Ağustos ayının başında bildiğiniz gibi büyük bir elektrik kesintisi meydana gelmiş ve hepimizi şaşırtmıştı. Çünkü 98 bin MW kapasitemiz vardı ve klimaların kullanımının en çok yükseldiği 5-9 ağustos arasında yer alan o günde 45 bin MW olan tüketim karşışlanamamış, 5.000 MW eksik kalmıştı[1].
O günlerde bazı uzmanlar ve EMO’dan Mehmet Özdağ ile konuşmuştuk. Hem uzmanlar, hem de Sn.Özdağ bize eylül ayında % 15’ler düzeyinde bir zam gelmesinin çok mümkün olduğunu ve bunun da yetmeyerek kasım filan gibi ikinci bir % 15 daha gelebileceğini ifade etmişlerdi.
Eylülün son gününde bu zammı bekliyorduk. Ama yapılmadı. Meğerse arka planda daha büyük bir plan yapıyorlarmış. O da elektrik zamlarının hesaplanma katsayısını yükseltmişler ve üstelik de otomatiğe bağlamışlar. Bundan sonra elektrik sürekli yükselecek.
Bunları EMO Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Özdağ’a sorduk;
Füsun Sarp Nebil: İlk sorum 15 Ekim 2021 cuma günü Resmi gazete’de yayınlanan EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) kararında 3 noktaya dikkat çekiyorsunuz. Elektrik faturamız hesaplanırken içinde harcadığımız elektrik dışında neler var? TRT payı vs. var, değil mi?
Mehmet Özdağ: Evet. Normalde aslında elektrik faturalarımız 3 temel kalemden oluşuyor, bunun birincisi enerji bedeli, ikincisi dağıtım bedeli, üçüncüsü de vergi ve fonlar. Bu açıdan bakıldığında aslında bu enerji bedeli içerisinde, perakende enerji bedelinin dışında perakende satış hizmet bedeli dediğimiz faturalama bedeli var. Yani o bedel de dağıtım şirketlerine gönderiyor. Daha önceden 2016 yılına kadar aslında faturalarımızda dağıtım kullanım bedeli, iletim bedeli, kayıp kaçak bedeli, sayaç okuma bedeli gibi yaklaşık 10 ayrı kalem görünebiliyordu ama şu anda bugün evinize gelen faturaya baktığınızda enerji bedeli ile vergi ve fonlar görünüyor. Bugünkü konumuz enerji bedeli, yani bugünkü güncel elektrik faturamızın %51.70 ini oluşturan enerji bedeli üzerine olacak.
Füsun Sarp Nebil: Elektrik piyasası için EPDK’nın belirlediği tavan fiyat için bir katsayı değişikliğinden bahsediyorsunuz. Bu nedir?
Mehmet Özdağ: Şimdi önce söyleyelim, biliyorsunuz elektrik piyasası kavramı var artık. Yani bu elektrik piyasası içerisinde elektrik enerjisi alınıp satılan bir meta olarak görülüyor ve üretim, iletim ve dağıtım fonksiyonlarının tümünde bu piyasa faaliyetleri bir biçimde EPİAŞ ve TEİAŞ tarafından yönetiliyor. Buradaki kurallar da, enerji piyasası düzenleme kurumu tarafından belirleniyor.
Bu piyasada 3 temel aşama var. Yani bizim faturalarımıza yansıyan enerji bedelini ilgilendiren 3 temel aşama var. Bunlardan bir tanesi gün öncesi piyasası, bir tanesi gün içi piyasası, diğeri de dengeleme güç piyasası. Bu sizin anonsunu yaptığınız, 15 Ekim 2021 tarihinden itibaren geçerli olan yeni düzenlemeyle enerji piyasası düzenleme kurulu, gün öncesi piyasasıyla dengeleme güç piyasası elektrik tavan fiyat limitlerinin hesaplanmasını değiştirdi ve dedi ki, “gün öncesi piyasada oluşan piyasa takas fiyatı -ki hani bu piyasa takas fiyatı da gün öncesi piyasada arz ve talebin eşleşmesi yöntemiyle saatlik olarak belirtilen bir fiyat- ve bugün için tükettiğimiz elektriğin yaklaşık %70i piyasa takas fiyatıyla oluşuyor. Yani bu kadar önemli bir unsur.
Buradaki hesaplama yöntemini değiştirerek, bulunduğunuz aydan 2 ay geri gidiyorsunuz, 2 aydan da 12 ay geri gidiyorsunuz, dolayısıyla o 12 aylık ortalamada, piyasa takas fiyatının ortalamasını alıyorsunuz. Önceden, yani 14 Ekim tarihine kadar piyasa takas fiyatının ortalamasının 2 katı olarak alınıyordu bu hesap fakat 14 Ekim’de kurulun hazırlayıp, Resmi Gazete’de 15’inden itibaren geçerli olan yeni hesaplamada piyasa takas fiyatının ağırlıklı ortalamasının 3 katı olarak belirlendi bu hesaplama yöntemi.
Rakam söyleyeyim size, 14 Ekim 2021 tarihine kadar bu piyasa takas fiyatının üst limiti 718 Lira iken, şimdi bu limit 1078 Liraya çıkartıldı.
Yani 14 Ekim’den 15 Ekim’e geçerken limit %50 artırıldı, 15 Ekim 2021’den 1 Ekim 2020’ye, yani tam 1 yıl öncesine giderseniz o zaman da %91.5 oranında artırıldığını görüyorsunuz bu limitin.
Peki, niye oldu bu? Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? Ne anlama geliyor bu? Bizim hayatımızı nasıl etkileyecek bundan sonra? Biraz önce piyasa takas fiyatının ne olduğunu kısaca anlatmaya gayret ettim. Piyasa takas fiyatı dediğim gibi elektrik faturalarımıza yansıyan enerji bedelinin oluşumunu %70 oranında belirleyen piyasa süreci. 1 Ekim 2020’de 563 Lirayken, 15 2021’de 1078 Lira oldu.
Üstelik 15 Ekim’de yayınlanan Resmi Gazete’de 1078 Liralık uygulamanın 16 Ekim, 31 Ekim tarihleri arasında olacağını, yani Ekim ayını 718 Lira ile geçirtebilirlerdi, artık nasıl bir piyasa sıkışıklığı oldu ki, Ekim ayının bitmesini beklemeden, çünkü bu piyasa takas fiyatının azami limiti genelde aylık olarak, yani o ayın başından sonuna kadar belirlenen bir unsurken, ayın bitişi bile beklenmedi.
Siz programı açarken, Ağustos ayındaki elektrik kesintilerine değindiniz. Nasıl oluyor da 98.000 Megawatt’ın üzerinde kurulu gücümüz var, 45.000 Megawatt gibi en yüksek puan tüketim değerini söylediniz ama zannediyorum kesintilerin olduğu gün 55.000 Megawatt’ı bulmuştu. Nasıl oluyor da 98.000 Megawatt’ın üzerinde kurulu bir güç varken, 50.000 Megawatt geçildiğinde kesinti söz konusu oluyor?
Şundan dolayı oluyor, özellikle Türkiye 2021’in geride bıraktığımız 41 haftası boyunca elektrik üretiminin net olarak %51’ini ithal kaynaklardan sağlamış durumda. Toplamda %66 fosil kaynak, %51’i de ithal kaynak. Yani, doğalgazın payı %34, ithal kömürün payının da %17 olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Şimdi, önümüze şöyle bir gerekçe geliyor, uluslararası piyasada enerji fiyatlarının yükseldiği, bu artık sürekli haberlerde söyleniyor, konuşuluyor, işte uluslararası piyasada enerji fiyatları yükseliyor.
Bunun üzerinde Dolar/TL arasındaki kur farkını da ekliyorsunuz, bir de üstüne üstlük yaygın salgın devam etmesine rağmen, yokmuş gibi bütün tüketim kalemlerinin, özellikle enerji tüketim süreçlerinin katlanarak devam ettiğini düşündüğünüz zaman aslında özel şirketler bile yine sanki haklı bir durum var gibi durum değerlendirilebilir. Dolayısıyla, 718 Liralık piyasa takas fiyatı beğenilmemiş ki, yani günlük enerji beğenilmemiş ki, özellikle doğalgaz ve ithal kömür kullanarak elektrik üreten lisanslı elektrik üreticileri üretim isteksizliği içerisinde. Üretmemek, kasıtlı olarak lisanslı üretim şirketlerinin talimatlara rağmen elektrik üretmiyor olması, piyasa açısından da suç teşkil ediyor olabilir, ağır yaptırımlar gerektiriyor olabilir o nedenle ben sadece üretim isteksizliği, motivasyonsuzluk diyorum buna.
Füsun Sarp Nebil: Mehmet Bey, Ağustos ayında EMO olarak yayınladığınız açıklamada da özelleştirilme sonrası elektrik piyasasının yönetilemediği gibi bir ifade vardı. Bu isteksizlik dediğinizle aynı şey mi?
Mehmet Özdağ: Tabii. Tabii ki şöyle, programa bağlanmadan önce en güncel şeye bakayım dedim, Enerji Bakanlığının piyasa raporlarına baktım, şu anda 2021 yılının geride bıraktığımız süreci içinde tükettiğimiz elektriğin net olarak %80’i özel sektör tarafından üretilmiş. %17 küsuru üretim anonim şirketi, yani kamu tarafından, %2si de yap işlet devret gibi özel sektöre devredilmiş santrallerden üretilmiş. Dolayısıyla, kamunun buradaki payı %17 olarak gerçekleşmiş. E siz şimdi %17’lik bir payla, mevcut, içinde bulunulan ekonomik şartları göz önüne aldığınız zaman, bu üretim sektörünü regüle etmeniz, buradan piyasayı regüle etmeniz mümkün olamıyor.
Füsun Sarp Nebil: Yani bunun siz yeni açıklamanızda da söylüyorsunuz. “Elektrik Üretim AŞ’ın elektrik üretimindeki payının %20’nin altına inmesi nedeniyle elektrik fiyatlarının dengelenmesi mümkün görünmemektedir” gibi bir ifadeniz var. Bunu mu kastediyorsunuz?
Mehmet Özdağ: Evet. Dolayısıyla, ithal doğalgazla çalışan özel lisanslı üretim şirketleri ve ithal kömürle çalışan şirketlerin biz bir süredir, özellikle Temmuz ayından bu yana enerji bakanlığı nezdinde sürekli lobi faaliyetleri yürüttüğünü ve bu piyasa takas fiyatı limitlerinin, tavan limitinin yükseltilmesi gerektiği konusunda faaliyet yürüttüğünü biliyoruz. Yani sonuçta 15 Ekim tarihli EPDK kurul kararı bize şunu gösteriyor; Aslında enerji bakanlığı, yani siyasi iktidar, kömür ve doğalgaz lobilerinin bu anlamdaki baskısına boyun eğmiş. Hem de o kadar sıkışmış ki, Ekim ayının çıkmasını bile bekleyememiş. Yani, 16-31 Ekim tarihlerini kapsayacak şekilde piyasa takas fiyatının üst limitini %50 oranında artırmış ve hesaplama yönteminde de piyasa takas fiyatının geçmiş 12 aylık ortalamalarını 2 kattan 3 kata çıkartarak da aslında bir anlamda bu beklentiyi ve elektrik enerjisi zammını da bir anlamda otomatiğe bağlamış durumda.
Füsun Sarp Nebil: Yani birden %15lik zamlar olmayacak, sürekli devam edecek, öyle mi?
Mehmet Özdağ: Bu piyasa takas fiyatının artıyor olması, bize bunu çağrıştırıyor şu anda. Maalesef durum böyle görünüyor. Aslında felaket tellallığı ya da zam çığırtkanlığı anlamında söylemiyoruz bunları, sadece bir durum tespiti içerisinde, yani enerji bakanlığının, yani siyasi iktidarın enerji politikalarının özel üretim şirketlerine boyun eğmek durumunda kaldığını söylüyoruz. Çünkü 98.000 Megawatt kurulu güce rağmen siz artık 50.000 Megawatt’larda enerji kesintisini gezdiriyorsunuz, demek ki siz çok ciddi bir açmazın içindesiniz. Ya şirketlerin taleplerine boyun eğeceksiniz, pahalı elektriğe bizi mahkûm edeceksiniz ya da karanlıkta bırakacaksınız. 19 yıllık siyasi iktidarın enerji yönetiminin geldiği nokta aslında, bizi getirdiği nokta aslında bu.
Füsun Sarp Nebil: Bunu bir de Temmuz sonunda çıkardığınız TEİAŞ raporunda da görüyoruz. TEİAŞ raporundan bir grafik dikkatimi çekti, bu nedir, bizim kafamız karışıyor, elektrik piyasasını bilmeyen insanlar, burada üretim ve TEİAŞ ve EPİDAŞ nasıl bir yapılanma?
Mehmet Özdağ: Bu akış diyagramı aslında 19-20 yılda geldiğimiz yerin bir fotoğrafı. Hemen söyleyelim, 1970’li yılların başında Türkiye Elektrik Kurumu elektrik enerjisinin iletim, üretim ve dağıtım fonksiyonlarını tek elde yöneten bir kurumdu. Neden böyle olmuş? Çünkü elektrik enerjisi yapısı gereği depolanamaz. Dolayısıyla üretim ve tüketimin saniyelik olarak birbirini dengelemesi gerekiyor. Yani ne kadar talep varsa o kadar arz olması lazım, arz ve talebi mutlaka dengeliyor olmanız lazım yoksa eğer arz talep dengesini sağlayamazsanız enterconnect sistemde çökmeler yaşarsınız.
1970’li yıllarda Türkiye Elektrik Kurumu, üretim iletim ve dağıtım fonksiyonlarını tek elde yürütürken, 1993 yılına gelindiğine TEK’in üretim ve iletim faaliyetlerini TEAŞ olarak, dağıtım faaliyetlerini de TEDAŞ olarak ayrıştığını görüyoruz. Yol haritamıza hızlıca devam edecek olursak, 2001 yılına gelindiğinde TEAŞ’ın da Elektrik Üretim şirketi, Elektrik Ticaret Şirketi ve İletim Şirketi olarak 3e bölündüğünü, en son 2018’e gelindiğinde de, bu yapı içerisinde EÜAŞ’la Ticaret faaliyetlerinin birleştirilerek Elektrik Üretim A.Ş oluştuğunu, TEİAŞ’ın da yine varlığını sürdürdüğünü ve 2013 yılında da Türkiye’deki 21 dağıtım bölgesinin özelleştirildiğini görüyoruz.
Dolayısıyla 1970’li yıllarda tek parça olan, yani üretim iletim ve dağıtımın, yapısı gereği tek elden yönetildiği bir yapının dikey olarak üretimin bir tarafa, iletimin bir tarafa, dağıtımın da bir tarafa savrulduğunu –ben savrulma ifadesi kullanacağım kusura bakmayın- görüyoruz. Bu yol haritasından geldiğimiz nokta şudur, üretimin %80i özel sektörün elinde, artık doğalgaz ve ithal kömür üretim şirketlerinin taleplerine boyun eğmek durumundasınız çünkü 1 ayın bitmesini bile bekleyemiyorsunuz.
Füsun Sarp Nebil: Hâlbuki özelleştirme ile daha iyi fiyat, daha kaliteli hizmet iddiasında bulundular. Ama bize de düşen bir görevden bahsediyorsunuz. Verimlilik ve tasarruf konusunda ne diyorsunuz?
Mehmet Özdağ: Rekabet gelecekti, serbestleşme gibi, bunların hiç biri olmadı. Onu da şöyle söyleyeyim, aslında içinde bulunduğumuz durum, diyorum ya zam çığırtkanlığı, kriz tellallığı değil, biz önce şunu söylüyoruz, Türkiye’de bir enerji krizi yok. Türkiye için söz konusu olan bir enerji krizi değil, enerjinin yönetilememesi, enerjimizin yönetilememesi.
Bunu lütfen sadece elektrik enerjisi olarak algılamayın, sadece bu boyutuyla düşünmeyin. Aslında, toplumsal olarak, insan olarak, geleceğe dönük ufkumuzun, motivasyonumuzun da bütün bu enerji kavramı içerisinde yönetilemediğini, enerjimizi boşa harcadığımızı, harcattırıldığımızı söylüyoruz. Dolayısıyla bu bir enerji krizi değil, yönetim krizi.
Bunun adını koyalım. İkincisi, 20 yıldır ve hala bile enerji bakanı, enerji tüketim değerinin maksimum ani puan değerinin 55.000-56.000 Megawatt olmasıyla övünüyor. Enerji artık tüketilerek övünülecek bir unsur değildir. Ülkelerin birincil enerji kaynakları, enerji verimlilikleri ve enerji verimlilik potansiyelleridir. Maalesef üzülerek söylüyoruz, 20 yıldır, özellikle konutlarda ve ulaşımda bu iki sektör önemli, sanayiyi 3. Sırada söylüyorum, ticarethanelerde, konutlarda ve ulaşımda, maalesef AKP yönetimi enerji verimliliğini özendirmek ve bu konuda gerekli adımları atmak yerine, enerjinin tüketimini tetikleyecek adımlar atmakta hiçbir sakınca görmedi.
Hatta 2007 yılında yayımladığı enerji verimliliği kanununun gereklerini bile hala ertelemeye devam ediyor. O nedenle, bizim ilk olarak, enerji verimliliğini yeniden hatırlıyor olmamız ve bugün bir biçimde Türkiye’yi yönetmeye talip olduklarını iddia eden, söyleyen, kamuoyunun önüne çıkan bütün siyasi partilerin de bunun nasıl yapılacağını mutlaka söylüyor olmaları gerekiyor.
Biz EMO olarak kendilerine hatırlatıyoruz. AKP’nin izlediği politikalar ülkemizi, özellikle elektrik enerjisi açısından bir çıkmaz sokağa sokmuştur. Bugün içinde olduğumuz durum ya pahalı elektrik ya da kesinti sarmalı içerisindedir.
O yüzden lütfen ne yapacağınızı, yani AKP’nin yöntemleriyle, özelleştirme yöntemleriyle bunun yapılamayacağını bilerek ve görerek, bir an önce kamuya karşı yükümlülüklerini yerine getiremeyen dağıtım şirketleri başta olmak üzere, bütün üretim şirketlerinin mutlaka kamulaştırılacağının altını çizerek yola çıkıyor olmalarını ben kendilerine tavsiye ediyorum.