nin ve dolayısıyla iç talebin kısılması hem de döviz fiyatları üzerindeki baskı hafifiletilmek yerine faiz düşüşleri teşvik edilerek negatif reel faiz verilmeye başlamıştır. Bunun üzerine artan ithalat nedeniyle eriyen kullanılabilir döviz rezervleri ile frenlenen kur artışları nedeniyle aşırı değerlenen TL’nin baskısı da eklendiğinde döviz fiyatları üzerindeki baskı daha iyi anlaşılabilir.
Diğer taraftan kamu giderlerinin kısılması ve yapısal reformlar konusunda da ortaya konanlar hiç tatmin edici değildir.
Sonuçta ülke ekonomisi zaten 2 yıldır içinde bulunduğu durgunluk nedeniyle ertelenen talebin de devreye girmesiyle, program hedeflerinin dışında gereksiz bir büyüme içine girmiştir. Haziran ayından başlayarak IMF’nin özellikle birinci grup hedeflerle ilgili olarak büyümenin belli seviyeleri aşmaması yönündeki uyarılarını görüyoruz. (%2 civarında beklenen 2. Çeyrek büyümesi %4.4 olarak gerçekleşmişti.)
Ağustos ayında açıklanan bu veriden hemen sonra Eylül’le birlikte, mali kesimin sendikasyon kredilerinin yenilenmesi süreci geldi. Bugünler aynı zamanda uluslararası rating kuruluşlarının değerlendirme yapacakları ve Türkiye’nin not artırımının kuvvetle beklendiği günlerdi. Ancak beklenen olmadı, kimse not artırmadı. Bu noktadan sonra, sendikasyon kredilerinin yenilenmeleri beklendiği gibi rahat ve ucuz olmayacağı ortaya çıktı. Yabancılar Türk finans sektörünü bekleyen tehlikeyi sezdiler ve IMF başta olmak üzere her fırsatta hükümete gerekeni yapmalarını vakit kaybetmenin maliyetinin büyük olacağını duyurmaya çalıştılar.
Ancak o sıralarda hepimiz kısa sürede elde edilen ve hiçbir fedakarlığın yaşanmadığı bir zaferin kutlama partisindeydik ve önümüzdeki tehlikeyi göremedik, hükümet de partinin havasını bozmaya yanaşmadı.
Sonrası;
iki kriz, ciddi şekilde köşeye sıkışan bir ülke ve onun sağlığı tamamen bozulan ekonomisi.
Bu sefer durum cumhuriyet döneminde şu ana kadar yaşananlardan daha ciddi, ama düzeltme şansı da her zamankinden daha fazla.
Burada temel nokta ülke olarak, millet olarak bu işin sahiplenilmesi, fedakarlıkların hakkaniyetle dağıtılması ve kaybolan güvenin tekrar sağlanmasıdır. Ancak o takdirde program revize edilebilir ve yeni kurulacak dengelerle hedefe ulaşılabilir.