Geçen hafta sosyal medyada birden patırtı koptu. #karikaturpaylaşmıyoruz etiketi ile aşağıdakine benzer tweetler görmeye başladık;
Aslında ondan önce bir veri merkezi de aynı sorunu raporladı. Çünkü veri merkezinin host ettiği bazı siteler bu şikayetle karşılaşmışlardı. Konuyu Yeni Medya alanının güçlü isimlerinden İsmail Hakkı Polat’la konuştuk. Çünkü bu filmi biz yıllardır gördük. Müzik alanında da, başka alanlarda da “telif hakları” diye bir durum söz konusu ve bu zaman zaman çığırından da çıkabiliyor.
Turk-internet.com: Bugün sosyal medyanın üzerinde patlama yaratan karikatürcülerin telif hakkı olayını konuşacağız. Siz de yeni medyanın uzmanlarının önden gelenlerindensiniz. Kadir Has’ta dersleriniz devam ediyor, nasıl gidiyor?
İsmail Hakkı Polat: Yeni medya diye başladık ama bu artık yeni bir yaşam alanına dönüştüğü için, kültür-sanat, para, ticaret, iş, sosyal yaşam hepsi artık bunun üzerinden dönüyor. Yeni medya mı demek gerek, yeni yaşam alanı mı demek lazım, bu dönüşümü konuşuyoruz her konuda.
Turk-internet.com: Karikatürcülerin sosyal medyada bir patlama yaratan telif hakları olayı tam olarak nedir, bir de siz anlatır mısınız?
İsmail Hakkı Polat: Öncelikle şunu söylemek gerek, bu olayda bizim tartışacağımız şey “şu karikatüristler şunlara dava açmış, onlar da şöyle yapmışlar, yargıç şöyle karar vermiş” gibisinden bir şey değil. Onlar üzerinden –ki burada kimin haklı ya da kimin haksız olduğuna zaten mevcut yasalar çerçevesinde karar verecek- online ortamda sanatın paylaşımını tartışacağız.
Bizim tartıştığımız şey, 21. Yüzyılda, sene olmuş 2020, hala kültür-sanat düzeninde telif gibi ya da farklı modeller üzerinden bu döngünün doğru çalışıp çalışmadığı aslında. Yani burada, asıl benim bu olaya biraz daha yakından bakmamı sağlayan, Uğur Özmen Hoca’nın başına gelenler.
Uğur Hoca’yı, Uğur Hoca’nın avukatını, Uğur Hoca’ya dava açan Erdil Yaşaroğlu’nu ve onların avukatlarıyla da az çok tanışıklığımız var ancak bizim burada tartıştığımız şey, onların kişisel yaklaşımları ya da bu davanın gidişi değil. Bizim aslında genelde tartışacağımız şey, bu olaylar üzerinden, bu olaylar nereye giderse gitsin, “toplumsal yaşamda, yeni medyanın, internetin, dijital dünyanın hayatımıza bu kadar egemen olduğu noktada, mevcut işleyişler üzerinden ne kadar devam ettirilir ya da devam ettirilebilir mi ve burada aslında yeni yollar var mı? konusu.
Turk-internet.com: Biz bunları 2000li yıllarda müzik endüstrisi ve plak endüstrisinde MÜYAP ile zaten yaşadık, değil mi?
İsmail Hakkı Polat: Tabii, sürekli yaşıyoruz aslında. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, yıllardan beri şunu söylüyoruz; “Hukuk belli bir yere kadar mevcut yasalar üzerinden belli kişisel ya da kurullar arası uyuşmazlıkları çözmeye çalışır. Fakat hukukun artık çağın gereklerine ya da toplumun gereksinimlerine yanıt vermediği noktada toplum tekrar bir araya gelir –ister parlementer, ister protestolarla bir araya gelir- farklı yönlerden seslerini dile getirir, duyurur, ondan sonra bu toplumsal yaşam yeniden düzenlenir.”
Mesela ben kripto paralara giriş dersinde ilk olarak Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi okuturum. Neden? Çünkü şu anda aslında yeni medya ile gelen şeyler, dijital dünya üzerinden insanlığı çok daha hakkaniyetli, adaletli ve meritokratik biçimde yönetişim yapma olanağı veriyor bize. Yeter ki biz bunu keşfedelim.
Kültür-sanatta da böyle, toplumsal yaşamda da böyle, medyada da böyle, her şeyde böyle. Dolayısıyla buna bu şekilde baktığımızda bizim yapmamız gereken şey şu; biraz daha geriye çekilip acaba bu toplumsal işleyişte nelere neden oluyor buna bakmak.
Turk-internet.com: Türkiye’de içinde bulunduğumuz siyasi durumdan bağımsız olarak, Dünya’da da sosyal medya konusunda büyük tartışmalar var. AB’de de var, Amerika’da da var. Sizce Toplumsal Sözleşme tam olarak Dünya’da da anlaşılmış, yenidünyanın getirdiği şeylerin tartışıldığı bir ortam var mı sizce de?
İsmail Hakkı Polat: Bence tartışılmaya çalışıldı ama seslerin duyulmadığı ya da herkesin aynı anda konuşmaya çalıştığı durum var. Ve şöyle söyleyeyim; asıl bu işi layıkıyla okuyabilenlerin sayısı az.
Zaten şu anda bütün Dünya’da insanlar interdisipliner düşünme becerisinden yoksun. Pandemi döneminde de gördük ki, komplo teorileri ya da sahte haberler üzerinden kaos ya da kaotik durumlara teşne olduğu için ve bir sürüklenme içinde olduğu için, kısa vadede çözebilecek gibi bir şey değil. Yaşımız yettiği için söylüyorum, uygar ya da çağdaş biçimde tartışılabilecek ortam yok. Asıl sorun bu.
Turk-internet.com: Bu siyasetçilerle mi ilgili?
İsmail Hakkı Polat: Sadece siyasetçilerle değil, toplumlarla da ilgili. Bu aralar, pandemi dönemi nedeniyle Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban Hoca’nın çıkartacağı kitap var, pandemi medya ve iktidarlar adında, orada ben bir bölüm yazdım, o bölümde de aslında sosyal medya üzerinden aslından “yankı odaları” üzerinden nasıl kitlesellik komplo teorileri üzerinden 5G baz istasyonlarına saldırıldığına insanların ve bunların nasıl organik biçimde geliştiğini anlatan, insan benliğine dayanan, kitleselleşmeye giden bir yazı kaleme aldım.
Şimdi, eğer bir olgu toplumun genel yaşayışının önüne geçmiş ve buna ket vurmaya başlamışsa bu aslında hukuksal değil toplumsal biçimde tartışılmalı. Buradan yola çıkarak, Serdar Kuzuloğlu’nun yıllar önce, bu telif hikâyesinde Radikal gazetesinde, şöyle bir Pazar yazısını okumuştum;
“Amerika’da telif yasası üzerinden telif şikâyetleri arttığında Amerikan Adalet Bakanlığı internet üzerinden indirmelerle ilgili 45.000 tane ifade çağrısı göndermiş, ardından bir anda durup düşünmüşler; 45.000 böyle bir şeye karışmışsa, bu işleyişte bir problem var. O işleyişleri geri çekip demişler ki biz bu yasayı tekrar tartışalım.”
Orada sonuç ne oldu bilmiyorum ama Serdar burada hayatıma ışık açan bir şey açığa çıkardı. Hep aynı noktaya gidiyoruz. İki karikatürist onlarca insana ya da yüzlerce insana dava açıyor. Ve bu davalarda haklı ya da haksız hak iddia ediyorsa ve bunlar sonucunda toplum sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyorsa ve bu tartışmaya konu oluyorsa bunun gerçekten hukuksal işleyişin toplumsal yaşama etkilerini tartışmak durumundayız.
Uğur Hoca’nın üzerinden örneğini anlatayım, şimdi Pazar akşamı Uğur Hoca’nın İstanbul’da ki evinin kapısı çalınıyor, Uğur Özmen’i soruyorlar ve kızı olmadığını söylüyor, merak ediyor, ifadeye götürecektik diyorlar. Pazar akşamı Uğur Hoca zaten hepimizin bildiği, Bilgi Üniversitesi’nde ders veren, doktorası, kitapları, yazdığı bloğunda parasız pulsuz insanlara yaptığı yardımlar CRM konusunda, herhangi bir konuda bir şey sorduğunuzda verdiği cevaplar karşılıksız. Yani şu dünyada karşılıksız olarak ders notlarını bile açtığı ve bu ders notlarının üniversite hocalarının da kullanıyor.
Fakat Uğur Hoca’nın kapısına dayanan bir olayda, yazdığı 5000 şey üzerinden bir Pazar akşamı tutup karakola götürülüp Pazartesi sabahı savcıya çıkartılmak üzerine nezarette tutulmaK İSTENMESİ, sadece bu işleyişte BİLE BİR sakatlığı gösteriyor.
Şimdi ben sadece Uğur Hoca’yı biliyorum, tanıdığım için. Uğur Hoca gibi kaç kişinin başına geldi acaba bu. Sonradan olay, gidiyor, ifade veriyor, Uğur Hoca o gün tesadüfen evinde değil, şu anda pandemi nedeniyle, yaşı gereği Hendek’te izole bir hayat yaşıyorlar, onun zorluklarıyla uğraşıyorlar. Mesela online eğitim sırasında polisler geliyorlar, Uğur Hoca’yı götürüyorlar, ifade almaya vesaire. Bu işleyişte, –bu sadece tabii bu davanın açılması nedeniyle değil ama bu işleyişin yarattığı– zincirleme şeyler de var demek ki.
Burada fikir sanat hakları mahkemelerinin, bu işi ele alış biçimlerinden, bu işleyişin düzeltilmesinden başlayarak da yapılacak şeyler var ama onları bir kenara koyalım şimdilik. Ve şunu konuşmaya çalışalım, şimdi burada bu olayın büyümesi üzerine –ki bu olay sadece Uğur Hoca’nın da başında değil, bir sürü forumda rastladım, bir anda olay yayılınca, davayı açan karikatüristlerin Twitter’da trend topic olması sebebiyle, ekşi sözlükte yazılanları da hasbelkader okumak durumunda kaldım ve burada şunu gördüm; İlk olarak, her ne kadar Erdil Yaşaroğlu; “Arkadaşlar karikatürlerimizi paylaşabilirsiniz, biz sadece ticari firmalara yapıyoruz” dese de başta Uğur Hoca olmak üzere bunu sadece kendi web sitesinde, bloğunda ya da farklı noktalarda “konuyu çok iyi anlatıyor” diyerek paylaşanlar da var.
Şimdi hukuksal olarak belki bunlar da sakıncalı, bilmiyoruz ama davacı tarafın, çok açık söyleyeyim, Erdil Yaşaroğlu’nun, Selçuk Erdem’in karikatürlerini keyifle izlerim. Paylaşmam ama keyifle izlerim. Telif hakkına neden olmamak için paylaşmam. Ama şimdi şöyle bir şey de acaba hak mıdır; Kendileri diyorlar ki, “Biz ticari olmayan hiçbir şeye dava açmıyoruz.”
Ama internetten de okuduğumuz kadarıyla onlarca iddia var. Şimdi ben bu iddialar içinde Uğur Hoca’yı yakından tanıdığım için ona baktım. Uğur Hoca’nın açtığı blogdan bir kuruş para kazanmadığını, tam tersine cebinden bir sürü para harcadığını biliyorum. Hukuksal olarak haksız da olabilir, onunla da ilgilenmiyorum ama Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem ve Uğur Hoca birkaç kez aynı ortamda bulunmuş insanlar. Yani hiç olmazsa bırakın resmi devlet hukukunu, insan olarak aralarında bir hukuk yok mu? Orada aynı karede birkaç kere yer aldıkları fotoğraflar var.
İkincisi; Madem ticari olarak hak deniyor –ki bunların bazıları haksız da olabilir bu arada- ama burada şöyle bir durum benimsenemez, “uyar/kaldır” diye bir konu konuştuk yıllarca, değil mi?
Ha bunu kötüye kullandığı durumlar da olabilir. Bu toplumsal işleyişte, artık içeriğin eskidiği bir durumda, bu şekilde model yerine ya da bu şekilde nazik bir takım şeyler yerine bunu iş modeli haline getirmek, ticari model haline getirecek noktaya taşımak acaba ne kadar doğru?
Turk-internet.com: Biz müzik endüstrisinde de bunu yaşadık. Yıllar önce MÜYAP, Fizy’i kapattı. Şimdi aynı MÜYAP, Spotify eğer Türkiye’den giderse, yandık, yıkıldık, benzeri bir uygulama yok. Diyor. Demek ki biraz vizyoner de olmak lazım. Uğur Hoca ile ben de konuştum, şunu söyledi; “Yıllardır Erdil Yaşaroğlu’nun sosyal medyayı en çok anlayan biri olduğunu düşünürdüm. Ama bu olay anlamadığını düşündürmeye başladı bana” dedi. Şimdi ben de baktığım zaman, biliyorsunuz internetin içinde kaç senedir bulunuyorum, buralarda çok haklı bir şey söylediniz, iş modeli haline sokulabilir. Karikatüristlerin telif hakkı olduğunu kabul ediyoruz, haklıdırlar ama sizin de söylediğiniz gibi, burada işler başka bir yere gidiyorsa, bunu çözmek lazım. Bu kadar insanı mağdur etmek doğru bir şey değil. Üstelik burada bir de avukat olayı var. Avukatlarla da ilgili bir takım iddialar var.
İsmail Hakkı Polat: İşin o detayı biraz daha hukuksal. Ben sadece şu açıdan inceleyebilirim, en azından insani olarak dava edilenlerin çok şık bir ortama sokulmadıkları kesin. Bunun bile yarattığı tepkiyi bence hala Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem karikatürlerini görüp keyif almaya devam ediyorum ama her ne kadar bu süreç dolayısıyla biraz açıkçası bende biraz da soru işaretleri yarattı. Uğur Hoca’nın söylediğine şu açıdan katılıyorum, aslında internet ortamını en iyi anladıklarını düşündüğüm insanlar da onlardı, bu açıdan kafamda şöyle bir soru işareti oldu, internet ortamında doğru iş modelini bulamadıkları için ve gelirleri azaldıkları için böyle kestirme ve biraz daha insani noktaya törpüleyen bir yola mı gittiler? Ama bu hiçbir şekilde bu işin şık olmadığı noktasını ortasını kaldırmaz, bunu söyleyeyim. Şık ve insani değil ama şıkı da biraz nazikçe kullanıyorum açıkçası. Çünkü Uğur Hoca’nın başına gelenleri, orada gördüğü muameleyi dinlediğim zaman hakikaten yapılmaması gereken bir şeydi. Mağduriyet yaratılmış bir şey. Bu bildiğimiz Uğur Hoca, acaba diğerlerine nasıl davranıyorlar?
Bizim konuşmamız gereken şey müzik endüstrisiyle beraber acaba doğru yol da bulunuyor mu? Bulunmuyorsa neden böyle daha sert hukuksal yollara gidiliyor? Ya da hukuksal yollardan kazanılacak şeyler bir ticari model olarak görülüp sürekli oradan mı gidilecek? Şimdi bir vaka gördük, peki müzisyenler, filmciler başlarsa? Kemal Sunal davalarını gördük, ailesinin açtığı. E ne olacak o zaman? Sosyal medyada en ufak bir şeyi paylaşan ya da paylaşım kültürü üzerinden Türkiye ve Dünya’da insanların yarattığı bir kültür var, birbirleriyle paylaşıp güldükleri karikatürler, müzikler vesaire, bunlar üzerinden artık hepsi; Ben yıllar önce biliyorum, Siyaset Meydanı’na katıldığım bir programda İlhan Şeşen, “Ben istersem kendi bestemin ıslığını bile çaldırmam” dedi.
Turk-internet.com: Bizim de turk-internet.com olarak telif hakkımız var. 2000-2002’lerde, daha ilk başlarda bir telif hakları hâkimiyle röportaj yaptık [1] ve ben o röportajda İlhan Şeşen’in söylediğine benzer bir cümle kullandım; “Bizim yazılarımızı aynen kopyalıyorlar, dava açma hakkım var mı?” diye sordum. Şöyle cevap verdi; “İnsanlığın doğuşundan beri ilham denilen şey birbiri üzerine katlanarak yapılır.” İlhan Şeşen’in söylediği laf, son derece hatalı.
İsmail Hakkı Polat: 21. Yüzyılda fikri mülkiyeti tartışmamız gerek bir yandan. Normalde siz Dünya üzerinde bir coğrafyadan arazi aldığınızda, ev inşa ettirdiğinizde bunun önce satın alma bedelini alıyorsunuz, ondan sonra hakkı olan devletlere her sene para veriyor musunuz? Ve bunun adı da mülkiyet mi?
Şimdi peki fikri mülkiyette bu ilişki neden tersine çalışıyor? Biraz bunu konuşalım. Bakın şimdi, fikri mülkiyette dünya üzerinde müzisyen ıslık çaldırmıyor diyelim. Islığın dizildiği nota dizisini ilk bulan ne yapıyor? Alıyor, kendine tescilliyor. Bunun için sadece noter parası ödüyor. Peki sen bunun için devlete benim verdiğim gibi ev-araba vergisi veriyor musun? Ya da toprak vergisi veriyor musun? Bütün bunlar tartışılır ama burada dediğimiz şey, fikri mülkiyette bunu engelleyen ne var, yaratıcılık var. Bu yaratıcılığa ket vurmamak için Kraliçe Victoria’dan başlayarak burada ki o telif için “insanların yaratıcılığına ket vurmayalım ama buna belli bir süre koyalım ve bu süre sonunda toplumsallaşsın bu” denilmiş.
Bu dönemde yazarlara verilen süre 30 yılmış. Sonra film endüstrisi gelince 100 yıla çıkarılmış, şimdi ise 120 yıla çıkarılması konuşuluyor. Şimdi burada, bu işte sizin ilham konusuna gelirsek aslında süresinin uzatılması da Hollywood’un film endüstrisinden kaynaklanan bir şey. O da şudur; Hollywood’un kendisi Külkedisi, Pamuk Prenses, Robin Hood vs geçmiş çağların masallarından, toplayarak yazdığı halk öykülerinin telifini aslında görsel olarak 100 yıl korumaya çalışıyor. O öykülerden kendisine telif çıkarmaya çalışıyor.
Demek ki yaratıcılıkla toplumsal fayda çarkı kırıldı ve ondan sonra toplumun tersine işlemeye başladı. İnternetin ortaya çıkmasıyla birlikte daha da ileri olarak ket vurmaya çalışıyor. Paylaşım kültürüne ket vurulmaya çalışılıyor. Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem ya da Spotify, Fizy derdinde değilim. Burada hem yaratıcı endüstri hem de toplum arasında bir denge bulunacak interneti de yeni medyayı da yeni yaşam alanında gözetecek bir işleyiş bulmaya çalışmamız lazım.
Bu hakkaniyet üzerinden olaya yaklaşmamız ve herkesin bu hakkaniyet, adalet duygusunu da getirecek düzeninden yaklaşması lazım. Yoksa mevcut yasalar üzerinden ben şu kadar para kazanayım demeye başladığınız zaman, o zaman kültür-sanattan söz etmeniz de mümkün değil hem de kendi kitlenizin dönmeye başladığını görürsünüz.
YouTube mesela bunun yolunu bulmak üzere ya da yavaş yavaş doğru yolları buluyor. Mesela yıllar önce, belgesel sinemacılar birliği var, orada da yönetim kurulunda kuzenim Kemal Öner vardı, beni birliğe davet etti, onlar da internetin çıkışıyla telif haklarını tartışıyorlar, YouTube yeni çıkmıştı o zamanlar, ben de dedim ki, YouTube’a koyun ve YouTube’dan isteyin telifi dedim. Onlar dediler ki ama bizim yerimize başkası koyarsa, onlar mı alacak gibi kaygılarla yaklaştılar. Onun da yolu bulunur dedim. 3-4 yıl içinde yolunu buldular.
Nasıl buldular? Diyelim belgesel sinemacılar şu anda kendi belgesellerini YouTube’a koyup kaydettiklerinde YouTube onu xrayden geçirip kaydediyor, başkası koyduğunda belgeselcinin kendisine yazıyor bu telifi. Aslında öz olarak YouTube ekosistemine konulan herhangi bir şeyden o belgeselci ister korsan paylaşılsın, ister kendisi paylaşsın o ekosistemden para üretmeye başlıyor. O zaman neyi teşvik etmeye başlayacak? İlhan Şeşen’in tersine daha çok koyun diyecek. Benim belgesellerimi başka kanallardan yayınlaya %10 veriyorum diyecek onlar da. Burada bir komisyonculuk yöntemi kurulacak, edilecek ve gerçek model yavaş yavaş en azından video endüstrisinde YouTube üzerinden bulunmaya başlandı.
Bizim böyle rasyonel, akılcı modellere ihtiyacımız var. Dolayısıyla, burada gelmemiz gereken noktalar, karikatürde de, müzikte de, videoda da bu, resimlerde de bu olmalı. Burada iki şey geliştirmemiz gerekiyor;
Hem toplumda evet karikatüristlerin, müzisyenlerin, sinemacıların şu hakkı var; herhangi birinin fikri mülkiyetine, ticari ya da onun izin vermediği manevi anlamda ama ıslık çaldırmayı geçelim, bu anlamda onu suiistimal etmek etik dışı ve daha ilerisi hukuk dışı bir şey olabilir. Ama öte yandan bunun hangi noktada etik dışı hangi noktada hukuk dışı olduğunu kültür-sanat ve endüstrisinin, camiasının seçkin insanlarının düşünmesi ve kafa yorması lazım.
Mevcut telif sistemi var, ben onun üzerinden karikatürümü paylaştırmam ya da paylaştırandan şu kadar para talep ederim demek yakışmıyor.