“Mouse”un icadı ile birlikte bu aletteki minicik bir yaydan gelen sesi, (click!) bir eylem adı olarak kullananlar acaba bu sözcüğün o günden sonra ne kadar çok kişinin hayatını etkileyeceğini acaba tahmin etmiş miydi? Ya da bundan sonra İnternette bu sözcük ile başarının ölçüleceğini ve nerdeyse bu sözcüksüz iş yapılamayacağını ? “Klik” hiç kimsenin tahmin etmediği kadar önemli, ciddi ve vazgeçilmez bir sözcük oldu.
Klikler, çift klikler ve sağ klikler aracılığıyla dolaşılan internet aleminde kim en çok “kliklendiyse” o kadar başarılı olmaya başladı. Klik yoluyla milyar dolarlar hareket etmeye ve yeni bir ekonomi dönmeye başladı. Haliyle bu denli önemli bir eylemi ölçmek, raporlamak ve kanıtlamak için sonsuz yatırımlar yapıldı, bir çok şirket sadece bu işten paralar kazandı. Sadece dünya dillerine girmekle kalmayan “klik” bu işten para kazanan nice şirketin isimlerine de girmeyi başardı. Sonuçta “klik” yeni dünyada tercihin belirtisi ve ölçü birimi olarak kral oldu. Tüketici bazlı ekonomiye geçişte önemli bir atlama tahtası olarak görev yapmaya başladı.
Klik, tarihte ilk defa, yapılan iletişimin kesin olarak ölçümlenmesi anlamına da geliyordu. İnternet üzerinde bir anlamda “reyting” ölçümlemesi halini alan klik, nelerin okunduğu ve nelerin tercih edildiği konusunda tek gösterge olmaya başladı. Klik, internet üzerinde yapılan reklamın da ölçü birimi haline geldi. “Eğer bir reklam kliklenmiyorsa, yok sayılabilir” diyen “kralcılar” bile türemeye başladı. Reklam verenin de aklı yatınca haklı olarak onlarda sadece “klik” için para vermek istemişlerdi. Bu nedenle reklamlarda görünme adedi bazlı tarifeler yerine klik bazlı tarifeler bile kullanılmaya başlandı. Ancak internet yayıncıları ve internet reklam şirketleri ölçümleme konusunda belki de reklam harcamaları düşmeye başlayınca, klik sistemine takılı kalmaktan şikayet etmeye başladılar. Piyango gibi bir ihtimal hesabı ile çalışan “klik” sisteminin başarısının kendilerine bağlı olmadığını hatırlatan yayıncılar ve internet reklam şirketleri artık kendilerine savunacak yeni bir sistem bulmuşlardı.
Markalama (branding) dediğimiz bu sistem tekrar görünme adedini ölçü birimi olarak gösterirken bir reklamın yayınlandığı site içinde kliklense de kliklenmese de varolduğunu ve orada markayı temsil ettiğini, hatırlattığını ve görünürlük sağladığını savunuyordu. Nitekim pazarlama iletişiminin diğer bir çok alanında ve mecrasında aynı görüş uzun zamandır hüküm sürmekteydi. Büyük markalar kamyonlarını reklam mecrasına çevirirken, saha içine reklam girerken ya da bakkallara tabela verirken tek amaç görünürlüğü arttırmak olmuştu. İnternette belki de ölçüm imkanlarının fazlalığı bu basit amacı uzun bir süre bu mecrada reklam yapan herkesin göz ardı etmesine neden olmuş ve belki de bu yüzden kliklenmeyen milyarlarca reklamdan kazanç elde edilememişti.
Klik hegemonyasının sorgulanmaya başlaması aslında “kliklenmesi” gereken reklam formatlarının da sorgulanmasını birlikte getirdi. Görünürlük prensibinden yola çıkan pek çok format doğmaya başlamış ve yayıncıların tercihi haline gelmişti. Rich media, superstitial, interstitial, point.roll, mouse-over, vb. adlar alan bu yeni formatların tek ortak yanı “kliklenmese de olur” özellikleriydi. Böylece bunları yayınlamış olmak zaten para kazandırmaya yetecekti. Ayrıca bu formatlar kliklenmesi gereken bir parmak boyundaki banner alanından farklı olarak marka hakkında ikna edici bilgiler sunmayı kolaylaştırdığı için reklam verenin de işine gelmeye başladı. Bu formatlar ziyaretçiyi site dışına çıkarmadan animasyon ve film gibi teknolojileri de kullanarak (rich media) reklam vereni “kliksiz” de memnun etmeyi başardılar.
İnternette her ne olursa olsun “klik hegemonyası” tercihin belirtisi olarak “mouse” varoldukça varolacak. Ancak hiç olmazsa internet reklamcılığı, kliksiz de para kazanmanın yöntemlerini keşfetmiş olarak en azından bu hegemonyanın altında ezilmekten kurtulacak gibi gözüküyor.